süngümüz düştü
yaşamın tozlu yollarında
savaşmaktan
kuruyordu damarlarımız
saçlarımızda karlar
sürgünüz dünyadan
güneş fırtınalardan konfeti yapmış
yağdırıyor gece üstüme
dikenli tel batıyor ayaklarıma
yürüyemiyorum düşüme
ben ebe o kaçak
oynuyoruz körebe...
kıt zamanların adamıyım
sözcüklerin tükendiğinde gelmişim dünyaya
bulut beni kovalamış
yağmur beni yazmış
soğuk işlemiş içime
mavinin duruluğuna kanmışım
umuda gül koklayamamış
yüreği çarpmamış yarının coşkusuna
güneşin ışınları tenini okşayamamış
yüzü dönmüş ışıksız mağaraya
şefkat yağmurlarından damla bulaşmamış
üşümüş elleri demir parmaklıklarda
günler binmiş kızağa
beyazların üstünde
tozu dumana katarak
s.o.s veriyor çam ağaçları
bu hıza bakarak
dur tabelaları yıkılmış
hiç değinmemiş bana kır çiçekleri
teğet geçmişler ağustosta tenimi
emin değiller varlığımdan
sinmiş olsa da ellerime renkleri
sarının kaçışı
kırmızının yazgısı
usuma takıldı
gönül kırıklarını arıyorum
dünya bahçesinde
kristalleşmiş bakıyorlar
gönül kırmamışım ki
mahçup düşmüş kırıklar...
Göçtü bir taze baht yine
Karanlıklarda çürümüş yaprak
Büyük bir örümcek ağı gözesiz
Dayanmıyor uzaklar hıza
Girmiş lacivertliğin girdabına
Dünya boşalmış gibi
Oya Taşkıran’ın Anısına
dolgu zamanındayım umudun
taşlar vesveseleşmiş oturmuyor
ara boşluklarında acizce sözcükler
zamansız aşklara kürek çekiyor sarhoş reis
kokmaya başladı
kirli sevgiler
limiti aştı
gönül penceresinde
dalkavuk çiçekleri
solmaya başladı
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!