Suya sabuna dokunma,
Huzursuz olsan da sokulma!
Kapı kapı aşınsan da,
Pis kal kardeşim pis!
Temizlik senin neyine,
Tekil ve uzar yanım.
Gönül sevdirir, tezlik canım.
Yangınlarda alazlarda.
Duyumsandığında bağır ezdiren,
Ben'e Bağdat gezdiren,
19] Ya da Asurîler gibi yukarıda oturanlara gök ehli denmişti. Asurîlerin giderek totem anlayışlarında eşeği tabu yapıp, eşek totem etrafında aidiyet eşme ve eşek totemi kendileriyle eşit eştirmeli bir kült anlayışını benimse, kılmışlarsa; o külte eşek adamların yeri veya eşek insanların yeri, ya da eşekler ülkesi, diyecekten, karşı gruplara, totemlerine değin olan isimleri, vermiştiler. Bu türden olup biteni anlatımları bize esrarengiz gelmektedir. Oysa eskiye dek anlatılanlar, çok sonraların değişen, gelişen yüzü karşısında, bir durumu ilişkiler olamamaktan ötürü boş düşüyordu.
Eskiden olup bitenlerin algı ifadesi olan bu aktarımlar, eski günlerdeki toplumun ve halkın bakışı içindeki var olan karşılıklarını bilememekten kaynaklı bir yanılgı idi bunlar. Eskiden olup bitenlerin ilişki yaşam düzenini soyut olarak düşünemiyorlardı. Anlatılanlar onlara soyut sembolizm olacaktan masal öğeleri türü bir anlatım yaparaktan, aktarmalar yaratıklarını lütfen hatırlayınız.
Ad verme de, yine başlarda toplumların bir birine göre üretir oldukları emek ürünlerine değin üretim yaptıkları, bitki ve hayvan isimlerinin tanımına göre isimleşiyorlardı. Bir türden olmayan isim vermeler yine yaşam biçimine göre; yerleşim yerlerine, yerleşimin yönüne göre, isimlendiriliyorlardı. Coğrafik konumlara (dağlı-dağın adamı gibi) ya da, iş üretişlerine göre, genel tanımlama ile isim kullanmışlardı. Elbette isim eşilme bir türden değildi.
Dereli deniz.
Kenarın bile en iz.
En ufaktan en kabaya
Seçmişken çakılı, eğim mi!
Ne akıllıca değil mi?
Eline almış silahı,
Kabadayı;
Silah mı?
Eline alan mı?
Diline doladığı,
Cenk talan nağraları ovalar
Göksel emirler birbirini kovalar.*
En tutarlı ve kusursuz kendini bilip
Kendinden gayrıyı zındık kılarak silip
Mekke'nin tesliminden sonra, kervan vurma dönemi kapanmış oluyordu. Göçebe enerjisi artık dışarıya yöneltilecekti. Bu enerji ile başka toprakların fethine yönelimdi. Artık islam Müslüman kabileleri, birbirine saldırmıyor, savaş gücü yabancı düşmana karşı, arzuyla yöneltiliyordu.
Ancak bu yönetimin tam anlamıyla bir devlet olduğunu söylemek mümkün değildir. Silahlı güç dışında, devletin en önemli kurumları oluşmamıştı. Bir devletin oluşmasında en önemli etken, silahlı güçtür. Çünkü devlet silahlı güç kullanma tekelidir. Ama bir devlet sadece bu güçten oluşamaz. İktidarın uzun bir süre sadece bu güce dayanarak korunması, istikrar kazanması düşünülemez. Devletin diğer organlarının oluşması gerekir. İşleri yürüten bir bürokrasi, devletin işleyişini belirleyen kurallar, gelenekler vb. gerekir.
Oluşan devlet, bu geleneklerin gelişmesi için gerekli zamanı bulmuşsa, bunlar o ülkede de oluşabilir. Ama oluşum hızlı ise, gelişmeler süratliyse, geleneklerin dışarıdan alınması gerekli ve zorunludur. Geleneklerin dışarıdan alınması da tesadüfe bağlı olarak olmaz. Temasta olunan bir toplumdan ihtiyaca göre, gerekli uyarlamalar yapılarak alınır.
3- Böylece doğaüstü güç kavramı ile insanları aldatmak başlar. Yüce Tanrı bundan azade ve münezzehtir.
4- Bu söylemler, zaten bunu söyleyenlerin, zaman ve tarih bilinçlerinin, olmadığını, hem kendi sözlerindeki anlamın temellendiği o günün bilgisine delil olarak oturmasından hem de gelişmeler açıkça ortaya koymakta. Şöyle açıklayayım. Bu rızık dağılımı anlatımında, sanki insanlığın ilkten beri böyle, içinde bulunduğu düzenle yaratılmış, şu anki kişi hali ile sadırla yaratılmışlar gibi, bir yanılsamayı, hiç çaktırmadan bize kabul ettirip, düşünme (inanma) temel zemini yapmaktalar. Bilmediğiniz sürece de, o öyledir de. Ufkunuz sizi oraya götürür.
Oysa onbinlerce yıl süren, insanın toplum olmadığı, bir yaşayışı vardır. Bu ilkel yaşamda, dağılmış bir rızık yoktu. Mal yoktu, mal olmayınca edinilmesi de yoktu. Ve dahi sahiplenme, zenginleşme de, yoktu. Develerle, atlarla, fillerle kervan ticareti olan bir rızık sahiplenmesi de yoktu. Üstelik sahibi olunan, deve ve filiniz bile yoktu. Sadece meyve toplayıcılığı ölü leş ve artık yemeler, yapabildiği kadar da av aktivitesi vardı. Tüm günü, karın doyurma ve av aramakla geçiyordu. Yorgunluktan bitap düşerek, günün sonunu getirirdi.
Toplum bir ilişkileniş biçimidir. Toplumun, insan salt düşünmesi ve öznelliğinden bağımsız, zorunlu nesnelliği vardır. Bu ilişkileniş sadece insan-insan, sosyal boyutunda değildir. İnsan- doğa; İnsan-üretim nesneleri; insan-üretim ilişkisi; insan toplum; toplum-insan vs.dir. Bu ilişkilerin tümü, bizi öznel istemlerimizin, hoşlanmalarımızın, dilek ve iyi niyet oluş zanlarımızın dışında, somut, yasallıklı, zorunlu davranmayı gerekli kılarlar. Toplum: halk, topluluk, grup, kalabalık, olmayan bir üretim ve üretiliştir. İnsan üretirken, bu üretilişle kendisi de üretilir. Bu nedenledir ki, başlangıçta insan davranışları: bir ağacın meyve verme zamanı ile ve meyve verme verimliliği ile sınırlı idi. İnsanın çok aktivitesi bir meyve toplama çabası iken, oralardan parçacık fiziği ile evrenin başlangıcını yeniden kurgular ve deney alanına sokar hale gelmesi toplum sayesinde olmuştur.
Bu şu demek, bir sistemde yani bir ilişkileniş biçiminde, örneğin bilgisayarda, nasıl tristörün, kondansatörün işlevselliğini, tüm sistemin fiziksel ve yazılımsal koşullarına, egemen yapamaz isek, toplumu da, sırf insana ve insanın öznelliğine baş eğdiremeyiz. Bu bir zorunluluktur. Bu hal, insanın transistorun fizik koşullarına bağlı kalarak, ona belli genlikli ve belli frekans zamanlı, istenen mesajlı dalgaları da, ürettirmeyeceğimiz demek anlamın da gelmez. Bu, sistemin özelliklerine, uygun yazılımla, sistemi yeni davranışlara, amaçlı uygulamalara yönlendireceğimiz anlamına gelir İşte özgürlükler, haklar burada başlar
Yazılım, donanımlara uygun olmak zorunda, donanımın da verileri, yazılımlara uygun, davranmak zorundadır. İşte bilinçliliğimizi, haklarımızı, özgürlüklerimizi, demokrasimizi, ahlakımızı, inançlarımızı, siyasetimizi, bu tutum alışlar ve tutum alışların sisteme uygunluğuyla belirlenir. Ve böylece boyutlandırılır. Böyle bir zorunluluktur hak ve özgürlükler. Zorunluluklar bilincine varılıp sosyal ve toplum amaçlı yarara döndürülebilmektir. Tüm ideolojik yanlar, toplumun; nesnel cansız yanını ve insan yanını göremeyip, sırf sosyal yönüne çalıştırılamaz. Sosyal yönün refahı için, nesnel yanını da, yani üretim araçlarını ve üretim ilişkilerini de, devamlı geliştirmek zorundasınız. Tıpkı bilgisayarın donanımsal işlevliliğini devamlı geliştirerek, yazılımsallığı da geliştirip, bu bağıntı ile toplam işlevi ve verimi artırmak gibidir. Bu ilişki oluşlar, toplumsal pratiğe uyar ve işlerlerse somuttur, gerçektir, işlevseldir.
Hikaye yeni başlıyor.
47-Nal mıh diyen tutuluda
Nah diyen el üstü kutuluda
Kitaba bakan arpalık icabı
Bir o, bir bu haklı demek




-
Necdet Arslan
Tüm YorumlarSöz söylemek önemli değil; sözü bilinçle söylemektir önemli olan.
Sayın KAYA vurgulamalıyım ki gerek şiirde ve gerekse öteki yazınsallarında sözü,etki gücü yaratacak bir keskinlikte kullanmasını bilen ender kişilerden biridir.
Şiirini okurken sözcüklerin,kendi sözlük anlamlarını da aşarak ...