Tam anlamıyla Marksist olmayan Sosyalist görüşlerde vardır.Hatta SSCBdeki düzen dahi tam olarak Marksist değildi.(Özellikle Stalin öneminde) Ama tüm sosyalist hareketlerin kaynaklarından biri elbette Marks'tır.Ancak Marks'tan önce de sosyalizm vardı.(Bakınız:Thomas More, Platon...)
Bugün ülkemizde en büyük yanılgılardan biri 'tüm sosyalistlerin din düşmanı-dinsiz' olduğu yanılgısıdır.
ilk olarak Cem Özer'in programında konuk olarak görüldü.Daha sonra stand-up gösterileriyle duyduk ismini.Ve 'Korsan TV' de Niyazi Gül, Şükrü Sus, Akın İpekçe, Bülent abla tiplemeleriyle sevdik onu.Ve son olarak 'Avrupa Yakası' adlı dizide bizi çok güldürüyor.Çok yetenekli, özellikle mimikler ve anında espri üretebilme konusunda.
Birgün bu toprağın çocukları, asker çocukları, imam hatiplisi, hepsi bu tartışmları önlerine koyanların İSRAİL ve ABD olduğunu öğrenecek.Ve Kulelili'si, Harbiyeli'si, bir Cumhuriyet bayramında koşarak imam hatipli kardeşlerine sarılacak.Yüzyıllık Batının oyununu bir kucaklaşmayla sona erdirecek.Bayram o gündür...
Bu saçma tartışmalar yüzünden 70 milyon halk henüz bu çocuklara, bu ülkenin en devasa sorununun işsizlik, eğitim, sağlık sigortaları olduğunu anlatacak fırsat bulamadı.Açlığına yoksulluğuna feryadına ortak olacak bir gençlik bulamadı.
Nihat Genç (Leman dergisi-4 haziran 04)
Birgün bu toprağın çocukları, asker çocukları, imam hatiplisi, hepsi bu tartışmları önlerine koyanların İSRAİL ve ABD olduğunu öğrenecek.Ve Kulelili'si, Harbiyeli'si, bir Cumhuriyet bayramında koşarak imam hatipli kardeşlerine sarılacak.Yüzyıllık Batının oyununu bir kucaklaşmayla sona erdirecek.Bayram o gündür...
Bu saçma tartışmalar yüzünden 70 milyon halk henüz bu çocuklara, bu ülkenin en devasa sorununun işsizlik, eğitim, sağlık sigortaları olduğunu anlatacak fırsat bulamadı.Açlığına yoksulluğuna feryadına ortak olacak bir gençlik bulamadı.
Nihat Genç (Leman dergisi-4 haziran 04)
Birgün bu toprağın çocukları, asker çocukları, imam hatiplisi, hepsi bu tartışmları önlerine koyanların İSRAİL ve ABD olduğunu öğrenecek.Ve Kulelili'si, Harbiyeli'si, bir Cumhuriyet bayramında koşarak imam hatipli kardeşlerine sarılacak.Yüzyıllık Batının oyununu bir kucaklaşmayla sona erdirecek.Bayram o gündür...
Bu saçma tartışmalar yüzünden 70 milyon halk henüz bu çocuklara, bu ülkenin en devasa sorununun işsizlik, eğitim, sağlık sigortaları olduğunu anlatacak fırsat bulamadı.Açlığına yoksulluğuna feryadına ortak olacak bir gençlik bulamadı.
Nihat Genç (Leman dergisi-4 haziran 04)
Masonluk Ve Sembolizim:
Semboller masonlukta çok büyük önem taşır. Masonlar, felsefelerini, gerçek manalarını sadece kendi üyelerine açıkladıkları semboller aracılığıyla ifade ederler. 1'den 33'e kadar dereceli masonik hiyerarşi içinde kademe kademe yükselen mason, her derecede masonik sembollerin yeni anlamlarını öğrenir. Böylelikle masonik felsefenin derinliklerine aşama aşama ulaşır.
Sembolizmin bu işlevi, Mimar Sinan dergisindeki bir makalede şöyle açıklanmaktadır: 'Hepimiz biliyoruz ki, masonluk fikir ve ideallerini birtakım semboller ve hikayelerle yani birtakım alegorilerle ifade etmektedir. Bu hikayeler hep tarihin ilk çağlarına, hatta diyebiliriz ki, Prehistorik devre ait efsanelere dayanmaktadır. Bu suretledir ki, masonluk hem ideallerinin eskiliğini belirtmiş hem de zengin bir sembol kaynağı kazanmış olmaktadır....'
Masonluğun 'tarihin ilk çağlarına' uzanan sembol ve efsanelerinin içinde, Eski Mısır kavramları başta gelir. Mason localarının dört bir yanında ve masonik yayınlarda sık sık Eski Mısır sembollerine, piramit, sfenks çizimlerine, hiyeroglif yazılarına rastlamak mümkündür. Mimar Sinan dergisindeki bir yazıda, 'masonluğun en eski kökeni' hakkında şöyle söylenmektedir: 'En eski' olarak Mısır'ı seçersek sanırım ki yanılmış olmayız. Ayrıca, masonluğa en yakın ve benzer merasim, derece ve felsefenin eski Mısır'da bulunuşu da, dikkatlerimizi öncelikle oraya çekmektedir.'
Yine Mimar Sinan'daki 'Masonluğun Sosyal Kaynakları ve Amaçları' başlıklı bir makalede şöyle yazılıdır:
'Eski çağlarda Mısır'da Menphis mabedinde büyük bir titizlikle ve ihtişam ile yapılan ve çok uzun süren tekrislerin oluşunda masonik merasime benzeyen benzerlikler çoktur.'
Eski Mısır-masonluk bağlantısına dair bazı örnekleri sırasıyla inceleyelim.
Çift Sütun:
Mason localarının değişmez dekorlarından biri, locanın girişinde yer alan ikiz sütunlardır. Üzerlerine 'Jakin' ve 'Boaz' kelimeleri kazınmış olan bu sütunlar, Hz. Süleyman Tapınağı'nın girişinde yer alan iki sütunun taklidi olarak bilinir. Oysa gerçekte bu sembolde de masonların kastı, bir peygamber olan Hz. Süleyman'ı anmak değil, Hz. Süleyman hakkında üretilen iftira yoluyla, ilham aldıkları pagan inançları ifade etmektir. Bu sütunların kökeni de yine Eski Mısır'dır. Mimar Sinan dergisindeki 'Ritüellerimizdeki Allegori ve Semboller' başlıklı makalede bu konuda şu açıklama yapılır:
'Örneğin Mısır'da Horus ve Sut göklerin ikiz mimarı ve dayanağı idiler. Hatta Tebai'deki Baccus da öyleydi. Localarımızdaki iki sütun da Eski Mısır kaynaklıdır. Mısır'daki bu sütunların biri güneyde Thebes şehrinde, diğeri kuzeyde Heliopolis'tedir. Mısır'ın baş tanrısı Ptah'a adanmış Amenta isimli tapınağın girişinde Solomon tapınağının girişinde olduğu gibi iki sütun vardı. Güneşle ilgili en eski mitlerde de sonsuzluğun giriş kapısı önünde dikili akıl ve kuvvet isimli iki sütundan bahsedilir.'
Gözün Altındaki Piramit
Dünyadaki en ünlü masonik sembol, büyük olasılıkla, 1 dolarlık Amerikan banknotunun üzerinde yer alan ABD mührüdür. Mühürde yarım bir piramit ve bu piramitin tepesine oturtulmuş bir 'üçgen içinde göz' sembolü yer alır. 'Üçgen içinde göz' mason localarının değişmez sembolüdür ve adeta masonluğun bir numaralı alameti durumundadır. Masonluk konusunu ele alan kaynakların büyük bölümü, bu gerçeğe vurgu yaparlar.
Üçgen içindeki gözün altındaki piramit nispeten daha az dikkat çekmiştir. Oysa bu piramit de son derece anlamlıdır ve masonluğun felsefesini tanımlamak bakımından oldukça açıklayıcıdır. ABD mührü hakkında bir doktora tezi hazırlayan
Amerikalı akademisyen Robert Hieronimus'un bu konuda verdiği önemli bilgiler vardır. Hieronimus'un tezi 'Amerikan Büyük Mührü'nün Arka Yüzünün Tarihsel Bir Analizi ve Hümanist Psikoloji İle İlişkisi' başlığını taşımaktadır. Tezde, mührü benimseyen ABD kurucularının mason olduklarına, bu nedenle hümanist felsefeyi benimsediklerine vurgu yapılmakta ve mühürde de bunu yansıttıkları bildirilmektedir. Bu hümanist mesajların Eski Mısır ile olan bağlantısı ise, mührün merkezindeki piramit tarafından simgelenmektedir. Piramit, Mısır'daki Firavun mezarlarının en büyüğü olan Keops Piramidi'nin bir tasvirinden ibarettir.
Mozart'ın Sihirli Flüt'ü
Masonların tarihindeki ilginç hikayelerden biri, ünlü besteci Mozart'ın 'Sihirli Flüt' operasıdır. Mozart bir masondur ve bu bestesinin pek çok yerinde masonik mesajlar verdiği kabul edilmektedir. İşin ilginç yanı, bu masonik mesajların Eski Mısır'ın pagan (putperest) inançları ile yakından ilgili olmasıdır.
Masonik bir yayın olan Mimar Sinan dergisinde konu şöye açıklanır:
'Bilindiği gibi, masonik ritüellerin Antik Mısır ritüelleri ile belli bağlantıları vardır. Sihirli Flüt üzerinde çalışanlar da her ne kadar 'uzak doğu ile ilgili bir masal' olarak konuyu ele aldılarsa da, temelde Mısır ritüelleri vardı. Mısır mabedlerindeki tanrılar ve bunların karşıtları olan tanrıçalar Sihirli Flüt'ün de karakterlerinin oluşmasında etkili oldular.'
Localardaki Mısır Dili
İngiliz mason yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas da The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında masonluğun Eski Mısır kökenine dikkat çekerler. Bu konuda verdikleri ilginç bilgilerden biri, üstad mason seviyesine yükselen masonlar için yapılan törende kullanılan sözcüklerdir. Sözcükler şöyledir:
'Ma'at-neb-men-aa, Ma'at-ba-aa'
Knight ve Lomas, bu sözcüklerin çoğu zaman anlamı düşünülmeden kullanıldığını, ancak gerçekte Eski Mısır dilinde olduklarını ve şu anlama geldiklerini açıklarlar:
'Kurulu olan duvarcı ustalığı uludur; duvarcı ustalığının ruhu uludur.'
Yazarlar, Eski Mısır dilindeki 'Ma'at' kelimesinin tam olarak 'duvarcılık' anlamına geldiğini ve bunun en uygun tercümesinin de 'masonluk' olduğunu söylemektedirler. Bunun anlamı, günümüz mason localarında, binlerce yıl önce ölmüş olan Mısır dilinin hala kullanıldığıdır.
Altı Köşeli Yıldızın Masonik Anlamı:
Masonluğun bir diğer ünlü sembolü, içiçe geçmiş iki üçgenden oluşan altı köşeli yıldızdır. Aynı zamanda Yahudilerin geleneksel sembolü olan bu figür, İsrail Devleti'nin bayrağında da yer almaktadır. Mührün ilk kez Hz. Süleyman tarafından kullanıldığı kabul edilir. Dolayısıyla da bir 'peygamber mührü' olan altı köşeli yıldız, Rahmani bir semboldür. Ancak bu konuda masonların farklı bir düşüncesi vardır. Onlar, altı köşeli yıldızı, bir peygamber olan Hz. Süleyman'ın sembolü olarak değil, Eski Mısır'ın putperest kültürünün sembolü olarak benimsemişlerdir. Mimar Sinan dergisindeki 'Ritüellerimizdeki Allegori ve Semboller' başlıklı bir makalede bu ilginç gerçek şöyle açıklanır:
'Eşkenar üçgen, üç noktayı eşit uzaklığa dikerek bu değerlerin eşdeğer oluşunu işaret eder. Masonluğun da benimsediği ve Davut'un yıldızı diye bilinen iç içe geçmiş iki eşkenar üçgen, yani hegzagram; bugün Yahudiliğin sembolü olarak bilinir ve İsrail'in bayrağında yer alır. Ama aslında bu sembolün başlangıcı eski Mısır'dır… Bu amblemi ilk olarak tampliye şövalyeleri yaptırdıkları kiliselerde anlamlı bir duvar süslemesi olarak kullanmaya başladılar. Çünkü Kudüs'te Hıristiyanlıkla ilgili önemli gerçekleri ilk keşfedenler onlardı. Tampliyeler alaşağı edildikten sonraki yıllarda, bu amblem bu sefer sinagoglarda kullanılmaya başlandı. Ama masonlukta biz bu amblemi şüphesiz eski Mısır'daki ilk evrensel anlamıyla kullanıyoruz. Bu anlamda da iki önemli gücü birbiriyle kaynaştırıp birleştirmiş oluyoruz. Bu iki eşkenar üçgenin alt ve üst tabanlarını silerseniz, karşınızda çok iyi tanıdığınız bu nadide sembolü bulursunuz.'
Aslında masonların Hz. Süleyman Tapınağı ile ilgili tüm sembollerini bu mantıkta yorumlamak gerekir. Hz. Süleyman, Kuran'da bildirildiği üzere, kendisi aleyhinde iftiralar uydurulmuş, sanki inkara düşmüş gibi gösterilmek istenmiş bir peygamberdir. Ayette, 'Ve onlar, Süleyman'ın mülkü hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti...' (Bakara Suresi, 102) şeklinde buyrulur.
Masonlar ise, Hz. Süleyman hakkındaki söz konusu çarpık bakış açısını benimsemiş, onu Eski Mısır'dan gelen pagan öğretilerin temsilcisi saymış ve bu nedenle Hz. Süleyman'a kendi öğretileri içinde büyük bir yer ayırmışlardır. Amerikalı tarihçi Michael Howard The Occult Conspiracy adlı kitabında, Ortaçağ'dan bu yana, Hz. Süleyman'ın (kendisini tenzih ederiz) sanki bir büyücüymüş gibi algılandığının görüldüğünü, birtakım pagan fikirlerin Yahudilik içindeki temsilcisi olarak kabul edildiğini anlatmaktadır. Howard bu bakış açısı nedeniyle masonların Hz. Süleyman mabedini bir 'pagan tapınağı' olarak algıladıklarını ve bu yüzden tapınağa önem verdiklerini belirtmektedir.
Hz. Süleyman Allah'a karşı son derece bağlı ve itaatli bir kul ve kutlu bir peygamberdir. Dolayısıyla Hz. Süleyman hakkında üretilmiş olan bu yalan iddialar, masonluğun gerçek kökenini göstermesi açısından önemlidir.
Obeliskler:
Masonların önem verdikleri sembollerden biri de, Eski Mısır mimarisinin önemli unsurlarından biri olan 'obelisk'tir. Obelisk, tepesi piramit şeklinde olan, tek parça, dikine uzun bir kuledir. Çoğu okurun tanıyacağı bir obelisk, İstanbul'un Sultanahmet meydanında bulunan ve turistlerin büyük ilgisini çeken 'dikilitaş'tır. Üzerlerinde Eski Mısır'ın hiyeroglif yazıları kazınmış olan obeliskler, asırlar boyu toprak altında gizli kaldıktan sonra 19. yüzyılda gün ışığına çıkarılmış ve daha sonra da New York, Londra ve Paris gibi batılı kentlere taşınmışlardır. Obelisklerin en büyüğünün gönderildiği ülke ise ABD'dir ve bu işi masonlar organize etmişlerdir. Çünkü obeliskler ve üzerlerinde taşıdıkları Eski Mısır figürleri, masonlarca kendi sembolleri olarak kabul edilmektedir.
Mimar Sinan dergisinde, New York'taki 21 metre boyundaki büyük obelisk için şu yorum yapılır:
'Mimari avadanlığın sembolik kullanılışında en canlı misal 1878 yılında Mısır Hidîvi İsmail tarafından ABD'ne hediye edilen ve adına Kleopatra iğnesi denilen anıttır. Bu anıt bugün New-York'taki Central Park'ta bulunmaktadır. Üzeri masonik amblemlerle doludur. Anıt aslında Heliopolis'te Güneş-Tanrı adına kurulmuş olan ve bir inisiasyon merkezi olan tapınağın girişine MÖ 1500 yıllarında dikilmiş bulunmakta idi.'
İsis Efsanesi Dul Kadın:
Masonluğun sembolleri arasında yer alan önemli bir kavram da 'dul kadın' tasviridir. Masonlar kendilerini 'dul kadının çocukları' olarak tarif eder ve yayınlarında 'dul kadın' resimlerini sık sık kullanırlar. Peki nedir bu kavramın kökeniş 'Dul kadın' gerçekte kimdir?
Masonik kaynaklar incelendiğinde, dul kadın sembolünün de Eski Mısır kökenli bir efsane olduğunu ortaya çıkar. Söz konusu efsane, Eski Mısır'ın en ünlü mitlerinden biri olan 'Osiris-İsis' hikayesidir. Osiris, Eski Mısırlıların 'bereket tanrısı' olarak kabul ettikleri hayali bir erkek tanrıdır. İsis ise Osiris'in eşidir. Efsaneye göre Osiris bir kıskançlık cinayetinin kurbanı olmuş ve İsis dul kalmıştır. İşte masonların 'dul kadını', bu İsis'tir. Mimar Sinan dergisindeki bir makalede konu şöyle açıklanmaktadır:
'Sık sık makalelere ve konferanslara konu olan Osiris-İzis menkıbesi, Mısır mitolojisinin masonluğa en yakın olan mitidir. İzis mabedinin rahipleri arasına katılabilmek için geçirilen imtihan, masonluktaki tekrisin ta kendisidir. Bir kere daha tekrarı gereksiz ve sıkıcı olacaktır. Orada ışık (nur) en önemli unsurlardan biridir: şarkın karanlıklarına (zulmet) gömülmek için öğleden itibaren alçalmaya başlayan sabah güneşi, tanrı Osiris'in görevini her gün yeniden üstlenir; tıpkı öldürülen babasının yerine daha parlak şekilde geçen Horus gibi. Nihayet evladı olduğumuz 'dul kadın' Osiris'in dul eşi İzis'den başkası değildir.'
Görüldüğü gibi, kendisini 'akıl ve bilimin yolunda' gibi gösteren masonluk, aslında sayısız batıl inançla dolu bir 'hurafeler öğretisi'dir.
Gönye ve Pergel:
Mason sembolleri içinde en çok bilineni ise iç içe geçmiş bir gönye ve pergelden oluşan kompozisyondur. Masonlar kendilerine sorulduğunda bu sembolün bilim, geometrik düzen, akılcılık gibi kavramları simgelediğini belirtirler. Ancak
tüm zamanların en büyük mason üstadlarından biri sayılan Albert Pike'ın Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabında bu konuyla ilgili olarak şöyle yazmaktadır: 'Bu, Aryanlar'daki Brahman ve Maya inançlarında veya Mısır'daki Osiris ve İsis efsanesinde olduğu gibi, kutsallığın ikili bir doğası olduğu düşüncesini sembolize eder. Örneğin Güneş erkek, Ay ise dişi bir doğaya sahiptir.'
Bu, masonların en ünlü sembolü olan gönye-pergelin, aslında yine Eski Mısır'dan veya Hıristiyanlık öncesi Aryan inançlarından kaynaklanan pagan bir hurafenin işareti oluşudur. Pike'ın alıntısında geçen Ay ve Güneş sembolleri de mason localarında yer alan önemli sembollerdendir ve bunlar Ay'a ve Güneş'e tapınan antik pagan toplumların batıl inançlarının ifadesinden başka bir şey değildir.
bir devletin egemenliğini başka topraklar ve halklar üzerinde kurması ya da genişletmesidir. sömürgeciliğin tarihi çok eskilere gitmektedir. ilkçağların devletleri de çevrelerindeki güçsüz ülkelerin kaynaklarından yararlanmak için onları sömürgeleştirirlerdi. daha sonra, 15. yüzyılın sonlarında başlayarak çeşitli avrupa devletleri dünyanın geniş alanlarını keşif, fetih, ilhak ve iskan etmeye başlamışlardır. bu, 15. yüzyıldan beri avrupa tarihinin önemli bir özelliğidir. sömürgeciliğe çok yakın olan emperyalizm sömürgeciliğin bir biçimidir. emperyalizm, avrupa'nın büyük devletlerinin 19. yüzyılın ikinci yarısında öteki kıtalar üzerinde genişlemelerine verilen addır.
1947 yılında Avusturya'da doğdu. Ankara Atatürk Lisesi, Ankara üniversitesi Siyasal Bilgiler fakültesi idari şube ve dil tarih coğrafya fakültesi, Yeniçağ tarihi bölümü'ni bitirdi. Viyana üniversitesi'nde Slavistik ve Orientalistik bölümü'nde okudu. Chicago üniversitesi Tarih bölümünden yüksek lisans diploması aldı. 1979 yılında Doçent, 1989 yılında Profesör oldu. Paris, Princeton, Moskova, Berlin, Viyana gibi dünyanın en ünlü üniversitelerinde misafir Profesörlük yaptı. Yerli ve yabancı dergilerde 'şehirler ve idare tarihi' üzerine makaleleri bulunuyor. Prof. Dr. Ortaylı CİEPO (Uluslararası Osmanlı Çalışmaları Topluluğu) başkan yardımcısı ve Avrupa İranoloji Cemiyeti üyesidir.
Eserleri:
Tanzimattan cumhuriyete yerel yönetim geleneği,
Türkiye idare tarihi,
Osmanlı imparatorluğu'nda alman nüfuzu,
Gelenekten geleceğe,
İmparatorluğun en uzun yüzyılı,
İstanbul'dan sayfalar,
Studies on ottoman transformation,
Hukuk ve idare adamı olarak osmanlı devleti'nde kadı,
Türkiye'nin idare tarihi'ne giriş,
Osmanlı toplumunda aile.
Paleolitik Çağ (M.Ö. 600.000-8000)
İnsanın yavaş yavaş gelişmeye başladığı bu ilk uygarlık çağı Buzul Devri'ne rastladı. Yarım milyon yılı aşan bu uzun devre boyunca insan henüz üretime geçmemiş olup, doğada buldukları ile geçinen mağara ve ağaç kavuklarında barınan doğadaki taşlardan avlanma aletleri yapan ilkel bir durumdadır.Buzul Dönemi'nin izlerini Anadolu'da da bulmak mümkündür. Antalya çevresindeki Karain, Beldibi ve Belbaşı Mağaraları bu dönemin sonlarında (M.Ö 20.000-8000) kullanılmışlardır. Karain, Beldibi ve Belbaşı'nda bulunan eserlerin bir kısmı Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Karain Müzesi'nde sergilenmektedir.
Neolitik Çağ (M.Ö. 8000-5000)
İnsanoğlu bundan 40 bin yıl önce, bugünkü fizik yeteneklerine ulaşmaya başladığı ve ateş yakmasını da öğrendiği halde uygar denebilecek duruma ancak on iki bin yıl önce yerleşik hayat şekline geçmesiyle ulaşabilmiştir. Yerleşik olmak insana mal ve zahire biriktirme imkanları sağladı. Dünyanın bir çok yerinde bu çağdan kalma küçük yerleşmeler gün ışığına çıkarılmıştır. Bunlardan en ileri düzeyde olan ikisi Orta Anadolu'da Konya dolaylarındaki Çatalhöyük yerleşmeleridir. Çatalhöyük'te insanoğlu daha M.Ö. 7. ve 6. binlerde duvarları renkli resim ve renkli kabartmalarla kaplı kerpiçten evlerde oturuyor, odalarını pişmiş topraktan renkli vazolar ve heykelciklerle süslüyordu. Heykelciklerin büyük bir bölümü çıplak bir tanrı kadını, toprak anayı, tasvir etmektedir. Duvarcılar ve çeşitli meslek erbabı obsidyandan yapılmış aletleri kullanıyorlardı, çiftçiler öküzlerle sürdükleri tarlalarda buğday, arpa ve mercimek yetiştiriyorlardı. İş adamlarının pişmiş topraktan mühürleri, kadınların cilalanmış obsidienden aynaları vardı. Çatalhöyüklüler'in sofralarında ekmek, sebze ve meyveden başka keçi ve koyun eti de yer alıyordu. Evlerini, evcil hale getirdikleri köpekler koruyordu. Bu evlerden birinin duvarında patlama halinde bir yanardağın, muhtemelen Hasan Dağı'nın tasviri bulunuyordu. Bu eser, sanat tarihinin bu güne kadar bilinen en eski manzara (paysage) resmi olup, sözü edilen öteki buluntularla Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir. Müzede ayrıca evlerden birisinin 'kült odası' orjinal şekline yakın hali ile yer almaktadır.
Kalkolitik Çağ (M.Ö. 5000-3000)
Kalkolitik Çağ'da, yani Maden - Taş çağında, Anadolu bir duraklama dönemi geçirir. Bu iki bin yıl içinde de güzel keramik örneklerine rastlanırsa da Mısır ve Mezopotamya yanında Anadolu artık geri kalmış bir ülkedir.
Tunç Çağı (M.Ö.3000-2000)
Bakır, çinko ve kalayın karışımı ile elde edilen tunçtan eserlerin ortaya çıktığı çağda Anadolu bir ölçüde olsun canlanmaya başlar. Troia II yerleşmesi erken Tunç Çağı'nın (M.Ö. 3000-2500) Anadolu'daki en parlak merkezidir; ancak Mısır'da ve Mezopotamya'da yazının kullanıldığı bir dönemde Anadolu hâlâ geri kalmış durumdadır.
Anadolu 2500 yılı bulan bir duraklamadan sonra ilk önce Orta Tunç Çağı'nda (M.Ö. 2500-2000) yeniden gelişmeye başlar. Her ne denli yazı kullanmıyorlarsa da Orta ve Güneydoğu Anadolu'daki Hatti Uygarlığı ile kuzeybatı Anadolu'daki Troia II yerleşmesi dünya medeniyetinde müstesna bir yer alırlar.
HATTİ UYGARLlĞl (M.Ö. 2500 - 2000)
Hitit metinlerinde kalıntılarına rastladığımız Hatti dili kendine öz bir yapıya sahip olup, kendisi ile çağdaş olan dillerden hiç biriyle benzerlik göstermez. Hattiler Mezopotamya etkileri taşımakla birlikte sanat ve genellikle maddi kültür yönünden güçlü bir özgünlük gösterirler. Din, töre, mitoloji ve sanat bakımından büyük bir varlık sergileyen Hattilerin etkileri Anadolu'da iki bin yıla yakın bir süre boyunca yaşamıştır. Nitekim Anadolu M.Ö. 2500 - 700 tarihleri arasında bütün komşuları tarafından hep Hatti ülkesi adı ile anılmıştır. Yine bu nedenle Indo-Avrupa kökenli Hititler de bütün tarihleri boyunca yazılı kaynaklarında Anadolu'yu Hatti Ülkesi olarak anmışlardır. Eski Testament'deki Cheta (Kheta) ile de Anadolu'da oturan halkın kastedildiği sonradan, bu yüzyılın basında Boğazköy tabletlerinin keşfinden ve okunmasından sonra anlaşıldı.
Hatti ülkesi küçük beyliklerden oluşmakta idi. Aynı zamanda en yüksek rahip sıfatını da taşıyan bu kralcıklar çok özgün sanat eserlerinin meydana gelmesini sağlamışlardır. Alacahöyük, Horoztepe ve Mahmatlar gibi Kızılırmak kavsi içindeki bölgelerde bulunmuş olan bu eserler hayvan şeklindeki tanrıları; boğalar fırtına tanrısını; geyikler onun karısı olan tanrı kadın Vuruşemu'yu; kral standartları ise evreni (Universium'u) tasvir etmektedirler. Çoğunlukla bir çift öküz boynuzu üstünde duran bu evren sembolü, Türkiye'de hâlâ yaşayan bir masalın 'Dünya bir öküzün boynuzları üzerinde durur ve öküz başını salladığında deprem olur' biçimindeki inancın kaynağı olmak gerektir.
TROİA II YERLEŞMESİ (M.Ö. 2500- 2000)
Orta tunç çağının Anadolu'daki ikinci büyük kültür merkezini yukarıda da Söylediğimiz gibi Çanakkale'deki Troia 2 yerleşmesi oluşturmaktadır. Troia'yı ilk kazan Schliemann'ın burada bulduğu ve yanlışlıkla Priamos'un hazinesi adını verdiği altından kaplar ve çeşitli ziynet eşyasından oluşup, Berlin Müzesi'ne götürülmüş olan eşsiz eserler ne yazık ki II. Dünya Savaşı'nda ortadan yok olmuşlardır. Bugün bu ünlü hazineden sadece İstanbul Müzesinde küçük fakat çok önemli bir bölüm kalmıştır. Ancak yitirilen altın kapların çok güzel galvanize kopyaları mevcuttur.
H. Schliemann yaptığı kazılar sırasında Troia II 'yi büyük ölçüde tahrip etmiş olmakla birlikte bugün kazı yerinde bu yerleşmenin giriş rampası ve kent duvarı ile büyük megaronların bir bölümü ayakta durmaktadır.
HATTİ - HİTİT BEYLİKLER DÖNEMİ (M.Ö 2000 - 1750)
M.Ö. üçüncü binin sonlarında Kuzey Avrupa'dan sıcak ülkelere doğru olagelen Indoavrupalı kavimlerin büyük göçü sırasında aynı kökten olan Hititler, Kafkasya üzerinden Anadolu'ya geldiler. Ancak Hitit kabilelerinin bu göçü, istiladan çok sızma yolu ile gelişti. O dönemlerde Hatti beyliklerinin egemenliğinde olan Anadolu'da M.Ö. 2. binin ilk çeyreğinde Indoavrupalı kökenli beyliklerin de birdenbire yer aldığını görüyoruz. Giderek Hitit beylikleri çoğalmış ve böylece 1750 sıralarında Anadolu dışardan gelen Hititlerin eline geçerek Hitit Devleti kurulmuştur.
HİTİT DEVLETİ (M.Ö 1750-1200)
Yukarıda anlatıldığı üzere Anadolu'ya M.Ö 2000 tarihlerinde gelen Hint Avrupalı Hititler 1750 tarihlerinde ilk krallıklarını 2. bin ortalarında ise Hitit Büyük Krallığı'nı (Hitit İmparatorluğunu) kurdular.
Hititler M.Ö 15 ve 14. yüzyıllarda yakın doğunun en büyük devletlerinden birini oluşturuyorlardı 13. yüzyılda ise dünya egemenliğini Mısır İle paylaşıyorlardı.
M.Ö 1875'te Hititlerle Mısırlılar arasında Kadeş'te yapılan büyük savaşta Hitit kralı Muvattalli o çağın en güçlü vurucu silahı olan atlı savaş arabalarından 3500 tane kullanarak rakip orduyu bozguna uğrattı. Hattuşili 4 ile Ramses 2 arasında imzalanan muahedenin Hititce metni İstanbul arkeoleji müzesinde sergilenmektedir. Bu belge Dünya tarihinin iki büyük devlet arasında aktedilmiş ilk politik antlaşmasıdır.
Hititlerin ilk merkezlerinden biri olan Kaneş'te (Kayseri yakınındaki Kültepe'de) M.Ö 18. yy da çivi yazısı kullanılmakta idi. Ayrıca halkın anlaması için kendi icatları olan hieroglifleri, yani resimli yazıları da vardı. Böylece Anadolu'da tarihi çağ Mısır ve Mezopotamya'dan 1000 yıl sonra, ilk önce Hititlilerle başlamış bulunuyordu.
Yukarıda Hatti bölümünde Hititlerin Mezopotamyalılar gibi Anadolu'yu 'Hatti ülkesi' adı ile andıklarını ve eski Testamente de zikredilen Khetaların da bu Hatti adında geldiğini söylemiştik. Hitit dilinin çözülmesi sırasında filologlar hep Hatti adına rastladıkları için Hint-Avrupa kökenli olan ve aslında Nesi'ler denmesi gereken bu kavme, eski Testamenteki deyişten de esinlenerek yanlışlıkla Hitit adını taktılar. Hititlere İngilizce 'The Hitites' Almancada 'die Hethister', Fransızcada 'Les Hitites', İtalyancada ' Gli ititi ' denmektedir. Türkçede önceleri 'Eti' sözcüğü kullanılıyordu. Şimdi ise Hitit tabiri yerleşmiş bulunmaktadır.
Hititler, din, mitoloji, töre, örf ve adet ile kültür ve sanatın bütün alanlarında Hattilerin etkisi altında kalmışlar; birçok tanrı adı ile ırmak ve kent adlarını da Hattilerden almışlardır. Örneğin Hitit başkenti Hattuşa'nın aslı Hattice olup Hattuş'tan gelmektedir. 4 büyük Hitit kralının adı olan Hattuşili de aynı kökten kaynaklanmaktadır.
Büyük oranda Hatti ve Mezopotamya etkileri taşıdığı halde Hitit kültürü kendine has ilginç bir karakter sergiler. Tapınakları, özgün bir nitelikte olup, 'kent duvarları ise düşmana saldırı imkanına sahip bir savunma sistemi oluşturmaları bakımından Dünya'da eşsizdirler. Hitit figüratif sanatı da İkonografi bakımından Mezopotamya etkileri göstermekle birlikte orijinal ve ilginç bir sitil yaratmıştır.
Hitit ülkesi yakın şarkta kadını önemli sosyal haklara sahip olduğu ve insan haklarının büyük ölçüde yasa güvencesi altında bulunduğu tek memleketti.
HURRİ UYGARLIĞI
Aşağı yukarı Hititlerle çağdaş olarak Doğu Anadolu'da egemen olan ve Hintli bir krallık ailesi tarafından idare edilen Mitanniler Hurrice konuşuyorlardı. Kendi başına bir tür oluşturan bu dil daha sonra adlarına 13. Yüzyılın ilk yarısından beri rastlanan Urartular (M.Ö 900-600) tarafından da kullanılmıştır. Hititler 13. yüzyılda da büyük ölçüde Hurri etkisinde kalmıştır.
Troia 6 Uygarlığı (M.Ö. 1800 - 1275)
Hitit büyük krallığı ile çağdaş ve üstün düzeyde bir krallık da Çanakkale'de Troia 6 uygarlığını geliştirmiştir. Myken'lerle akraba olan bu kavmin meydana getirdiği yerleşme Homeros'un Ilias destanına sahne olan Ilion kentdir. Troia 6'nın kent duvarı ve megaronları çok iyi korunmuş olup, Türkiye'nin en değerli ziyaret yerlerinden birini oluştururlar. Troia kazılarında bulunan önemli keramik eserler İstanbul Arkeoloji Müzelesi'nde sergilenmektedir.
'Ege Göçü' ve Balkan halklarının Anadolu'yu istilası (MÖ 1200)
MÖ 1200 tarihlerinde olagelen büyük 'Ege Göçü' sonu Balkanlardan gelen Indoavrupalı kavimler önce Troia 6'yı sonra Hattuşa'yı tahrib ederek bu iki özgün kültürlü devletin ortadan kalkmalarına neden olmuşlardır. M.Ö. 1200 den sonra yazı da kullanılmaktan çıkmış, Anadolu bölge bölge 300-400 yıl boyunca kültürden yoksun fakir bir seviyeye düşmüştür. Troia 7b1 bölümde de bulunan elle yapılmış kaba keramikle Troia 7b2'de ele geçen Buckelkeramik söz konusu Balkan kavimlerine ait olup İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.
O. birinci binin ilk yarısında küçük Anadolu Devletleri M.Ö. 2. Binin ilk çeyreğinde olduğu gibi demir çağında da (M.Ö. 1200-700) Anadolu yarımadası çeşitli topluluklara ait büyüklü küçüklü beyliklerin idaresinde idi. Güneydoğu Anadolu'da kısmen Suriye'de olmak üzere Geç Hititler, Doğu Anadolu'da Hurrilerin devamı olan Urartular, Orta Anadolu'da ise Frygler, Lydialılar ve Güneybatı Anadolu'da Kanalılar, ve Lykialılar üstün değerde uygarlıklar kurmuşlardır.
Geç Hitit Beylikleri (M.Ö. 1200 - 700)
Güneydoğu Anadolu'da ve bugünkü kuzey Suriye'de yerleşik olan Geç Hititler büyük oranda Anadolu Hitit kültürünü sürdürmüşlerdir. Giderek Babil, Asur, Aram ve Fenike etkisine girmiş olan Geç Hititler özellikle 8. ve 7. Yüzyıllarda henüz gelişme yolundaki Hellen sanatına büyük ölçüde etkili olmuşlardır.
Urartu Uygarlığı (M.Ö. 900-600)
Doğu Anadolu'da Van bölgesinde ve İran'la bugünkü Rusya'da yerleşik olan Urartular Sami, Hint avrupa ve Hatti dilinden de başka bir dil olan Hurrice'nin bir lehçesini konuşuyorlardı. Krallıkları 8. yüzyılın ortalarında kısa bir süre için Suriye kıyılarına dayanan Urartular özellikle maden işçiliğinde ileri bir düzeyde idiler. Urartu tunç eserleri Frygia ile Etrüsk kentlerinde bulunmuştur.
FRİGYA UYGARLIĞI (M.Ö 750 - 300)
Frigler Troya 6'nın tahribinden sonra Anadolu'ya gelen Balkan kökenli kavimlerden biridir. Ancak siyasal bir topluluk olarak ilk defa M.Ö 750'den sonra ortaya çıkmışlar, Midas döneminde ise (M.Ö 725 - 675) bütün Orta ve Güneydoğu Anadolu'ya egemen güçlü bir Krallık seviyesine ulaşmışlardır. Frigyalılar kısa bir süre içinde Anadolulaşmışlar ve büyük oranda Geç Hitit ve Hellen etkileri altında kalmış olmakla birlikte özgün bir kültür oluşturmuşlardır. Friglerin maden ve ağaç işçiliğinde, dokumacılıkta yarattıkları eserler Helen dünyasına örneklik yapmıştır. Frigler Helenlere ayrıca müzik alanında esinlenme kaynağı olmuşlardır.
LİDYA UYGARLIĞI (M.Ö 700 - 300)
Lidyalıların dili Hint Avrupa kökenli olmakla birlikte M.Ö 2. binden önceki yerli Anadolu dillerinin unsurlarımda taşır M.Ö 7. yüzyılda İon kentlerine zaman zaman egemen olmuşlarsa da büyük ölçüde Helen kültürünün etkisi altında kalmışlardır. Böyle olmakla birlikte yapı işçiliğinde ise onlara örnek olmuşlardır.
KARYA & LİKYA UYGARLIKLARI (M.Ö 700 - 300)
Lidyalılar gibi Karya ve Likyalılar da büyük ölçüde eski Anadolu dillerinden unsurlar taşıyan ancak Hint Avrupalı olan bir lehçe konuşuyorlardı. Karyalılar hakkındaki bilgimiz çok azdır. Buna karşılık Likyalıların Güney Batı Anadolu'da sağlam olarak ayakta duran fevkalade güzellikteki kaya mezarları, Türkiye'nin en göz alıcı anıtları arasında yer alırlar.
İON UYGARLIĞI (M.Ö 1050 - 300)
Eski İzmir kazılarının ortaya koyduğuna göre İon kentleri 1050 sıralarında kurulmuşlardır. 300 yıl boyunca ilkel bir düzeyde tarımcı topluluklar olarak yaşayan İonlar, 8. yüzyılın ikinci yarısında Mısır, Fenike, Asur ve Hitit merkezlerinin etkileri ile gelişmeye başlamışlar, ancak parlak dönemlerinin M.Ö 650 - 545 yıllarında idrak etmişlerdir.
İonların Dünya tarihindeki önemleri özgür düşünce ile özgür bilimsel araştırmanın ilk önce onların kurdukları kentlerde doğmuş olmasından ileri gelmektedir. Özellikle Miletos kentinde doğan filozofları, doğayı ve doğa olaylarını dinsel kurallardan ve boş (batıl) inançlardan sıyrılmış bir davranışla araştırmaya başladılar. Annesi Helen, babası Karyalı Hexamyes olan doğa filozofu Thales başta olmak üzere Anaximondros ve Anaximenes gibi düşünürler. Mısır ve Mezopotamyadan öğrendikleri bilgilere dayanarak bu yeni özgür davranışla, felsefe, matematik, geometri ve astronomi gibi müspet ilimlerin İlk temellerini attılar. Mısır'ı ve Mezopotamya'yı gezmiş olan Thales, o ülkelerde elde ettiği bilgilerle dünya'da ilk defa bir doğa olayını, M.Ö. 28 Mayıs 585 tarihinde olagelen güneş tutulmasını, önceden hesap etti. Bu bilimsel tespit ilk adım oldu: İslâm dünyasında Arap, İran ve Türklerin M.S 9. ve 12. yüzyıllarda geliştirdikleri ilk Rönesans hareketiyle gelişti. Daha sonra Avrupa'da Rönesans çağında ve özellikle l9. ve 20. yüzyıllarda oluşturulan, nihayet Ay'a insan gönderme başarısına kadar uzanan bilimsel araştırmaların ilk adımı oldu.
Bu çağda İonia, şiir ve sanat alanında da Dünya'nın bir numaralı merkezi idi. Gerçekten Efesos'daki 55 x 110 metre boyutlarındaki Artemis tapınağı Dünya'da ilk defa olmak üzere tamamıyla mermerden inşa edili, İon mimarlık düzeni Atina'ya da geçmiş ve sonraları Avrupa'nın ve Amerika'nın çeşitli dönemlerde tekrar etmekten zevk aldığı bir mimarlık düzeni olarak 20. yüzyıl başlarına kadar yaşamıştır.
İon mimarlığının güzel ve iyi korunmuş kalıntıları bugün, Bergama, Sardis, Efes, Priene, Miletos, Didyma, Afhrodisias ve Aizanoi gibi eski kentlerde bütün güzellikleri ile ayakta durmaktadır. İon sanatının heykelleri de Türk müzelerinde korunmaktadır. İon vazoculuğu, Yunanistan'daki yaratıların yanında ikinci plânda kalırsa da taşıdıkları cana yakın mizah üslubu bakımından eşsizdirler.
PERS EGEMENLİĞİ (M.Ö 545 - 383)
Anadolu 6. yy'ın ortasından Büyük İskender'in Anadolu'ya gelişi ve Dara'yı 333 tarihinde İssos da yenmesine değin, İran egemenliği altında kalmıştır. İranlıların bütün Anadolu'yu ele geçirmeleri sonunda İon uygarlığının dünyadaki öncülüğü son bulmuştur. Ancak bazı İran satraplarının bağımsız krallar gibi hareket etmeleri nedeniyle M.Ö 5. yy Sonunda ve 4. yy da özellikle 'aryada, Likya'da ve Propontis de dünya çapında eserler meydana gelmiştir. Bunların en önemlileri Xanthos'daki Nereidler anıtı ile Bodrum'daki Maussoleum idi. Her iki anıtın mimarlık ve heykel eserleri şimdi büyük ölçüde British Museum da olmakla birlikte Bodrum'da da bazı buluntular mevcuttur.
HELLENİSTİK ÇAĞ (M.Ö 333 - 30)
Büyük İskender'in Anadolu'yu İranlıların alinden alıp Hellen kentlerine bağımsızlıklarını kazandırması ile Yarımada yeniden dünya sanatında ön sırada yer aldı. Gerçekten, Assos, Bergama, Magnesia, Efes, Tralleis (Aydın) Miletos ve Didyma gibi kentler yine ön plana geçti ve burada yaratılan mimarlık eserleri büyük ölçüde Roma sanatına da etkili oldu.
ROMA ÇAĞI (M.Ö 30-M.S 395)
Romalılar tuğlaları harçla birbirlerine bağlama (perçinleme) yöntemini geliştirerek inşa ettikleri kemerler, tonozlar ve kubbeler sayesinde geniş hacimli yapılar ortaya koymuşlar ve böylece tarihin ilk büyük mühendislik eserlerini yaratmışlardır. İlk önemli eserler Roma da geliştirilmiş olmakla birlikte, Anadolu da kısa sürede yeni inşa yönteminin büyük bir başarı ile uygulandığı ülke oldu. Batı ve Güney Anadolu'da olduğu gibi Yarımadanın içlerindeki birçok yerde de bayındır kentler gelişti. Bu kentlerin hepsinde Agora, Belediye binası, Gymnasium, Stadium, Tiyatro, Hamamlar ve Çeşmeler gibi birçoğu mermerden yapılmış olan anıtsal yapılar yer alıyordu. Yollar da mermer plakalarla döşeliydi ve iki yanlarında sütunlu revaklar bulunuyordu. Böylece kentliler yazın güneşten ve tozdan, kışın soğuktan ve çamurdan korunuyorlardı. Yarımadanın bütün bölgeleri sağlam ve iyi bakımlı yollar taş köprülerle birbirine bağlanmıştı. Tarihte ilk kez olmak üzere yollarda mesafeleri gösteren mil taşları da vardı. Özellikle M.S 2. yüzyıl süresince Anadolu dünyanın en bayındır ülkelerinden biri idi ve kentlerinin konforu ve güzelliği yönünden Roma ile boy ölçüşecek seviyeye ulaşmıştı. Batı ve Güney Anadolu'da bugün düzinelerce ören yeri Roma çağındaki durumları ile korunmuş olup, ziyaretçilerin hayranlıklarını çekmektedirler.
1965 Nüfus Sayımına göre Türkiye'de kaç kişi hangi dili kullanıyor? :
Kürtçe: 2 milyon 219 bin 502
Arapça: 365 bin 340
Zazaca: 150 bin 644
Çerkesçe: 58 bin 339
Gürcüce: 34 bin 330
Lazca: 26 bin 7
Pomakça: 23 bin 138
Boşnakça: 17 bin 627
Arnavutça: 12 bin 832
Abazaca: 4 bin 563
Acemce: 948
Kırmança: 45
Kırdaşça: 42
Azınlık dilleri:
Rumca: 48 bin 96
Ermenice: 33 bin 94
Yahudice: 9 bin 981
• NATO Susurluk kazası ile ülkemizde yaygın olarak gündeme gelen siyasi cinayet şebekelerinin merkez karargahıdır. Yalnızca ülkemizde değil, bütün Avrupa hatta dünyada karşı devrimci çeteler NATO'nun himayesindedir.
• NATO tek tek ülkelerde ortaya çıkabilecek kitlesel anti-kapitalist ve anti-emperyalist hareketleri silahla bastırmak konusunda hazırlık yürütmektedir. Bu anlamda NATO iç savaş planlaması yapmaktadır. Bu kanlı operasyonların merkez üslerinden birisi Türkiye'de kurulacaktır.
• NATO tekelci basınla, üniversitelerle, siyasi parti ve sivil toplum örgütleriyle tahmin edilemeyecek çap ve nitelikte ilişkilere sahiptir. Yalan haber üretimi, karşı görüştekilerin karalanması, genç kuşakların emperyalist ideolojinin etki alanına çekilmesi, toplumsal yaşamda kritik yerlerde bulunan kişilerin kuşatılması, NATO'nun faaliyetleri arasındadır.
• NATO geçmişte birçok kanlı eyleme imza atmış, çok sayıda savaşın planlayıcısı ve yürütücüsü olmuştur. Örgüt yakın gelecekte yeni silahlı operasyonlara kalkışacağını açıkça ilan etmektedir.
• NATO Türkiye'deki bütün bilimsel çalışmaları denetleyip, olanaklar ölçüsünde kendi bünyesine almaya çalışmaktadır. Üniversitelerin hemen hepsinde NATO'yla ortak proje üretilmektedir. TUBİTAK ve başka bazı kurumlar her geçen gün daha fazla NATO'nun ilgi alanına girmektedir.
• NATO Türkiye'de “denetlenmeyen” üs ve silahlara sahiptir. Bunlara yenilerini eklemek konusunda AKP hükümeti Beyaz Saray'dan talimat beklemektedir.
• NATO bir suç örgütüdür. Bu örgüt binlerce karşı devrimci sabotaj, süikast ve adam kaçırma gibi faaliyetler konusunda eğitmiştir. Örgütün çeteleri finanse etmek için uyuşturucu kaçakçılığı ağı kurdurduğu da belgelerle ortaya çıkmıştır. Bütün bunlar sermaye sınıfı rahat etsin diyedir.
Büyükşehirlere olan yoğun göç nedeniyle son iki kuşak laz tarafından konuşulamayan ama doğu karadeniz kıyılarında, pazar (atina) , ardeşen (artejeni) , fındıklı (vi3e) , arhavi (arxavi) , ve hopa (xopa) 'da, ayrıca göçler sonucu 1800'ler sonu ve 1900'ler başında yerleşilmiş olan batı karadeniz kasabaları ve ilçelerinde, kaynaşlı, akçakoca ve bakacak'ta, sakarya ve kocaeli illerinde dağınık yerleşim yerlerinde konuşulan güney kartveli dil ailesinden, yazılı geçmişi bulunmayan fakat son yıllarda büyük gelişim kaydetmiş dil.
Bana kalırsa dünyayı sadece 'maddi' yorumlarla anlama girişimleri, eksik ve büyük ihtimalle de yanlış olmaya mahkumdurlar.
Gayet tabii ki ekonomik 'alt yapıya' dayalı sınıf mücadeleleri, emperyalist güç savaşları dünyayı anlamada önemli kavramlardır.
Ancak insanlar, ölümleri pahasına, canlarını ortaya koyarak, büyük tehlikeleri göze alarak sadece maddi amaçlar için mücadele edemezler.
Onları ateşleyen bir 'inanç', yaşamı kendilerine göre anlamlandırmaya yarayan bir nihai manevi amaç mutlaka olmalıdır.
Bu nedenle insanlık tarihini anlamak için mutlaka dinleri de iyi anlamamız, uzmanlık düzeyinde olmasa da teoloji konusunda bilgilenmek için uğraşmamız gerekiyor.
Bununla da yetinmeyip, ezoterik düşüncenin, batini inançların da gelişimini, anlamaya çalışmamız lazım.
Benim inancım o ki şu son derece maddi çıkarlara yönelik olarak gözüken Irak Savaşı'nı bile hayatın bu boyutundan habersiz olarak anlamamız mümkün değildir.
Dünyanın tarihi kendi inançları doğrultusunda insanlığa hükmetmeye çalışan yarı gizli örgütlerinin de tarihidir bir yönüyle.
Ve bazı bilgilerin gizlenmesiyle birlikte bu gizli bilgiler kullanılarak ilerde tarihin yeniden yazılacağı yolunda inançlar da yaratılmıştır bu dünyada.
Ben elimden geldiğince bu dünyayı anlamlandırmak, anlamak için durmadan okuyorum. Bugün de sizlere daha önce söz verdiğim gibi bir okuma önerisi listesini yayınlayacağım.
Bunların 'farklı dünyalara giriş' için çok iyi bir başlangıç olacağını düşünüyorum.
* * *
1-'Foucault Sarkacı', Umberto Eco
2-'The Secret Teachings of All Ages' Manly Palmer Hall
Savaş Süzal, çok uzun yıllardır Washington'da yaşayan (2 yılı aşkın süreyle ben de Washington'da aynı işi yaptım) , birçok gazetenin Washington temsilciliğini yürüten değerli bir gazetecidir, Savaş Bey ilaveten 'www.habergazete.com' adresinde bir elektronik gazete de hazırlıyor. Dün bu sitede çok önemli bir haber yayınlandı, yakın geleceğimiz adına ipuçlarının yer aldığı gizli bir toplantı haberi, aynen aktarıyorum, kayda geçin ey okur;
- 28 Mayıs'ta ABD Dışişleri Bakanlığı'nda düzenlenen, beş uzmanın katıldığı 'gizli' toplantıda Kerkük'ün Kürtlere bırakılması ve Kürt devleti konusunda AKP hükümeti ile TSK'nın neler düşüneceği-tepkilerinin ne olacağı tartışıldı.
- Toplantıya katılan beş uzmandan üçünün Musevi asıllı olduğu, birinin Ulusal Savunma Enstitüsü'nde Irak uzmanı, ötekinin adı az bilinen bir üniversitede öğretim üyesi ve bir zamanlar PKK lideri ile görüşme talebinde bulunduğu ve diğerinin de ABD Kongresi'nde bir komisyonun yetkilisi olması dışında fazla bilgi vermek istemiyoruz. Yuvarlak masa etrafına toplanan bu kişiler konularında görüşlerini belirttikten sonra orada hazır bulunan 25 yetkilinin sorularını yanıtladılar. Tartışma sırasında yanıt aranan sorular şunlardı;
- SORULAR 1- Kerkük, Kürt eyaleti içinde kalırsa Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tepkisi ne olur? 2- Kürt milliyetçiliğine İslami çevrelerin bakışı ne? 3- AKP'nin İslam-Kürt milliyetçiliğine yaklaşımı nedir? 4 - AKP'nin TSK ile birlikte bölgedeki bir Kürt devletine yaklaşımı ne olur? 5- AKP'nin Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt devletine bakışı ne olabilir? 6- AKP içindeki Kürt asıllıların Başbakan Erdoğan üzerindeki etkileri nedir? 7- Ve yaklaşan ekonomik kriz içinde AKP'nin geleceği ne olur? (Yaklaşan ekonomik kriz vurgusunu özellikle kayda geçiniz)
- Ve ayrıntılar; gizli toplantıda Kerkük'ün Kürt eyaleti içinde kalmasının Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tepkisine yol açabileceği ve bu tepkinin Türk askerinin ABD'ye duyduğu güvensizliği daha da derinleştirebileceği vurgulandı. ABD'nin Kürtler yanında yer almaya devam etmesi halinde, TSK'nın güvenini tamamen kaybedilebileceği, bu nedenle Amerika'nın konuyla ilgili politikasını açıkça 'yürütme-me-si' önerildi.
- AKP'nin 'keskin-net' bir Irak politikası olmamasının parti içindeki hassas etnik dengeleri bozmamak amacına yönelik olduğuna işaret edilirken, AKP içindeki dinamiklerin Irak'taki gelişmeler yüzünden partiyi zor durumda bırakabileceği kaydedildi. Örneğin; partinin bu nedenle Türkmenlere yapılan baskıları gündeme taşıma-maya çalıştığı söylendi.
- Gizli toplantıda Erdoğan'ın en yakınındaki isimlerin Kürt milliyetçiliği bilincinin yüksek olduğu, bunlardan Mir Dengir Fırat'ın parti içindeki ikinci adam ve siyasi işlerden sorumlu olduğu, ikinci yardımcı Adana Milletvekili Ömer Çelik'in de Başbakan üzerinde de büyük etkiye sahip olduğu, üçüncü yardımcının da iş dünyasıyla ilişkileri düzenleyen Cüneyt Zapsu olduğu belirtildi.
- Gizli toplantıda ayrıca İlnur Çevik ve Cengiz Çandar'a göre AKP hükümetinin Kürt Federasyonuna karşı olmadığı, asker ve MGK zorlamalarıyla Kürt etnik federasyonuna karşı çıkmak zorunda kaldığı ifade edildi.
- Evet, 28 Mayıs'ta Washington'da- ABD Dışişleri Bakanlığı'nda yapılan 'toplantı notları böyle, yorumunu da artık sizin 'yüksek bilincinize' bırakıyorum sevgili okur.
sosyalizm
10.06.2004 - 10:23Yarin yanağından gayrı, herşeyde ve heryerde hep beraber.(Şeyh Bedreddin)
sosyalizm
10.06.2004 - 10:20Tam anlamıyla Marksist olmayan Sosyalist görüşlerde vardır.Hatta SSCBdeki düzen dahi tam olarak Marksist değildi.(Özellikle Stalin öneminde) Ama tüm sosyalist hareketlerin kaynaklarından biri elbette Marks'tır.Ancak Marks'tan önce de sosyalizm vardı.(Bakınız:Thomas More, Platon...)
Bugün ülkemizde en büyük yanılgılardan biri 'tüm sosyalistlerin din düşmanı-dinsiz' olduğu yanılgısıdır.
ata demirer
10.06.2004 - 10:08ilk olarak Cem Özer'in programında konuk olarak görüldü.Daha sonra stand-up gösterileriyle duyduk ismini.Ve 'Korsan TV' de Niyazi Gül, Şükrü Sus, Akın İpekçe, Bülent abla tiplemeleriyle sevdik onu.Ve son olarak 'Avrupa Yakası' adlı dizide bizi çok güldürüyor.Çok yetenekli, özellikle mimikler ve anında espri üretebilme konusunda.
emperyalizm
10.06.2004 - 09:47Birgün bu toprağın çocukları, asker çocukları, imam hatiplisi, hepsi bu tartışmları önlerine koyanların İSRAİL ve ABD olduğunu öğrenecek.Ve Kulelili'si, Harbiyeli'si, bir Cumhuriyet bayramında koşarak imam hatipli kardeşlerine sarılacak.Yüzyıllık Batının oyununu bir kucaklaşmayla sona erdirecek.Bayram o gündür...
Bu saçma tartışmalar yüzünden 70 milyon halk henüz bu çocuklara, bu ülkenin en devasa sorununun işsizlik, eğitim, sağlık sigortaları olduğunu anlatacak fırsat bulamadı.Açlığına yoksulluğuna feryadına ortak olacak bir gençlik bulamadı.
Nihat Genç (Leman dergisi-4 haziran 04)
imam hatip liseleri
10.06.2004 - 09:46Birgün bu toprağın çocukları, asker çocukları, imam hatiplisi, hepsi bu tartışmları önlerine koyanların İSRAİL ve ABD olduğunu öğrenecek.Ve Kulelili'si, Harbiyeli'si, bir Cumhuriyet bayramında koşarak imam hatipli kardeşlerine sarılacak.Yüzyıllık Batının oyununu bir kucaklaşmayla sona erdirecek.Bayram o gündür...
Bu saçma tartışmalar yüzünden 70 milyon halk henüz bu çocuklara, bu ülkenin en devasa sorununun işsizlik, eğitim, sağlık sigortaları olduğunu anlatacak fırsat bulamadı.Açlığına yoksulluğuna feryadına ortak olacak bir gençlik bulamadı.
Nihat Genç (Leman dergisi-4 haziran 04)
laiklik
10.06.2004 - 09:44Birgün bu toprağın çocukları, asker çocukları, imam hatiplisi, hepsi bu tartışmları önlerine koyanların İSRAİL ve ABD olduğunu öğrenecek.Ve Kulelili'si, Harbiyeli'si, bir Cumhuriyet bayramında koşarak imam hatipli kardeşlerine sarılacak.Yüzyıllık Batının oyununu bir kucaklaşmayla sona erdirecek.Bayram o gündür...
Bu saçma tartışmalar yüzünden 70 milyon halk henüz bu çocuklara, bu ülkenin en devasa sorununun işsizlik, eğitim, sağlık sigortaları olduğunu anlatacak fırsat bulamadı.Açlığına yoksulluğuna feryadına ortak olacak bir gençlik bulamadı.
Nihat Genç (Leman dergisi-4 haziran 04)
siyonizm
09.06.2004 - 16:12ayrıca bakınız: Masonluk, Tapınak şovalyeleri, Yeni Dünya Düzeni...
mossad
09.06.2004 - 16:11Başkan Kennedy'nin katili.
masonluk
09.06.2004 - 16:02Masonluk Ve Sembolizim:
Semboller masonlukta çok büyük önem taşır. Masonlar, felsefelerini, gerçek manalarını sadece kendi üyelerine açıkladıkları semboller aracılığıyla ifade ederler. 1'den 33'e kadar dereceli masonik hiyerarşi içinde kademe kademe yükselen mason, her derecede masonik sembollerin yeni anlamlarını öğrenir. Böylelikle masonik felsefenin derinliklerine aşama aşama ulaşır.
Sembolizmin bu işlevi, Mimar Sinan dergisindeki bir makalede şöyle açıklanmaktadır: 'Hepimiz biliyoruz ki, masonluk fikir ve ideallerini birtakım semboller ve hikayelerle yani birtakım alegorilerle ifade etmektedir. Bu hikayeler hep tarihin ilk çağlarına, hatta diyebiliriz ki, Prehistorik devre ait efsanelere dayanmaktadır. Bu suretledir ki, masonluk hem ideallerinin eskiliğini belirtmiş hem de zengin bir sembol kaynağı kazanmış olmaktadır....'
Masonluğun 'tarihin ilk çağlarına' uzanan sembol ve efsanelerinin içinde, Eski Mısır kavramları başta gelir. Mason localarının dört bir yanında ve masonik yayınlarda sık sık Eski Mısır sembollerine, piramit, sfenks çizimlerine, hiyeroglif yazılarına rastlamak mümkündür. Mimar Sinan dergisindeki bir yazıda, 'masonluğun en eski kökeni' hakkında şöyle söylenmektedir: 'En eski' olarak Mısır'ı seçersek sanırım ki yanılmış olmayız. Ayrıca, masonluğa en yakın ve benzer merasim, derece ve felsefenin eski Mısır'da bulunuşu da, dikkatlerimizi öncelikle oraya çekmektedir.'
Yine Mimar Sinan'daki 'Masonluğun Sosyal Kaynakları ve Amaçları' başlıklı bir makalede şöyle yazılıdır:
'Eski çağlarda Mısır'da Menphis mabedinde büyük bir titizlikle ve ihtişam ile yapılan ve çok uzun süren tekrislerin oluşunda masonik merasime benzeyen benzerlikler çoktur.'
Eski Mısır-masonluk bağlantısına dair bazı örnekleri sırasıyla inceleyelim.
Çift Sütun:
Mason localarının değişmez dekorlarından biri, locanın girişinde yer alan ikiz sütunlardır. Üzerlerine 'Jakin' ve 'Boaz' kelimeleri kazınmış olan bu sütunlar, Hz. Süleyman Tapınağı'nın girişinde yer alan iki sütunun taklidi olarak bilinir. Oysa gerçekte bu sembolde de masonların kastı, bir peygamber olan Hz. Süleyman'ı anmak değil, Hz. Süleyman hakkında üretilen iftira yoluyla, ilham aldıkları pagan inançları ifade etmektir. Bu sütunların kökeni de yine Eski Mısır'dır. Mimar Sinan dergisindeki 'Ritüellerimizdeki Allegori ve Semboller' başlıklı makalede bu konuda şu açıklama yapılır:
'Örneğin Mısır'da Horus ve Sut göklerin ikiz mimarı ve dayanağı idiler. Hatta Tebai'deki Baccus da öyleydi. Localarımızdaki iki sütun da Eski Mısır kaynaklıdır. Mısır'daki bu sütunların biri güneyde Thebes şehrinde, diğeri kuzeyde Heliopolis'tedir. Mısır'ın baş tanrısı Ptah'a adanmış Amenta isimli tapınağın girişinde Solomon tapınağının girişinde olduğu gibi iki sütun vardı. Güneşle ilgili en eski mitlerde de sonsuzluğun giriş kapısı önünde dikili akıl ve kuvvet isimli iki sütundan bahsedilir.'
Gözün Altındaki Piramit
Dünyadaki en ünlü masonik sembol, büyük olasılıkla, 1 dolarlık Amerikan banknotunun üzerinde yer alan ABD mührüdür. Mühürde yarım bir piramit ve bu piramitin tepesine oturtulmuş bir 'üçgen içinde göz' sembolü yer alır. 'Üçgen içinde göz' mason localarının değişmez sembolüdür ve adeta masonluğun bir numaralı alameti durumundadır. Masonluk konusunu ele alan kaynakların büyük bölümü, bu gerçeğe vurgu yaparlar.
Üçgen içindeki gözün altındaki piramit nispeten daha az dikkat çekmiştir. Oysa bu piramit de son derece anlamlıdır ve masonluğun felsefesini tanımlamak bakımından oldukça açıklayıcıdır. ABD mührü hakkında bir doktora tezi hazırlayan
Amerikalı akademisyen Robert Hieronimus'un bu konuda verdiği önemli bilgiler vardır. Hieronimus'un tezi 'Amerikan Büyük Mührü'nün Arka Yüzünün Tarihsel Bir Analizi ve Hümanist Psikoloji İle İlişkisi' başlığını taşımaktadır. Tezde, mührü benimseyen ABD kurucularının mason olduklarına, bu nedenle hümanist felsefeyi benimsediklerine vurgu yapılmakta ve mühürde de bunu yansıttıkları bildirilmektedir. Bu hümanist mesajların Eski Mısır ile olan bağlantısı ise, mührün merkezindeki piramit tarafından simgelenmektedir. Piramit, Mısır'daki Firavun mezarlarının en büyüğü olan Keops Piramidi'nin bir tasvirinden ibarettir.
Mozart'ın Sihirli Flüt'ü
Masonların tarihindeki ilginç hikayelerden biri, ünlü besteci Mozart'ın 'Sihirli Flüt' operasıdır. Mozart bir masondur ve bu bestesinin pek çok yerinde masonik mesajlar verdiği kabul edilmektedir. İşin ilginç yanı, bu masonik mesajların Eski Mısır'ın pagan (putperest) inançları ile yakından ilgili olmasıdır.
Masonik bir yayın olan Mimar Sinan dergisinde konu şöye açıklanır:
'Bilindiği gibi, masonik ritüellerin Antik Mısır ritüelleri ile belli bağlantıları vardır. Sihirli Flüt üzerinde çalışanlar da her ne kadar 'uzak doğu ile ilgili bir masal' olarak konuyu ele aldılarsa da, temelde Mısır ritüelleri vardı. Mısır mabedlerindeki tanrılar ve bunların karşıtları olan tanrıçalar Sihirli Flüt'ün de karakterlerinin oluşmasında etkili oldular.'
Localardaki Mısır Dili
İngiliz mason yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas da The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında masonluğun Eski Mısır kökenine dikkat çekerler. Bu konuda verdikleri ilginç bilgilerden biri, üstad mason seviyesine yükselen masonlar için yapılan törende kullanılan sözcüklerdir. Sözcükler şöyledir:
'Ma'at-neb-men-aa, Ma'at-ba-aa'
Knight ve Lomas, bu sözcüklerin çoğu zaman anlamı düşünülmeden kullanıldığını, ancak gerçekte Eski Mısır dilinde olduklarını ve şu anlama geldiklerini açıklarlar:
'Kurulu olan duvarcı ustalığı uludur; duvarcı ustalığının ruhu uludur.'
Yazarlar, Eski Mısır dilindeki 'Ma'at' kelimesinin tam olarak 'duvarcılık' anlamına geldiğini ve bunun en uygun tercümesinin de 'masonluk' olduğunu söylemektedirler. Bunun anlamı, günümüz mason localarında, binlerce yıl önce ölmüş olan Mısır dilinin hala kullanıldığıdır.
Altı Köşeli Yıldızın Masonik Anlamı:
Masonluğun bir diğer ünlü sembolü, içiçe geçmiş iki üçgenden oluşan altı köşeli yıldızdır. Aynı zamanda Yahudilerin geleneksel sembolü olan bu figür, İsrail Devleti'nin bayrağında da yer almaktadır. Mührün ilk kez Hz. Süleyman tarafından kullanıldığı kabul edilir. Dolayısıyla da bir 'peygamber mührü' olan altı köşeli yıldız, Rahmani bir semboldür. Ancak bu konuda masonların farklı bir düşüncesi vardır. Onlar, altı köşeli yıldızı, bir peygamber olan Hz. Süleyman'ın sembolü olarak değil, Eski Mısır'ın putperest kültürünün sembolü olarak benimsemişlerdir. Mimar Sinan dergisindeki 'Ritüellerimizdeki Allegori ve Semboller' başlıklı bir makalede bu ilginç gerçek şöyle açıklanır:
'Eşkenar üçgen, üç noktayı eşit uzaklığa dikerek bu değerlerin eşdeğer oluşunu işaret eder. Masonluğun da benimsediği ve Davut'un yıldızı diye bilinen iç içe geçmiş iki eşkenar üçgen, yani hegzagram; bugün Yahudiliğin sembolü olarak bilinir ve İsrail'in bayrağında yer alır. Ama aslında bu sembolün başlangıcı eski Mısır'dır… Bu amblemi ilk olarak tampliye şövalyeleri yaptırdıkları kiliselerde anlamlı bir duvar süslemesi olarak kullanmaya başladılar. Çünkü Kudüs'te Hıristiyanlıkla ilgili önemli gerçekleri ilk keşfedenler onlardı. Tampliyeler alaşağı edildikten sonraki yıllarda, bu amblem bu sefer sinagoglarda kullanılmaya başlandı. Ama masonlukta biz bu amblemi şüphesiz eski Mısır'daki ilk evrensel anlamıyla kullanıyoruz. Bu anlamda da iki önemli gücü birbiriyle kaynaştırıp birleştirmiş oluyoruz. Bu iki eşkenar üçgenin alt ve üst tabanlarını silerseniz, karşınızda çok iyi tanıdığınız bu nadide sembolü bulursunuz.'
Aslında masonların Hz. Süleyman Tapınağı ile ilgili tüm sembollerini bu mantıkta yorumlamak gerekir. Hz. Süleyman, Kuran'da bildirildiği üzere, kendisi aleyhinde iftiralar uydurulmuş, sanki inkara düşmüş gibi gösterilmek istenmiş bir peygamberdir. Ayette, 'Ve onlar, Süleyman'ın mülkü hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti...' (Bakara Suresi, 102) şeklinde buyrulur.
Masonlar ise, Hz. Süleyman hakkındaki söz konusu çarpık bakış açısını benimsemiş, onu Eski Mısır'dan gelen pagan öğretilerin temsilcisi saymış ve bu nedenle Hz. Süleyman'a kendi öğretileri içinde büyük bir yer ayırmışlardır. Amerikalı tarihçi Michael Howard The Occult Conspiracy adlı kitabında, Ortaçağ'dan bu yana, Hz. Süleyman'ın (kendisini tenzih ederiz) sanki bir büyücüymüş gibi algılandığının görüldüğünü, birtakım pagan fikirlerin Yahudilik içindeki temsilcisi olarak kabul edildiğini anlatmaktadır. Howard bu bakış açısı nedeniyle masonların Hz. Süleyman mabedini bir 'pagan tapınağı' olarak algıladıklarını ve bu yüzden tapınağa önem verdiklerini belirtmektedir.
Hz. Süleyman Allah'a karşı son derece bağlı ve itaatli bir kul ve kutlu bir peygamberdir. Dolayısıyla Hz. Süleyman hakkında üretilmiş olan bu yalan iddialar, masonluğun gerçek kökenini göstermesi açısından önemlidir.
Obeliskler:
Masonların önem verdikleri sembollerden biri de, Eski Mısır mimarisinin önemli unsurlarından biri olan 'obelisk'tir. Obelisk, tepesi piramit şeklinde olan, tek parça, dikine uzun bir kuledir. Çoğu okurun tanıyacağı bir obelisk, İstanbul'un Sultanahmet meydanında bulunan ve turistlerin büyük ilgisini çeken 'dikilitaş'tır. Üzerlerinde Eski Mısır'ın hiyeroglif yazıları kazınmış olan obeliskler, asırlar boyu toprak altında gizli kaldıktan sonra 19. yüzyılda gün ışığına çıkarılmış ve daha sonra da New York, Londra ve Paris gibi batılı kentlere taşınmışlardır. Obelisklerin en büyüğünün gönderildiği ülke ise ABD'dir ve bu işi masonlar organize etmişlerdir. Çünkü obeliskler ve üzerlerinde taşıdıkları Eski Mısır figürleri, masonlarca kendi sembolleri olarak kabul edilmektedir.
Mimar Sinan dergisinde, New York'taki 21 metre boyundaki büyük obelisk için şu yorum yapılır:
'Mimari avadanlığın sembolik kullanılışında en canlı misal 1878 yılında Mısır Hidîvi İsmail tarafından ABD'ne hediye edilen ve adına Kleopatra iğnesi denilen anıttır. Bu anıt bugün New-York'taki Central Park'ta bulunmaktadır. Üzeri masonik amblemlerle doludur. Anıt aslında Heliopolis'te Güneş-Tanrı adına kurulmuş olan ve bir inisiasyon merkezi olan tapınağın girişine MÖ 1500 yıllarında dikilmiş bulunmakta idi.'
İsis Efsanesi Dul Kadın:
Masonluğun sembolleri arasında yer alan önemli bir kavram da 'dul kadın' tasviridir. Masonlar kendilerini 'dul kadının çocukları' olarak tarif eder ve yayınlarında 'dul kadın' resimlerini sık sık kullanırlar. Peki nedir bu kavramın kökeniş 'Dul kadın' gerçekte kimdir?
Masonik kaynaklar incelendiğinde, dul kadın sembolünün de Eski Mısır kökenli bir efsane olduğunu ortaya çıkar. Söz konusu efsane, Eski Mısır'ın en ünlü mitlerinden biri olan 'Osiris-İsis' hikayesidir. Osiris, Eski Mısırlıların 'bereket tanrısı' olarak kabul ettikleri hayali bir erkek tanrıdır. İsis ise Osiris'in eşidir. Efsaneye göre Osiris bir kıskançlık cinayetinin kurbanı olmuş ve İsis dul kalmıştır. İşte masonların 'dul kadını', bu İsis'tir. Mimar Sinan dergisindeki bir makalede konu şöyle açıklanmaktadır:
'Sık sık makalelere ve konferanslara konu olan Osiris-İzis menkıbesi, Mısır mitolojisinin masonluğa en yakın olan mitidir. İzis mabedinin rahipleri arasına katılabilmek için geçirilen imtihan, masonluktaki tekrisin ta kendisidir. Bir kere daha tekrarı gereksiz ve sıkıcı olacaktır. Orada ışık (nur) en önemli unsurlardan biridir: şarkın karanlıklarına (zulmet) gömülmek için öğleden itibaren alçalmaya başlayan sabah güneşi, tanrı Osiris'in görevini her gün yeniden üstlenir; tıpkı öldürülen babasının yerine daha parlak şekilde geçen Horus gibi. Nihayet evladı olduğumuz 'dul kadın' Osiris'in dul eşi İzis'den başkası değildir.'
Görüldüğü gibi, kendisini 'akıl ve bilimin yolunda' gibi gösteren masonluk, aslında sayısız batıl inançla dolu bir 'hurafeler öğretisi'dir.
Gönye ve Pergel:
Mason sembolleri içinde en çok bilineni ise iç içe geçmiş bir gönye ve pergelden oluşan kompozisyondur. Masonlar kendilerine sorulduğunda bu sembolün bilim, geometrik düzen, akılcılık gibi kavramları simgelediğini belirtirler. Ancak
tüm zamanların en büyük mason üstadlarından biri sayılan Albert Pike'ın Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabında bu konuyla ilgili olarak şöyle yazmaktadır: 'Bu, Aryanlar'daki Brahman ve Maya inançlarında veya Mısır'daki Osiris ve İsis efsanesinde olduğu gibi, kutsallığın ikili bir doğası olduğu düşüncesini sembolize eder. Örneğin Güneş erkek, Ay ise dişi bir doğaya sahiptir.'
Bu, masonların en ünlü sembolü olan gönye-pergelin, aslında yine Eski Mısır'dan veya Hıristiyanlık öncesi Aryan inançlarından kaynaklanan pagan bir hurafenin işareti oluşudur. Pike'ın alıntısında geçen Ay ve Güneş sembolleri de mason localarında yer alan önemli sembollerdendir ve bunlar Ay'a ve Güneş'e tapınan antik pagan toplumların batıl inançlarının ifadesinden başka bir şey değildir.
emperyalizm
09.06.2004 - 11:38'Emperyalistler, tuzağa düşürmek istedikleri ülkeleri kültürleriyle fethetmez, kültürsüzleştirerek, 'kültürsüzlüklerine inandırarak' yok ederler..'
Cemil MERİÇ
sömürge
09.06.2004 - 11:36bir devletin egemenliğini başka topraklar ve halklar üzerinde kurması ya da genişletmesidir. sömürgeciliğin tarihi çok eskilere gitmektedir. ilkçağların devletleri de çevrelerindeki güçsüz ülkelerin kaynaklarından yararlanmak için onları sömürgeleştirirlerdi. daha sonra, 15. yüzyılın sonlarında başlayarak çeşitli avrupa devletleri dünyanın geniş alanlarını keşif, fetih, ilhak ve iskan etmeye başlamışlardır. bu, 15. yüzyıldan beri avrupa tarihinin önemli bir özelliğidir. sömürgeciliğe çok yakın olan emperyalizm sömürgeciliğin bir biçimidir. emperyalizm, avrupa'nın büyük devletlerinin 19. yüzyılın ikinci yarısında öteki kıtalar üzerinde genişlemelerine verilen addır.
ilber ortaylı
08.06.2004 - 17:11'Milliyet Pazar'da da yazmakta.
ilber ortaylı
08.06.2004 - 17:081947 yılında Avusturya'da doğdu. Ankara Atatürk Lisesi, Ankara üniversitesi Siyasal Bilgiler fakültesi idari şube ve dil tarih coğrafya fakültesi, Yeniçağ tarihi bölümü'ni bitirdi. Viyana üniversitesi'nde Slavistik ve Orientalistik bölümü'nde okudu. Chicago üniversitesi Tarih bölümünden yüksek lisans diploması aldı. 1979 yılında Doçent, 1989 yılında Profesör oldu. Paris, Princeton, Moskova, Berlin, Viyana gibi dünyanın en ünlü üniversitelerinde misafir Profesörlük yaptı. Yerli ve yabancı dergilerde 'şehirler ve idare tarihi' üzerine makaleleri bulunuyor. Prof. Dr. Ortaylı CİEPO (Uluslararası Osmanlı Çalışmaları Topluluğu) başkan yardımcısı ve Avrupa İranoloji Cemiyeti üyesidir.
Eserleri:
Tanzimattan cumhuriyete yerel yönetim geleneği,
Türkiye idare tarihi,
Osmanlı imparatorluğu'nda alman nüfuzu,
Gelenekten geleceğe,
İmparatorluğun en uzun yüzyılı,
İstanbul'dan sayfalar,
Studies on ottoman transformation,
Hukuk ve idare adamı olarak osmanlı devleti'nde kadı,
Türkiye'nin idare tarihi'ne giriş,
Osmanlı toplumunda aile.
fetih politikaları
08.06.2004 - 16:58' Fatih ve Fetih ' Yazar:Erdoğan Aydın.
anadolu
08.06.2004 - 16:39Tarih Öncesi Çağlar
Paleolitik Çağ (M.Ö. 600.000-8000)
İnsanın yavaş yavaş gelişmeye başladığı bu ilk uygarlık çağı Buzul Devri'ne rastladı. Yarım milyon yılı aşan bu uzun devre boyunca insan henüz üretime geçmemiş olup, doğada buldukları ile geçinen mağara ve ağaç kavuklarında barınan doğadaki taşlardan avlanma aletleri yapan ilkel bir durumdadır.Buzul Dönemi'nin izlerini Anadolu'da da bulmak mümkündür. Antalya çevresindeki Karain, Beldibi ve Belbaşı Mağaraları bu dönemin sonlarında (M.Ö 20.000-8000) kullanılmışlardır. Karain, Beldibi ve Belbaşı'nda bulunan eserlerin bir kısmı Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Karain Müzesi'nde sergilenmektedir.
Neolitik Çağ (M.Ö. 8000-5000)
İnsanoğlu bundan 40 bin yıl önce, bugünkü fizik yeteneklerine ulaşmaya başladığı ve ateş yakmasını da öğrendiği halde uygar denebilecek duruma ancak on iki bin yıl önce yerleşik hayat şekline geçmesiyle ulaşabilmiştir. Yerleşik olmak insana mal ve zahire biriktirme imkanları sağladı. Dünyanın bir çok yerinde bu çağdan kalma küçük yerleşmeler gün ışığına çıkarılmıştır. Bunlardan en ileri düzeyde olan ikisi Orta Anadolu'da Konya dolaylarındaki Çatalhöyük yerleşmeleridir. Çatalhöyük'te insanoğlu daha M.Ö. 7. ve 6. binlerde duvarları renkli resim ve renkli kabartmalarla kaplı kerpiçten evlerde oturuyor, odalarını pişmiş topraktan renkli vazolar ve heykelciklerle süslüyordu. Heykelciklerin büyük bir bölümü çıplak bir tanrı kadını, toprak anayı, tasvir etmektedir. Duvarcılar ve çeşitli meslek erbabı obsidyandan yapılmış aletleri kullanıyorlardı, çiftçiler öküzlerle sürdükleri tarlalarda buğday, arpa ve mercimek yetiştiriyorlardı. İş adamlarının pişmiş topraktan mühürleri, kadınların cilalanmış obsidienden aynaları vardı. Çatalhöyüklüler'in sofralarında ekmek, sebze ve meyveden başka keçi ve koyun eti de yer alıyordu. Evlerini, evcil hale getirdikleri köpekler koruyordu. Bu evlerden birinin duvarında patlama halinde bir yanardağın, muhtemelen Hasan Dağı'nın tasviri bulunuyordu. Bu eser, sanat tarihinin bu güne kadar bilinen en eski manzara (paysage) resmi olup, sözü edilen öteki buluntularla Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir. Müzede ayrıca evlerden birisinin 'kült odası' orjinal şekline yakın hali ile yer almaktadır.
Kalkolitik Çağ (M.Ö. 5000-3000)
Kalkolitik Çağ'da, yani Maden - Taş çağında, Anadolu bir duraklama dönemi geçirir. Bu iki bin yıl içinde de güzel keramik örneklerine rastlanırsa da Mısır ve Mezopotamya yanında Anadolu artık geri kalmış bir ülkedir.
Tunç Çağı (M.Ö.3000-2000)
Bakır, çinko ve kalayın karışımı ile elde edilen tunçtan eserlerin ortaya çıktığı çağda Anadolu bir ölçüde olsun canlanmaya başlar. Troia II yerleşmesi erken Tunç Çağı'nın (M.Ö. 3000-2500) Anadolu'daki en parlak merkezidir; ancak Mısır'da ve Mezopotamya'da yazının kullanıldığı bir dönemde Anadolu hâlâ geri kalmış durumdadır.
Anadolu 2500 yılı bulan bir duraklamadan sonra ilk önce Orta Tunç Çağı'nda (M.Ö. 2500-2000) yeniden gelişmeye başlar. Her ne denli yazı kullanmıyorlarsa da Orta ve Güneydoğu Anadolu'daki Hatti Uygarlığı ile kuzeybatı Anadolu'daki Troia II yerleşmesi dünya medeniyetinde müstesna bir yer alırlar.
HATTİ UYGARLlĞl (M.Ö. 2500 - 2000)
Hitit metinlerinde kalıntılarına rastladığımız Hatti dili kendine öz bir yapıya sahip olup, kendisi ile çağdaş olan dillerden hiç biriyle benzerlik göstermez. Hattiler Mezopotamya etkileri taşımakla birlikte sanat ve genellikle maddi kültür yönünden güçlü bir özgünlük gösterirler. Din, töre, mitoloji ve sanat bakımından büyük bir varlık sergileyen Hattilerin etkileri Anadolu'da iki bin yıla yakın bir süre boyunca yaşamıştır. Nitekim Anadolu M.Ö. 2500 - 700 tarihleri arasında bütün komşuları tarafından hep Hatti ülkesi adı ile anılmıştır. Yine bu nedenle Indo-Avrupa kökenli Hititler de bütün tarihleri boyunca yazılı kaynaklarında Anadolu'yu Hatti Ülkesi olarak anmışlardır. Eski Testament'deki Cheta (Kheta) ile de Anadolu'da oturan halkın kastedildiği sonradan, bu yüzyılın basında Boğazköy tabletlerinin keşfinden ve okunmasından sonra anlaşıldı.
Hatti ülkesi küçük beyliklerden oluşmakta idi. Aynı zamanda en yüksek rahip sıfatını da taşıyan bu kralcıklar çok özgün sanat eserlerinin meydana gelmesini sağlamışlardır. Alacahöyük, Horoztepe ve Mahmatlar gibi Kızılırmak kavsi içindeki bölgelerde bulunmuş olan bu eserler hayvan şeklindeki tanrıları; boğalar fırtına tanrısını; geyikler onun karısı olan tanrı kadın Vuruşemu'yu; kral standartları ise evreni (Universium'u) tasvir etmektedirler. Çoğunlukla bir çift öküz boynuzu üstünde duran bu evren sembolü, Türkiye'de hâlâ yaşayan bir masalın 'Dünya bir öküzün boynuzları üzerinde durur ve öküz başını salladığında deprem olur' biçimindeki inancın kaynağı olmak gerektir.
TROİA II YERLEŞMESİ (M.Ö. 2500- 2000)
Orta tunç çağının Anadolu'daki ikinci büyük kültür merkezini yukarıda da Söylediğimiz gibi Çanakkale'deki Troia 2 yerleşmesi oluşturmaktadır. Troia'yı ilk kazan Schliemann'ın burada bulduğu ve yanlışlıkla Priamos'un hazinesi adını verdiği altından kaplar ve çeşitli ziynet eşyasından oluşup, Berlin Müzesi'ne götürülmüş olan eşsiz eserler ne yazık ki II. Dünya Savaşı'nda ortadan yok olmuşlardır. Bugün bu ünlü hazineden sadece İstanbul Müzesinde küçük fakat çok önemli bir bölüm kalmıştır. Ancak yitirilen altın kapların çok güzel galvanize kopyaları mevcuttur.
H. Schliemann yaptığı kazılar sırasında Troia II 'yi büyük ölçüde tahrip etmiş olmakla birlikte bugün kazı yerinde bu yerleşmenin giriş rampası ve kent duvarı ile büyük megaronların bir bölümü ayakta durmaktadır.
HATTİ - HİTİT BEYLİKLER DÖNEMİ (M.Ö 2000 - 1750)
M.Ö. üçüncü binin sonlarında Kuzey Avrupa'dan sıcak ülkelere doğru olagelen Indoavrupalı kavimlerin büyük göçü sırasında aynı kökten olan Hititler, Kafkasya üzerinden Anadolu'ya geldiler. Ancak Hitit kabilelerinin bu göçü, istiladan çok sızma yolu ile gelişti. O dönemlerde Hatti beyliklerinin egemenliğinde olan Anadolu'da M.Ö. 2. binin ilk çeyreğinde Indoavrupalı kökenli beyliklerin de birdenbire yer aldığını görüyoruz. Giderek Hitit beylikleri çoğalmış ve böylece 1750 sıralarında Anadolu dışardan gelen Hititlerin eline geçerek Hitit Devleti kurulmuştur.
HİTİT DEVLETİ (M.Ö 1750-1200)
Yukarıda anlatıldığı üzere Anadolu'ya M.Ö 2000 tarihlerinde gelen Hint Avrupalı Hititler 1750 tarihlerinde ilk krallıklarını 2. bin ortalarında ise Hitit Büyük Krallığı'nı (Hitit İmparatorluğunu) kurdular.
Hititler M.Ö 15 ve 14. yüzyıllarda yakın doğunun en büyük devletlerinden birini oluşturuyorlardı 13. yüzyılda ise dünya egemenliğini Mısır İle paylaşıyorlardı.
M.Ö 1875'te Hititlerle Mısırlılar arasında Kadeş'te yapılan büyük savaşta Hitit kralı Muvattalli o çağın en güçlü vurucu silahı olan atlı savaş arabalarından 3500 tane kullanarak rakip orduyu bozguna uğrattı. Hattuşili 4 ile Ramses 2 arasında imzalanan muahedenin Hititce metni İstanbul arkeoleji müzesinde sergilenmektedir. Bu belge Dünya tarihinin iki büyük devlet arasında aktedilmiş ilk politik antlaşmasıdır.
Hititlerin ilk merkezlerinden biri olan Kaneş'te (Kayseri yakınındaki Kültepe'de) M.Ö 18. yy da çivi yazısı kullanılmakta idi. Ayrıca halkın anlaması için kendi icatları olan hieroglifleri, yani resimli yazıları da vardı. Böylece Anadolu'da tarihi çağ Mısır ve Mezopotamya'dan 1000 yıl sonra, ilk önce Hititlilerle başlamış bulunuyordu.
Yukarıda Hatti bölümünde Hititlerin Mezopotamyalılar gibi Anadolu'yu 'Hatti ülkesi' adı ile andıklarını ve eski Testamente de zikredilen Khetaların da bu Hatti adında geldiğini söylemiştik. Hitit dilinin çözülmesi sırasında filologlar hep Hatti adına rastladıkları için Hint-Avrupa kökenli olan ve aslında Nesi'ler denmesi gereken bu kavme, eski Testamenteki deyişten de esinlenerek yanlışlıkla Hitit adını taktılar. Hititlere İngilizce 'The Hitites' Almancada 'die Hethister', Fransızcada 'Les Hitites', İtalyancada ' Gli ititi ' denmektedir. Türkçede önceleri 'Eti' sözcüğü kullanılıyordu. Şimdi ise Hitit tabiri yerleşmiş bulunmaktadır.
Hititler, din, mitoloji, töre, örf ve adet ile kültür ve sanatın bütün alanlarında Hattilerin etkisi altında kalmışlar; birçok tanrı adı ile ırmak ve kent adlarını da Hattilerden almışlardır. Örneğin Hitit başkenti Hattuşa'nın aslı Hattice olup Hattuş'tan gelmektedir. 4 büyük Hitit kralının adı olan Hattuşili de aynı kökten kaynaklanmaktadır.
Büyük oranda Hatti ve Mezopotamya etkileri taşıdığı halde Hitit kültürü kendine has ilginç bir karakter sergiler. Tapınakları, özgün bir nitelikte olup, 'kent duvarları ise düşmana saldırı imkanına sahip bir savunma sistemi oluşturmaları bakımından Dünya'da eşsizdirler. Hitit figüratif sanatı da İkonografi bakımından Mezopotamya etkileri göstermekle birlikte orijinal ve ilginç bir sitil yaratmıştır.
Hitit ülkesi yakın şarkta kadını önemli sosyal haklara sahip olduğu ve insan haklarının büyük ölçüde yasa güvencesi altında bulunduğu tek memleketti.
HURRİ UYGARLIĞI
Aşağı yukarı Hititlerle çağdaş olarak Doğu Anadolu'da egemen olan ve Hintli bir krallık ailesi tarafından idare edilen Mitanniler Hurrice konuşuyorlardı. Kendi başına bir tür oluşturan bu dil daha sonra adlarına 13. Yüzyılın ilk yarısından beri rastlanan Urartular (M.Ö 900-600) tarafından da kullanılmıştır. Hititler 13. yüzyılda da büyük ölçüde Hurri etkisinde kalmıştır.
Troia 6 Uygarlığı (M.Ö. 1800 - 1275)
Hitit büyük krallığı ile çağdaş ve üstün düzeyde bir krallık da Çanakkale'de Troia 6 uygarlığını geliştirmiştir. Myken'lerle akraba olan bu kavmin meydana getirdiği yerleşme Homeros'un Ilias destanına sahne olan Ilion kentdir. Troia 6'nın kent duvarı ve megaronları çok iyi korunmuş olup, Türkiye'nin en değerli ziyaret yerlerinden birini oluştururlar. Troia kazılarında bulunan önemli keramik eserler İstanbul Arkeoloji Müzelesi'nde sergilenmektedir.
'Ege Göçü' ve Balkan halklarının Anadolu'yu istilası (MÖ 1200)
MÖ 1200 tarihlerinde olagelen büyük 'Ege Göçü' sonu Balkanlardan gelen Indoavrupalı kavimler önce Troia 6'yı sonra Hattuşa'yı tahrib ederek bu iki özgün kültürlü devletin ortadan kalkmalarına neden olmuşlardır. M.Ö. 1200 den sonra yazı da kullanılmaktan çıkmış, Anadolu bölge bölge 300-400 yıl boyunca kültürden yoksun fakir bir seviyeye düşmüştür. Troia 7b1 bölümde de bulunan elle yapılmış kaba keramikle Troia 7b2'de ele geçen Buckelkeramik söz konusu Balkan kavimlerine ait olup İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.
O. birinci binin ilk yarısında küçük Anadolu Devletleri M.Ö. 2. Binin ilk çeyreğinde olduğu gibi demir çağında da (M.Ö. 1200-700) Anadolu yarımadası çeşitli topluluklara ait büyüklü küçüklü beyliklerin idaresinde idi. Güneydoğu Anadolu'da kısmen Suriye'de olmak üzere Geç Hititler, Doğu Anadolu'da Hurrilerin devamı olan Urartular, Orta Anadolu'da ise Frygler, Lydialılar ve Güneybatı Anadolu'da Kanalılar, ve Lykialılar üstün değerde uygarlıklar kurmuşlardır.
Geç Hitit Beylikleri (M.Ö. 1200 - 700)
Güneydoğu Anadolu'da ve bugünkü kuzey Suriye'de yerleşik olan Geç Hititler büyük oranda Anadolu Hitit kültürünü sürdürmüşlerdir. Giderek Babil, Asur, Aram ve Fenike etkisine girmiş olan Geç Hititler özellikle 8. ve 7. Yüzyıllarda henüz gelişme yolundaki Hellen sanatına büyük ölçüde etkili olmuşlardır.
Urartu Uygarlığı (M.Ö. 900-600)
Doğu Anadolu'da Van bölgesinde ve İran'la bugünkü Rusya'da yerleşik olan Urartular Sami, Hint avrupa ve Hatti dilinden de başka bir dil olan Hurrice'nin bir lehçesini konuşuyorlardı. Krallıkları 8. yüzyılın ortalarında kısa bir süre için Suriye kıyılarına dayanan Urartular özellikle maden işçiliğinde ileri bir düzeyde idiler. Urartu tunç eserleri Frygia ile Etrüsk kentlerinde bulunmuştur.
FRİGYA UYGARLIĞI (M.Ö 750 - 300)
Frigler Troya 6'nın tahribinden sonra Anadolu'ya gelen Balkan kökenli kavimlerden biridir. Ancak siyasal bir topluluk olarak ilk defa M.Ö 750'den sonra ortaya çıkmışlar, Midas döneminde ise (M.Ö 725 - 675) bütün Orta ve Güneydoğu Anadolu'ya egemen güçlü bir Krallık seviyesine ulaşmışlardır. Frigyalılar kısa bir süre içinde Anadolulaşmışlar ve büyük oranda Geç Hitit ve Hellen etkileri altında kalmış olmakla birlikte özgün bir kültür oluşturmuşlardır. Friglerin maden ve ağaç işçiliğinde, dokumacılıkta yarattıkları eserler Helen dünyasına örneklik yapmıştır. Frigler Helenlere ayrıca müzik alanında esinlenme kaynağı olmuşlardır.
LİDYA UYGARLIĞI (M.Ö 700 - 300)
Lidyalıların dili Hint Avrupa kökenli olmakla birlikte M.Ö 2. binden önceki yerli Anadolu dillerinin unsurlarımda taşır M.Ö 7. yüzyılda İon kentlerine zaman zaman egemen olmuşlarsa da büyük ölçüde Helen kültürünün etkisi altında kalmışlardır. Böyle olmakla birlikte yapı işçiliğinde ise onlara örnek olmuşlardır.
KARYA & LİKYA UYGARLIKLARI (M.Ö 700 - 300)
Lidyalılar gibi Karya ve Likyalılar da büyük ölçüde eski Anadolu dillerinden unsurlar taşıyan ancak Hint Avrupalı olan bir lehçe konuşuyorlardı. Karyalılar hakkındaki bilgimiz çok azdır. Buna karşılık Likyalıların Güney Batı Anadolu'da sağlam olarak ayakta duran fevkalade güzellikteki kaya mezarları, Türkiye'nin en göz alıcı anıtları arasında yer alırlar.
İON UYGARLIĞI (M.Ö 1050 - 300)
Eski İzmir kazılarının ortaya koyduğuna göre İon kentleri 1050 sıralarında kurulmuşlardır. 300 yıl boyunca ilkel bir düzeyde tarımcı topluluklar olarak yaşayan İonlar, 8. yüzyılın ikinci yarısında Mısır, Fenike, Asur ve Hitit merkezlerinin etkileri ile gelişmeye başlamışlar, ancak parlak dönemlerinin M.Ö 650 - 545 yıllarında idrak etmişlerdir.
İonların Dünya tarihindeki önemleri özgür düşünce ile özgür bilimsel araştırmanın ilk önce onların kurdukları kentlerde doğmuş olmasından ileri gelmektedir. Özellikle Miletos kentinde doğan filozofları, doğayı ve doğa olaylarını dinsel kurallardan ve boş (batıl) inançlardan sıyrılmış bir davranışla araştırmaya başladılar. Annesi Helen, babası Karyalı Hexamyes olan doğa filozofu Thales başta olmak üzere Anaximondros ve Anaximenes gibi düşünürler. Mısır ve Mezopotamyadan öğrendikleri bilgilere dayanarak bu yeni özgür davranışla, felsefe, matematik, geometri ve astronomi gibi müspet ilimlerin İlk temellerini attılar. Mısır'ı ve Mezopotamya'yı gezmiş olan Thales, o ülkelerde elde ettiği bilgilerle dünya'da ilk defa bir doğa olayını, M.Ö. 28 Mayıs 585 tarihinde olagelen güneş tutulmasını, önceden hesap etti. Bu bilimsel tespit ilk adım oldu: İslâm dünyasında Arap, İran ve Türklerin M.S 9. ve 12. yüzyıllarda geliştirdikleri ilk Rönesans hareketiyle gelişti. Daha sonra Avrupa'da Rönesans çağında ve özellikle l9. ve 20. yüzyıllarda oluşturulan, nihayet Ay'a insan gönderme başarısına kadar uzanan bilimsel araştırmaların ilk adımı oldu.
Bu çağda İonia, şiir ve sanat alanında da Dünya'nın bir numaralı merkezi idi. Gerçekten Efesos'daki 55 x 110 metre boyutlarındaki Artemis tapınağı Dünya'da ilk defa olmak üzere tamamıyla mermerden inşa edili, İon mimarlık düzeni Atina'ya da geçmiş ve sonraları Avrupa'nın ve Amerika'nın çeşitli dönemlerde tekrar etmekten zevk aldığı bir mimarlık düzeni olarak 20. yüzyıl başlarına kadar yaşamıştır.
İon mimarlığının güzel ve iyi korunmuş kalıntıları bugün, Bergama, Sardis, Efes, Priene, Miletos, Didyma, Afhrodisias ve Aizanoi gibi eski kentlerde bütün güzellikleri ile ayakta durmaktadır. İon sanatının heykelleri de Türk müzelerinde korunmaktadır. İon vazoculuğu, Yunanistan'daki yaratıların yanında ikinci plânda kalırsa da taşıdıkları cana yakın mizah üslubu bakımından eşsizdirler.
PERS EGEMENLİĞİ (M.Ö 545 - 383)
Anadolu 6. yy'ın ortasından Büyük İskender'in Anadolu'ya gelişi ve Dara'yı 333 tarihinde İssos da yenmesine değin, İran egemenliği altında kalmıştır. İranlıların bütün Anadolu'yu ele geçirmeleri sonunda İon uygarlığının dünyadaki öncülüğü son bulmuştur. Ancak bazı İran satraplarının bağımsız krallar gibi hareket etmeleri nedeniyle M.Ö 5. yy Sonunda ve 4. yy da özellikle 'aryada, Likya'da ve Propontis de dünya çapında eserler meydana gelmiştir. Bunların en önemlileri Xanthos'daki Nereidler anıtı ile Bodrum'daki Maussoleum idi. Her iki anıtın mimarlık ve heykel eserleri şimdi büyük ölçüde British Museum da olmakla birlikte Bodrum'da da bazı buluntular mevcuttur.
HELLENİSTİK ÇAĞ (M.Ö 333 - 30)
Büyük İskender'in Anadolu'yu İranlıların alinden alıp Hellen kentlerine bağımsızlıklarını kazandırması ile Yarımada yeniden dünya sanatında ön sırada yer aldı. Gerçekten, Assos, Bergama, Magnesia, Efes, Tralleis (Aydın) Miletos ve Didyma gibi kentler yine ön plana geçti ve burada yaratılan mimarlık eserleri büyük ölçüde Roma sanatına da etkili oldu.
ROMA ÇAĞI (M.Ö 30-M.S 395)
Romalılar tuğlaları harçla birbirlerine bağlama (perçinleme) yöntemini geliştirerek inşa ettikleri kemerler, tonozlar ve kubbeler sayesinde geniş hacimli yapılar ortaya koymuşlar ve böylece tarihin ilk büyük mühendislik eserlerini yaratmışlardır. İlk önemli eserler Roma da geliştirilmiş olmakla birlikte, Anadolu da kısa sürede yeni inşa yönteminin büyük bir başarı ile uygulandığı ülke oldu. Batı ve Güney Anadolu'da olduğu gibi Yarımadanın içlerindeki birçok yerde de bayındır kentler gelişti. Bu kentlerin hepsinde Agora, Belediye binası, Gymnasium, Stadium, Tiyatro, Hamamlar ve Çeşmeler gibi birçoğu mermerden yapılmış olan anıtsal yapılar yer alıyordu. Yollar da mermer plakalarla döşeliydi ve iki yanlarında sütunlu revaklar bulunuyordu. Böylece kentliler yazın güneşten ve tozdan, kışın soğuktan ve çamurdan korunuyorlardı. Yarımadanın bütün bölgeleri sağlam ve iyi bakımlı yollar taş köprülerle birbirine bağlanmıştı. Tarihte ilk kez olmak üzere yollarda mesafeleri gösteren mil taşları da vardı. Özellikle M.S 2. yüzyıl süresince Anadolu dünyanın en bayındır ülkelerinden biri idi ve kentlerinin konforu ve güzelliği yönünden Roma ile boy ölçüşecek seviyeye ulaşmıştı. Batı ve Güney Anadolu'da bugün düzinelerce ören yeri Roma çağındaki durumları ile korunmuş olup, ziyaretçilerin hayranlıklarını çekmektedirler.
türkiye
08.06.2004 - 16:23Cumhurbaşkanları ve görev tarihleri:
M.Kemal ATATÜRK (29.10.1923 - 10.11.1938)
İsmet İNÖNÜ (11.11.1938 -22.5.1950)
Celal BAYAR (22.5.1950 - 27.5.1960)
Cemal GÜRSEL (26.10.1961 - 28.3.1966)
Cevdet SUNAY (28.3.1966 - 28.3.1973)
Fahri KORUTÜRK (6.4.1973 - 6.4.1980)
Kenan EVREN (9.11.1982 - 9.11.1989)
Turgut ÖZAL (31.10.1989 - 17.4.1993)
Süleyman DEMİREL (16.5.1993 - 16.5.2000)
Ahmet Necdet SEZER (5.5.2000 - ? )
türkiye
08.06.2004 - 16:041965 Nüfus Sayımına göre Türkiye'de kaç kişi hangi dili kullanıyor? :
Kürtçe: 2 milyon 219 bin 502
Arapça: 365 bin 340
Zazaca: 150 bin 644
Çerkesçe: 58 bin 339
Gürcüce: 34 bin 330
Lazca: 26 bin 7
Pomakça: 23 bin 138
Boşnakça: 17 bin 627
Arnavutça: 12 bin 832
Abazaca: 4 bin 563
Acemce: 948
Kırmança: 45
Kırdaşça: 42
Azınlık dilleri:
Rumca: 48 bin 96
Ermenice: 33 bin 94
Yahudice: 9 bin 981
nato
08.06.2004 - 15:48• NATO Susurluk kazası ile ülkemizde yaygın olarak gündeme gelen siyasi cinayet şebekelerinin merkez karargahıdır. Yalnızca ülkemizde değil, bütün Avrupa hatta dünyada karşı devrimci çeteler NATO'nun himayesindedir.
• NATO tek tek ülkelerde ortaya çıkabilecek kitlesel anti-kapitalist ve anti-emperyalist hareketleri silahla bastırmak konusunda hazırlık yürütmektedir. Bu anlamda NATO iç savaş planlaması yapmaktadır. Bu kanlı operasyonların merkez üslerinden birisi Türkiye'de kurulacaktır.
• NATO tekelci basınla, üniversitelerle, siyasi parti ve sivil toplum örgütleriyle tahmin edilemeyecek çap ve nitelikte ilişkilere sahiptir. Yalan haber üretimi, karşı görüştekilerin karalanması, genç kuşakların emperyalist ideolojinin etki alanına çekilmesi, toplumsal yaşamda kritik yerlerde bulunan kişilerin kuşatılması, NATO'nun faaliyetleri arasındadır.
• NATO geçmişte birçok kanlı eyleme imza atmış, çok sayıda savaşın planlayıcısı ve yürütücüsü olmuştur. Örgüt yakın gelecekte yeni silahlı operasyonlara kalkışacağını açıkça ilan etmektedir.
• NATO Türkiye'deki bütün bilimsel çalışmaları denetleyip, olanaklar ölçüsünde kendi bünyesine almaya çalışmaktadır. Üniversitelerin hemen hepsinde NATO'yla ortak proje üretilmektedir. TUBİTAK ve başka bazı kurumlar her geçen gün daha fazla NATO'nun ilgi alanına girmektedir.
• NATO Türkiye'de “denetlenmeyen” üs ve silahlara sahiptir. Bunlara yenilerini eklemek konusunda AKP hükümeti Beyaz Saray'dan talimat beklemektedir.
• NATO bir suç örgütüdür. Bu örgüt binlerce karşı devrimci sabotaj, süikast ve adam kaçırma gibi faaliyetler konusunda eğitmiştir. Örgütün çeteleri finanse etmek için uyuşturucu kaçakçılığı ağı kurdurduğu da belgelerle ortaya çıkmıştır. Bütün bunlar sermaye sınıfı rahat etsin diyedir.
kurtuluş savaşı
08.06.2004 - 15:40En ince detaylarıyla, belgeleriyle, tarafsızca anlatan kitap
'Milli Kurtuluş Tarihi' (Doğan Avcıoğlu) 4 cilt - Tekin Yayınevi
laz
08.06.2004 - 15:25Her Karadenizli, Laz değildir.(bakınız:Lazca)
lazca
08.06.2004 - 15:23TRT, 5 dilde(zazaca, kırmançi, arapça, çerkezce, boşnakça) program yaptığı halde LAZCA yı nedense atlamıştır.
lazca
08.06.2004 - 15:21Büyükşehirlere olan yoğun göç nedeniyle son iki kuşak laz tarafından konuşulamayan ama doğu karadeniz kıyılarında, pazar (atina) , ardeşen (artejeni) , fındıklı (vi3e) , arhavi (arxavi) , ve hopa (xopa) 'da, ayrıca göçler sonucu 1800'ler sonu ve 1900'ler başında yerleşilmiş olan batı karadeniz kasabaları ve ilçelerinde, kaynaşlı, akçakoca ve bakacak'ta, sakarya ve kocaeli illerinde dağınık yerleşim yerlerinde konuşulan güney kartveli dil ailesinden, yazılı geçmişi bulunmayan fakat son yıllarda büyük gelişim kaydetmiş dil.
tapınak şövalyeleri
08.06.2004 - 15:18Söz verdiğim kitap listesi
Bana kalırsa dünyayı sadece 'maddi' yorumlarla anlama girişimleri, eksik ve büyük ihtimalle de yanlış olmaya mahkumdurlar.
Gayet tabii ki ekonomik 'alt yapıya' dayalı sınıf mücadeleleri, emperyalist güç savaşları dünyayı anlamada önemli kavramlardır.
Ancak insanlar, ölümleri pahasına, canlarını ortaya koyarak, büyük tehlikeleri göze alarak sadece maddi amaçlar için mücadele edemezler.
Onları ateşleyen bir 'inanç', yaşamı kendilerine göre anlamlandırmaya yarayan bir nihai manevi amaç mutlaka olmalıdır.
Bu nedenle insanlık tarihini anlamak için mutlaka dinleri de iyi anlamamız, uzmanlık düzeyinde olmasa da teoloji konusunda bilgilenmek için uğraşmamız gerekiyor.
Bununla da yetinmeyip, ezoterik düşüncenin, batini inançların da gelişimini, anlamaya çalışmamız lazım.
Benim inancım o ki şu son derece maddi çıkarlara yönelik olarak gözüken Irak Savaşı'nı bile hayatın bu boyutundan habersiz olarak anlamamız mümkün değildir.
Dünyanın tarihi kendi inançları doğrultusunda insanlığa hükmetmeye çalışan yarı gizli örgütlerinin de tarihidir bir yönüyle.
Ve bazı bilgilerin gizlenmesiyle birlikte bu gizli bilgiler kullanılarak ilerde tarihin yeniden yazılacağı yolunda inançlar da yaratılmıştır bu dünyada.
Ben elimden geldiğince bu dünyayı anlamlandırmak, anlamak için durmadan okuyorum. Bugün de sizlere daha önce söz verdiğim gibi bir okuma önerisi listesini yayınlayacağım.
Bunların 'farklı dünyalara giriş' için çok iyi bir başlangıç olacağını düşünüyorum.
* * *
1-'Foucault Sarkacı', Umberto Eco
2-'The Secret Teachings of All Ages' Manly Palmer Hall
3-'Büyücülükten Felsefeye Masonluğun Tarihi' Reşat Numan
4-'Gül ve Haç Kardeşliği' Aytunç Altındal
5-'Ezoterik ve Batini Doktrinleri Tarihi' Cihangir Gener
6-'Dine Karşı Düşünce Tarihi' Albert Baye
7-'The Hiram Key' Christopher Knight ve Robert Lomas
8-'The Occult Conspiracy: The Seceret History of Mystics, Templars, Masons and Occult Societes' Michael Howard.
9-'Tapınak Şovalyeleri: Mabet ve Loca' Richard Leigh, Michale Baigent
10-'The Templar Revelation: Secret Guardians of the True Identity of Christ' Lynn Picknett, Clive Prince
11-'The Secret Boks of the Egyptian Gnostics' Jean Doresse
12- 'A History of Pagan Europe' Prudence Jones, Nigel Pennick
13-'America's Secret Destiny: Spiritual Vision and the Founding of a Nation' Robert Hieronimu
14- 'The Rose Cross and the Goddess' Gareth Knight
Serdar Turgut (4.6.2004)
ırak savaşı
08.06.2004 - 15:10Gizli toplantı
Savaş Süzal, çok uzun yıllardır Washington'da yaşayan (2 yılı aşkın süreyle ben de Washington'da aynı işi yaptım) , birçok gazetenin Washington temsilciliğini yürüten değerli bir gazetecidir, Savaş Bey ilaveten 'www.habergazete.com' adresinde bir elektronik gazete de hazırlıyor. Dün bu sitede çok önemli bir haber yayınlandı, yakın geleceğimiz adına ipuçlarının yer aldığı gizli bir toplantı haberi, aynen aktarıyorum, kayda geçin ey okur;
- 28 Mayıs'ta ABD Dışişleri Bakanlığı'nda düzenlenen, beş uzmanın katıldığı 'gizli' toplantıda Kerkük'ün Kürtlere bırakılması ve Kürt devleti konusunda AKP hükümeti ile TSK'nın neler düşüneceği-tepkilerinin ne olacağı tartışıldı.
- Toplantıya katılan beş uzmandan üçünün Musevi asıllı olduğu, birinin Ulusal Savunma Enstitüsü'nde Irak uzmanı, ötekinin adı az bilinen bir üniversitede öğretim üyesi ve bir zamanlar PKK lideri ile görüşme talebinde bulunduğu ve diğerinin de ABD Kongresi'nde bir komisyonun yetkilisi olması dışında fazla bilgi vermek istemiyoruz. Yuvarlak masa etrafına toplanan bu kişiler konularında görüşlerini belirttikten sonra orada hazır bulunan 25 yetkilinin sorularını yanıtladılar. Tartışma sırasında yanıt aranan sorular şunlardı;
- SORULAR 1- Kerkük, Kürt eyaleti içinde kalırsa Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tepkisi ne olur? 2- Kürt milliyetçiliğine İslami çevrelerin bakışı ne? 3- AKP'nin İslam-Kürt milliyetçiliğine yaklaşımı nedir? 4 - AKP'nin TSK ile birlikte bölgedeki bir Kürt devletine yaklaşımı ne olur? 5- AKP'nin Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt devletine bakışı ne olabilir? 6- AKP içindeki Kürt asıllıların Başbakan Erdoğan üzerindeki etkileri nedir? 7- Ve yaklaşan ekonomik kriz içinde AKP'nin geleceği ne olur? (Yaklaşan ekonomik kriz vurgusunu özellikle kayda geçiniz)
- Ve ayrıntılar; gizli toplantıda Kerkük'ün Kürt eyaleti içinde kalmasının Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tepkisine yol açabileceği ve bu tepkinin Türk askerinin ABD'ye duyduğu güvensizliği daha da derinleştirebileceği vurgulandı. ABD'nin Kürtler yanında yer almaya devam etmesi halinde, TSK'nın güvenini tamamen kaybedilebileceği, bu nedenle Amerika'nın konuyla ilgili politikasını açıkça 'yürütme-me-si' önerildi.
- AKP'nin 'keskin-net' bir Irak politikası olmamasının parti içindeki hassas etnik dengeleri bozmamak amacına yönelik olduğuna işaret edilirken, AKP içindeki dinamiklerin Irak'taki gelişmeler yüzünden partiyi zor durumda bırakabileceği kaydedildi. Örneğin; partinin bu nedenle Türkmenlere yapılan baskıları gündeme taşıma-maya çalıştığı söylendi.
- Gizli toplantıda Erdoğan'ın en yakınındaki isimlerin Kürt milliyetçiliği bilincinin yüksek olduğu, bunlardan Mir Dengir Fırat'ın parti içindeki ikinci adam ve siyasi işlerden sorumlu olduğu, ikinci yardımcı Adana Milletvekili Ömer Çelik'in de Başbakan üzerinde de büyük etkiye sahip olduğu, üçüncü yardımcının da iş dünyasıyla ilişkileri düzenleyen Cüneyt Zapsu olduğu belirtildi.
- Gizli toplantıda ayrıca İlnur Çevik ve Cengiz Çandar'a göre AKP hükümetinin Kürt Federasyonuna karşı olmadığı, asker ve MGK zorlamalarıyla Kürt etnik federasyonuna karşı çıkmak zorunda kaldığı ifade edildi.
- Evet, 28 Mayıs'ta Washington'da- ABD Dışişleri Bakanlığı'nda yapılan 'toplantı notları böyle, yorumunu da artık sizin 'yüksek bilincinize' bırakıyorum sevgili okur.
Güler KÖMÜRCÜ (Akşam gazetesi-8.6.2004)
Toplam 1733 mesaj bulundu