Başımda bekler binlerce hayalin;
Beni sılaya hasret koydun, gurbet.
Yâr saçının telinde ne gezersin?
İki eli memleket kokan gurbet.
Yüreğime sarılan gam, kasavet;
Bu ne hınç, nasıl bir nefret ki böyle ortalık;
Her yer yanmış, çocuk eti kokuyor insanlık.
Başta Mezopotamya, paramparça adeta;
Darmadağın, kan gölü, Ortadoğu berzahta.
Bu döngü nasıl bir vahşet, lanet, lanet olsun;
Yıllar var ki bir türlü hâlâ unutamadım;
Gül yüzüne hasretimi avcuna kazıdım.
Hicranla dolan şu gönlüm yöneldi semaya;
İnsan bu acıtır, incitir diyor Mevlâ’ya.
Gidenin değil, kalanın hikâyesidir bu;
Kavgalı başın kara karışmış,
Yazık gönlün daralmış Halil’im.
Hürriyet düşleriyle ağlaşmış,
Yazık tahtlar aşılmış Halil’im.
Çökertme yollarında gitgide,
Halimi sorarsan,
Pek değişen bir şey yok.
Aslında eskisi gibiyim işte,
Ellerimde eski yaraların izleriyle...
Geceleri yıldızlarla dertleşiyor,
Hani aşk her şeyi affederdi?
O zaman neden bu kadar yakıyor?
Ölülerin rüyasında yaşamak gibi bir şey bu.
En çok acı veren yenilgim, diyor.
Son sözlerin çok eskilere götürdü.
Hasretin ismimi taşır,
Kalbimin gittiği yerde.
Göz cemalimle ıslanır,
İzine düştüğüm yerde.
Maziden kalma bu heves,
Hasretim sana bir tanem,
Yağmur sonrası toprak kokusunu,
Derin derin içime çeker gibi.
Hüzünle yoğrulmuş bir huzurla,
Eski bir şarkıyı tekrar tekrar dinler gibi.
Kalbin kalbime karıştı,
Canımın içinde can.
Sol yanıma battın,
Öyle ki aldığın nefes bile yalan.
Şuramda bir yangın,
Orak ayında düştü ruhuma kış;
Gözlerin içime dolar, ezanla sala arasında.
Zümrüt gözlü yılan, hayat değirmeni,
Eksiltir başkentin sokaklarında.
Geçmişin tozlu yolları üzerime,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!