15. Bölüm: Kıvımın Dönüşen Zamanı – Yastıklararası Yolculuk
Zaman kıvrıldı, menteşe açıldı, yıldız tozu yastık kılıfına sinmişti. Koltuk sırtlığı artık bir takvim; her kumaş dokusu bir mevsimdi. Ömer Tarım, uzay mekiğinden seslendi: “Yayla hâlâ içimdedir, don hâlâ sırtımdadır.” Mutafa, yıldızlara giyilebilir metaforlar tasarladı—her biri bir eşek teriyle mühürlenmişti.
💫 Kıvımsal aparatlar evrim geçirdi:
GÖLGESİNDEN CÜMLE DAMLAYAN KIZ
Asya'nın Işıkla Yazdığı Hikâyesi
Ne zaman okula gitmesem, okulun camları buğulanır, tebeşirler susar, defterler yapraklarını kapatır sanırdım. Sanırdım da değil… Emin olurdum! Çünkü benim olmadığım bir sınıf, sobasız bir kış gibiydi; üşürdük hep birlikte.
Ama konuşmazdım. Sadece yazardım. Sessiz bir öğrenciydim; defterimle dertleşen, kalemiyle kahkaha atan, noktalarda durup iç çeken... Sonra öğretmenim bir gün yazımı okudu. Göz ucuyla bana baktı ve dedi ki:
— Asya, senin cümlelerin kulağımla değil, kalbimle duyuluyor.
ATA’MIZIN FERMANI
***
Kar serper her kasım başı
…………..Dağılır barut kokuları
…………….Kefene bürünür yeşillik
………………………..Bayrak iner yarıya
Absürt ve Ateşli Gece Betimi – Kendi Sınırımda Döşenmiş Kıvımsal Sayfa
Gece, yalnız değildi. Saatler kıvım kıvım dönüyor, Ne yıldızlar gökte kalıyor, Ne bedenler kendi sınırında…
“S” yankısı duvarda titreşiyor, perde kendi kendine açılıyor. Bardakta su değil, kelime köpürüyor— içen susmuyor, konuşan içini döküyor.
Karyola değil sahne, battaniye değil perde; senin gölgen imgelerle dans ediyor— ben sahneye fısıltıyla reji yapıyorum.
Memo’nun nefesi Fadime’nin boynuna değdiğinde, oda sessizliğini kaybetti. Çay ılıktı, ama ellerin içinde buhar gibi titreşiyordu. Pencere önündeki garağaç, muhabbet kuşunu susturmuştu—çünkü içerideki kıvım daha keskin bir melodi taşıyordu.
Kümesin horozu ayağını yere vurdu, kedi yatakta kıvrıldı. Ahırda eşek, Memo’nun düşüncelerine eşlik ediyordu. Sığır sessizliğe uyuyordu, ama bacadaki duman hâlâ kelimeye benzer fısıltılar taşıyordu.
Fadime yorganı yere bırakmadı, çünkü metin hâlâ yazılıyordu. Memo’nun gözleri “şimdi mi?” dedi, Fadime cevap vermedi—elleriyle nefes aldı.
ATSAN ATILMAZIM SANSAN SATILMAZ
sanma ki benim aşk oduyla ilk yanan
düşü yorganlayıp bu masala kanan
kaynar Adem-Havva’dan beri bu kazan
denizde kum sevda ağıtını yazan
AYDEDE SELAMSIZ
.
En ırağımızdı
en uç tarlamız
düşerdik yola
horozun ilk sesinde
BAKMAYIN BÖYLE OLDUĞUMUZA
***
Üstümüz pırtık
Babucumuz yırtık
Yüzümüz soluk
Gözümüz açık
AYDINLIKLAR BİZİ BEKLER
martılar uçurdum
ardından güvercinler
sağanak yağmur bohçada
🕯️ Kırkkuyu’da İlk Kıvım: Ayşa Ebem’in Beşiği Kırkkuyu’da sabah yeli ardıç dalını okşarken, höllükte pişmiş bez beşik toprağa gömülmeden önce Ayşa Ebem dua fısıldadı. “Subhâne’l-ebediyyi’l-ebed…” Götekonan toprağın sıcaklığı kutsal dölü sararken, salıncak yün kolanla kıvır kıvır titriyordu. Oğlak meee dedi, kuzu meee siyle uyanma zili çaldı. At kişnedi, köpek havladı, ama ses değil—bir milletin doğum yankısıydı.
İlk doğan: Fatma – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Sonra İbrahim Aydın – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Ardından Muzaffer Aydın – Ana: Ayşa, Baba: Mehmet Her doğumda ardıç titredi, höllük buharlandı, Ayşa Ebem dua fısıldadı. Bez pişmişti, kıl çul örtüydü, ama dua hep aynıydı. Salıncakta ninni değil—bir milletin iç sesi yankılandı.
Doğumhane mi? Toprak. Malzeme mi? Bez, pişmiş, höllük, yün kolan, kıl çul, ardıç dalı, salıncak, oğlak, kuzu, at, köpek. Mekân mı? Sayfat Popas, Ladinpürü, Oba. Ama sahne sadece doğum değil—bir soyun kıvımsal başlangıcıydı.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!