İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.
Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmıyacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma niye gelmezdi
babam onbeşli olmasa.
Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.
Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güçbela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler için kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.
İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere
Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde
Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sayarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola
Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.
Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamacayı.
Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.
Hıdrellez, bütün Türk dünyasında bilinen mevsimlik bayramlarımızdan biridir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları gün olması nedeniyle kutlanmaktadır. Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk ağzında hıdrellez şeklini almıştır. Hıdrellez günü, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Julyen takvimine göre 23 Nisan günü olmaktadır.
Halk arasında kullanılan takvime göre eskiden yıl ikiye ayrılmaktadır: 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs Günü kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığı anlamına gelir ki, bu da kutlanıp bayram yapılacak bir olaydır.
Hızır ve Hıdrellezin kökeni hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunlardan bazıları Hıdrellezin Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait olduğu; bazıları ise İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait olduğu yolundadır. Oysaki Hıdrellez Bayramı’nı ve Hızır inancını tek bir kültüre mal etmek olanaksızdır. İlk çağlardan itibaren Mezopotamya, Anadolu, İran, Yunanistan ve hatta bütün Doğu Akdeniz ülkelerinde bahar ya da yazın gelişiyle ilgili bazı tanrılar adına çeşitli tören ve ayinlerin düzenlendiği görülmektedir.
Hızır, yaygın bir inanca göre, hayat suyu (ab-ı hayat) içerek ölmezliğe ulaşmış; zaman zaman özellikle baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardım eden, bolluk-bereket ve sağlık dağıtan, Allah katında ermiş bir ulu ya da peygamberdir. Hızır’ın hüviyeti, yaşadığı yer ve zaman belli değildir. Hızır, baharın, baharla vücut bulan taze hayatın sembolüdür. Hızır inancının yaygın olduğu ülkemizde Hızır’a atfedilen özellikler şunlardır:
1. Hızır, zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getirir.
2. Kalbi temiz, iyiliksever insanlara daima yardım eder.
3. Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunar.
4. Dertlilere derman, hastalara şifa verir.
5. Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlar.
6. İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder.
7. Uğur ve kısmet sembolüdür.
8. Mucize ve keramet sahibidir.
Hıdrellezle İlgili Diğer İnançlar
Hıdrellez’de tamamen inançtan kaynaklanan, yapılması uygun veya uygun olmayan davranışları belirtmek gerekir
Hıdrellez gece ibadetle geçirilir. Ertesi gün temiz giyimli olarak dolaşmak gerekir. Evde genel temizlik yapılır. Çeşitli yiyecekler hazırlanır. Hıdrellez günü için, yumurta kaynatılır. Ağzı açık bükme, katmer, börek, irmik helvası vb. gibi yemekler hazırlanır.
Hıdrellez sahabı erken kalkmak uğurlu kabul edilir.
Sabahleyin dua edilmesi, dilek ve temennilerde bulunulması, toplu olarak ailece yemek yenilmesi, Kuran kıraatı, sabah namazından önce kabir ziyareti yapılması gereken adetler olarak görülmektedir.
Ellere ve ayaklara kına yakılır. (kadınlar)
Akarsuya, dilekler bir kağıda yazılarak bırakılır. Mesela İzmir ve çevresinde dilek kağıtları Hıdrellez sabahı denize bırakılmaktadır.
Nişanlı çiftler arasında karşılıklı hediyeler gönderilir.
Hıdrellez günü evler ilaçlanmaz. Nasip süpürülür inancı ile bazı bölgeler de evler süpürülmez.
Kuru baklagiller bir torba içinde bahçede ağaçlara asılır. Hıdır Baba’nın kamçısıyla bunlara dokunması ve bereket getirmesi dileği tutulur. Buna benzer biçimde ev, araba, çocuk ziynet eşyası resimleri de yapılarak bahçeye muhtelif yerlere asılır.
bullet Evde kalma tehlikesiyle karşı karşıya genç kızların başları üzerinde Hıdrellez günü yeni kullanılmamış kilit açılır.
Hıdrellez günü, açların doyurulması, dargınların barıştırılması, üzüntülü olanların sevindirilmesine çalışılır.
Hıdrellez’de içki içilmez, kumar oynanmaz.
Yoğurt çalınır. Ancak maya kullanılmaz. Yoğurdun tutması halinde eve Hıdır’ın uğradığına inanılır.
Hıdrellez günü kırlara gidildiğinde Hıdrellez azığını çalma adeti yaygındır.
bullet Evin pencere ve kapıları kapatılmaz.
Hıdrellez’de yapılmamasına çalışılan işleri ise şöyle sıralayabiliriz:
Hıdrellez günü sabah erkenden kalkmayan kişinin işleri ters gider. Geç kalkmak kusur addedilir.
bullet Hıdrellez’de salıncakta sallanmayanın o yıl çeşitli rahatsızlıklarla karşılaşabileceğine inanılır. Salıncakta sallanma bir bakıma ateş üzerinden atlama şeklinde o yıl için sağlık ve sıhhat dileği geleneği ile aynıdır. Hastalıkların, dertlerin sallanma sırasında döküleceğine inanılır.
Hıdrellez günü çamaşır yıkanmaz. Yünlü giyecekler güneşe çıkarılır.
Hıdrellez günü un elenmez ve ekmek yapılmaz.
Yeşil ot, dal veya çimen koparılmaz.
Çiçek toplanmaz.
Bağ ve bahçelerde çalışılmaz, tarlaya gidilmez.
Hıdrellez günü akşama kadar un kabına veya hamur tahtasına el sürülmez.
Eve kuru çalı-çırpı götürülmez.
Kendi golgelerini tanıyıp o golgelerden dost edinebilmissen ozgursundur.
Ne olursa olsun icindeki sesi dinleme cesaretin varsa ve onunde yollar acıldıgında kalkıp yuruyebiliyorsan. Gerceginin karsısında ayakta durma cesaretin varsa.
Senaryo muhtesem. Siradan Amerikanvari siddet filimlerinin benzeri bir dizi oldugunu dusunenler cok yanılıyorlar. Polisiye gerilim olarak izliyenler ne olup bittigini anlayamazlar. Uluslar arasi sistemi net veriyor. Ve son derec guncel.
Cep telefonlari kimi zaman sacma sapan yerlerde kullanilir.
Bazen de hayat kurtarir, Turklerin 11 eylulde ikiz kulelerden kurtulmalarina da sebep gosterilmistir tuvalete bile cep telefonu ile gitmeleri.
İste size gecenlerde yolda duydugum bir diyalog.
Bir copcu yerleri supuruyor. Cep telefonu caliyor.
ilk soyledigi cumle
Celticler. Suslu hac sembolleri
Katolikler
Baskenti Dublin.
Kuzey Irlanda ve IRA ya yapilan destekler.
Renklerden yesil...
Saint Peters day...
Dortlu yonca..
Ruhat Menginin! 8 Nisan Pazar 2004 te yazdigi yazi.
Adı 'tecavüzcü hoca'ya çıkmış. Kendisi ağzıyla TV programlarında söylüyor, bunun suçlusu olarak da parmağıyla beni işaret ediyor. Aynı programda 'daha önceki sözlerinin yanlış anlaşılmış olabileceğini, yorum hatası yapmış olabileceklerini' de anlatıyor. İlk defa ona hak veriyorum, Prof. Doğan Soyaslan çok haklı, sözleri yanlış anlaşıldı, çünkü yanlıştı.
Basın Kulübü'nde karşısında bulunan kadın gazeteci ve hukukçulara 'Çekilin önlerinden, kadınlar tecavüzcüleriyle evlensinler' diyen, hukuka törelerin yön verebileceğini anlatıp 'Ama töreler var, ne yapalım, şimdi o kanunları koysanız uygulayamazsınız' diyen, Akşam gazetesindeki röportajında 'Ben olsam evlenir, haydi hayırlısı derdim' diyen kendisiydi. Rüzgârda eteği uçuşan bir kadına 'hayasız' diyen de yine kendisidir. Aile içi tecavüzü o da savunuyor muydu bak bunu hatırlamıyorum ama birlikte yasa hazırladıkları diğer profesör savunuyordu.
Şimdi bu hazırladıkları kanunların (taciz, tecavüz ve kişilik haklarına her türlü saldırı ile ilgili) tamamının TCK Alt Komisyonu'nda, bütün tehdit ve sindirmelere rağmen, değiştirilmesinden sonra Soyaslan'ın görüşleri de değişiverdi, üslûbu yumuşayıverdi. 'Biz zaten öyle demek istememiştik, yanlış anlaşıldık' diyor şimdi.
Benim anlayamadığım, açık açık tecavüzcülere af isteyen birinin, öğrencilerinin taktığı 'tecavüzcü hoca' isminin suçunu bana yüklemesi. Ben ne yaptım? Sadece konuyu gündemde tutmaya, yapılan ve yapılmak istenenlerin unutulmamasını sağlamaya çalıştım. Böyle bir lâkap takılmışsa tek sorumlusu yukarıdaki sözleri tekrarlayıp duran kişinin ta kendisidir.
Kurtarın!
Dünkü gazetelerde 10 yaşında tecavüz edilen ve 12 yaşında babası tarafından tecavüzcüyle evlendirilmesi istenen kız vardı. Tecavüzcü 18.5 yıl hapse mahkûm olmuş, baba tecavüzcüyü ve kendi namusunu(!) kurtarmaya çalışıyor, daha 12 yaşındaki çocuk ise yalvarıyor 'Ben okumak istiyorum, bu adamla da evlenemem, ne olur beni kurtarın'...
Doğan Soyaslan acaba hâlâ bu haksızlığın önünde duranlara 'Çekilin oradan' mı diyor, yoksa artık kesin kanunlar ve kızların derhal o evlerden alınarak gönderileceği, terapi görüp, hayata kazandırılacağı SIĞINMA EVLERİ'nin acilen hazırlanması gereğine mi inanıyor?
Alt Komisyon birçok maddede istenen olumlu değişiklikleri tamamladı. Zaten artık 'tecavüzcüyle evlendirilme' maddesi ortadan kalkmş durumda. Tabiî Meclis'ten geçtiği takdirde. Namus cinayetlerinde ve diğer suçlarda ise 'haksız tahrik' maddesi 'haksız eylem' haline çevrildi.
Hukukçular 'bahçesinden erik çalan çocuğa tecavüz eden adama bile haksız tahrik indiriminin uygulanmaya çalışıldığını hatırlarsak konunun önemi ortaya çıkıyor' diyorlar. Hele cinayette, ölenin bu 'haksız tahrik' veya 'eylem' her ne ise, gerçek mi yalan mı olduğunu açıklaması mümkün değil.
Komisyonun daha fazla zaman kaybetmeden namus cinayetlerini 'Nitelikli insan öldürme' maddesinde 'kan davaları'nın yanına eklemesi gerekiyor!
Turkiyede okutulan Din Kultur ve Ahlak Bilgisi dersi ile Kibristaki aynimidir bilmiyorum.
Bizde din dersine bos ders hocalari gelirdi.
Az saati olan psikoloji, ziraat bilgisi, muzik ogretmenleri (ozellikle lisede) .
Cogunlukla ogrettikleri yanlis veya ciddi derecede eksikti. Samanizimle Budizimle dalga geciyorlar cocuklari dalga gecmeye yoneltiyorlardi.
Bir kere yandaki caminin Hocasi gelmisti. O da fazla yararlilik gosteremedi.
Yildizlar korsani adli kitabi super.
Klasikleri okudugumda en derinden hissettigim aslinda ne kadar ilerde olduklari. Cagimiz bile sirasinda onlarin gerisinde kaliyor. Buyuk beyinler buyuk ruhlar. Tum zamanlara isik tutabiliyorlar.
Not: Yilzid Korsaninda, London, hapise atilmis ve sonrasinda basit bir suc yuzunden (gardiyanin yuzunu yumruklamis) idama mahkum edilmis kucucuk bir hucreye tek basina tikilmis bir insanin varolusunu anlatiyor.
Bir cesit astral seyehatle (bedenin ayak parmaklarindan baslayarak olu oldugunu goruntuluyor ve en sonunda o andan kopuyor. Gecmis yasamlarina gidisini anlatiyor. Ama en onemlisi onun ruhunun bedenine ve kisiligine yapilmis onca hakarete ragmen iradesini eskisinden de guclendirerek varligini surdurmesi.
Altinci cakranin rengi.
Alice Walker in Renklerden Mor oldukca guzel bir kitapti. Hatta Woman Studies in bas kitaplarindan sayilir.
Konusu kisaca soyle: tecavuz sonucu iki kere hamile kalan bir kadin cocuklari babasi tarafindan bir aileye evlat verilir. O aile Afrikaya gider. Kadinin kiz kardesi de tesadufen o aile ile beraberdir. Kadin bu arada evlenir. Surekli aldatilir. Kocasinin cocuklarina bakar.
Bir yandan afrikayi anlatirken bir yandan da amerikada kalan yoksul siyahi kadinin yasamindan kesitler verir. En sonunda kadin kocasinin sevgilisi ile aski ve cinselligi kesfeder. Tekstile girer ve bagimsiz olarak yasamaya baslar. Bu arada Afrikada misyoner olarak giden cift iki eslilik ve kizlara sunnet yapilmasi olaylari ile karsilasir.
Kitap aslinda Hz Isanin beyaz degil siyah olabilecegini de tartisir.
Bu kitaba feminist olmasi yaninda, afrika amerikan ve ayni zamanda sosyalist dahi diyebiliriz. Ezilen alt sinifi ve koseye sIkIsmis insanlari da anlatir. Yine de anlatim dili olarak umutsuzluk tasimaz.
Tore Cinayetleri Sosyo-ekonomik gerceklere de dayaniyor, toplumun bakis acisina ve ailenin begenilmek onaylanmak desteklenmek istemesine. Onlar baska insanlar olmadan yapamiyorlar. Baska insanlar tarafindan illaki afferin alacaklar. Mesele tore more de degil aslinda. Mesele toplumun insana begenilme onaylanma isteginden dolayi yaptirabildikleri. Toplumun kaliplari degissin onlar da degisir.
Rahatlarina duskunler dar kucucuk bir dunyalari var. O dunyayi kimse bozmasin kimse sarsmasin kimse onlari bakmak zorunda birakmasin.
Ona buna degil bakmak zorunda birakilmalarina da tepkililer.
Cocuklari ayri birer varlik degil kendi dusuncesi olan, cocuklari onlarin uzantilari onlarin vitrinleri.
Kadinlarin yasadigi sorunlarin duzelmemesinin sebebi yalitilmis ve utandirilmis olmalari da degil mi aciba? Herkes yasadigini kisisel zannediyor. Boylece guc bolunuyor sahipsizlik kaliyor geriye.
Havakirliligi, Denizkirliligi, Su kaynaklarinin kiriligi, toprak kirliligi olarak ozetleyebiliriz.
Atiklar sorunu (Kanalizasyon, radyasyon atiklari)
****
Hava kirliligi
Cagrisim dersek bus un Amerikayi Kyoto Protokolunden cikartmasina duydugum kizginligi ve zamaninda Economic Gelisim dersinde yazdigim bir yaziyi animsatir.
Pek cogunuz CO2 yani carbondioksit in sera etkisine yol actigini, Sulfuric asit gibi gazlarin su buhari ile birlestiginde asit yagmurlarina donustugunu bunun su kaynaklarina, dogaya,tarihi eserlere zarar verdigini biliyorsunuzdur. Kyoto protokolu bu gazlarin atmosferdeki oranlarini dusurmeye calisiyordu. BU amacla firmalari gazlari suzecek fileterler kullanmak mecburiyetinde birakiyordu. iste Amerika Clinton doneminde imzaladigi bu anlasmayi Bush doneminde iptal etti. Bana ne dedi.
Dunya kendi kendini yeniliyor. Fakat bizim, insanoglunun yaptigi zarar ile onun kendini yenileme hizi karsilastiginda bize yetisemiyecegi acik.
Kaynaklari tuketmemek icin geridonusumu artirmamiz gerekiyor. Bu da masrafli. Fakir ulkelere onculuk etmesi gereken zengin ulkeler buna aldirmiyorlar.
Basit bir ornek verecek olursam deodorantlarin ozon deligine yol actigi uzun zamandir biliniyor. Amerika kendi ulkesinde deodorant degil krem sattiriyor. Firmalar uretimlerini ucuncu dunya ulkelerinin umursamaz halkina yonlendiriyorlar.
Toprak Kirliligi
Bunun en onemli sebeplerinden biri kullanilan fertilizerler hormonlar, hasare ilaclari. Dogal gubre haricindeki fertilizerler yagan yagmurla beraber nehirlere gollere akiyorlar. Burda protein dengesinin yukselmesi larvalari ve kucuk organizmalari besliyor. (Algea) bunlar cabuk buyup cabuk oluyorlar ve boylece carbondioksite donusuyorlar. Goller yesile donuyor. Ayrica oksijen orani dustugu icin baliklar da hava alamiyor ve yasayamiyorlar.
Hasaret urunleri ise dogada denge saglayicilarin olmelerine yol aciyor ve tum zincir etkileniyor.
dunya o kadar kucuk ki. Sonuctan bir bolgenin zarar gormesinden sonucta hepimiz etkilnecegiz. Artik kisa donemli bakis acilarindan vazgecip dunyanin bir arada hareket etmesi gerekiyor.
Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yarali uçmaz bir daha
Takilmis kanadi göçmen buluta
Anlatir eski beni simdiki bana
Sakin çikma patika yollara
O daglara kirlara o karli ovaya
Yenik düsüyor hersey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya
Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yarali uçmaz bir daha
Takilmis kanadi göçmen buluta
Döner gelir birgün konar yurduna
Telli telli telli su telli turna
Ne kalmis burali göklerden baska
Ne kalir yarina bizden sonraya
Hersey binip gitmis uçurtmalara
*****
Zaman gectigi icin mi oluyor? Bizim bunda sorumlulugumuz ne! Elimizden geleni yapiyormuyuz? Aldiriyormuyuz? Yeterince sahiplenip tepkimizi ortaya koyuyormuyuz.
Samuel Huntington un 1993 yilinda Foreign Affairs dergisinde yayinlanan tezidir.
Dunya politikasinin yeni bir devreye girecegini belirten Hungtington a gore gulabellesen dunyda artik global sorunlar eskiden oldugu gibi devletler arasinda yasanmiyacaktir.
Dunyayi esir alacak problemlerin temelinin idolojik veya ekonomik catisma da olmiyacagi kanisindadir ona gore esas nokta kultursel olacaktir ve kulturleri ayiran cografyalarin sinirlarinda yasanacaktir.
Altta ilgilenenler icin ingilizcesini yaziyorum. Firsat bulursam turkceye cevirecegim.
Why will this be the case?
First, differences among civilizations are not only real; they are basic. Civilizations are differentiated from each other by history, language, culture, tradition and, most important, religion. The people of different civilizations have different views on the relations between God and man, the individual and the group, the citizen and the state, parents and children, husband and wife, as well as differing views of the relative importance of rights and responsibilities, liberty and authority, equality and hierarchy. These differences are the product of centuries. They will not soon disappear. They are far more fundamental than differences among political ideologies and political regimes. Differences do not necessarily mean conflict, and conflict does not necessarily, mean violence. Over the centuries, however, differences among civilizations have generated the most prolonged and the most violent conflicts.
Second, the world is becoming a smaller place. The interactions between peoples of different civilizations are increasing; these increasing interactions intensify civilization consciousness and awareness of differences between civilizations and commonalities within civilizations. North African immigration to France generates hostility among Frenchmen and at the same time increased receptivity to immigration by 'good' European Catholic Poles. Americans react far more negatively to Japanese investment than to larger investments from Canada and European countries. Similarly, as Donald Horowitz has pointed out, 'An Ibo may be... an Owerri Ibo or an Onitsha Ibo in what was the Eastern region of Nigeria. In Lagos, he is simply an Ibo. In London, he is a Nigerian. In New York, he is an African.' The interactions among peoples of different civilizations enhance the civilization-consciousness of people that, in turn, invigorates differences and animosities stretching or thought to stretch back deep into history.
Third, the processes of economic modernization and social change throughout the world are separating people from longstanding local identities. They also weaken the nation state as a source of identity. In much of the world religion has moved in to fill this gap, often in the form of movements that are labeled 'fundamentalist.' Such movements are found in Western Christianity, Judaism, Buddhism and Hinduism, as well as in Islam. In most countries and most religions the people active in fundamentalist movements are young, college-educated, middle- class technicians, professionals and business persons. The 'unsecularization of the world,' George Weigel has remarked, 'is one of the dominant social facts of life in the late twentieth century.' The revival of religion, 'la revanche de Dieu,' as Gilles Kepel labeled it, provides a basis for identity and commitment that transcends national boundaries and unites civilizations.
Fourth, the growth of civilization-consciousness is enhanced by the dual role of the West. On the one hand, the West is at a peak of power. At the same time, however, and perhaps as a result, a return to the roots phenomenon is occurring among non-Western civilizations. Increasingly one hears references to trends toward a turning inward and 'Asianization' in Japan, the end of the Nehru legacy and the 'Hinduization' of India, the failure of Western ideas of socialism and nationalism and hence 're-Islamization' of the Middle East, and now a debate over Westernization versus Russianization in Boris Yeltsin's country. A West at the peak of its power confronts non-Wests that increasingly have the desire, the will and the resources to shape the world in non-Western ways.
In the past, the elites of non-Western societies were usually the people who were most involved with the West, had been educated at Oxford, the Sorbonne or Sandhurst, and had absorbed Western attitudes and values. At the same time, the populace in non-Western countries often remained deeply imbued with the indigenous culture. Now, however, these relationships are being reversed. A de-Westernization and indigenization of elites is occurring in many non-Western countries at the same time that Western, usually American, cultures, styles and habits become more popular among the mass of the people.
Fifth, cultural characteristics and differences are less mutable and hence less easily compromised and resolved than political and economic ones. In the former Soviet Union, communists can become democrats, the rich can become poor and the poor rich, but Russians cannot become Estonians and Azeris cannot become Armenians. In class and ideological conflicts, the key question was 'Which side are you on? ' and people could and did choose sides and change sides. In conflicts between civilizations, the question is 'What are you? ' That is a given that cannot be changed. And as we know, from Bosnia to the Caucasus to the Sudan, the wrong answer to that question can mean a bullet in the head. Even more than ethnicity, religion discriminates sharply and exclusively among people. A person can be half-French and half-Arab and simultaneously even a citizen of two countries. It is more difficult to be half-Catholic and half-Muslim.
Finally, economic regionalism is increasing. The proportions of total trade that were intraregional rose between 1980 and 1989 from 51 percent to 59 percent in Europe, 33 percent to 37 percent in East Asia, and 32 percent to 36 percent in North America. The importance of regional economic blocs is likely to continue to increase in the future. On the one hand, successful economic regionalism will reinforce civilization-consciousness. On the other hand, economic regionalism may succeed only when it is rooted in a common civilization. The European Community rests on the shared foundation of European culture and Western Christianity. The success of the North American Free Trade Area depends on the convergence now underway of Mexican, Canadian and American cultures. Japan, in contrast, faces difficulties in creating a comparable economic entity in East Asia because Japan is a society and civilization unique to itself. However strong the trade and investment links Japan may develop with other East Asian countries, its cultural differences with those countries inhibit and perhaps preclude its promoting regional economic integration like that in Europe and North America.
Common culture, in contrast, is clearly facilitating the rapid expansion of the economic relations between the People's Republic of China and Hong Kong, Taiwan, Singapore and the overseas Chinese communities in other Asian countries. With the Cold War over, cultural commonalities increasingly overcome ideological differences, and mainland China and Taiwan move closer together. If cultural commonality is a prerequisite for economic integration, the principal East Asian economic bloc of the future is likely to be centered on China. This bloc is, in fact, already coming into existence. As Murray Weidenbaum has observed,
'Despite the current Japanese dominance of the region, the Chinese-based economy of Asia is rapidly emerging as a new epicenter for industry, commerce and finance. This strategic area contains substantial amounts of technology and manufacturing capability (Taiwan) , outstanding entrepreneurial, marketing and services acumen (Hong Kong) , a fine communications network Singapore) , a tremendous pool of financial capital (all three) , and very large endowments of land, resources and labor (mainland China) .... From Guangzhou to Singapore, from Kuala Lumpur to Manila, this influential network-often based on extensions of the traditional clans-has been described as the backbone of the East Asian economy.'(1)
Culture and religion also form the basis of the Economic Cooperation Organization, which brings together ten non-Arab Muslim countries: Iran, Pakistan, Turkey, Azerbaijan, Kazakhstan, Kyrgyzstan, Turkmenistan, Tadjikistan, Uzbekistan and Afghanistan. One impetus to the revival and expansion of this organization, founded originally in the 1960 by Turkey, Pakistan and Iran, is the realization by the leaders of several of these countries that they had no chance of admission to the European Community. Similarly, Caricom, the Central American Common Market and Mercosur rest on common cultural foundations. Efforts to build a broader Caribbean-Central American economic entity bridging the Anglo-Latin divide, however, have to date failed.
As people define their identity in ethnic and religious terms, they are likely to see an 'us' versus 'them' relation existing between themselves and people of different ethnicity or religion. The end of ideologically defined states in Eastern Europe and the former Soviet Union permits traditional ethnic identities and animosities to come to the fore. Differences in culture and religion create differences over policy issues, ranging from human rights to immigration to trade and commerce to the environment. Geographical propinquity gives rise to conflicting territorial claims from Bosnia to Mindanao. Most important, the efforts of the West to promote its values of democracy and liberalism as universal values, to maintain its military predominance and to advance its economic interests engender countering responses from other civilizations. Decreasingly able to mobilize support and form coalitions on the basis of ideology, governments and groups will increasingly attempt to mobilize support by appealing to common religion and civilization identity.
The clash of civilizations thus occurs at two levels. At the micro- level, adjacent groups along the fault lines between civilizations struggle, often violently, over the control of territory and each other. At the macro-level, states from different civilizations compete for relative military and economic power, struggle over the control of international institutions and third parties, and competitively promote their particular political and religious values.
anneler günü
05.05.2006 - 22:50üzücü bir gün..
allah (c.c)
05.05.2006 - 22:29inna lillah ve inna ileyhi raciun
insan
05.05.2006 - 22:25Amentü
İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.
Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmıyacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma niye gelmezdi
babam onbeşli olmasa.
Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.
Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güçbela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler için kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.
İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere
Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde
Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sayarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola
Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.
Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamacayı.
Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.
(1974)
İsmet Özel
hıdırellez.
05.05.2006 - 22:21Hıdrellez, bütün Türk dünyasında bilinen mevsimlik bayramlarımızdan biridir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları gün olması nedeniyle kutlanmaktadır. Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk ağzında hıdrellez şeklini almıştır. Hıdrellez günü, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Julyen takvimine göre 23 Nisan günü olmaktadır.
Halk arasında kullanılan takvime göre eskiden yıl ikiye ayrılmaktadır: 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs Günü kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığı anlamına gelir ki, bu da kutlanıp bayram yapılacak bir olaydır.
Hızır ve Hıdrellezin kökeni hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunlardan bazıları Hıdrellezin Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait olduğu; bazıları ise İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait olduğu yolundadır. Oysaki Hıdrellez Bayramı’nı ve Hızır inancını tek bir kültüre mal etmek olanaksızdır. İlk çağlardan itibaren Mezopotamya, Anadolu, İran, Yunanistan ve hatta bütün Doğu Akdeniz ülkelerinde bahar ya da yazın gelişiyle ilgili bazı tanrılar adına çeşitli tören ve ayinlerin düzenlendiği görülmektedir.
Hızır, yaygın bir inanca göre, hayat suyu (ab-ı hayat) içerek ölmezliğe ulaşmış; zaman zaman özellikle baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardım eden, bolluk-bereket ve sağlık dağıtan, Allah katında ermiş bir ulu ya da peygamberdir. Hızır’ın hüviyeti, yaşadığı yer ve zaman belli değildir. Hızır, baharın, baharla vücut bulan taze hayatın sembolüdür. Hızır inancının yaygın olduğu ülkemizde Hızır’a atfedilen özellikler şunlardır:
1. Hızır, zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getirir.
2. Kalbi temiz, iyiliksever insanlara daima yardım eder.
3. Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunar.
4. Dertlilere derman, hastalara şifa verir.
5. Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlar.
6. İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder.
7. Uğur ve kısmet sembolüdür.
8. Mucize ve keramet sahibidir.
Hıdrellezle İlgili Diğer İnançlar
Hıdrellez’de tamamen inançtan kaynaklanan, yapılması uygun veya uygun olmayan davranışları belirtmek gerekir
Hıdrellez gece ibadetle geçirilir. Ertesi gün temiz giyimli olarak dolaşmak gerekir. Evde genel temizlik yapılır. Çeşitli yiyecekler hazırlanır. Hıdrellez günü için, yumurta kaynatılır. Ağzı açık bükme, katmer, börek, irmik helvası vb. gibi yemekler hazırlanır.
Hıdrellez sahabı erken kalkmak uğurlu kabul edilir.
Sabahleyin dua edilmesi, dilek ve temennilerde bulunulması, toplu olarak ailece yemek yenilmesi, Kuran kıraatı, sabah namazından önce kabir ziyareti yapılması gereken adetler olarak görülmektedir.
Ellere ve ayaklara kına yakılır. (kadınlar)
Akarsuya, dilekler bir kağıda yazılarak bırakılır. Mesela İzmir ve çevresinde dilek kağıtları Hıdrellez sabahı denize bırakılmaktadır.
Nişanlı çiftler arasında karşılıklı hediyeler gönderilir.
Hıdrellez günü evler ilaçlanmaz. Nasip süpürülür inancı ile bazı bölgeler de evler süpürülmez.
Kuru baklagiller bir torba içinde bahçede ağaçlara asılır. Hıdır Baba’nın kamçısıyla bunlara dokunması ve bereket getirmesi dileği tutulur. Buna benzer biçimde ev, araba, çocuk ziynet eşyası resimleri de yapılarak bahçeye muhtelif yerlere asılır.
bullet Evde kalma tehlikesiyle karşı karşıya genç kızların başları üzerinde Hıdrellez günü yeni kullanılmamış kilit açılır.
Hıdrellez günü, açların doyurulması, dargınların barıştırılması, üzüntülü olanların sevindirilmesine çalışılır.
Hıdrellez’de içki içilmez, kumar oynanmaz.
Yoğurt çalınır. Ancak maya kullanılmaz. Yoğurdun tutması halinde eve Hıdır’ın uğradığına inanılır.
Hıdrellez günü kırlara gidildiğinde Hıdrellez azığını çalma adeti yaygındır.
bullet Evin pencere ve kapıları kapatılmaz.
Hıdrellez’de yapılmamasına çalışılan işleri ise şöyle sıralayabiliriz:
Hıdrellez günü sabah erkenden kalkmayan kişinin işleri ters gider. Geç kalkmak kusur addedilir.
bullet Hıdrellez’de salıncakta sallanmayanın o yıl çeşitli rahatsızlıklarla karşılaşabileceğine inanılır. Salıncakta sallanma bir bakıma ateş üzerinden atlama şeklinde o yıl için sağlık ve sıhhat dileği geleneği ile aynıdır. Hastalıkların, dertlerin sallanma sırasında döküleceğine inanılır.
Hıdrellez günü çamaşır yıkanmaz. Yünlü giyecekler güneşe çıkarılır.
Hıdrellez günü un elenmez ve ekmek yapılmaz.
Yeşil ot, dal veya çimen koparılmaz.
Çiçek toplanmaz.
Bağ ve bahçelerde çalışılmaz, tarlaya gidilmez.
Hıdrellez günü akşama kadar un kabına veya hamur tahtasına el sürülmez.
Eve kuru çalı-çırpı götürülmez.
Özgür İnsan
29.03.2005 - 20:09İnsanlar savunmada yasıyorlar. Birseylere tutunma telası. kaybetme korkuları. Alıskanlıklarını kaybettikleri anda dengeleri bozuluyor.
Kendi golgelerini tanıyıp o golgelerden dost edinebilmissen ozgursundur.
Ne olursa olsun icindeki sesi dinleme cesaretin varsa ve onunde yollar acıldıgında kalkıp yuruyebiliyorsan. Gerceginin karsısında ayakta durma cesaretin varsa.
Ozgursundur.
kurtlar vadisi
30.01.2005 - 00:23Senaryo muhtesem. Siradan Amerikanvari siddet filimlerinin benzeri bir dizi oldugunu dusunenler cok yanılıyorlar. Polisiye gerilim olarak izliyenler ne olup bittigini anlayamazlar. Uluslar arasi sistemi net veriyor. Ve son derec guncel.
enteresan diyaloglar
11.06.2004 - 13:35Cep telefonlari kimi zaman sacma sapan yerlerde kullanilir.
Bazen de hayat kurtarir, Turklerin 11 eylulde ikiz kulelerden kurtulmalarina da sebep gosterilmistir tuvalete bile cep telefonu ile gitmeleri.
İste size gecenlerde yolda duydugum bir diyalog.
Bir copcu yerleri supuruyor. Cep telefonu caliyor.
ilk soyledigi cumle
SEN HANGİ KOSEYİ SUPURUNNN?
enteresan diyaloglar
11.06.2004 - 13:32DYO nun gecenlerde vefat eden kurucusu Mazhar Zorlu yla ilgili bir anektod..
Bir gun yolda gidiyorlar.
Sofor donup soruyo.
-Abi bu araba eskidi yenisini alsak ya bak cok guzel modeller cikti..
Mazhar bey: bu araba yeterli.
Sofor: Bak abiler (ogullari) degistirdi.
Mazhar bey: Onlarin babasi zengin de ondan
irlanda cumhuriyeti
18.04.2004 - 22:40Celticler. Suslu hac sembolleri
Katolikler
Baskenti Dublin.
Kuzey Irlanda ve IRA ya yapilan destekler.
Renklerden yesil...
Saint Peters day...
Dortlu yonca..
Güldünya'lar
18.04.2004 - 22:15Ruhat Menginin! 8 Nisan Pazar 2004 te yazdigi yazi.
Adı 'tecavüzcü hoca'ya çıkmış. Kendisi ağzıyla TV programlarında söylüyor, bunun suçlusu olarak da parmağıyla beni işaret ediyor. Aynı programda 'daha önceki sözlerinin yanlış anlaşılmış olabileceğini, yorum hatası yapmış olabileceklerini' de anlatıyor. İlk defa ona hak veriyorum, Prof. Doğan Soyaslan çok haklı, sözleri yanlış anlaşıldı, çünkü yanlıştı.
Basın Kulübü'nde karşısında bulunan kadın gazeteci ve hukukçulara 'Çekilin önlerinden, kadınlar tecavüzcüleriyle evlensinler' diyen, hukuka törelerin yön verebileceğini anlatıp 'Ama töreler var, ne yapalım, şimdi o kanunları koysanız uygulayamazsınız' diyen, Akşam gazetesindeki röportajında 'Ben olsam evlenir, haydi hayırlısı derdim' diyen kendisiydi. Rüzgârda eteği uçuşan bir kadına 'hayasız' diyen de yine kendisidir. Aile içi tecavüzü o da savunuyor muydu bak bunu hatırlamıyorum ama birlikte yasa hazırladıkları diğer profesör savunuyordu.
Şimdi bu hazırladıkları kanunların (taciz, tecavüz ve kişilik haklarına her türlü saldırı ile ilgili) tamamının TCK Alt Komisyonu'nda, bütün tehdit ve sindirmelere rağmen, değiştirilmesinden sonra Soyaslan'ın görüşleri de değişiverdi, üslûbu yumuşayıverdi. 'Biz zaten öyle demek istememiştik, yanlış anlaşıldık' diyor şimdi.
Benim anlayamadığım, açık açık tecavüzcülere af isteyen birinin, öğrencilerinin taktığı 'tecavüzcü hoca' isminin suçunu bana yüklemesi. Ben ne yaptım? Sadece konuyu gündemde tutmaya, yapılan ve yapılmak istenenlerin unutulmamasını sağlamaya çalıştım. Böyle bir lâkap takılmışsa tek sorumlusu yukarıdaki sözleri tekrarlayıp duran kişinin ta kendisidir.
Kurtarın!
Dünkü gazetelerde 10 yaşında tecavüz edilen ve 12 yaşında babası tarafından tecavüzcüyle evlendirilmesi istenen kız vardı. Tecavüzcü 18.5 yıl hapse mahkûm olmuş, baba tecavüzcüyü ve kendi namusunu(!) kurtarmaya çalışıyor, daha 12 yaşındaki çocuk ise yalvarıyor 'Ben okumak istiyorum, bu adamla da evlenemem, ne olur beni kurtarın'...
Doğan Soyaslan acaba hâlâ bu haksızlığın önünde duranlara 'Çekilin oradan' mı diyor, yoksa artık kesin kanunlar ve kızların derhal o evlerden alınarak gönderileceği, terapi görüp, hayata kazandırılacağı SIĞINMA EVLERİ'nin acilen hazırlanması gereğine mi inanıyor?
Alt Komisyon birçok maddede istenen olumlu değişiklikleri tamamladı. Zaten artık 'tecavüzcüyle evlendirilme' maddesi ortadan kalkmş durumda. Tabiî Meclis'ten geçtiği takdirde. Namus cinayetlerinde ve diğer suçlarda ise 'haksız tahrik' maddesi 'haksız eylem' haline çevrildi.
Hukukçular 'bahçesinden erik çalan çocuğa tecavüz eden adama bile haksız tahrik indiriminin uygulanmaya çalışıldığını hatırlarsak konunun önemi ortaya çıkıyor' diyorlar. Hele cinayette, ölenin bu 'haksız tahrik' veya 'eylem' her ne ise, gerçek mi yalan mı olduğunu açıklaması mümkün değil.
Komisyonun daha fazla zaman kaybetmeden namus cinayetlerini 'Nitelikli insan öldürme' maddesinde 'kan davaları'nın yanına eklemesi gerekiyor!
din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri
16.04.2004 - 23:48Turkiyede okutulan Din Kultur ve Ahlak Bilgisi dersi ile Kibristaki aynimidir bilmiyorum.
Bizde din dersine bos ders hocalari gelirdi.
Az saati olan psikoloji, ziraat bilgisi, muzik ogretmenleri (ozellikle lisede) .
Cogunlukla ogrettikleri yanlis veya ciddi derecede eksikti. Samanizimle Budizimle dalga geciyorlar cocuklari dalga gecmeye yoneltiyorlardi.
Bir kere yandaki caminin Hocasi gelmisti. O da fazla yararlilik gosteremedi.
eylül
13.04.2004 - 22:43Basak burcu
Hazan nikli bir arkadasim
Serseri dizisinin Eylulu.
Turkiyedeki ilk psikolojik roman (Ahmet Rauf tu degil mi? yanilmiyorum umarim) .
Okullarin acilisi.
Gunlerin kisalmasi. Bazen sicak bazen soguk geceler. Terasta oturmak.
Ayrilik sonbahar huzun
12 Eylul ihtilali ve sonrasinda Turkiyenin gerilemesi.
hedonizm
13.04.2004 - 22:40Zevk duskunlugu demek. insanin surekli zevk pesinden kosup acidan kactigini soyler. (yanilmiyorsam :)
nükleer enerji
13.04.2004 - 22:30Atomun bolunmesinden cikan enerji.
Cernobil faciasi.
Nukleer enerji merkezlerine terorist saldirilari korkusu.
Atom bombasi...
jack london
04.04.2004 - 17:45Yildizlar korsani adli kitabi super.
Klasikleri okudugumda en derinden hissettigim aslinda ne kadar ilerde olduklari. Cagimiz bile sirasinda onlarin gerisinde kaliyor. Buyuk beyinler buyuk ruhlar. Tum zamanlara isik tutabiliyorlar.
Not: Yilzid Korsaninda, London, hapise atilmis ve sonrasinda basit bir suc yuzunden (gardiyanin yuzunu yumruklamis) idama mahkum edilmis kucucuk bir hucreye tek basina tikilmis bir insanin varolusunu anlatiyor.
Bir cesit astral seyehatle (bedenin ayak parmaklarindan baslayarak olu oldugunu goruntuluyor ve en sonunda o andan kopuyor. Gecmis yasamlarina gidisini anlatiyor. Ama en onemlisi onun ruhunun bedenine ve kisiligine yapilmis onca hakarete ragmen iradesini eskisinden de guclendirerek varligini surdurmesi.
mor
04.04.2004 - 17:39Altinci cakranin rengi.
Alice Walker in Renklerden Mor oldukca guzel bir kitapti. Hatta Woman Studies in bas kitaplarindan sayilir.
Konusu kisaca soyle: tecavuz sonucu iki kere hamile kalan bir kadin cocuklari babasi tarafindan bir aileye evlat verilir. O aile Afrikaya gider. Kadinin kiz kardesi de tesadufen o aile ile beraberdir. Kadin bu arada evlenir. Surekli aldatilir. Kocasinin cocuklarina bakar.
Bir yandan afrikayi anlatirken bir yandan da amerikada kalan yoksul siyahi kadinin yasamindan kesitler verir. En sonunda kadin kocasinin sevgilisi ile aski ve cinselligi kesfeder. Tekstile girer ve bagimsiz olarak yasamaya baslar. Bu arada Afrikada misyoner olarak giden cift iki eslilik ve kizlara sunnet yapilmasi olaylari ile karsilasir.
Kitap aslinda Hz Isanin beyaz degil siyah olabilecegini de tartisir.
Bu kitaba feminist olmasi yaninda, afrika amerikan ve ayni zamanda sosyalist dahi diyebiliriz. Ezilen alt sinifi ve koseye sIkIsmis insanlari da anlatir. Yine de anlatim dili olarak umutsuzluk tasimaz.
Güldünya'lar
03.04.2004 - 15:33Tore Cinayetleri Sosyo-ekonomik gerceklere de dayaniyor, toplumun bakis acisina ve ailenin begenilmek onaylanmak desteklenmek istemesine. Onlar baska insanlar olmadan yapamiyorlar. Baska insanlar tarafindan illaki afferin alacaklar. Mesele tore more de degil aslinda. Mesele toplumun insana begenilme onaylanma isteginden dolayi yaptirabildikleri. Toplumun kaliplari degissin onlar da degisir.
Rahatlarina duskunler dar kucucuk bir dunyalari var. O dunyayi kimse bozmasin kimse sarsmasin kimse onlari bakmak zorunda birakmasin.
Ona buna degil bakmak zorunda birakilmalarina da tepkililer.
Cocuklari ayri birer varlik degil kendi dusuncesi olan, cocuklari onlarin uzantilari onlarin vitrinleri.
Kadinlarin yasadigi sorunlarin duzelmemesinin sebebi yalitilmis ve utandirilmis olmalari da degil mi aciba? Herkes yasadigini kisisel zannediyor. Boylece guc bolunuyor sahipsizlik kaliyor geriye.
çevre kirliliği
03.04.2004 - 15:27Havakirliligi, Denizkirliligi, Su kaynaklarinin kiriligi, toprak kirliligi olarak ozetleyebiliriz.
Atiklar sorunu (Kanalizasyon, radyasyon atiklari)
****
Hava kirliligi
Cagrisim dersek bus un Amerikayi Kyoto Protokolunden cikartmasina duydugum kizginligi ve zamaninda Economic Gelisim dersinde yazdigim bir yaziyi animsatir.
Pek cogunuz CO2 yani carbondioksit in sera etkisine yol actigini, Sulfuric asit gibi gazlarin su buhari ile birlestiginde asit yagmurlarina donustugunu bunun su kaynaklarina, dogaya,tarihi eserlere zarar verdigini biliyorsunuzdur. Kyoto protokolu bu gazlarin atmosferdeki oranlarini dusurmeye calisiyordu. BU amacla firmalari gazlari suzecek fileterler kullanmak mecburiyetinde birakiyordu. iste Amerika Clinton doneminde imzaladigi bu anlasmayi Bush doneminde iptal etti. Bana ne dedi.
Dunya kendi kendini yeniliyor. Fakat bizim, insanoglunun yaptigi zarar ile onun kendini yenileme hizi karsilastiginda bize yetisemiyecegi acik.
Kaynaklari tuketmemek icin geridonusumu artirmamiz gerekiyor. Bu da masrafli. Fakir ulkelere onculuk etmesi gereken zengin ulkeler buna aldirmiyorlar.
Basit bir ornek verecek olursam deodorantlarin ozon deligine yol actigi uzun zamandir biliniyor. Amerika kendi ulkesinde deodorant degil krem sattiriyor. Firmalar uretimlerini ucuncu dunya ulkelerinin umursamaz halkina yonlendiriyorlar.
Toprak Kirliligi
Bunun en onemli sebeplerinden biri kullanilan fertilizerler hormonlar, hasare ilaclari. Dogal gubre haricindeki fertilizerler yagan yagmurla beraber nehirlere gollere akiyorlar. Burda protein dengesinin yukselmesi larvalari ve kucuk organizmalari besliyor. (Algea) bunlar cabuk buyup cabuk oluyorlar ve boylece carbondioksite donusuyorlar. Goller yesile donuyor. Ayrica oksijen orani dustugu icin baliklar da hava alamiyor ve yasayamiyorlar.
Hasaret urunleri ise dogada denge saglayicilarin olmelerine yol aciyor ve tum zincir etkileniyor.
dunya o kadar kucuk ki. Sonuctan bir bolgenin zarar gormesinden sonucta hepimiz etkilnecegiz. Artik kisa donemli bakis acilarindan vazgecip dunyanin bir arada hareket etmesi gerekiyor.
çevre kirliliği
03.04.2004 - 15:19Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yarali uçmaz bir daha
Takilmis kanadi göçmen buluta
Anlatir eski beni simdiki bana
Sakin çikma patika yollara
O daglara kirlara o karli ovaya
Yenik düsüyor hersey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya
Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yarali uçmaz bir daha
Takilmis kanadi göçmen buluta
Döner gelir birgün konar yurduna
Telli telli telli su telli turna
Ne kalmis burali göklerden baska
Ne kalir yarina bizden sonraya
Hersey binip gitmis uçurtmalara
*****
Zaman gectigi icin mi oluyor? Bizim bunda sorumlulugumuz ne! Elimizden geleni yapiyormuyuz? Aldiriyormuyuz? Yeterince sahiplenip tepkimizi ortaya koyuyormuyuz.
dumur
03.04.2004 - 15:01Cok sasirma, inanamama, bundan dolayi donakalma beynin calisamamasi..
x
31.03.2004 - 00:16X Kromozomu
dale carnegie
27.03.2004 - 03:32Guzel konusma sanati, Arkadas edinme sanati turunde kitaplari vardi. Zamaninda halamin kitaplarini karistirirken elime gecmisti. Severek okumustum. intihar mi etti? Leo Buscaglia da intihar etmis. Aslinda tarzlari benziyordu. Gerci sasirmadim.
medeniyetler çatışması
26.03.2004 - 02:55Samuel Huntington un 1993 yilinda Foreign Affairs dergisinde yayinlanan tezidir.
Dunya politikasinin yeni bir devreye girecegini belirten Hungtington a gore gulabellesen dunyda artik global sorunlar eskiden oldugu gibi devletler arasinda yasanmiyacaktir.
Dunyayi esir alacak problemlerin temelinin idolojik veya ekonomik catisma da olmiyacagi kanisindadir ona gore esas nokta kultursel olacaktir ve kulturleri ayiran cografyalarin sinirlarinda yasanacaktir.
Altta ilgilenenler icin ingilizcesini yaziyorum. Firsat bulursam turkceye cevirecegim.
Why will this be the case?
First, differences among civilizations are not only real; they are basic. Civilizations are differentiated from each other by history, language, culture, tradition and, most important, religion. The people of different civilizations have different views on the relations between God and man, the individual and the group, the citizen and the state, parents and children, husband and wife, as well as differing views of the relative importance of rights and responsibilities, liberty and authority, equality and hierarchy. These differences are the product of centuries. They will not soon disappear. They are far more fundamental than differences among political ideologies and political regimes. Differences do not necessarily mean conflict, and conflict does not necessarily, mean violence. Over the centuries, however, differences among civilizations have generated the most prolonged and the most violent conflicts.
Second, the world is becoming a smaller place. The interactions between peoples of different civilizations are increasing; these increasing interactions intensify civilization consciousness and awareness of differences between civilizations and commonalities within civilizations. North African immigration to France generates hostility among Frenchmen and at the same time increased receptivity to immigration by 'good' European Catholic Poles. Americans react far more negatively to Japanese investment than to larger investments from Canada and European countries. Similarly, as Donald Horowitz has pointed out, 'An Ibo may be... an Owerri Ibo or an Onitsha Ibo in what was the Eastern region of Nigeria. In Lagos, he is simply an Ibo. In London, he is a Nigerian. In New York, he is an African.' The interactions among peoples of different civilizations enhance the civilization-consciousness of people that, in turn, invigorates differences and animosities stretching or thought to stretch back deep into history.
Third, the processes of economic modernization and social change throughout the world are separating people from longstanding local identities. They also weaken the nation state as a source of identity. In much of the world religion has moved in to fill this gap, often in the form of movements that are labeled 'fundamentalist.' Such movements are found in Western Christianity, Judaism, Buddhism and Hinduism, as well as in Islam. In most countries and most religions the people active in fundamentalist movements are young, college-educated, middle- class technicians, professionals and business persons. The 'unsecularization of the world,' George Weigel has remarked, 'is one of the dominant social facts of life in the late twentieth century.' The revival of religion, 'la revanche de Dieu,' as Gilles Kepel labeled it, provides a basis for identity and commitment that transcends national boundaries and unites civilizations.
Fourth, the growth of civilization-consciousness is enhanced by the dual role of the West. On the one hand, the West is at a peak of power. At the same time, however, and perhaps as a result, a return to the roots phenomenon is occurring among non-Western civilizations. Increasingly one hears references to trends toward a turning inward and 'Asianization' in Japan, the end of the Nehru legacy and the 'Hinduization' of India, the failure of Western ideas of socialism and nationalism and hence 're-Islamization' of the Middle East, and now a debate over Westernization versus Russianization in Boris Yeltsin's country. A West at the peak of its power confronts non-Wests that increasingly have the desire, the will and the resources to shape the world in non-Western ways.
In the past, the elites of non-Western societies were usually the people who were most involved with the West, had been educated at Oxford, the Sorbonne or Sandhurst, and had absorbed Western attitudes and values. At the same time, the populace in non-Western countries often remained deeply imbued with the indigenous culture. Now, however, these relationships are being reversed. A de-Westernization and indigenization of elites is occurring in many non-Western countries at the same time that Western, usually American, cultures, styles and habits become more popular among the mass of the people.
Fifth, cultural characteristics and differences are less mutable and hence less easily compromised and resolved than political and economic ones. In the former Soviet Union, communists can become democrats, the rich can become poor and the poor rich, but Russians cannot become Estonians and Azeris cannot become Armenians. In class and ideological conflicts, the key question was 'Which side are you on? ' and people could and did choose sides and change sides. In conflicts between civilizations, the question is 'What are you? ' That is a given that cannot be changed. And as we know, from Bosnia to the Caucasus to the Sudan, the wrong answer to that question can mean a bullet in the head. Even more than ethnicity, religion discriminates sharply and exclusively among people. A person can be half-French and half-Arab and simultaneously even a citizen of two countries. It is more difficult to be half-Catholic and half-Muslim.
Finally, economic regionalism is increasing. The proportions of total trade that were intraregional rose between 1980 and 1989 from 51 percent to 59 percent in Europe, 33 percent to 37 percent in East Asia, and 32 percent to 36 percent in North America. The importance of regional economic blocs is likely to continue to increase in the future. On the one hand, successful economic regionalism will reinforce civilization-consciousness. On the other hand, economic regionalism may succeed only when it is rooted in a common civilization. The European Community rests on the shared foundation of European culture and Western Christianity. The success of the North American Free Trade Area depends on the convergence now underway of Mexican, Canadian and American cultures. Japan, in contrast, faces difficulties in creating a comparable economic entity in East Asia because Japan is a society and civilization unique to itself. However strong the trade and investment links Japan may develop with other East Asian countries, its cultural differences with those countries inhibit and perhaps preclude its promoting regional economic integration like that in Europe and North America.
Common culture, in contrast, is clearly facilitating the rapid expansion of the economic relations between the People's Republic of China and Hong Kong, Taiwan, Singapore and the overseas Chinese communities in other Asian countries. With the Cold War over, cultural commonalities increasingly overcome ideological differences, and mainland China and Taiwan move closer together. If cultural commonality is a prerequisite for economic integration, the principal East Asian economic bloc of the future is likely to be centered on China. This bloc is, in fact, already coming into existence. As Murray Weidenbaum has observed,
'Despite the current Japanese dominance of the region, the Chinese-based economy of Asia is rapidly emerging as a new epicenter for industry, commerce and finance. This strategic area contains substantial amounts of technology and manufacturing capability (Taiwan) , outstanding entrepreneurial, marketing and services acumen (Hong Kong) , a fine communications network Singapore) , a tremendous pool of financial capital (all three) , and very large endowments of land, resources and labor (mainland China) .... From Guangzhou to Singapore, from Kuala Lumpur to Manila, this influential network-often based on extensions of the traditional clans-has been described as the backbone of the East Asian economy.'(1)
Culture and religion also form the basis of the Economic Cooperation Organization, which brings together ten non-Arab Muslim countries: Iran, Pakistan, Turkey, Azerbaijan, Kazakhstan, Kyrgyzstan, Turkmenistan, Tadjikistan, Uzbekistan and Afghanistan. One impetus to the revival and expansion of this organization, founded originally in the 1960 by Turkey, Pakistan and Iran, is the realization by the leaders of several of these countries that they had no chance of admission to the European Community. Similarly, Caricom, the Central American Common Market and Mercosur rest on common cultural foundations. Efforts to build a broader Caribbean-Central American economic entity bridging the Anglo-Latin divide, however, have to date failed.
As people define their identity in ethnic and religious terms, they are likely to see an 'us' versus 'them' relation existing between themselves and people of different ethnicity or religion. The end of ideologically defined states in Eastern Europe and the former Soviet Union permits traditional ethnic identities and animosities to come to the fore. Differences in culture and religion create differences over policy issues, ranging from human rights to immigration to trade and commerce to the environment. Geographical propinquity gives rise to conflicting territorial claims from Bosnia to Mindanao. Most important, the efforts of the West to promote its values of democracy and liberalism as universal values, to maintain its military predominance and to advance its economic interests engender countering responses from other civilizations. Decreasingly able to mobilize support and form coalitions on the basis of ideology, governments and groups will increasingly attempt to mobilize support by appealing to common religion and civilization identity.
The clash of civilizations thus occurs at two levels. At the micro- level, adjacent groups along the fault lines between civilizations struggle, often violently, over the control of territory and each other. At the macro-level, states from different civilizations compete for relative military and economic power, struggle over the control of international institutions and third parties, and competitively promote their particular political and religious values.
satranç
23.03.2004 - 21:03Stefan Zweig in kitabi..
Toplam 73 mesaj bulundu