ne olduğunuz
ne yaptığınız
hangi eyleme hangi tepkileri verdiğiniz
korkunca, kızınca, üzülünce ne yaptığınız beni ilgilendirmiyor;
CİDDİ MİSİNİZ?
önce onu söyleyin
Filozof Rıza Tevfik bir ramazan günü, Eminönü'nden geçerken cebinde kalan fıstık tanelerinden bilmeden ağzına bir iki fıstık atıyor. Vay efendim sen misin mübarek günde alenen oruç bozan? Koca kalpaklı ve sert bakışlı polis dikilir karşısına:
—Gel bakalım benimle.
Rıza Tevfik birden, dalgınlığının başına açacağı belayı anlamıştır. Mükemmel Rumelili ve Yahudi taklidi yaptığı da meşhurdur. Hemen Yahudi şivesi ile:
—Niçin? Diye sorar.
—Yahudi ağzını bana mı yutturacaksın? Alenen oruç ye, sonra da...
—Aman paşam, Yahudi’yim, bırak yakamı.
—Zor bırakırım, şimdi anlarız, diyerek seslenir. Mişon, buraya gel. Konuş şununla!
Mişon, Yahudice bir iki kelimelik bir şey söyler. Fakat Rıza Tevfik öyle uzun bir Yahudiceye karşılık verir ki konuşmanın sonu gelmez.
İki kişi bir koyunun boynuzlarından tutmuş tartışıyorlardı.
Her biri koyunun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu.
O esnada yanlarından geçmekte olan birine
' Aramızda sen hakem olur musun' derler.
Adam ' Her hükmüme razı mısınız ' diye sorar.
' Evet ' derler.
Bunun üzerine adam koyunun boynuzlarından tutup koyunu alıp götürür...
güneşsizliğe hapsolduğum hücremde,
kalınlığını bilmediğim, bilemediğim bir duvara
bir murç bir çekiç ile delikler açıp
gözlerimi ışıkla tanıştırmanın
mücâdelesini vermekteyim..
Eski, 80 küsür model,
kasanın etrafı korkulukla yükseltilmiş,
kaportada çürükler, çizikler, boya izleri..
galiba hurda taşıyan bir kamyonet..
ve arkasında büyük puntoyla, beyaz yağlı boyayla yazılmış bir yazı,
sahibi romen belli;
ömrünün sonlarına doğru
fikirlerinde ve rubailerinde değişmeler olmuş..
herkes farklı yorumlamış..
salt alaycılık yok söylediklerinde
ibretlik bir arayışta var..
30 hafta sonra
inşallah
bu basamağa adım atacağım..
Evet
hayat bana bir kimlik daha veriyor; BABA
gülesim geliyor ya hu!
ben
ve
baba olmak..
hayırlısı inşallah..
yahu yine kopyala yapıştır yaptırdınız bana.
hüküm açık işte. havadan nem kapıyorsunuz ne alaka?
ömrüm sarı/gri ile uğraşmakla nihayet bulacak ona yanarım ben..
Hafif koku ihtiva eden tuvalet ispirtosu.
Bayılmalarda, fenalaşmalarda, başağrılarında, mikrop kırıcı özelliği bakımından da temizlik için kullanılır. İçine karıştırılan kokuya göre 'limon kolonyası', 'Lavanta çiçeği kolonyası' gibi adlar alır.
Kolonyayı ilk defa kimin yaptığı kesin olarak bilinmemektedir. Eski vesikalara göre onu ilk defa 1690'da Almanya'nın Köln şehrinde yaşayan Jean Paul Feminis adlı bir seyyar satıcı yapmıştır. Bu şahıs kolonyayı yaptığı reçeteyi Giovanni Antonio Farina adlı birisine bırakmış, o da yeğeni Giovanni Maria Farina'ya vermişti. Giovanni Maria kolonya yapımı üzerinde çalışmış ve 'hoş lavanta suyu' adıyla ilk kolonyayı yapmıştır. Bundan sonra kolonya yapımı işi Köln (Kolonya) şehrinde gelişti. XIX. yüzyıl başlarında kolonya yapımı Fransa'ya geçti ve 'Eau de Cologna (Kolonya suyu) ' adı ile üretildi. Bundan sonra bu hos kokulu sıvıyı dünya kolonya olarak tanıdı.
Bu gün yapılan ispirto ve kolonyalar da, maliyeti yükseltmemek için şarap (hamr) dışındaki alkol çeşitleri kullanılmaktadır. Kolonyanın asıl maddesi kamış, patates, bazı ağaçlar, mısır ve benzerleridir. Ayrıca limon, lavanta, çam vb. ferahlatıcı kokular da karıştırılır. Kolonya yapılırken önce etil alkolün derecesi alkolometre ile bulunduktan sonra istenilen dereceye düşürülünceye kadar damıtık suyla karıştırılır. İstenilen derecede alkol elde edildikten sonra 95,5 derece alkol içinde eritilmiş tesbit edici (fiksatif) esans ilâve edilir ve hazırlanan alkolle karıştırılır. 7-10 gün kadar ağzı iyice kapalı bir kapta bekletilir. Sonra da şişelenir.
Kolonyanın İslâmî hükmünü, içinde bulunan 'alkol unsuru'na göre belirlemek gerekir.
Cenab-ı Hak içkiyi yasaklamıştır. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur: 'Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki, kurtuluşa eresiniz' (el-Maide, 5/90) .
Bu âyette zikredilen 'hamr' kelimesi, Ebû Hanîfe ile birçok sahabe ve tabiin bilginlerine göre 'üzüm şarabı' anlamındadır. Dil bilginleri de, hamr'ın bu anlamı üzerinde görüş birliği iğindedir.
Kur'ânî anlamda 'Her sarhoş edici içki hamr'dır' denilemez. Ebû Hanife ve ayni görüşe olanlara göre, bazı hadislerde 'hamr' sözcüğünün kullanılması (bk. Buhârî, Edeb, 80, Ahkâm, 22, Meğazî, 60; Müslim, Eşribe, 73-75; Ebû Dâvud, Eşribe, 5,7) ve hamr'ım buğday, arpa, kuru üzüm veya baldan yapılmış olabileceğinin bildirilmesi (bk. Buhârı, Tefsîru Sûre, 5, Eşribe, 2,5; Müslim, Tefsir, 32,33; Ebu Davud, Eşribe, 1,4) , üzüm şarabı dışındaki müskirât için mecaz yoluyla kullanılmıştır. Çünkü, üzümden yapılan şarabın (hamr) dışındaki diğer içkilere arapçada; müselles, bâzuk, musannaf gibi başka adlar verilmiştir (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul, 1984, VI, 448, 449) .
Bu duruma göre, üzüm şarabının aynen haram ve necis olduğunda görüş birliği vardır. Kur'an'da ona, şeytanın işinden bir 'rics (pislik) ' denilmesi, bizzat kendisinin haram olmasından dolayıdır. Ayrıca hamrın haramlığı mütevatir sünnetle de sabittir ve bu konuda icma' da vardır. İçene had uygulanması için, sarhoşluk verecek kadarını içmek de şart değildir. Onun tek damlası dahi haramdır, içene had uygulanır.
Galîz necâset çeşidinde pis sayıldığından alım-satımının caiz olmadığında da şüphe yoktur.
Kolonyanın yapımında şarap cinsi alkol kullanıldığı takdirde, bu alkol karıştığı sıvıyı da pis hale getirir ve insanın beden veya elbisesinden avuç içinden daha büyük bir kısmına sürülmesi hâlinde temizlenmedikçe namaz kılmak caiz olmaz.
Ebû Hanîfe ve bazı sahabe ile tabiin bilginlerine göre üzümden başka maddelerden yapılan diğer sarhoşluk veren şeylerin haramlığı ise; sarhoş edici özelliği yüzündendir. Bunların içme dışında başka amaçlarla kullanılması ve alım-satımları caizdir.
İspirtonun yakıt olarak bazı alkol türevlerinin de sanayide temizleyici, parlatıcı; tıpta mikrop öldürücü olarak kullanılması gibi. Hatta Ebû Hanîfe üzüm şarabı dışındaki müskiratın, sarhoşluk vermeyecek miktarını, fasık ve ehl-i küfre benzeme kastı bulunmaksızın, sırf kuvvet kazanmak amacıyla az bir miktarının içilmesinin caiz olabileceğini söylemiştir. Buna göre, üzüm şarabından üretilmeyen ispirto, bira ve benzeri içkiler, içilemezse de, elbiseye veya bedene sürülmeleri hâlinde bu, namaza engel olmaz (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut, 1394/1974, V, 112,113 vd.; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Bulak 1318, VIII, 153 vd.; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul, 1960, 11 761-763) .
Hanefilerde tercih edilen görüşe ve Şafii, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre, müskiratta azın hükmü çoğun hükmüne bağlıdır. Delil, Hz. Peygamber'in şu hadisidir: ', çoğu sarhoş edenin azı da haramdır' (Tirmizi, Eşribe, 3; Nesaî, Eşribe, 25; İbn Mâce, Eşribe, 10; Dârimî, Eşribe, 8; Ahmed b. Hanbel, II, 91, 167, 179, III, 343) . İslâm'a göre, içme bakımından bütün sarhoşluk veren maddeler genel anlamda 'hamr' kapsamına girer. Tıp ilminin sarhoş edici müskiratı aynı nitelikte görmesi ve alkol kelimesinin arapça 'elkûhl' kelimesinden Avrupa'ya geçtiği dikkate alınırsa, hamr'ın genel ve özel anlamı birlikte kapsadığını söylemek mümkündür. Bu müskirâtın tıp alanında kullanılması ise, 'zarûretler, haram olan şeyleri mübah kılar' prensibine dayanır (Elmalılı, a.g.e., II, 763) .
Günümüz kimya sanayiinde, mayalanmış şekerli sıvıların damıtılmasıyla elde edilen sıvılara 'alkol' denir. Halk arasında en çok bilinen alkol türü ispirtodur. İspirtonun kimyadaki adı 'etanol' veya 'etil alkol'dür. Alkol elde etmek için iki yol vardır. Mayalandırma yolu, sentetik yol.
Alkol mayalandırma yoluyla; üzüm, patates, mısır, arpa ve melâs gibi şekerli ya da nişastalı maddelerden; sentetik yolla da, karpit (kalsiyum karbit) 'ten elde edilir. Sentetik yolla üretilen alkol, kg. başına 7.080.000 kalori ısı verir. Bu yüzden iyi bir ısıtma aracı olarak kullanılır. Bunun yanısıra iyi bir eritgendir de. Özellikle koku sanayiinde, esansları eritmekte kullanılır.
Sonuç olarak, günümüz kolonya sanayiinde, üzüm şarabı dışındaki, kamış, patates, bazı ağaçlar, mısır ve benzerleri ile sentetik yollarla elde edilen alkolün içilmesi caiz değildir. Ancak, Ebû Hanîfe ve ayni görüşte olan İslâm hukukçularına göre, elbiseye ve ya bedene sürülmesi mümkün ve caizdir. Yıkanmadan namaz kılınması hâlinde namaza zarar vermez. Kolonya kullanımının çok yaygın olması yüzünden, bu konuda umûmî belvâ vardır. (bk. 'Belvâ-i âmme' maddesi) Kısa sürede buharlaşarak iz bırakmadığı dikkate alınarak Ebû Hanîfe'nin fetvasıyla amel etmek mümkündür. Çoğunluğun görüşüne uyanlar da 'takvâ'yı tercih etmiş ve ihtiyata uymuş olurlar.
T.K.Y (toplam kalite yönetimi)
nedir diye sormuştu hocamız.
'mevcut imkanlar dahilinde olası en iyiyi elde etmektir'
demiştim müsaade istemeden..
demiştim ve sazanlık yaptığımı düşünüp bir an utanmıştım..
gel gör ki hocadan bir
-aferin, güzel bir tanımlama
cevabını almıştım..
bknz.
öğrencinin kasıntıdan eriyip bittiği ân.
yanlışların eline düşmeyegörsün..
delik deşik ediyorlar doğruyu
tanıyamıyor insan işkenceden çıkmış mahkum gibi kalıyor ellerinde
bknz.
zekeriya beyaz ve türevlerinin eline düşen doğrular.
helal olsun..
kendilerini irticaya adayan
karanlık mağaralardaki yobazlıklara savaş açan
dillerinden düşürmedikleri
'din' kelimesine daha anlamına vakıf olamadan
güneşe çamur atan çocuklar misali ellerinde ki çamurları savuran
bu kahraman abilerimize helal olsun.
tarih kitaplarına geçeceksiniz.
kelime literatürlerinizde
başka bir ifade meram olmadığını düşünüyorum bazen...
adanmış iki yaşlı çınar..
'gerici' terimine yazmıştım
siz neden anlamaktan uzaksınız
anlamaya olan bu serzenişleriniz bu ürkek tavırlarınız neden..
bir kerede 'insan'dır diyerek şefkatle yaklaşın
ve
eleştirecekseniz de şefkatle, incitmeden eleştirin.
bir kere
bir kerecik olsun
şu sözün sınırlarına girin, havasını teneffüs edin
bir kere...
Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanıp uçmak gericilikse,
her namuslu insan gericidir.
Cemil MERİÇ
eğer hala ahlaken, fikren, hem sosyolojik, hem ekonomik vs.
olarak
ideallerinizi
bugünün bu çirkin çağdaşlığında yüzdürecekseniz..
herşey dinin suçu öyle mi?
Allah size inanmayı nasip etsin derim ben.
imansız ne bilginin, ne ibâdetin, ne ahlâkın bir kıymeti yok çünkü...
sizin en büyük hatanız
'dininizi' insanlardan öğreniyor olmanız.. maalesef..
kopyalayıp yapıştırmak benimde haz almadığım bir şey.
ama böyle yazılara dayanamıyorum.
hani 'kadın' mevzusu insanî bir mevzu. çok sözler söylenmiştir üstüne.
ve her erkek kadının ruhuna onu anlamaya tanımaya açmıştır yelkenlerini
kendine yettiği kadarıyla.
şunu söyleyebilirim
ben bu kadar açık yüreklilikle kadını yazan bir yazar görmedim.
baştan sona hafızamda annem halam teyzelerim babaannem hayatımdaki tüm kadınlar dolandı durdu..
paylaşmak istedim.
okuyun gerçekten;
gerçekler acı olsada okuyun...
Kadın Neden Başkası İçin Yaşar?
Yalnız kadın mı? Dişi hayvanlar da, bitkiler de başkası için yaşar. Çiçekler taç yapraklarını feda ederler aşka.Dişi, kendine etmese hayat bir hamlede sona ererdi. Kadının bu fedakarlığı daha derin bir iç güdüden geliyor.Erkekde de kadında da hep aynı iç güdü.Büsbütün ölmemek kaygısı. Ölünceye kadar bunun için didinmiyor muyuz? Bir gönülde, bir kitapta bir mermerde yaşamak.Tabiat bu kubbede hoş bir seda bırakmamız için yaratmış aşkı. Aşkı ve ihtirası.İstikbale taşmak, adımızı bizden sonra yaşatmak, bir vücutta yeniden gençleşmek veya kafamızdan bir dünya yaratmak. Sonsuza damgamızı vurmak.
Bu amaca varmak için hangi acıya katlanılmaz? Ebedîleşmek için ölmek. Anne çocuğu için her fadkârlığa katlanır. Erkek, eseri için. Acı, bir şehvet olur onlar için. Batan gemiden çocuklarını kurtaran kadın gülerek can verir..
İhtiras, yani bir eserde gerçekleşmek, bir eserde yaşamak arzusu hem bir erkeği kanatlandırabilir hem kadını. Ama aşkta ebedîleşmek yalnız kadının imtiyazı. Ancak anne ölümsüzlüğünü bütün genişliği ile duyabilir. Varlığından bir parça gelişecek, istikbali fethedecek, yaşayacaktır. Ağaç meyve vermiştir artık. Kadın bunun için aşka susuzdur. Kendini sevgiye ve sevgiliye adayışı bundan. Başka biri için yaşayan onu sezmek, anlamak ihtiyacındadır. Kadın, bunun için daha çok sezgi, daha çok duygu. Hayatı yaratmak, yani başkasında yaşamak. Onu yarınlara götürecek olan: Çocuğu.
Erkek için öyle mi? Onu ebediyete götüren köprü, çocuğu değildir. Vücudundan bir vücut çıkaramaz. O, kafasıyla, kalbiyle veya eliyle yaratmak zorundadır ebediyetini. Bunun için de varlığının merkezi kendisi. Klavuzu, aklı ve menfaatleri. Erkek, hayatını feda eder de ihtiraslarından vazgeçemez.. Cinslerin ruh dünyasını kesin çizgilerle birbirinden ayırmak imkansız. Ama kadının kaderine hükmeden bu alterocentrisme, erkeğin kişiliğini biçimlendiren ise egocentrisme.
Çevresindeki insanlarla yürekten ilgilenmek kadının kadınlığından geliyor. Ama, çektiği acıların kaynağı da bu. İşte davanın can alacak noktası. Egoizmle zırhlanmayan için en âsûde hayat korkunçlaşır. Hayatın belkemiği: Egoizm. Kendi yolunu aydınlatan bir fenerdir egoizm. Egoistin, hedefine varmak için kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. Nereye gittiğini bilir ve tek başına yürüyebilir. Özgeci (diğergam kimse/kadın) yapamaz bunu. O, yalnız sevmek ve sevilmek için değil, yürümek için de başkalarına muhtaçtır. Bir sarmaşıktır özgeci. Kuru bir dalı, soğuk sert bir duvarı çiçeklerle, yapraklarla donatmak isteyen bir sarmaşık. Dayanacağı, kucaklayacağı kuru bir gövde yoksa solar. Cansız bir duvar yaşatır onu.
Kadın egoizmden mahrum, yani belkemiksiz. Bunun için erkeğe muhtaç. Sabit bir noktaya ihtiyacı var. Yoksa rüzgârın önünde bocalar durur. Belli bir hedefe yöneltilmek zorundadır. Bu susuzluk zekâ noksanlığından doğuyormuş. Kötü bir terbiyenin eseriymiş. Yalan. En iyi terbiye bile kadının bu başkasına dayanma hasletini yok edemez. Bilakis zekâsı geliştikçe bu ihtiyaç da büyür. Kendini bir kasırgaya tutulmuş hisseder kadın: Düşünceler, düşünceler. Hangisini seçecek? Değeri ne bunların? Ne işe yararlar?
Kadının zekâsı: seziştir, muhakemeye dayanmaz. Bu zekâ uçarak varır hedefe. Adım adım değil. Ama neden varır? Nasıl varır? Bulduğu, gerçeğin kendisi midir? Bu sualler mahveder onu. Demek, kadın zeki olduğu ölçüde kendisine destek olacak bir başka zekâya muhtaç. Kendisininkinden farklı bir zekâya. Zekâsını tamamlayacak bu zekâ, aydınlatacak, sezişlerini değerlendirecek. Yoksa, limonlukta yetiştirilen çiçekler gibi yaprak yaprak dökülür bu zekâ. Kır çiçekleri kadar olsun yaşayamaz.
Ancak erkekleşen kadın böyle bir yardıma ihtiyaç duymaz. Kadın, kadın kaldıkça desteksiz edemez.. Arzular da kâh büyük, kâh küçük. Hep aynı değiller ki.. Yani minnacık bir arzu için büyük dertler hazırlamıyor muyuz kendimize? Kadın, işine gelenle gelmeyeni birbirinden ayıracak ölçülerden mahrum. Hedefini bir başkasının göstermesi lazım. Yoksa kâh sezişlerine terkeder kendini, kâh zaaflarına. Saatten saate, dakikadan dakikaya değişir. Sevdikleri kendi dışında. Sırf kendi zekâsı, kendi gücü, kendi imkânlarıyla nasıl varsın onlara? Bu meş'um aşk onu ister istemez başkalarına bağlar.
Erkekler her istediğini elde edebilir. Sabretmesi, çalışması yeter. Zengin de olur, yükselir de. Hedefe bir başına erişebilir. Kadının değişmeyen, elle tutulur bir hedefi yok ki. Sevgi kaderin kaprisi. Erken veya geç doğmak, falan ülkeden, falan tabakadan olmak, sevimli olmak, rüyasındaki erkekle beş yıl evvel, beş yıl sonra karşılaşmak. Hayatı tesadüfün elinde. Çevresindekiler onu sevmiyorsa ne yapabilir? İrâdesiyle, zekâsıyla, gayretiyle sevdirebilir mi kendini? Aşk satın alınamaz, menfaatle ilgisi yok. Aşk, kadının bütün hayatı. Ve aşk baştan başa kapris. Ne facia! Facia bu kadarla da bitmiyor. Başkalarında yaşayan kadın, başkalarının gönlüne, başkalarının zevklerine ferman dinletemeyeceği için ıstırap içindedir. Duygularıyla menfaatlerini bağdaştıramadığı için ıstırap içindedir.. Kadının saadeti ne kazanacağı şöhrette, ne yükseleceği mevkidedir. O sevmek ve sevilmek ister. Hayatı yaratmak, gözyaşlarını kurutmak, çevresindeki bütün canlıları mutluluğa kavuşturmak ister. Bütün sevinçlerinin, bütün kaygılarının kaynağı budur. Ama arzularıyla menfaatleri boyuna çatışmaktadır.
Çocukları olacak, geceleri uykularını feda edecek. Ömür boyu kahırlarını çekecek. Bunda ne çıkarı var kadının? Çocuk yapınca daha mı sıhhatli olacak? Şöhreti mi artacak, itibarı mı? Genç kız baba ocağının sevgilisi, göz bebeğidir çok defa. Dilediği gibi yaşar, dilediği gibi harcar. Hürrüyetini, rahatını, içtimai mevkiini, hatta bazen şöhretini bırakıp bir erkeğin peşine düşmek. Hem de çok defa feda ettiklerine karşılık kendisine ıstıraptan başka hiç bir şey vermeyecek olan bir erkeğin peşine. Bu mu menfaat?
'Evet eskiden kadın sevgiye atıyordu kendini, başkaları için yaşıyordu; bugün de, çekinerek başkaları için yaşayanlar var. Ahmakça bir soyaçekiş, alışkanlık. Bu gerici yönelişleri ayaklar altına alacağız, biz yeni kuşaklar baştan başa değiştireceğiz.' İhtiyar tarih, ilk defa duymuyor bu lakırtıları. Mâziyi yıkmak isteyen ilk nesil siz değilsiniz. Ama zavallı dostlarım, kadın oldukça uzun bir zaman güya çıkarı peşinde koştuktan, bağımsızlığına kavuştuktan, şöhret servet kazandıktan sonra sahneden çekildi, bir de baktık ki bir hayale kaptırmış kendini. Dimyata pirince giderken.. İkbal avutamamış onu, alış doyuramamış. Gerçek sevinci ferâgatte bulmuş kadın. Annelikte bulmuş. Kendini çevresindekilere adamakta bulmuş. Ve tarih boyunca menfaatleriyle gönlü arasında sallanmış durmuş kadın, rakkas gibi. Menfaatlerini feminizm bayraklaştırmış, gönlünü annelik doyurmuş.
Erkeğin tatmadığı bir acı bu. İstediği, irâdesine tâbi onun. Menfaatleri çok defa arzularıyla âhenk halinde..
Bitmedi. Kadının sevdikleri hep aynı kalmazlar. Boyuna değişir arzuları, değer ölçüleri değişir. Delikanlı, nişanlısından şiir ister, zerâfet, tabiilik, toyluk ister. Aynı delikanlı, koca oldu mu kadından sadece evini idare etmesini, tecrübeli olmasını, hesaplı kitaplı olmasını ister. Hakkı var. Erkek için hayatın gayesi aşk değildir. Sittin sene aşkla uğraşamaz. Ama kadın bu yeni isteklere nasıl uydursun kendisini? Nasıl acı çekmesin?
Çocuk annesinin bir dakika yanından ayrılmasını istemez. Her an bakım bekler. Teselli bekler. Yıllar geçer çocuk delikanlı olur. Annesinin kendisini rahat bırakmasını ister. Öğütleri, tecrübeleri öfkelendirir onu. Kendi başına buyruk yaşamak ister. Haklıdır da. Kendisi tecrübe edecek hayatı. Başkasının tecrübesi işine yaramaz ki. Ama anne buna nasıl katlansın? Ömür boyu başlıca vazifesinin çocuğuna yardım etmek, onunla ilgilenmek olduğuna inanmış. Bu alışkanlıktan vazgeçebilir mi bir anda? İşte yeni çatışmalar, yeni trajediler... Erkek bütün bunların dışındadır. Onun sevgilileri zamanla değişmez. Birbirleriyle çatışmazlar. Erkek zafere ve şöhrete erişmek için boyuna yolunu değiştirmek zorunda değildir. Hatta hep aynı yönde ilerlediği ölçüde başarıya ulaşır..
Demek ki kadının kurbanı olduğu trajedilerin kaynağı ne aksi tesadüfler, ne beşeri kanunlar, ne erkeklerin kötü oluşudur. Bu facianın kaynağı, kadının misyonu. Başkalarına ihtiyacı oluşu, başkalarını sevişi. Başkaları tarafından sevilmek isteyişi. Kanuni durumunu düzeltmişiz, mesut olacak değil ki. Kadını mesut etmek için erkeği terbiye etmek lazım. Erkek kadını daha iyi anlamalı, ona daha iyi yardım edebişmeli ki, acıları dinsin kadının.
Kadının arzularını tanımadan onu nasıl mutluluğa eriştirebiliriz, onu ve onunla birlikte erkeği yani cemiyeti. Bunun için hem erkeği, hem kadını aydınlatmak, ikisini de faydasız anlaşmazlıklardan kurtarmak lazım.
Cemil Meriç- kırk ambar (kadın ruhu)
2-3 entry aşağıda bu yazının başı da mevcut.onuda okuyuverin..
yormaz ve kasmazsa eğer..
ateist
03.10.2006 - 19:54Allah'ın var neye muhtaçsın,
Allah'ın yok neyin var!
insanı tanıma sanatı
03.10.2006 - 19:52ne olduğunuz
ne yaptığınız
hangi eyleme hangi tepkileri verdiğiniz
korkunca, kızınca, üzülünce ne yaptığınız beni ilgilendirmiyor;
CİDDİ MİSİNİZ?
önce onu söyleyin
H
03.10.2006 - 19:40he.
“vurma kazmayı
ferhaad
he’nin iki gözü iki çeşme
aaahhh
dağın içinde ne var ki
güm güm öter
ya senin içinde ne var
ferhaad”
Asaf Halet Çelebi
ve insan
03.10.2006 - 19:36... kendini ciddiye almadı.
casablanca
03.10.2006 - 18:08Filmin bir repliğini
karikatüre uyarlamışlar..
Adam gecenin yarısı elinde sigara ve çay
balkonda oturuyor
aşağıdan geçen davulcuyla aralarında ki muhabbete bakın
-Bir daha çal Sam!
-Ne diyon len sen kestane..!
:)
kapitalizm
03.10.2006 - 17:56Fikir babasının Nasrettin Hoca olduğu söyleniyor..
bknz.
parayı veren düdüğü çalar.
oruç
03.10.2006 - 17:11Filozof Rıza Tevfik bir ramazan günü, Eminönü'nden geçerken cebinde kalan fıstık tanelerinden bilmeden ağzına bir iki fıstık atıyor. Vay efendim sen misin mübarek günde alenen oruç bozan? Koca kalpaklı ve sert bakışlı polis dikilir karşısına:
—Gel bakalım benimle.
Rıza Tevfik birden, dalgınlığının başına açacağı belayı anlamıştır. Mükemmel Rumelili ve Yahudi taklidi yaptığı da meşhurdur. Hemen Yahudi şivesi ile:
—Niçin? Diye sorar.
—Yahudi ağzını bana mı yutturacaksın? Alenen oruç ye, sonra da...
—Aman paşam, Yahudi’yim, bırak yakamı.
—Zor bırakırım, şimdi anlarız, diyerek seslenir. Mişon, buraya gel. Konuş şununla!
Mişon, Yahudice bir iki kelimelik bir şey söyler. Fakat Rıza Tevfik öyle uzun bir Yahudiceye karşılık verir ki konuşmanın sonu gelmez.
Polis bağırır: 'Kısa kes! '
Rıza Tevfik susar. Bu sefer polis Mişon'a döner:
—İbranice attı değil mi? Yahudi mi bu? '
Hayranlıkla gözlerini açan Mişon'un cevabı:
—Benden koyu Yahudi, Tevrat'ı ezbere okuyor.
adalet
03.10.2006 - 16:33İki kişi bir koyunun boynuzlarından tutmuş tartışıyorlardı.
Her biri koyunun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu.
O esnada yanlarından geçmekte olan birine
' Aramızda sen hakem olur musun' derler.
Adam ' Her hükmüme razı mısınız ' diye sorar.
' Evet ' derler.
Bunun üzerine adam koyunun boynuzlarından tutup koyunu alıp götürür...
durum
03.10.2006 - 14:52güneşsizliğe hapsolduğum hücremde,
kalınlığını bilmediğim, bilemediğim bir duvara
bir murç bir çekiç ile delikler açıp
gözlerimi ışıkla tanıştırmanın
mücâdelesini vermekteyim..
yanmak
03.10.2006 - 14:28yanmayan ne bilsin!
yanmayan yananı görünce panik olur,
hortumu dayar
-yanma! sön!
alevin dili olsa da konuşsa;
-sönme! yan!
komik
03.10.2006 - 14:20Eski, 80 küsür model,
kasanın etrafı korkulukla yükseltilmiş,
kaportada çürükler, çizikler, boya izleri..
galiba hurda taşıyan bir kamyonet..
ve arkasında büyük puntoyla, beyaz yağlı boyayla yazılmış bir yazı,
sahibi romen belli;
DOKUNMA! AGA YORGUN..
ömer hayyam
03.10.2006 - 00:01ömrünün sonlarına doğru
fikirlerinde ve rubailerinde değişmeler olmuş..
herkes farklı yorumlamış..
salt alaycılık yok söylediklerinde
ibretlik bir arayışta var..
bebek
02.10.2006 - 23:51neşe ve umut..
ben daha fazlasını bekliyorum ondan
ve daha fazlasını getirmesi için dua ediyorum vedûd, rahîm, settâr olan rabbimden..
baba
02.10.2006 - 23:43sen merak etme
ben bu idrâke erene kadar
hadsiz acılar doğurdum
bizzat kendim..
baba
02.10.2006 - 23:3730 hafta sonra
inşallah
bu basamağa adım atacağım..
Evet
hayat bana bir kimlik daha veriyor; BABA
gülesim geliyor ya hu!
ben
ve
baba olmak..
hayırlısı inşallah..
kolonya
02.10.2006 - 23:24yahu yine kopyala yapıştır yaptırdınız bana.
hüküm açık işte. havadan nem kapıyorsunuz ne alaka?
ömrüm sarı/gri ile uğraşmakla nihayet bulacak ona yanarım ben..
Hafif koku ihtiva eden tuvalet ispirtosu.
Bayılmalarda, fenalaşmalarda, başağrılarında, mikrop kırıcı özelliği bakımından da temizlik için kullanılır. İçine karıştırılan kokuya göre 'limon kolonyası', 'Lavanta çiçeği kolonyası' gibi adlar alır.
Kolonyayı ilk defa kimin yaptığı kesin olarak bilinmemektedir. Eski vesikalara göre onu ilk defa 1690'da Almanya'nın Köln şehrinde yaşayan Jean Paul Feminis adlı bir seyyar satıcı yapmıştır. Bu şahıs kolonyayı yaptığı reçeteyi Giovanni Antonio Farina adlı birisine bırakmış, o da yeğeni Giovanni Maria Farina'ya vermişti. Giovanni Maria kolonya yapımı üzerinde çalışmış ve 'hoş lavanta suyu' adıyla ilk kolonyayı yapmıştır. Bundan sonra kolonya yapımı işi Köln (Kolonya) şehrinde gelişti. XIX. yüzyıl başlarında kolonya yapımı Fransa'ya geçti ve 'Eau de Cologna (Kolonya suyu) ' adı ile üretildi. Bundan sonra bu hos kokulu sıvıyı dünya kolonya olarak tanıdı.
Bu gün yapılan ispirto ve kolonyalar da, maliyeti yükseltmemek için şarap (hamr) dışındaki alkol çeşitleri kullanılmaktadır. Kolonyanın asıl maddesi kamış, patates, bazı ağaçlar, mısır ve benzerleridir. Ayrıca limon, lavanta, çam vb. ferahlatıcı kokular da karıştırılır. Kolonya yapılırken önce etil alkolün derecesi alkolometre ile bulunduktan sonra istenilen dereceye düşürülünceye kadar damıtık suyla karıştırılır. İstenilen derecede alkol elde edildikten sonra 95,5 derece alkol içinde eritilmiş tesbit edici (fiksatif) esans ilâve edilir ve hazırlanan alkolle karıştırılır. 7-10 gün kadar ağzı iyice kapalı bir kapta bekletilir. Sonra da şişelenir.
Kolonyanın İslâmî hükmünü, içinde bulunan 'alkol unsuru'na göre belirlemek gerekir.
Cenab-ı Hak içkiyi yasaklamıştır. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur: 'Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki, kurtuluşa eresiniz' (el-Maide, 5/90) .
Bu âyette zikredilen 'hamr' kelimesi, Ebû Hanîfe ile birçok sahabe ve tabiin bilginlerine göre 'üzüm şarabı' anlamındadır. Dil bilginleri de, hamr'ın bu anlamı üzerinde görüş birliği iğindedir.
Kur'ânî anlamda 'Her sarhoş edici içki hamr'dır' denilemez. Ebû Hanife ve ayni görüşe olanlara göre, bazı hadislerde 'hamr' sözcüğünün kullanılması (bk. Buhârî, Edeb, 80, Ahkâm, 22, Meğazî, 60; Müslim, Eşribe, 73-75; Ebû Dâvud, Eşribe, 5,7) ve hamr'ım buğday, arpa, kuru üzüm veya baldan yapılmış olabileceğinin bildirilmesi (bk. Buhârı, Tefsîru Sûre, 5, Eşribe, 2,5; Müslim, Tefsir, 32,33; Ebu Davud, Eşribe, 1,4) , üzüm şarabı dışındaki müskirât için mecaz yoluyla kullanılmıştır. Çünkü, üzümden yapılan şarabın (hamr) dışındaki diğer içkilere arapçada; müselles, bâzuk, musannaf gibi başka adlar verilmiştir (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul, 1984, VI, 448, 449) .
Bu duruma göre, üzüm şarabının aynen haram ve necis olduğunda görüş birliği vardır. Kur'an'da ona, şeytanın işinden bir 'rics (pislik) ' denilmesi, bizzat kendisinin haram olmasından dolayıdır. Ayrıca hamrın haramlığı mütevatir sünnetle de sabittir ve bu konuda icma' da vardır. İçene had uygulanması için, sarhoşluk verecek kadarını içmek de şart değildir. Onun tek damlası dahi haramdır, içene had uygulanır.
Galîz necâset çeşidinde pis sayıldığından alım-satımının caiz olmadığında da şüphe yoktur.
Kolonyanın yapımında şarap cinsi alkol kullanıldığı takdirde, bu alkol karıştığı sıvıyı da pis hale getirir ve insanın beden veya elbisesinden avuç içinden daha büyük bir kısmına sürülmesi hâlinde temizlenmedikçe namaz kılmak caiz olmaz.
Ebû Hanîfe ve bazı sahabe ile tabiin bilginlerine göre üzümden başka maddelerden yapılan diğer sarhoşluk veren şeylerin haramlığı ise; sarhoş edici özelliği yüzündendir. Bunların içme dışında başka amaçlarla kullanılması ve alım-satımları caizdir.
İspirtonun yakıt olarak bazı alkol türevlerinin de sanayide temizleyici, parlatıcı; tıpta mikrop öldürücü olarak kullanılması gibi. Hatta Ebû Hanîfe üzüm şarabı dışındaki müskiratın, sarhoşluk vermeyecek miktarını, fasık ve ehl-i küfre benzeme kastı bulunmaksızın, sırf kuvvet kazanmak amacıyla az bir miktarının içilmesinin caiz olabileceğini söylemiştir. Buna göre, üzüm şarabından üretilmeyen ispirto, bira ve benzeri içkiler, içilemezse de, elbiseye veya bedene sürülmeleri hâlinde bu, namaza engel olmaz (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut, 1394/1974, V, 112,113 vd.; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Bulak 1318, VIII, 153 vd.; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul, 1960, 11 761-763) .
Hanefilerde tercih edilen görüşe ve Şafii, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre, müskiratta azın hükmü çoğun hükmüne bağlıdır. Delil, Hz. Peygamber'in şu hadisidir: ', çoğu sarhoş edenin azı da haramdır' (Tirmizi, Eşribe, 3; Nesaî, Eşribe, 25; İbn Mâce, Eşribe, 10; Dârimî, Eşribe, 8; Ahmed b. Hanbel, II, 91, 167, 179, III, 343) . İslâm'a göre, içme bakımından bütün sarhoşluk veren maddeler genel anlamda 'hamr' kapsamına girer. Tıp ilminin sarhoş edici müskiratı aynı nitelikte görmesi ve alkol kelimesinin arapça 'elkûhl' kelimesinden Avrupa'ya geçtiği dikkate alınırsa, hamr'ın genel ve özel anlamı birlikte kapsadığını söylemek mümkündür. Bu müskirâtın tıp alanında kullanılması ise, 'zarûretler, haram olan şeyleri mübah kılar' prensibine dayanır (Elmalılı, a.g.e., II, 763) .
Günümüz kimya sanayiinde, mayalanmış şekerli sıvıların damıtılmasıyla elde edilen sıvılara 'alkol' denir. Halk arasında en çok bilinen alkol türü ispirtodur. İspirtonun kimyadaki adı 'etanol' veya 'etil alkol'dür. Alkol elde etmek için iki yol vardır. Mayalandırma yolu, sentetik yol.
Alkol mayalandırma yoluyla; üzüm, patates, mısır, arpa ve melâs gibi şekerli ya da nişastalı maddelerden; sentetik yolla da, karpit (kalsiyum karbit) 'ten elde edilir. Sentetik yolla üretilen alkol, kg. başına 7.080.000 kalori ısı verir. Bu yüzden iyi bir ısıtma aracı olarak kullanılır. Bunun yanısıra iyi bir eritgendir de. Özellikle koku sanayiinde, esansları eritmekte kullanılır.
Sonuç olarak, günümüz kolonya sanayiinde, üzüm şarabı dışındaki, kamış, patates, bazı ağaçlar, mısır ve benzerleri ile sentetik yollarla elde edilen alkolün içilmesi caiz değildir. Ancak, Ebû Hanîfe ve ayni görüşte olan İslâm hukukçularına göre, elbiseye ve ya bedene sürülmesi mümkün ve caizdir. Yıkanmadan namaz kılınması hâlinde namaza zarar vermez. Kolonya kullanımının çok yaygın olması yüzünden, bu konuda umûmî belvâ vardır. (bk. 'Belvâ-i âmme' maddesi) Kısa sürede buharlaşarak iz bırakmadığı dikkate alınarak Ebû Hanîfe'nin fetvasıyla amel etmek mümkündür. Çoğunluğun görüşüne uyanlar da 'takvâ'yı tercih etmiş ve ihtiyata uymuş olurlar.
Hamdi DÖNDÜREN
tahterevalli
02.10.2006 - 23:17hayallerimizi koyalım
ve sallandıralım
bakalım kiminki daha hafif gelecek..
hafif gelen, bulutlara yakın olan kazanır!
yılan
02.10.2006 - 23:15bknz.
fanteziye bak çay demle :)
su gibi aziz ol
02.10.2006 - 23:14rahmetli babaannem çok sık söylerdi..
bknz.
bir bardak suyun bin ton dua ettiği zamanlar..
imkanlar dahilinde
02.10.2006 - 23:03T.K.Y (toplam kalite yönetimi)
nedir diye sormuştu hocamız.
'mevcut imkanlar dahilinde olası en iyiyi elde etmektir'
demiştim müsaade istemeden..
demiştim ve sazanlık yaptığımı düşünüp bir an utanmıştım..
gel gör ki hocadan bir
-aferin, güzel bir tanımlama
cevabını almıştım..
bknz.
öğrencinin kasıntıdan eriyip bittiği ân.
doğru
02.10.2006 - 22:52yanlışların eline düşmeyegörsün..
delik deşik ediyorlar doğruyu
tanıyamıyor insan işkenceden çıkmış mahkum gibi kalıyor ellerinde
bknz.
zekeriya beyaz ve türevlerinin eline düşen doğrular.
üç yanlış bir doğruyu götürür
02.10.2006 - 22:44....ıssız bir yere
ve işkenceyle en sonunda onuda
kendilerine benzetirler..
ve dört yanlış olurlar..
adamak
02.10.2006 - 22:28helal olsun..
kendilerini irticaya adayan
karanlık mağaralardaki yobazlıklara savaş açan
dillerinden düşürmedikleri
'din' kelimesine daha anlamına vakıf olamadan
güneşe çamur atan çocuklar misali ellerinde ki çamurları savuran
bu kahraman abilerimize helal olsun.
tarih kitaplarına geçeceksiniz.
kelime literatürlerinizde
başka bir ifade meram olmadığını düşünüyorum bazen...
adanmış iki yaşlı çınar..
'gerici' terimine yazmıştım
siz neden anlamaktan uzaksınız
anlamaya olan bu serzenişleriniz bu ürkek tavırlarınız neden..
bir kerede 'insan'dır diyerek şefkatle yaklaşın
ve
eleştirecekseniz de şefkatle, incitmeden eleştirin.
bir kere
bir kerecik olsun
şu sözün sınırlarına girin, havasını teneffüs edin
bir kere...
Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanıp uçmak gericilikse,
her namuslu insan gericidir.
Cemil MERİÇ
eğer hala ahlaken, fikren, hem sosyolojik, hem ekonomik vs.
olarak
ideallerinizi
bugünün bu çirkin çağdaşlığında yüzdürecekseniz..
herşey dinin suçu öyle mi?
Allah size inanmayı nasip etsin derim ben.
imansız ne bilginin, ne ibâdetin, ne ahlâkın bir kıymeti yok çünkü...
sizin en büyük hatanız
'dininizi' insanlardan öğreniyor olmanız.. maalesef..
kadın
02.10.2006 - 22:05kopyalayıp yapıştırmak benimde haz almadığım bir şey.
ama böyle yazılara dayanamıyorum.
hani 'kadın' mevzusu insanî bir mevzu. çok sözler söylenmiştir üstüne.
ve her erkek kadının ruhuna onu anlamaya tanımaya açmıştır yelkenlerini
kendine yettiği kadarıyla.
şunu söyleyebilirim
ben bu kadar açık yüreklilikle kadını yazan bir yazar görmedim.
baştan sona hafızamda annem halam teyzelerim babaannem hayatımdaki tüm kadınlar dolandı durdu..
paylaşmak istedim.
okuyun gerçekten;
gerçekler acı olsada okuyun...
Kadın Neden Başkası İçin Yaşar?
Yalnız kadın mı? Dişi hayvanlar da, bitkiler de başkası için yaşar. Çiçekler taç yapraklarını feda ederler aşka.Dişi, kendine etmese hayat bir hamlede sona ererdi. Kadının bu fedakarlığı daha derin bir iç güdüden geliyor.Erkekde de kadında da hep aynı iç güdü.Büsbütün ölmemek kaygısı. Ölünceye kadar bunun için didinmiyor muyuz? Bir gönülde, bir kitapta bir mermerde yaşamak.Tabiat bu kubbede hoş bir seda bırakmamız için yaratmış aşkı. Aşkı ve ihtirası.İstikbale taşmak, adımızı bizden sonra yaşatmak, bir vücutta yeniden gençleşmek veya kafamızdan bir dünya yaratmak. Sonsuza damgamızı vurmak.
Bu amaca varmak için hangi acıya katlanılmaz? Ebedîleşmek için ölmek. Anne çocuğu için her fadkârlığa katlanır. Erkek, eseri için. Acı, bir şehvet olur onlar için. Batan gemiden çocuklarını kurtaran kadın gülerek can verir..
İhtiras, yani bir eserde gerçekleşmek, bir eserde yaşamak arzusu hem bir erkeği kanatlandırabilir hem kadını. Ama aşkta ebedîleşmek yalnız kadının imtiyazı. Ancak anne ölümsüzlüğünü bütün genişliği ile duyabilir. Varlığından bir parça gelişecek, istikbali fethedecek, yaşayacaktır. Ağaç meyve vermiştir artık. Kadın bunun için aşka susuzdur. Kendini sevgiye ve sevgiliye adayışı bundan. Başka biri için yaşayan onu sezmek, anlamak ihtiyacındadır. Kadın, bunun için daha çok sezgi, daha çok duygu. Hayatı yaratmak, yani başkasında yaşamak. Onu yarınlara götürecek olan: Çocuğu.
Erkek için öyle mi? Onu ebediyete götüren köprü, çocuğu değildir. Vücudundan bir vücut çıkaramaz. O, kafasıyla, kalbiyle veya eliyle yaratmak zorundadır ebediyetini. Bunun için de varlığının merkezi kendisi. Klavuzu, aklı ve menfaatleri. Erkek, hayatını feda eder de ihtiraslarından vazgeçemez.. Cinslerin ruh dünyasını kesin çizgilerle birbirinden ayırmak imkansız. Ama kadının kaderine hükmeden bu alterocentrisme, erkeğin kişiliğini biçimlendiren ise egocentrisme.
Çevresindeki insanlarla yürekten ilgilenmek kadının kadınlığından geliyor. Ama, çektiği acıların kaynağı da bu. İşte davanın can alacak noktası. Egoizmle zırhlanmayan için en âsûde hayat korkunçlaşır. Hayatın belkemiği: Egoizm. Kendi yolunu aydınlatan bir fenerdir egoizm. Egoistin, hedefine varmak için kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. Nereye gittiğini bilir ve tek başına yürüyebilir. Özgeci (diğergam kimse/kadın) yapamaz bunu. O, yalnız sevmek ve sevilmek için değil, yürümek için de başkalarına muhtaçtır. Bir sarmaşıktır özgeci. Kuru bir dalı, soğuk sert bir duvarı çiçeklerle, yapraklarla donatmak isteyen bir sarmaşık. Dayanacağı, kucaklayacağı kuru bir gövde yoksa solar. Cansız bir duvar yaşatır onu.
Kadın egoizmden mahrum, yani belkemiksiz. Bunun için erkeğe muhtaç. Sabit bir noktaya ihtiyacı var. Yoksa rüzgârın önünde bocalar durur. Belli bir hedefe yöneltilmek zorundadır. Bu susuzluk zekâ noksanlığından doğuyormuş. Kötü bir terbiyenin eseriymiş. Yalan. En iyi terbiye bile kadının bu başkasına dayanma hasletini yok edemez. Bilakis zekâsı geliştikçe bu ihtiyaç da büyür. Kendini bir kasırgaya tutulmuş hisseder kadın: Düşünceler, düşünceler. Hangisini seçecek? Değeri ne bunların? Ne işe yararlar?
Kadının zekâsı: seziştir, muhakemeye dayanmaz. Bu zekâ uçarak varır hedefe. Adım adım değil. Ama neden varır? Nasıl varır? Bulduğu, gerçeğin kendisi midir? Bu sualler mahveder onu. Demek, kadın zeki olduğu ölçüde kendisine destek olacak bir başka zekâya muhtaç. Kendisininkinden farklı bir zekâya. Zekâsını tamamlayacak bu zekâ, aydınlatacak, sezişlerini değerlendirecek. Yoksa, limonlukta yetiştirilen çiçekler gibi yaprak yaprak dökülür bu zekâ. Kır çiçekleri kadar olsun yaşayamaz.
Ancak erkekleşen kadın böyle bir yardıma ihtiyaç duymaz. Kadın, kadın kaldıkça desteksiz edemez.. Arzular da kâh büyük, kâh küçük. Hep aynı değiller ki.. Yani minnacık bir arzu için büyük dertler hazırlamıyor muyuz kendimize? Kadın, işine gelenle gelmeyeni birbirinden ayıracak ölçülerden mahrum. Hedefini bir başkasının göstermesi lazım. Yoksa kâh sezişlerine terkeder kendini, kâh zaaflarına. Saatten saate, dakikadan dakikaya değişir. Sevdikleri kendi dışında. Sırf kendi zekâsı, kendi gücü, kendi imkânlarıyla nasıl varsın onlara? Bu meş'um aşk onu ister istemez başkalarına bağlar.
Erkekler her istediğini elde edebilir. Sabretmesi, çalışması yeter. Zengin de olur, yükselir de. Hedefe bir başına erişebilir. Kadının değişmeyen, elle tutulur bir hedefi yok ki. Sevgi kaderin kaprisi. Erken veya geç doğmak, falan ülkeden, falan tabakadan olmak, sevimli olmak, rüyasındaki erkekle beş yıl evvel, beş yıl sonra karşılaşmak. Hayatı tesadüfün elinde. Çevresindekiler onu sevmiyorsa ne yapabilir? İrâdesiyle, zekâsıyla, gayretiyle sevdirebilir mi kendini? Aşk satın alınamaz, menfaatle ilgisi yok. Aşk, kadının bütün hayatı. Ve aşk baştan başa kapris. Ne facia! Facia bu kadarla da bitmiyor. Başkalarında yaşayan kadın, başkalarının gönlüne, başkalarının zevklerine ferman dinletemeyeceği için ıstırap içindedir. Duygularıyla menfaatlerini bağdaştıramadığı için ıstırap içindedir.. Kadının saadeti ne kazanacağı şöhrette, ne yükseleceği mevkidedir. O sevmek ve sevilmek ister. Hayatı yaratmak, gözyaşlarını kurutmak, çevresindeki bütün canlıları mutluluğa kavuşturmak ister. Bütün sevinçlerinin, bütün kaygılarının kaynağı budur. Ama arzularıyla menfaatleri boyuna çatışmaktadır.
Çocukları olacak, geceleri uykularını feda edecek. Ömür boyu kahırlarını çekecek. Bunda ne çıkarı var kadının? Çocuk yapınca daha mı sıhhatli olacak? Şöhreti mi artacak, itibarı mı? Genç kız baba ocağının sevgilisi, göz bebeğidir çok defa. Dilediği gibi yaşar, dilediği gibi harcar. Hürrüyetini, rahatını, içtimai mevkiini, hatta bazen şöhretini bırakıp bir erkeğin peşine düşmek. Hem de çok defa feda ettiklerine karşılık kendisine ıstıraptan başka hiç bir şey vermeyecek olan bir erkeğin peşine. Bu mu menfaat?
'Evet eskiden kadın sevgiye atıyordu kendini, başkaları için yaşıyordu; bugün de, çekinerek başkaları için yaşayanlar var. Ahmakça bir soyaçekiş, alışkanlık. Bu gerici yönelişleri ayaklar altına alacağız, biz yeni kuşaklar baştan başa değiştireceğiz.' İhtiyar tarih, ilk defa duymuyor bu lakırtıları. Mâziyi yıkmak isteyen ilk nesil siz değilsiniz. Ama zavallı dostlarım, kadın oldukça uzun bir zaman güya çıkarı peşinde koştuktan, bağımsızlığına kavuştuktan, şöhret servet kazandıktan sonra sahneden çekildi, bir de baktık ki bir hayale kaptırmış kendini. Dimyata pirince giderken.. İkbal avutamamış onu, alış doyuramamış. Gerçek sevinci ferâgatte bulmuş kadın. Annelikte bulmuş. Kendini çevresindekilere adamakta bulmuş. Ve tarih boyunca menfaatleriyle gönlü arasında sallanmış durmuş kadın, rakkas gibi. Menfaatlerini feminizm bayraklaştırmış, gönlünü annelik doyurmuş.
Erkeğin tatmadığı bir acı bu. İstediği, irâdesine tâbi onun. Menfaatleri çok defa arzularıyla âhenk halinde..
Bitmedi. Kadının sevdikleri hep aynı kalmazlar. Boyuna değişir arzuları, değer ölçüleri değişir. Delikanlı, nişanlısından şiir ister, zerâfet, tabiilik, toyluk ister. Aynı delikanlı, koca oldu mu kadından sadece evini idare etmesini, tecrübeli olmasını, hesaplı kitaplı olmasını ister. Hakkı var. Erkek için hayatın gayesi aşk değildir. Sittin sene aşkla uğraşamaz. Ama kadın bu yeni isteklere nasıl uydursun kendisini? Nasıl acı çekmesin?
Çocuk annesinin bir dakika yanından ayrılmasını istemez. Her an bakım bekler. Teselli bekler. Yıllar geçer çocuk delikanlı olur. Annesinin kendisini rahat bırakmasını ister. Öğütleri, tecrübeleri öfkelendirir onu. Kendi başına buyruk yaşamak ister. Haklıdır da. Kendisi tecrübe edecek hayatı. Başkasının tecrübesi işine yaramaz ki. Ama anne buna nasıl katlansın? Ömür boyu başlıca vazifesinin çocuğuna yardım etmek, onunla ilgilenmek olduğuna inanmış. Bu alışkanlıktan vazgeçebilir mi bir anda? İşte yeni çatışmalar, yeni trajediler... Erkek bütün bunların dışındadır. Onun sevgilileri zamanla değişmez. Birbirleriyle çatışmazlar. Erkek zafere ve şöhrete erişmek için boyuna yolunu değiştirmek zorunda değildir. Hatta hep aynı yönde ilerlediği ölçüde başarıya ulaşır..
Demek ki kadının kurbanı olduğu trajedilerin kaynağı ne aksi tesadüfler, ne beşeri kanunlar, ne erkeklerin kötü oluşudur. Bu facianın kaynağı, kadının misyonu. Başkalarına ihtiyacı oluşu, başkalarını sevişi. Başkaları tarafından sevilmek isteyişi. Kanuni durumunu düzeltmişiz, mesut olacak değil ki. Kadını mesut etmek için erkeği terbiye etmek lazım. Erkek kadını daha iyi anlamalı, ona daha iyi yardım edebişmeli ki, acıları dinsin kadının.
Kadının arzularını tanımadan onu nasıl mutluluğa eriştirebiliriz, onu ve onunla birlikte erkeği yani cemiyeti. Bunun için hem erkeği, hem kadını aydınlatmak, ikisini de faydasız anlaşmazlıklardan kurtarmak lazım.
Cemil Meriç- kırk ambar (kadın ruhu)
2-3 entry aşağıda bu yazının başı da mevcut.onuda okuyuverin..
yormaz ve kasmazsa eğer..
Toplam 3332 mesaj bulundu