Millet-i nâdân, uyan artık! geçiyor vakit,
Gör, etrafı kuşatmış ne fırtına, ne afet!
Dünyalar birleşirken, sen hâlâ mı bölünürsün?
Gör, her taş üstüne taş koyanlar nasıl büyür, düşün!
Hürriyetin şanını alıp oynar mı çocuklar?
Yoksa onu yaşatır mı, dâvâsına vurgunlar?
Ne var ki durmadan gülüyorsun,
Kalmadı yalvarmak için kaçış.
Paslıydı tüm kapılar
Sarmaşıklar çoktan gevşedi
Bal petekleri işsiz
İki göz oda hapis gibi bazılarına,
Bizi almayan gemilere yenisi eklenmekte.
Korkudan kapıyı üç kere kilitleyen adam,
İçindeki güvensizliği hangi anahtarla açacak?
Patron yine işçiye yüksekten bakıyorsa,
Adam dediğin hâlâ emir alıyorsa,
Dönelim kasabaya
Gören göz zaten saşı
Surat desen kiremithane
Dilini kerpetenle açtıran
Yüksek kafayla gürüldeyen dağ
Aşağıda dirhem dirhem azalan.
Gün, fotoğraf gibi soluktur,
Çoktan elimden kayıp gitmiştir.
Güneş çoktan yorulmuştur,
Ömrün dili çözülmüştür,
Ben kalemi elime aldığımda,
Bütün şarkılar bitmiştir.
Yol boyu ağaçlar serim verir,
Bir ömür göçtü der gibi.
Can pazarıdır soğuk memleketim,
Benim işim zamandadır.
Yine gitmek demiryollarının hırıltısına,
Karanlık diyorlar,
Issız göçlerin kör bıçak gibi indiğine.
Sen görüyorsun yalnız saati, kıvıl kıvıl,
Ben tanyerinde asılan bir delikanlıyı.
Omuzların külden, kolların kanlı güllerden;
Tatlı bir ölüm, kırmızı dudaklarda eriyen.
Güzelliğin, bir lanet gibi doğmuş geceden,
Tanrılar bile kinlenir taparcasına dileyen.
Sen yürürken, yerin altından inler eski çağ,
Müddet-i devran bize asla gülerek bakmadı,
Sinesin mahzun açarken hançer ile yokladık.
Sâhi-i baht mehabetten nasibini almadı,
Kendi feleğimizin kandilini götümüzle, yaktık.
Kapanan bir kapının, aralanmaz gerisiyim,
Mezarlıkta bir bakanım taşım yok, inan.
Kabre mahkûm gibi yıllarca süründüm de yine,
Ne murâd etsem de yok, hep önümdedir ziyan!
Gönlünüze sağlık ben şiirlerinizideki üslubunuzu beğendim. Ayrıca bir ünal kardeşimiz de Altındağlı imiş, siz de, ben de Benimki Altındağ da doğmuşum, eskiden oturduğumuz yer Karakolun yanında idi, şimdi ne oldu bilmiyorum.