biliyor musun,
geçen gün bizim buralara,
bir yağmur yağdı, bir yağmur yağdı,
bana mısın demedi,
önüne ne bulduysa kattı,
kasvetli bir havaydı,
90+5 de çalınan penaltı gibi,
Yumdum yine gözümü,
Gömdüm başımı çimlere,
Yine belli akibet:
Ters köşeden gol!
Söyle kız, yaşadığın yer krallık mı devlet mi?
Cinaslı kafiye misin, tatlı, ballı şerbet mi?
Tadımlık kavun musun, doyumluk şeker pare mi?
Yoksa kalbimi esir alıp, kanatan yare mi?
Daha düne kadar yüzümüz güler, gözlerimiz bayram ederdi,
Sevincin adıydın sen, yaşamın, huzurun kaynağı,
Dünyanın en güzel kumsalı, leziz suları,
Toprağından kumdan kaleler yaparlardı çocuklar,
Sevinçlerine diyecek olmazdı, her yer ışıl ışıl olurdu,
Bayramlık giysilerini giyerlerdi seni görenler,
Geceydi, dışarısı buz gibi soğuktu,
‘En iyisi uyumak’ dedim,
Girdim buzdan yatağa,
Karanlıkta fark etmemişim,
Yanlışlıkla elim çarptı soğuk duvara...
O an, buz gibi bir hava esti.
‘’ruhun yakalandı, sobelendin.’’ dedi,
sağında solunda, önünde, arkanda,
bir gölge gibi elbette peşindeyim ruh ikizim,
saklansan da tavan arasına,
bir göz kırp ara sıra…
Sevgilim; sevgi dolu gülüşün, bu soğuk kış günlerinde bile ruhuma akseden nisan yağmurları misali yağdıkça, o tatlı gülüşünle ısınıyorum.Ekmek, aş istemem, sevginle doyuyorum. Servete ihtiyacım yok benim. Bir tek sen yetersin. Sen, dünyaya bedelsin. Gündüz kurduğum hayallerde, geceleri uykularda seni görmeler benim için her şeyden daha değerli, daha güzel. Kapatıyorum gözlerimi, ıpılık nefesini dudağımda hissettikçe içim ürperiyor, kendimden geçiyorum. Gelişin hep kalbimin güzergahına olsun.
Tüm yolların bana çıksın, yönün de kıblen de ben olayım. Sana kollarımı açtım, haydi gel! Senden hiç vaz geçmedim ki. Sen de gitme benden. Yeter ki hep sev beni. Ayaz gecelerde içimi ısıtan güneş gibi sev. Erit donlarımı. Aşkın badesini kadehlerde değil, dudağından içmek istiyorum.Rüyalarımdan hiç çıkmayasın diye, kendimi yatağa bağlıyorum. Bir tatlı bakışın ruhuma zerk edilmiş ağrı kesici ilaç gibidir. Kollarınla sar beni. Bir ananın bebeğini şefkatle sarmalaması gibi. Öp beni. Sevgiyle öp.
Ben seni, kalbimin gizli bahçelerinde her mevsime özgü açan rengarenk mis kokulu çiçekler misali sevdim. Kışları kardelenler, baharları ise bin bir çeşit, rengarenk kır çiçekleri açar bahçemde. Her sabah, elimde tomurcuk güllerle sana gelirim. Kokun güllere siner. İçime çekerim uzun uzun. Yeter ki benden hiç gitme. Tekerlekli bir sandalyede yol alırken, aniden karşıma çıkan merdivenler gibiydi benim sevdam da. O merdivenleri yıkmak, engelleri kaldırmak istedim. Hepsine nasıl yetsin ki gücüm?
Ulvi bir dağa çıkarak,bağıra bağıra, ciğerlerim parçalanırcasına ‘Seni çok seviyorum.’ diye haykırmak istiyorum. Gökyüzü kucağını açmış ikimizi bekliyor.Elinden tutup seninle birlikte bir kuyruklu yıldızın peşine takılıp çok uzaklara gitmek istiyorum.Kimseler bulamasın, aramasın, sormasın. Bir tek ben bakayım sana. Bir tek ben seveyim. Sen benim her iki cihandaki mutluluğumsun.Bırakma ellerimi. Seninle mutlu, huzur doluyum. Gökkuşağının tüm renklerinde sen varsın. Uçan kuşun kanadında, yağan yağmur damlasında sen varsın. Ruhum seninle özgür, aklım sana takılır.Senin bendeki değerini düşündüm de, nereden başlayacağımı bilemedim.
Yazayım, en güzel sevgi sözcüklerini sana yazayım, en güzel şiirlerimi varlığına adayayım dedim de sonra vaz geçtim.Sırf sana haksızlık etmemek adına. Söz uçar yazı kalır misali, duygularımı, düşüncelerimi kayıt altına alayım, işte bu benim vasiyetimdir anlamında.Elim kaleme gitti gitmesine de, aklım sende takılıydı, kafam karışıktı.Yazamadım.Ne diyeyim ki, sözün bittiği yerdeyim. Yazılar delil oluşturur, suçlarlar, yargısız infaz ederler beni, etsinler. Her şeye rağmen, gücümü topladım ve bu mektubu yazmaya karar verdim. Sen, yürek yangınım… Sen, inci tanem… Sen, bir tanem…Bak, yine kilitlendi boğazım. Tutukluk yaptı kalemim. Yazamayacağım daha fazla. Bir sonraki mektupta buluşmak üzere, şimdilik hoşça kal, sevgimle kal, hep bende kal. Kimseler üzmesin seni.O güzel kalbin asla incinmesin. Benim biricik sevgilim, canım aşkım, gönül, ruh eşim. İşim gücüm seni sevmek, yok seni düşünmekten başka bir işim.
Mektubuma son verirken, tatlı bal dudaklarından öper, hasretle kucaklarım. Allah’a emanet ol benim biricik nazlı çiçeğim.
Canım, mektubuma başlarken selam eder, hasretle kucaklarım. Kucaklamak dedim de, aklıma dokunmanın o sihirli atmosferi geldi. Hep düşünürüm, acaba vücut azalarımdan birini kaybedecek olsaydım veya doğuştan engelli birisi olarak hayatımı devam ettirseydim ve tek bir tercih bıraksalardı bana, akıl ve ruh sağlığım yerinde kalmak şartıyla, her şeyimden vaz geçerdim. Gözlerimden… Kulaklarımdan… Dilimden….Ayaklarımdan… vaz geçerdim. Hem de tek kalemde. Hem de hiç düşünmeden. Bana bir tek kollarım ve ellerim kalsın. Bu bana yeter. Hayır, hayır bu bir şaka değil. Neden öyle dedim peki? Anlatayım…
Şimdi çok uzaklardasın. Özleyen insan görmek, sesini duymak ister sevdiğini. Dokunmak ister, hasretle sarılmak ister, kokusunu duymak ister tıpkı bir annenin, bebeğini sevgiyle kucaklaması gibi zarar vermeden, narin narin öpmek ister.
Görmek,,, sesini duymak,,, kucaklamak,,, öpmek,,,, biliyor musun sevgili, aslında hepsi de dokunmaktır bir anlamda. Gözler dokunur sevgiliye. Bakarken dokunur. Sesini duyarken de öyle. Kulaklar dokunur. Kucaklarken de öyle. Eller dokunur. Öperken de öyle. Dudaklar dokunur, özlemle dokunur. Ama bir dokunuş var ki, bu saydıklarımın hiç birinin yerini tutamaz. Kucaklarken kollarımız, ellerimiz sarıp sarmalamıyor mu birbirimizi. O dokunmak ki, sevgiyi içimizde hem de hiç bitmeyen bir heyecanla hissettirmiyor mu? İşte ben derim ki, ben seni zaten kalp gözüyle sevmişim. Gözlere ihtiyaç duymasam da olur. Kulaklarımda ahenkli ve o tatlı sesin hala yankılanıyorsa, kulaklarıma da ihtiyacım yok. Elim, kolum sağlam olduktan sonra, gözüm körmüş, dilsizmişim, kulaklarım sağırmış ne çıkar? Okuma yazmayı biliyorum, geriye kalem ve kağıdı bulmak kalıyor. Görmeden de yazılır, kalp gözüm yazdırır bana en güzel aşk mektuplarını. Hem biliyor musun, dünyayı çirkinleştiren bazı insanların varlığını hissetmez bile insan. Kalabalıklar içinde yeterince yalnız değil miyiz? O sesler ki, kulak tırmalıyor, o görüntüler ki moral bozuyor. Görmesem, duymasam daha iyi. En azından ruh sağlığımı korumuş olurum. Dünyayı tüm güzellikleriyle hafızamda canlandırırım ve benim yaşam sevincim sen olduktan sonra hiç bitmez. Yeter ki ellerim ellerini tutsun, aşkım sana dokunsun.Bir elektrik akımının kablolardan geçmesi gibi, bu sevgi-aşk sürsün ve kesintiye uğramasın.
Geçenlerde gencin birisi gökdelenin en üst katına çıktı, tüm televizyon kanalları yayınladı. Evlenme teklifi yaptı sevdiğine. Kocaman da bir pankart açmış. ‘’ Aşkım, seni çok seviyorum. Lütfen evlen benimle.’’ Ve ekledi: Kabul etmezsen kendimi buradan atarım! Çoğumuz güldü geçti gencin bu haline. ‘’Çıldırmış olmalı. Aklını bozmuş, böyle de evlilik teklifi mi olur.’’ diye. Şaşırmadım doğrusu. O genci iki bakımdan kutlamak isterdim. Birincisi; sevgisinden emindi. ‘’Aşkım’’ demişti sevdiğine. Niyeti de ciddiydi, gönül eğlendirmiyordu, evlenmek istiyordu. Reddedilmesi halinde atar mıydı kendisini, can tatlı gelir de vazgeçer miydi? Orasını bilemem, göze almışsa yapabilirdi. İkincisi,‘’Seni seviyorum’’ dememişti (!) ‘’ Seni çok seviyorum ‘’ demişti. Ayrıntılar önemlidir bazen. Sevmenin derecesi önemlidir. Abartıya kaçmadan… Ama yalın da olmamak kaydıyla. ‘’ Çok ‘’ sevmek… İşte önemli olan bu. Sadece dil söylememiş, gönlü dile gelmiş gencin. Kuru gelir bana ‘’ seni seviyorum’’ demeler. ‘’ Çok ‘’ kelimesi olmalı içinde. Hep bir eksiklik olur yoksa.
Sevmek dedim de, ‘’sevmek’’ yalnız başına yarım kalan bir kelime gibi geliyor bana. Süslemek değil de, yanına öyle bir ifade koymalıyız ki, o sevmek duygusu anlam kazansın. Buldum ben o sihirli kelimeyi: ‘’ Aşk’’ Aşkla sevmek… İşte sevmelerin en yüce duygusu. Örneğin bizler yaratanı da seviyoruz. Görmeden… Dokunmadan... Kalp gözüyle seviyoruz ve hissediyoruz varlığını. Örneğin bizler, vefat etmiş bir yakınımızı da seviyoruz. Yıllar geçse de aradan, kemikleri un ufak olsa da, büyük bir sevgiyle, aşkla seviyoruz. Aşkla sevmek, benim sevgimin zirve noktası orası.
Aslında herkesi de aynı heyecan ve duyguyla sevemezsiniz. Kalp mi seviyor? Beyin mi? Beyin önce görüyor, algılıyor, tümceler kuruyor. Beyinde başlıyor sevmeler. Sonrası tam bir romantizm. Aşkla seven ise kalbimiz. Dilimizden çıkan sözler, kalbimiz kadar etkili olamıyor. Yine yarım kalan bir şeyler oluyor. Bazen sevmeler ağır geliyor insana. Kolay değil, bir vücutta iki beden taşımak. Bu ağırlık olmalıdır da. Seven kişi tek değildir sonuçta. Hep iki kişilik yük taşır, kalbi iki kişilik atar. Savaşlar neden çıkıyor sanıyorsunuz? Birbirimizi sevmemekten… Çıkar ilişkileri olduğu sürece de çatışmalar ve savaşlar devam edecektir. Çünkü bizler sevmeyi, paylaşmayı bilmiyoruz.
Hayali sevgiliye şiirlerim de oldu benim,
Kişiye özel mektuplarım da,
Bir de yazamadıklarım var,
Daha önce hiç izine rastlayamadıklarım,
Ve ilk kez topraklarına ayak bastıklarım,
İnci misali koynumda sakladıklarım.
ŞİİR: Muhip Erdener SOYDAN (babam)
Doğum tarihi: 20 Ekim 1943
Ölüm tarihi: 15 Ekim 1986
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!