Dursa da zaman, değişse de mekân
bir sen kal yanımda, birde küçük divan.
Hava yağmurlu, pencerem açık,
şömine ateşiyle aydınlanıyor odam.
Muştusu değil miydi goncalar baharın?
İşte açtı çiçekler, bekletme, gel ansızın.
Bir o vardı hakim bey,
ruhumu hücre hücre anlattığım.
Şimdi yok.
Nasıl konuşayım?
Kime ne anlatayım?
Sabahın ilk ışığında
yavaşça gözlerimi açtım.
Yüzüm duvara dönüktü.
Aklıma gelen ilk sen oldun.
Yağmurun yağması
her zaman hüzünlendirmez.
Karabulutlar gizlemişse güneşi
korkulmaz, sabırla beklenir güneş.
Ne aynada göründüğümüz gibi,
Ne de başkalarının bizi tanıdığı gibiyiz.
Biz, sizin bizi tasavvur ettiğiniz gibi değiliz.
Bizi bilen, yalnız biziz.
Ne güldüğümüz kadar mutlu,
Ne hale geldik!
Neydik, ne olduk!
Kapıldık bir rüzgara,
daldan dala savrulduk.
Toz, buz oldu benliğimiz.
- Gözlerim, diyorum hanımefendi.
Gözlerim, ilk fırsatta gözlerine değmek istiyor.
Bunu mümkün kılmak mümkün müdür?
Birde bakmışsın bir sabah
yıldızlar yeryüzüne saçılmış.
Ağaçlar meyve vermiş,
nehirler coşmuş, mevsim bahar.
Geçmişin o güzel anılarını,
gelecek hayalleriyle harmanlayıp
kalbimin en derin, en ücra köşesinde
senin için gizli mabetler, şehirler kurdum.
Güneş asla tenini yakmaz.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!