Seninleymiş o güzel kokuları bu kırmızı güllerin,
Seninleymiş o şatafatlı renkleri,
Körpe dudakları andıran körpe yaprakları
Seninleymiş,
Gidersen bir ben ölürüm sanıyordum,
Güller de
Sana ortak bir anımızı getirdim gençliğimizden,
Sularında akşam güneşinin yıkandığı denizden,
Avuçlarımda ıslak ve yumurta sarısı bir güneş,
Kucağımda ayaklarının altında altınlaşmış bir kumsal,
Ben sana,
Sen bana
Güneş benim değil, ay ve yıldızlar benim değil,
Çimenler, çayırlar, çiçekler benim değil,
Ormanlar, denizler benim değil,
Benim olan bir kuru başım,
Bir iğneli fıçılar içindeki canım,
Bir yorulmuş bedenim,
Al canımı lütfeyle, istemezsen katleyle,
Bana senden başkası zerre kadar gerekmez.
Uğrunda feda ettim herşeyimi kitleyle,
Bana senden başkası zerre kadar gerekmez.
Her çileye katlandım, elemlere yollandım,
Eskidenmiş dağların aşka engel olduğu,
Artık dağlar sevene, bilene engel değil.
Eskidenmiş gidenin gidip de dönmediği,
Uzaklık zorluk değil, gidene engel değil.
Seven sevdiği için bir ömürlük yol gider,
Çekmişim dünyadan elimi-eteğimi,
Bir senden çekmemişim,
Bir sevdandan,
Karasevdandan kurtulamamışım,
Alınmışım, kırılmışım, yaralanmışım,
Yine de katlanmışım çilelerine,
Bir Kabadayıya İlk Hizmet
Çayevi bayram yerini andırmaktaydı.
Duvarlardan duvarlara uzatılmış olan rengarenk kordonlar küçücük al bayraklar içindeydi. Her iki albayrak ortasında, üstünde Atatürk resmi bulunan bir küçük çifte bayraklı tablo vardı. Köşeler gelin telleriyle ve sırmalarla süslenmişti. Tavanın şurasından-burasından renkli kağıt fenerler sarkıyordu. Göbeği narlanmış iri sac soba, çevresindeki insanları ötelere süre-ite kendisine yer açma peşindeydi. Dışarının soğuğunu, içerinin sıcağını pekilenmek istemeyen pencere camları birkaçıncı terini döküyordu. Buhar giyinmiş ocaktaki esmer, iriyarı, alaturka tıraşlı, palabıyıklı ocakçı bir yandan pırıl pırıl parlayan kazanına su alıyor, bir yandan süzgeçle çaydanlıktan bardaklara çay süsüyor, bir yandan ateşe cezve sürüyor, bir yandan da garsonun öteden-beriden seslenişlerine kulaklanıyordu.
- Çay beeş… On olduuu… Yirmi yap, yirmibeş yaaap… Bir yandançarklııı. Yandançarklılar ikiii…
Camlar cam gibiydi. Masalar masa gibiydi, örtüler örtü gibiydi, bardaklar-fincanlar-çaylar-kahveler bardak gibi, fincan gibi, çay gibi, kahve gibiydi.
Çocukluğa İlk Dönüş
Annesi “Uyan artık bebeğim.” demiş olmalıydı ki; körpecik bahar güneşi gerneşe gerneşe, esneye esneye uyandı. Başını kaldırdı, yemyeşil sabahlıklarını yeni yeni giyinmekte olan yumuşak tepelerin yelpirdenen saçları arasından aşağılara baktı, incecik dalların ürkek yapraklarında cıvıldaşan kirli serçeleri gördü, yaprakları aralayarak olanca içtenliğiyle onların minicik gagalarını öptü, kanat kanada arkalarından koşup çatıları kırmızı kiremitli eski evlerin üstlerine üstlerine yayıldı, uzanıp uzanıp beyaz badanalı duvarları,, mavi pencere pervazlarını, perdeleri açılmamış kirli camları, açılıp açılıp kapanan, kapanıp kapanıp açılan ahşap kapıları, toprak yolları, yollardaki incecik su sızıntılarını sarıp sarmalamaya koyuldu.
Büro önünde, başını elleyen güneşi kasketini çıkararak selamlayan otobüs şoförü, ayaküstü konuştuğu arkadaşının sözünü keserek, yanından vurup geçmekte olan yardımcısına, dışından;
- Halla… Galdır şo ehtiyarı yuhudan… Gendinden geçdi herhal… Yola çıhiriz oğlum…
Diye seslendi ve seslenişini içinden “Heyvanoğlu heyvan…” diyerek tamamladı.
Allah ki yarattı peşinen övün;
Övülecek şeydir O 'nun eseri.
En güzel halinle, şeklinle görün;
Övülecek şeydir O 'nun eseri.
Alçak gönüllülük kuru bir laftır,
Düşmüşüm bir Haccacı Zalim ‘in eline,
Gözlerimin yaşına-maşına bakmaz,
Kırar kollarımı-kanatlarımı
Mertçe.
Koymuşum önünde başımı cellat kütüğüne
Erkekçe.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!