109]Elbet kusurlardan da, yarar çıkacaktı. Bu evrensel yasa idi. Bu tür bozulmalara gidişte çok sesliliğe dek kazanımlarımız da olacaktı. 1960'darbesi; çok siyasi ve maddi hatalar yapacaktı. Ne var ki ülke ufkunu da bir hayli açacaktı. İki yapılı meclis kurulacaktı. Anayasa mahkemesine ve bireysel başvuru olaraktan dernekler destekli iş mahkemelerine başvuru hakkı getirilecekti. Yasak yayın anlayışı ortadan kalkacaktı. Darbe sonrasında çok sesliliğe geçilir gibi olunduysa da, yerini 1980'lerin daha gerici 'bizim oğlanlardı' denişi olan, darbeye yerini bırakacaktı.
1960 darbesi yönetimin anti demokratik tutumlarını gerekçe gösterip anti demokratik oluşunu meşrulaşırken! Anti demokratik yönetim de; ‘halkın seçtiği başbakan asıldı’ diye anti demokratik uygulamalar içinde oluşunu bu sözü ile meşrulaştırıyordu! Sistemin işlemediği yerde ikisi de tehlikeli bir meşrulaşma idi. Bu mantıktan; ‘halkın seçtiği başbakan yargılanamaz’ sözü de zımnen çıkardı Ve insan hafızasında ‘halkın seçtiği kişi masumdur’ yaftasını zımnen bilinç yapardı.
Basınç artmış, sistem erk engeli yüzünden kendi unsurlarıyla işletilmiyordu. Sistemin basıncı artmış buna karşında sistem tıkanmıştı işleyemiyordu. Patlamaması olası mı? Tıkanmış sistemde belli bir eşik değerden sonra normal işleyiş tükenir, tıkanmış olanın basınç kuralı işlemeye başlardı. Bu kaçınılmaz bir sosyal toplumsal nesnel işleyiş yasadır. ‘Durun bu yönetim halkın seçtiği yönetimdir saygılı olun gibisine bir bekleme’ basıncın karşısında çok çok anlamsız kalırdı. Çünkü tıkanan her şey gibi bu da tıkanır işlemez olurdu. Yani olası olamazdı. Olup biten budur.
3-]Yine böylesi eksik, düşüncesiz bir mantıkla toplum kurumlarından birini abartıp, birini kabartıp, halka değin olan ayrımcı kararları gibi, kurumlara değin ayrımcı kararlarla, toplumsal üretimi ve paylaşımlarını yapamazsınız. Her kurumun kendine özgü yapılaşması, finansmanı ve yararı vardır. Bu durumlara özel bir gayretle ayrımcılık yaparak tan, birini baş üstü, birini ayak altı yapacaktan; topluma zarar verilmemelidir.
Sizin toplum adına vereceğiniz kararlar, halkın öznel bulunuşları adına olmayacaktır. Zaten üretim alanlarının kendine özgü zorunluluklarına göre olacaktır. Yani toplum adına kararlar, halkın zorunlu sağlayışlarını,refahını temin adına toplumun verimli işleyişinden yana olacaktır.
Bu kararlar toplumun kurumlarına o dalda verimli üretim yaptıracağından, buranın ilgilisi olmayan birey bu alandan üretilen üründen istediği zaman sağlayışlar yapmakla memnun olacaktır. Verilecek bu kararlar da her bir iş ve üretim alanlarının kendi sözleşmesi ile olacaktır.
Şair be!
Gel bölüşelim.
Algısal;
İyilikleri ben,
Kötülükleri sen.
Ben bilmem,
Bir üretecin (pil, akü gibi bir üreteç kaynağının) iki tane kutbu vardır. Kutuplar kendi aralarındaki bir potansiyelden (gerilimden) dolayı, aralarında bir alan yönlendirmesi oluştururlar.
Üretecin bu alan yönlendirmesi içinde olan yükler, gerilimin etkisiyle akım, oluştururlar. Üretecin bir kutbu olan + kutbuna bağlanan tel yol; üretecin diğer - kutbuna da bağlanır.
Böylece üretecin iki kutbu arasında bir çevrim devresi oluşturulur. Üretecin bir kutbundan çıkıp, diğer kutbundan tekrar üreteç içine dönen akım, üreteç içinde tekrar ilk dolaşıma çıktığı (+) kutba gelir.
20] 5-Siz bir sürekliliği, kendi akışı içindeki periyotlarını; hep aşamalı ve kesikli ve sınırlı, parçalı olacaktan görmelisiniz. Olgu içi olayları, sınırlı ve sürekli göremezseniz, o olay ve olguyu anlayamazsınız. İşte olay ve olgulardaki bu aşamaları süreçlere bölen, isimse olacaktan adlandırmalarınız bu anlaşılmanın bir zorunluluğudurlar da.
Adlandırma sürekli bir hal alacaktır. Tabii ki bu birden bire bir isimleşme olmayıp süreçle aşamalı ortaya konacak bir insan başarısı idi. İsim vermeler, aslında en temel ve çok belirleyici bir ittifakı yapının, grup ve toplumsal referanslardan olan, kurumlaşmalı dil araçlarıdırlar. İsim verme işi, eski evrede genel isimlerden, özel ada doğru evirilmiştir. Toplum içinde de, zamanla genelleşmelere gidilmiştir. İsim vermenin bir dil kurumu olması, bir başarıdır.
Girişen, fakat ittifaklar içine girmemiş olan, grup ya da toplumların, aidiyet eşme formatları birbirine benzememek zorundaydı. Benzeyişler en ağır bir hakaretlersem anlayış olaraktan görülürdü. Bu da o zamanların aidiyetten ötürü kişileri sosyal birlikler içinde veya gruplar içindeki, dışlama ilkesidir. Bugün bile bu aşağılamalarla, dışlamalarla; 'Ermeni tohumu! Gâvur dölü; Rum piçi! ' gibi sözlerle körü körüne bu türden oluşu sürdürmekteyiz. Bu tür benimsemeler bir çeşit lanet kabul edilirdi.
12] Ama etnikliğin, halk sahipliğine dek aiti oluşlarından ötürü, hep sürüp gitmektedirler. Bu tür etnik ve halkçı belirmelerin yeri, daima halk alanınızdırlar. Etniklik toplum içinde, gerici uyumsuzluklarınız olur. Etniklik, iyon davranışlarını gösterir. Etniklik, izafiyet teorisini, ya da kuantum fiziğini veya nano teknolojiler gibi karmaşıkça bağıntılı, karmaşık bilişti olacak, bilişim atraksiyonları içerisinde, kendisini olgu aştırıp, geliştirip, içselleştirip, yaşamını ve dünyaya bakışını dahi gerçekleştiremeyen bir sosyal yapılar öznelliğidirler. Etniklik, yeni kültür var oluşlarını sağlayamayan, toplumlara göre, toplumların içinde zavallılıkların gerici alıştırılmaları içindeki, travma tik çekim alanı olmaya, hep devam edecektir.
Etniklik; bugünkü toplumsal yapılara göre, sorumluluk, yükümlülük toplumsal görev mantıkları ve toplumsal kazanımları gelişmemiş, sosyal halkçı yapılardır. Her an istismara açık, kullanılmaya hazır, ÖDEVCİ sosyal yapılardır. Güncel evrensel, uygarlıklardan ziyade, töreci sosyal öğrenmeleri baskın şekilde aktaran, şartlanmış sosyal kimlikçi olmanın ötesinde, evrensel hasletleri bilmez olan kalıpçı sosyal yapılardır.
Etniklik; toplumsal sorumlulukla olmayan bir sosyal var olma biçimdir. Ne sağlığa dek, ne kültürel, ne eğitimsel, ne topluma beceri ve formasyon kazandırılmaları, ortaya çıkaramaz. Topluma sal yararlılık sorumluluğu pek duyulmayan alandır. Feodalce, beşeri edimlere göre biçim edilmiş, ilklerdir. Bunların ufukları; egoizm üzerine olan, bir kişiler arkası olma mantığıdır. Hastalıkla, yelle, selle, afetle, savaşla, gelen ölüm ve telefleri eski dönemlerden beri nüfus çoğalması ile karşılayan kuluçkalık yapılardır. Evlattan istikbale değin, sigorta sistemi olaraktan yararlanma gibiden tamamen ilkel dönem düzlemine denk düşme anlayışlı, kırım mantığına göre çoğalma güdülü, bir sosyal çevredirler.
13] Aslında kişiler gelişmenin mantığını bilir olmakla, eski ve yeni döneme değin olan sağlayışların, kıyaslama olan her bir farkını bileceklerdir. Cehalet, Dünya'yı hep kendi algısı gibi ve gördükleri gibi olduğu sanısını onlara, hep taşıtır. Bu nedenle kendi dönem seyirleri içinde olması gerekenleri makul bir seyir olduğunu sanırlar. Oysa o zamanların gelişmişlik koşullarının, bugünkü koşullardaki var olan gelişmeleri, asla ortaya koyamayacağı da, pek açıktır. Ne var ki gelişmenin kendi dönem ırası içindeki tüm güzel oluşmaları, daima kendisinden sonraki dönemlerin asgari sağlayışlarına göre, hep geri adım olacaktırlar. Ve hiçbir zaman, eski bir dönem, kendisinden sonraki dönemlerin her bir sağlayışlarını kapsayamaz oluştan ötürü de; asla özlemi duyulur olan etnikçi bir asrısaadet dönemi, olamayacaktır.
Bunun adı, yeni olanı hıfz edip, sindirememektir. Ve duyguca geriye özlem duyan bir gericiliktir. Güncel rahatsızlığa akıl erdirememenin, kolaycı bahanesidir. Gelecekteki oluşmaların hiç birini sağlayamayacak olan her hangi bir eski döneme; toplumsal yaşayış olaraktan, özlem duyan gerici bilmezlikler, toplumu; asrısaadet gibi bir küt anlayışça özlem içine doğru sürüklemektedirler. İşte bunun içindir ki tür kıyaslama verildi. Değilse bunca sağlayışlarına rağmen, günümüz dahi, geleceğe göre, özlemi duyulmaması gereken bir geçmiş olacaktır. Bunu (cahilliği) savunmak, demokrasi bile olamaz! Eğer bu bir demokrasi ise, bilmezlik nedir? Bilmezlikler de bir demokrasimiz mi olmalıdır?
Bir uygar toplumun yönetimi de; kendi toplumsal dokusu içindeki coğrafi yer adlarını ve kişi isimlerini değiştirecek denli körce etnik oluşla, kendi sosyal yapısına dek başka halkçı dokularına değin etnik aidiyet bağlarını, kaşıma zafiyet ve aczi yeti içinde olmalıdırlar. Çünkü bu türden acizce girişimeler için adama sorarlar; 'o yer ya da o kişi isimlerine değin baskıcı değiştirme ihtiyacınız, toplumsal olan hangi gelişmenize engel olan durumdur da, değiştirmek isteğini duydunuz? ' Bu konjonktür sel olan, yapıcı olmayan siyasetlerin, toplumsal gelişmelerin başarısını gösterememenin, kandırıcı bir ırasıdır. Eğer siz ortalama bir toplumsal paylaşımı sağlayamazsanız, halk etnikçi yapıda ayrışmaya başlar!
4-İttifak toplumunun, çelişen çok başlılığı; tekleşmeyi zorunlu kılıyordu. İşte diğer totem aidiyetlerle girişen bu tekil sosyal, toplumsal yapılar ortaya çıkınca Tevratın başta söz vardı diyen (belki de her şeye isim takılması ile çevredeki varlıkların anlamlanması, varlıklardan kendilerinin anlam ilişkisine girmeleriydi) , ol, deyince olan, ata totemlerin birlenilen, buyuruklaş kılan, ittifak ahitleşilmeleriydi.
Bu ahitleşmeler öylesine bir güç odağı idi ki, kişilerin aklını ve kanını dondurur cinstendi. Tufanlar felaketler, sözcüğü ile anlatılan yeni soysal ve toplumsal gücü ortaya çıkaran tören ve şölendiler. Yeni yeni durumlarla, sık sık yapılan, ahitle şilen bir önceki sosyal ve toplumsal hafızaların, birden bire silindiği, çok güçlü dönüşümlerin sözleşilmesi (travmatik ahitleşilmesi) idi. Evet başta söz vardı.
Bu sözler içinde; âlâyı vala ile yapılmış olan bir ittifak sözleşilmesi vardı. Yine bu anlaşmaların içinde alışmalarının terk edilmesinden doğuşla alışmanın şaşılması vardı. Yine bu felaketçi tufan törenlerinin içinde bir kutsal tabu olan totem sözünün geçersizleşip, yeni bir totem sözünün işlev kılınması vardı. Yeni sözleşilmeler totem bağcının ağzında, meşruiyetti yaptırımlı söz oluyordu.
Bir kere bu söylem toplum dili bir söylem değildir. halk dili inançtı bir söylemdir. Bu günkü toplum içinde sizin bir tasarrufunuz olmayacak; sadaka vermek gibi bireysel bir tutumu, halk içinde yine birerylere gösteriyorsanız bu kabil tutumlara bu sözler söylenir.Bu kabil öğrenmeler, toplum içinde, topluma ilişkin, dillenişle söylenilmesi demek, yurttaşın sürü eşmece öğretilmelerine denk düşer!
Toplumlar karşılıklı yüküm ve zorunluluklar, esasına göre düzenlenirler. Hiç kimse toplumsa bir işini; doktorluğu, uçak mühendisliğini, askerliği vs. babasının hayrına, Tanrının lütfuna, ya da başının gözünün sadakasına, istinaden yapmazlar!
Bu yüzdendir (nedenle) ki, bir berber, berberliği; bir doktor doktorluğunu; bir satıcı da pazarlamayı ve bir yöneticiden politikalar da sorumlu, mecbur oldukları icraatlarını da; Allahın razı lığı için yapar olmazlar! Bu adımız gibi ezbere bileceğimiz bir yurttaşlık bilgisi olmalıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi otoriteler sadece sunum ve buyurma yaptırımı ortaya koyarlar. Bir otorite, kendisini gerçekleyebilmek için diğer otoriteden demokratik talebi olamaz. Çünkü sosyal ve toplumsal otoritenin talebini karşılayabilir başka bir otorite üstü, hiçbir güç yoktur. Toplumsal otorite de doğal otoriteden (üretim) talep eder. Doğal otoriteden talep etmek de topluma aittir, talebin şartlarını sağlama (teknoloji, bilgi, deneyim, uygulama) da, topluma aittir.
İnançların yaptırım talebi başlarda animist totem güç idi. Daha sonra ilahlar oldu. Sürecin sonunda da, tek tanrısal güç oldu. Bunların yaptırım ve otoriter güç olmalarının kaynağı, yine kendilerindedirler. Bir kara delik gibi kendi yansımasını kendi üzerine düşürürler. Üzerlerine düşen kendi yansımalarının yoğunlaşmasıyla, olay ufkunu (kendi sosyal, toplumsal çevresini) eğip bükerek çekim odağı olurlar.
Güç bu inançsal otoriter merkezde oluşur. Gücün kaynağı manadır. Başlarda mana totem güç somut saygılaşma algılamasıdır. İttifaklarla bu tür mana güçlerin totemler bir arada lığı olmuştur. Bir İnannanın, bir Gılgamışın karşı İnannası ve karşı Gılgamış çoğulcu, plüralizm görünümlü totemizmidir.




-
Necdet Arslan
Tüm YorumlarSöz söylemek önemli değil; sözü bilinçle söylemektir önemli olan.
Sayın KAYA vurgulamalıyım ki gerek şiirde ve gerekse öteki yazınsallarında sözü,etki gücü yaratacak bir keskinlikte kullanmasını bilen ender kişilerden biridir.
Şiirini okurken sözcüklerin,kendi sözlük anlamlarını da aşarak ...