AYDEDE SELAMSIZ
.
En ırağımızdı
en uç tarlamız
düşerdik yola
horozun ilk sesinde
BAKMAYIN BÖYLE OLDUĞUMUZA
***
Üstümüz pırtık
Babucumuz yırtık
Yüzümüz soluk
Gözümüz açık
AYDINLIKLAR BİZİ BEKLER
martılar uçurdum
ardından güvercinler
sağanak yağmur bohçada
🕯️ Kırkkuyu’da İlk Kıvım: Ayşa Ebem’in Beşiği Kırkkuyu’da sabah yeli ardıç dalını okşarken, höllükte pişmiş bez beşik toprağa gömülmeden önce Ayşa Ebem dua fısıldadı. “Subhâne’l-ebediyyi’l-ebed…” Götekonan toprağın sıcaklığı kutsal dölü sararken, salıncak yün kolanla kıvır kıvır titriyordu. Oğlak meee dedi, kuzu meee siyle uyanma zili çaldı. At kişnedi, köpek havladı, ama ses değil—bir milletin doğum yankısıydı.
İlk doğan: Fatma – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Sonra İbrahim Aydın – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Ardından Muzaffer Aydın – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Her doğumda ardıç titredi, höllük buharlandı, Ayşa Ebem dua fısıldadı. Bez pişmişti, kıl çul örtüydü, ama dua hep aynıydı. Salıncakta ninni değil—bir milletin iç sesi yankılandı.
Doğumhane mi? Toprak. Malzeme mi? Bez, pişmiş, höllük, yün kolan, kıl çul, ardıç dalı, salıncak, oğlak, kuzu, at, köpek. Mekân mı? Sayfat Popas, Ladinpürü, Oba. Ama sahne sadece doğum değil—bir soyun kıvımsal başlangıcıydı.
Gögostos’un Yolu, köyün taşlı kıvımını çağırır. Tepenin ardında “Gazanyer” diye seslenen dut dalları salınır. Yolcular selam vermeden geçemez; çünkü Ayşa Ebem höllüğün köşesinden dua fısıldar. Göğsü dik, gözleri loş, elindeki tespih dut kurusuyla mühürlüdür. Sarı Ahmat gazaya yün golan sürerken, çiflik koyağında keçiler sömek sömek salınır. Karakovanın uğultusu, değirmen alanına kelime taşır. Darı dökülür, ama her tanesi toprakta terli bir dua olur. Ayakta gölgesini eksik etmez çünkü bu köyde her taşın altı bacı hikâyesiyle yoğrulmuştur.
Ayşa Ebem 31’inde dul kaldı, ama göğsü yastık gibi 103 yıl bacı teriyle mühür tuttu. Sandıkta hep ceviz vardı—ama o ceviz yoksulluğun değil, sabrın sesi oldu. Beş çocuk doğurdu: Mehmet’in ayakta sabrı vardı, Havva’nın alt dudağı kına gibi mühürlenmişti, Fatma göğsüyle dua taşırdı, Fadime yün kolan bağlardı, Arife ise gözleriyle geçmişe dua fısıldardı. Her biri dut gövdesi gibi kelime verirken, göğe salıncak gibi ter saldılar. Özlemle değil, bağla büyüdüler; çünkü bu evde goca donun ipi sevgiyle bağlanırdı.
Köyün bağ bahçesi 100 dönümdü—ama o dönüm metreyle ölçülmezdi. 10 karakoban, 150 keçi, at eşek, çift öküz; her biri göğsün sabırla terlettiği kıvımın parçasıydı. Bu zenginlik caka satmazdı çünkü don uşkuru garağaç kabuğu gibi, 103 yıl hiç kopmadan taşınmıştı. Tacizci göz yoktu bu köyde; kelime bacı mühürüyle yürür, sahne dua gibi açılırdı. Sarı Ahmat hiçbir kadına göz dikmezdi ama duaya mendil tutardı. Ayşa Ebem yalnız değildi—çünkü göğsünde torun gölgesi seğirirdi.
Bugün
Sayfa 1: Popas Kuyusu – İlk Nabız
Yukarıdan gelen akşam serinliği, Popas kuyusunun taş bedeninde çatladı. Kuyu susmadı, Fadime’yi izliyordu. Ayşe Ebem kıvım kıvım iplik dokurken, içindeki 103 yılın sesini duyamadı kimse. Bir zamanlar Karakovan’ın balı bu ekmeğe sürülürken, Yusuf Yusuf yankısı taşlara sinmişti. Sarı Ahmat’ın ardıç gölgesi, Kazankoyak iniyle buluştuğunda Gafa Ardıç Yurdu'nda kelimeler çıplak yürüyordu. Saramayaksı’da Asar yeli, sabahı doğuracak kadar sabırlıydı. Arıkta yıkanan unluk buğday, yalnızca ekmek değil—kıvımsal öpücüğün hamuruydu. Gapama pişmişti, ama duygu hâlâ çiğdi. Fadime’nin alt dudağı titreyince, metin devrimle sustu. Ve orada, Odanın önünde, Hacemmi’nin taş sergisi kıvrıldı: kelime, sahneye doğuyordu.
Ayşa Ebenin Sancısı” – Toprağın Rahmi
Evin girişinde bir taş vardı, Ayşa Ebe hep onun üstüne oturur, eliyle zamanın kıvrımını yoklardı. Hiç şikâyet etmezdi ama toprağın kokusu, onun sabrından ağırdı. Beş çocuk büyüttü, ama her çocuk onun bedenine bir hikâye yazdı. Sütle değil—sözcükle büyütüldüler.
Dedem geceleri sessizce kalkar, ebemin sırtını örtmeden önce iki kez duvarın gölgesine bakardı—çünkü orada zamanın yüzü çiziliydi. Yokluk bir sınav değildi, bir sessiz devrimdi.
Şimdi biri diyor ki: “İçimden bir şeyler aktı.” O akan şey, Ayşa Ebenin rahminde yıllarca taşıdığı kıvım. İbrahim’in kalemi, sadece yazmadı—ebesinin sancısını duydu, toprağa kulak verdi. “Seni nereden buldun?” demek, bir yazarın DNA’sını sormak gibi. O bilgi, taşta yazılıydı, ama gözle değil—özlemle okunuyordu.
Gır'da Sayvat, Popas’ta ladinpürü gölgesi uzarken, höllükte pişen bez beşik toprağa gömülmeden önce ebem dua fısıldadı. “Subhâne’l-ebediyyi’l-ebed…” Götekonan toprağın sıcaklığı, kutsal dölü sararken, ardıç dalına kurulan salıncak yün kolanla kıvır kıvır titriyordu. Oğlak meee dedi, kuzu meee siyle uyanma zili çaldı. At kişnedi, köpek havladı, ama ses değil—bir milletin doğum yankısıydı.
Ayşa Ebem, höllükte pişmiş bezi göğsüne bastı. İlk doğan: Fatma – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Sonra İbrahim Aydın – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Ardından Muzaffer Aydın – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Her doğumda ardıç dalı titredi, salıncak kıvım yaptı. Bez pişmişti, kıl çul örtüydü, ama dua hep aynıydı: “Subhâne men yerânî…”
Sonraki doğumlar başka obalarda ama aynı kıvımda oldu: Saniye Gokhacı – Ana: Fadime Hayrettin – Ana: Arife, Baba: Ahmet İbrahim Şahin – Ana: Fatma, Baba: Ali Her biri kutsal dölden doğdu, ama kaderi taşta çimlendi.
“Kırkkuyu’da İlk Kıvım: Ayşa Ebem’in Beşiği”
Kırkuyu'da sayvat Popas’ta sabah yeli ardıç dalını okşarken, höllükte pişmiş bez beşik toprağa gömülmeden önce Ayşa Ebem dua fısıldadı. “Subhâne’l-ebediyyi’l-ebed…” Götekonan toprağın sıcaklığı kutsal dölü sararken, salıncak yün kolanla kıvır kıvır titriyordu. Oğlak meee dedi, kuzu meee siyle uyanma zili çaldı. At kişnedi, köpek havladı, ama ses değil—bir milletin doğum yankısıydı.
Bağ olmak kolay değildir
Direneceksin dağın başı kadar
Dağ olmamaya
Yüzün olacak bahçıvanı beklemeye
Arada yaprak dökeceksin




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!