Of ki of ve de puf ki pufffff! Sıkıntıdan patladığım zamanlar, çok da ses çıkmaz çevremde, kimselerde sıkıntıdan patım patım patladığımızı anlamaz, anlayamaz... Patım patım ne yahu, böyle bir kelime mi var ki Türkçe de çatım çatım ya da çatır çatırı biliyoruz da, neyse geldi oturdu oraya işte o kelimeler...
En baş belası işlerden birisi kış günü, karda, kıyamette arabanızın lastiğinin patlamasıdır... Bundan daha can sıkıcı bir iş yoktur. Ha, biliyorsanız lastik değiştirmesini, kış da kıyamette olsa halledersiniz, bayansanız çok zorlanırsınız bu konuda... Erkek iseniz de değiştirirken mutlaka başta elleriniz olmak üzere her yeriniz donar...
Bir başka can sıkıcı işlerden birisi, jeneratörü de olmayan bir apartmanda, elektriklerin kesilmesi ile asansörde kalmaktır... O an da yanınızda birisi varsa ne ala, yine de paniğe kapılmadan havadan sudan sohbet ederek yardım gelmesini beklersiniz... Cepten apartman yönetimini ya da eşinizi dostunuzu aradınız mı kısa zamanda çözülür sorunlar...
''Demet Akalın, 30 bin TL'lik çizmelerinin ardından şimdi de 5 bin liralık çorap aldı.'' BASINDAN
Yani bu gazetecileri, basını anlamak zor gerçekten. Yukarıda ki haber yakın zamanda gazetelerin birinin magazin ekinde yayınlandı... Ne alaka şimdi bu? Sanatçı hanımefendinin birisi beş bin liralık çorap almış. Alır keyfinin kahyası mısınız? Almasında bir problem yok. Problem bunun çok önemli bir olaymış gibi haber yapılmasında... Bizim de olayın sinir olduğumuz tarafı bu...
Sayın magazin gazetecileri bunu tutup da magazinsel olarak haber yapmasalar, kimselerde duymayacak, kimselerde sinir olmayacak, saçını başını yolmayacak. Bu gazeteleri zengini de alıyor fakiri de... ''Ben daha üç yaşında ki çocuğuma beş liraya iki çift çorap alamıyorum hanımefendi kendine beş bin lira verip ünlü markadan çorap alıyor. Adalet mi bu?'' diye düşünebilir...
Basit ol!...Basit!..
Ayağında,
Pahalı olmayan bir ayakkabı,
Bir keten pantolon,
Alelade bir kazak,
Tıraşlısın,saçların taralı,
Deniz;güneşin şavkı vurduğu zaman,
Senin üstüne,
Bir martıya,ya da bir karabatağa,
Bakıp bakıp yazılır bu şiirler,
Sabahın 0.6'sın da...
Bir adam vardı,
Aylardır cami'nin duvarına,
Yaslanıp duruyordu...
Saçı sakalı uzamış,pecmurde,
Her namaza giderken,
Seneler önce tatilden dönüyoruz. Hanım çocuklar ve ben, arabada dört kişiyiz, her zaman gittiğimiz yerden değilde, bu sefer Denizli üzerinden Ankara'ya varalım dedik,ama yollarını da pek bildiğimiz yok haniyse. Arabayla girdik şehre çıkamıyoruz. Halbuki eskiden de az çok bilirdim Denizliyi ama bu sefer şehir değişmiş gelişmiş...
Bir şehre girip de çıkamamak ne büyük zorluk bilseniz. Allah kimselerin başına vermesin. Vallahi çok uzun sürse bu durum insan bunalıma da girer... Yirmi sene önce geldiğin bir şehre yirmi sene sonra gelince haliyle çok farklı ve çok değişik bir şehir görüyor insan... Hem de ne değişmiş...
Kendi kendimize şehirden çıkmaya çalışsak yine de bir şekilde çıkarız illa ki her yerde tabelalar var, Allah'a şükür okuma yazmamız da var. Atalarımız ne demiş hem de ‘'Bilenler bilmeyenlere sorsunlar.'' Hiç o konuda ben de hanım da tereddüt etmeyiz... Birini bulup soracağız mutlaka...
Hep merak ederdim bu adamlar nasıl uçuyorlar, nasıl öyle havada kalıyorlar da o kadar yükseklerden aşağıya bakıyorlar, ödleri de patlamıyor? Belki patlıyor da yoksa çaktırmıyorlar, bizlere mi söylemiyorlar? Öyle ya, yamaç paraşütü yaparken onların havada ne kadar korktuklarını ya da korkmadıklarını saptayacak bir mekanizmamız yok ki.
Tam kaldığımız yerin üstünde üç beş tane birden yamaç paraşütü görünce, her türlü karşı görüşe ve engellemeye, karşı çıkmaya rağmen ben de o yamaç paraşütüne karşı bir heves oluştu hem beynimde hem de yüreğimde. Mutlaka yapmalıydım, mutlaka...
Her ne kadar hanım arkamdan ''Bak kafamı bozma seni boşarım'' nidalarını gönderse de, kendime öz güvenimin daha da sağlamlaşması için ''Yapmalısın Ahmet sen bunu, yapmalısın mutlaka'' iç sesleri yankılanıyordu ruhumda. İç seslerimi her zaman dikkate almışımdır.
Sabah sabah açmış gazeteyi, bakkalın önündeki masada at yarışı oynuyor arkadaşlarım. Çoğunu da ta çocukluktan tanırım... Geçmiş senelerde ben de üç beş kere oynadım, baktım iş değil sonrada bir daha elimi bile sürmedim...
Oooo Hacı, ''Adamın adı bu'' yapmışsın yine muhteşem bir kupon. ''Sorma birader sorma.'' belli ki dün yatmış... ''Sordum birader sen söylemesen bile sordum, dün yine yattın değil mi? Dur tahmin edeyim ya beşinci ayakta ya da son ayakta yatmışsındır.'' Nasıl ama öngörülerim?''Vallahi bravo nereden bildin?'' hep öyle oluyor da, bırakın bu ayakları koktu zaten...
Senelerdir oynamadığım için, anlarım dersem yalan olur şimdi, benimki kafa bulandırmak, maytap geçmek biraz... ''Sayın ganyancılar size bir müjdem var.'' heyecanlanırlar hepsi birden daha kelime ağzımdan çıkmadan... ''Kolon ve kupon ücretleri yüzde elli artıyormuuuuş bu haftadan sonra.'' Moraran suratlar ve bozulan moraller... Oooooo ve vaaaaaay diye sesler bir an da... ''Yapma yahu birader daha da fazla para vereceğiz desene.''
Biz emekliler, adı üstünde işte emekliyiz, hem de emekliyoruz maddi bakımdan. Bir ayağa kalkıp da yürüyebilsek hızlı adımlarla ya da koşabilsek her şey hallolacak... Yoksa halimiz duman. O zaman gökyüzünde duman duman bulutsun, söyle seni kalbim nasıl unutsun, diye de bir şarkı mı söylemeli yoksa?
Ne diyelim Allah devlete zeval vermesin. Her iki dini bayramda biz emeklilere bayram ikramiyesi veriyor. Geçen sene 100 Tl zam ile 1.100.00 Tl para aldık. Bu sene ne alırız, ne alamayız hala tartışıyor arkadaşlar... Bu gün gördüm bir İnternet sitesinde 3.300 Törkiş Lira dan filan bahsediyorlar. Yok mu artıran? Aha da buraya yazıyorum, biz bu ikramiyeyi alır, ne kadar olursa olsun, o gün de çatır çatır yeriz. Yeriz derken, yanlış anlaşılmasın borçlara gider en hasosundan...
Bir de bayram ikramiyesi diye, sadece adı Bayram olanlara veriyoruz, filan demesinler. Ne yapsak bilmem ki? Gidip nüfus idaresinde ismimizi mi değiştirsek şimdiden... Adı Bayram olanlara verirlerse adı Ramazan olanlara da vermeleri lazım... Recep ile Şaban da arada kaynar mı kaynar...
Sizde de oluyor mu bazı zaman, kafayı yeme durumları? Yok yahu, ne kafayı yemesi durup dururken, yediğin önünde, yemediğin ardında, Allah dan belanı mı istiyorsun? Hiç öyle bir şey yok. Her insanın yaşadıkları kendine özel, başkalarına genel gelse de...
Bazı zaman belgeseller bile kafayı yedirtebiliyor insana. Ceylan kaçıyor, çita ya da jaguar kovalıyor, ''Jaguar arabası değil öyle bir hayvan var, billahi var.'' belli yakalayacak, kameramanda onu çekiyor da çekiyor, niye, bizim gibi aslında, onlardan çok daha vahşi olan insan seyretsin diye... Bir tanesi de araya girip de şu ceylanı kurtarayım demiyor. Çok daha vahşi dedim de inanmaz gibi oldunuz. Onlar hiç olmazsa bir hayvana takıyor kafayı, yakalıyor karnını doyuruyor, ya biz, ya insanoğlu, Hiroşima'da bir seferde öldürdük yüz binlerce kişiyi... Hem de savaş bitmek üzereyken, teslim olmaya yakınken çekik gözlüler...
Kediye tekme atan yaratıkları görüyorum bazen sosyal medyada, bir şey yapamıyorum küfretmekten başka, sizin içinizde de küfür eden varsa, beklemesin salsın bu mallara, inanın Allah günah yazmaz bu küfürlerinize...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!