Derin bir akşam vakti, gökyüzü kıyametin eşiğinde,
Mavi ve morun iç içe geçtiği bir kanvas,
Göz alabildiğine uzanan gök,
Kendi renkleriyle haykırıyor yeryüzüne.
Bulutlar, pembe ve turuncu,
Alev alev yanıyor, birer muşamba gibi,
Gölge düşer gönlümün kervanına,
Hüznün su kenarındaki suskunluğu ile,
Delilik rüzgarı eser dağlardan,
Akı karasından ayırır, aşkın bir suyu ile.
Her bir kelime, bir kehanet sanki,
Bir ses var içimde,
Geceye karışmış, sessiz bir fırtına gibi,
Unutulmuş sevdaların peşine düşen,
Kendini bir daha bulamayan adımlar gibi.
Hangi şehir bu?
Sırtımda bir yük, eski taşlardan,
Köyün sesi, tütün dumanında saklı.
Ağaçlar, uzun bir sırrın bekçisi,
Her yaprak, bir kayıp hikaye.
Zaman, yavaşça sürüklerken beni,
Bu sokakların bir sahibi yok,
asfaltı dökülmüş, kaldırımları çatlak.
Ayak izleri zamanla silinmiş,
ama yoksulluk hâlâ taşlara sinmiş.
Bir çocuk, eski bir bisikletin hayalini sürüyor,
Yollar sessiz, adımlar kayıp,
Bir zamanlar yürüdüğüm o patikalarda.
Her köşe başı bir başka hatıra,
Ama hiçbiri kalmadı,
Beni bekleyen bir kapı bile yok artık.
Bir zamanlar güvenle adımladığım toprak,
Kaldım geceyle dertleşen sokakların ortasında,
Bir yıldız kaydı, adını mırıldandım usulca,
Bir seninle dindi içimdeki onca fırtına,
Gönlümde harman oldu tüm yaralar, kanamıyor artık.
Duy beni, kalbinin ince tellerinden,
Ah gönül bâğım, yâr âğım...
Sökülmüş bir hece gibi düştün toprağıma,
Üzerimden geçti eski harfli yalnızlıklar.
Aşk, eskiden bir kelamdı, şimdi alfabenin sürgün harfi...
Sen baharın henüz öpmemiş sabahısın,
Geceden düşen çiğ tanelerinde mahzunsun.
Gözlerin ufka açılan bir dua gibi,
Sessiz, derin ve biraz da yorgunsun.
Gülüşün ilk tomurcukta gizli bir sır,
Bir sabahın en ince serinliği düşerken üstüme,
Gözlerinde bir gül açıyor, usulca ve kırılgan,
Bir yaprak gibi narin, rüzgarla titreyen.
O gül ki yalnız senin bakışında bulur rengini,
Gizlice büyür içimde, bilmeden sana kök salan.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!