Suudi Arabistan’ın büyük bir müftüsü, Somali’den bir soru aldığında göz yaşlarını tutamadı. Ona Somalili adamın sorduğu soru şuydu... ’’Biz ne iftar ne de sahur yapıyoruz Allah bizim orucumuzu kabul eder mi?’’ BASINDAN
Yediğimiz önümüzde, yemediğimiz ardımızda olan, nimetlerin kıymetini bilmeyen, acıma duygumuzu kaybettiğimiz biz erkek ve kadınlara yazıklar olsun. Gördüğüm zaman tüylerim diken diken oldu... Gözlerim nemlendi azıcık...
Allah cc. boşuna biz insanları ikaz etmiyor israf konusunda ’’İsraf edenler şeytanların kardeşleri olmuştur.’’ diye... Ne iftarda ne sahur da bir şey yiyemeden oruç tutan kardeşlerim, hakkınızı helal edin. Sizin o bir gün, iki gün, hatta daha da fazla günlerce sahursuz ve iftarsız tuttuğunuz oruçlara, Rabbımız bir güne on gün yüz gün sevabı verir inşallah... Hatta daha da ileri gidelim, benim tuttuğum oruçların sevabını da size yazsın Allah’ım...
Altı saatlik yolculukta
kaç kere ağaçlarla selamlaştık
kaç kuşla merhabalaştık...
Siz de Hanımköylüyseniz Bir Çok Hemşehriniz Var Demektir
Allah Allah öyle bir yer mi var yahu, dediğinizi duyar gibi oluyorum... Var tabi canım Hanımköy çok meşhurdur hele de erkekler arasında... Nerede mi? Beykonağın hemen yanı canım nasıl hatırlamazsınız? Tabi şaka canım, Hanımköy bir yakıştırma aslında... Hanımının çok dümen suyuna giden erkekler için çokça kullanılan bir deyim. Gitmeyip ne yapsın bu erkekler?
Hepimiz bir şekilde doğduk, yaşayıp gidiyoruz, kimi mutlu, kimi umutlu, kimi mutsuz, kimi geçim sıkıntısı ile kimi bolluk ve refah ile... Zamanın bir saniyesini bile geri getirmemiz söz konusu değil. Ne acılar çektik, ne mutluluklar yaşadık... Birilerini düşünüp gece uykularımız mı kaçmadı mı? Belki birileri de bizi düşünüp, biz de onların uykularını kaçırdık... Kime sorsan ''Benim hayatım roman.'' der de başka bir şey demez...
Herkesin yaşadığı kendine özel. Kimse kimsenin hayatın içinde ne çektiklerini bilmez. Garibansınızdır, aç kalırsınız, yatacak yer bile bulamazsınız bazen, yazın parklarda, kışın telefon kulübelerinde ya da hastanelerin acil servislerinde günlerinizi gecelerinizi geçirirsiniz, millet evlerinde sıcacık çaylarını içip yemeklerini yerken... Acı bir roman olur o zaman yaşananlar...
Hayatlarımız roman olarak yazılacak olsa, o kadar çok yazacağımız konu çıkar ki... Kiminin ki tek ciltlik roman olur, kimini ki de yazarsın beş on cilde bile sığmaz... Ne sayfalar ne de ciltler yeter... Her yiğidin bir yoğurt yiyişi varsa, herkesin de hayatı başka başka, kimi ekşi yoğurt yer hayatı boyunca, kimi meyveli yoğurt ile mutlu olur, kimi de süzme yoğurttan hoşlanır, bazısı da yoğurdu sulandırıp ayran yapar öyle yakalar mutluluğu...
Sıradan bir pazartesi
veya salı günü bile
mutluluğun eteğinden yapışabilirsiniz...
Bilirim bilirim siz de pek seversiniz. Birbirinizi değil canım, daha oralara gelmedik. Dondurmayı kaymağı da değil yok yok. Yoğurtlu İskender Kebap da değil, bilemediniz. Karides karides, çok seversiniz de yemezsiniz, yiyemezsiniz...
Sayın pek bir muhterem, saygıdeğer Diva'mız ev de kaldığı muhtelif bir süre zarfında telefon ile karides siparişi vermiş... Ba ba ba ba ba... Ulan biz karidesin canlısını görsek uzaktan denizde, yine de onun karides olduğunu anlayamayız, uzaktan kumandalı oyuncak filan zannederiz, kadın az pişmiş, biraz şişmiş, iyi yetişmiş, hem de tahsilli, görgülü, kibar, sohbeti de dinlenir karides siparişi veriyor...
Hayır sipariş veriyorsan ver, kime ne? Senin paran çatır çatır da yersin. Biz inan ailecek ona takılmıyoruz, için rahat olsun. Reklamını niye yapıyorsun televizyonlarda ya da yazılı basında? Hiç mi görmüyorsun çevrende ki garibanları, fakirleri, açları... Bir tas çorbayla, iki kuru zeytin ile günlerini geçirenler var bacım... Sana bacım demek de ne kadar doğru, onu da bilemiyorum ya...
Siz de Mutancana yer miydiniz iftarda veya sahurda... Mutancana da nedir, dediğinizi duyar gibi oluyorum... Osmanlı Saray Mutfağının en güzel lezzetlerindenmiş... Ben de televizyoncuların yalancısıyım billahi... Kuzu etinden olurmuş, Kanuni Sultan Süleyman'ın da en sevdiği yemeklerden birisiymiş... Hürrem Bacımız sık sık padişahına Mutancana yaparmış saray mutfağına girip. Yok canım, inanmayın, burayı ben uydurdum... Başka başka padişahlarda, Orhan Gazi, Dördüncü Murat, Fatih Sultan Mehmet, İkinci Abdülhamit, onlarda yemiş midir Mutancana, o kadar derine inemedim maalesef...
Kim sevmez kuzu etinden yapılan bir yemeği de bütçe ile hatçe meselesine geliriz yine eğer ki tartışırsak... Sokaktan geçen bir on kişiye sorun bakalım, ''Kuzu etinin fiyatı kaç para?'' diye, size ''Kuzu eti de nasıl bir et ki acaba?'' diyecek kaç kişi çıkacaktır? Hatta biraz daha ileri gidin ''Siz Mutancana diye bir yemek biliyor musunuz?'' deyin, bakalım ne cevaplar alacaksınız?
Ülke de asgari ücret ile geçinen, geçinmeye hayatta kalmaya çalışan milyonlarca insan var. Televizyonlarda bu tip gösterimler hiç de hoş değil, hem de izlenme oranlarının yüksek olduğu bir zamanda...
22 ya da 1458 veya 1294 sizin benim için sadece bir sayıdır bu rakamlar. Oysa ki o rakamların arkasında ne hüzünler ne acılar vardır, bilemeyiz... O gün 22 kişi küresel salgında can vermiş, 22 ailenin evine ateş düşmüştür... Ateş de düştüğü yeri yakıyor tabi ki...
1294 yeni tanı konmuş, salgına yakalanmış. Bunların bir kısmı yoğun bakım ünitesine bağlanmış ve mücadele ile hayata tutunmaya çalışıyor... Geride bıraktıklarını, bırakacaklarını düşünüyor belki... Yoğun Bakım da olmak, nasıl bir duygu, hem hasta hem de yakınları için...
Bir doktor, ''Eğer ki yoğun bakımda olan hastaların nasıl nefes alıp verdiklerini bir görseniz sosyal mesafeye, temizliğe, maska takmaya daha bir özen gösterirdiniz.'' diyor. Sakın hafife almayın bu cümleyi...
Hemen anladınız Türk Kasının ne demek olduğunu. Kas demek de doğru değil aslında, esprili bir arkadaş bu yakıştırmayı yapmış belli ki... Bizim Türk Erkeklerinde bulunan göbeği de kalın mı kalın gösteren kilolar oluyorlar...
Kim yumurtlamışsa yumurtlamış ’’Göbeksiz erkek balkonsuz eve benzer.’’ demişler. Tamam balkon olmaya balkona benziyor belki göbekler ama, bazılarının balkon derinliği de çok fazla. Hominigırtlak yemeseler, tıkınmasalar bir şeyler, balkonda genişlemeyecek. Sonrada genişleyen balkonu daraltmak için yollarda, spor salonlarında yürü dur ya da saunalardan çıkma...
Yedin, yedin, yedin, nereye kadar? Bu işi abartıp da sonra ameliyatla kilolarını aldırıyorlar, olmadı mide küçültmeye gidiyorlar... Obezitenin sebep olduğu bir dolu hastalık var. Kalp, damar rahatsızlıklarından tutunda, kansere, ülsere kadar bir sürü rahatsızlık...
Bu sosyal medya denen garip alem, bir alem doğrusu. Bilir bunu bütün el alem. Bundan on sene, on beş sene öncesinde iki elin ya da dört elin parmakları kadar arkadaşım varken, şimdilerde twitır ve facebook denen sosyal paylaşım sitelerinde on elin, yirmi elin, hatta yüz elin parmakları kadar arkadaşım olmuş yahu! Bu ne iştir?
Tanır mıyım bazılarını? Bırak bazılarını bir çoklarını tanımam, etmem. Bir şekilde arkadaş olmuşuz işte, onlarda beni tanımaz, etmez, beşi onu hariç... Kimisi zaman zaman oyun isteği gönderir, halbuki defalarca da tekrarladım, bana oyun isteği göndermeyin, şimdiye kadar hiç oyun oynamadım, bundan sonrada oynamayı düşünmüyorum, diye ama anlamıyorlar...
Bu tanımadığım arkadaşlardan birilerinin doğum gününe denk geliyor o gün. Ne diyeyim şimdi ben bu arkadaşa? Bir kere görüşmemişiz yüz yüze, onu bırak telefonda bile, hatta face de bile, sadece birbirimizi eklemişiz birilerinin gazı ile ya da durup dururken. ''Hey dostum doğum günün kutlu olsun, pastanın üstünde ki mumları bir üfleyişte söndür, inşallah gelecek yirmi yirmi beş sene içinde belki bir ortamda karşılaşırız da ha ne dersin, öptüm o al yanaklarından.'' Bu mudur yazacaklarımız?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!