Osman Demircan Şiirleri - Şair Osman Dem ...

Osman Demircan

İrfan'a

Siyasetin kirli yüzünde beter gözler
Bir türlü güzellikleri göremeyecekler
Maskelerle dolaşırken örtüler içinde
Seni beni yaşatmayacak bu herifler

Devamını Oku
Osman Demircan

Yağmur yağsın artık güllerin ateşi sönsün
Kırmızı bir okyanusa dönsün aşkın çiçeği
Dalga dalga yayılsın kokun ruhuma dolsun
Son bulsun suskunluğum dudaklarımızda

Vücudumu sarsın aşkın rüzgarı efil efil es

Devamını Oku
Osman Demircan

Bir gün bir oyuncak mağazasında güpgüzel bir tane top varmış.Bir çocuk babasıyla beraber oyuncakçı mağazasına gitmiş.Ve bu topu çocuk görmüş ve bu topu almak istemiş.Ve babasına demiş:Baba bana şuradaki topu al.Ve babası da ona o topu almış.Ve ondan çok güzel oyunlar oynamış.Ve bir gün de bu top patlamış.Ve çocuk çok üzülmüş.Ve babası bütün oyuncak mağazalarını aramış ve bu kadar güzel topu bulamamış ve çocuk da çok üzülmüş.Ve hep kırık ve eski oyuncaklarıyla oynamış.

Devamını Oku
Osman Demircan

Bir tsunami gibi vurdun geçtin dünyamı
Paramparça ettin gözlerimdeki camları
Hayal kırıklığı yaşattın bakışlarımı acıtan
Kan ve gözyaşı akıttım her ağladığım an
Yıkık bir harebeden arta kalanım şimdi
Tüm zamanın soğuk rüzgarlarıyla savrulan

Devamını Oku
Osman Demircan

Artık insanlar iyice saygısız olmaya başladı. Konser, tiyatro ve sinema gibi mekanlar eskiden saygılı insanların olduğu mekanlardı. Şimdi ise cep telefonu sesi, patlamış mısır sesi ve çekirdek sesinden hiçbir şey izlenilip dinlenemiyor bu mekanlarda.
Sanat bir mucizedir oysa. Sanatçı olmak da, emek vermektir. Sanat görüldüğü gibi basit değildir, basitçe kullanılmamalı...
Stada maç seyretmeye gider gibi, konsere gidiliyor ya da kız arkadaşlarla köşeye çekilip uygunsuz hareketler yapılıyor. Sanat mekanları köprü altına çevriliyor.
Ya sinema salonlarındaki tuvaletlerin hali. Tam bir pislik yuvası. Demek ki insanlar bazı alışkanlıklardan kurtulamıyor. Sanat bir üst alışkanlıktır. Alt kültürleri tamamlayamamış toplumlar üst kültüre geçiş yapamıyor. Sanatın içine ediyor.
Bir de herkesin artist kesildiği ve herkesin kendini bir yıldız kabul ettiği toplumlarda, insanlar sadece başkalarından saygı bekliyor. Bir başkasına saygı göstermek yerine hep saygı istiyor. Zaten ona göre bir resim, bir film, bir fotoğraf, bir şiir anca staddaki izlenen maçtan farksız. Ve kendisi her yeri şereflendiren bir varlık olduğu için gittiği sanat mekanlarına müzelere konulsun diye kirini çöpünü bırakıyor. Yere tükürüyor çünkü kendisi ne yaparsa yapsın Julia Roberts'tan daha iyi yapıyor.
Sinemaya gidenler cep telefonlarının parlayan ışığından, çalan telefonlardan doğru düzgün film izleyemiyor. İtiraz ettiğinde ' Neden şekil yapıyorsun yawww.' deyip v'yi w olarak kullanıyorlar.

Devamını Oku
Osman Demircan

Karanlığı aydınlığa boğan,
Kendi kanında
Kendi canında
Bağımsızlığı bulan
Ay yüzlü insanların
Bir ışık demetidir

Devamını Oku
Osman Demircan

Türk edebiyatı bölümlere ayrılırken kültürel değişim, dini değişim, coğrafi değişim, lehçe ve şive farklılıkları ölçüt olarak alınır. Türk şiiri de bu ölçütlere göre bölümlere ayrılır. Türk şiirini meydana getiren şairlerin, özgünlük açısından değerlendirilmeleri, bu ayrışmanın bilinmesiyle mümkün olacaktır.
Türk şiiri İslamdan önce sözlü edebiyat ürünlerinden oluşmaktadır. Koşuk, sagu, sav, destan bu ürünlerdir. Ölçü milli ölçümüz olan hece ölçüsüdür ve bunların 7'li, 8'li, 11'li olanları kullanılmıştır. Dildeki kelime sayısı sınırlıdır. Daha çok doğa, aşk, kahramanlık, yiğitlik ve ölüm konuları işlenmiştir. Türkler bu dönemde Alp Er Tunga Destanı, Şu Destanı, Oğuz Destanı,Bozkurt Destanı, Ergenekon Destanı, Türeyiş Destanı, Göç Destanı gibi destanlar ortaya koymuşlardır. Özgün bir edebiyattır. Bu dönemin en özgün şairi Yollug Tigin'dir. Çünkü Türk edebiyatının en özgün eserlerinden olan Göktürk Kitabeleri'ni Yollug Tigin yazmıştır. Orhun Kitabeleri, Türk kültür tarihinin, bugün için bilinen ilk yazılı belgeleridir. Aynı zamanda Türk dili, edebiyatı ve Türk tarihinin ilk ve ebedi abideleridir.Orhun Kitabeleri, Türk dili üzerinde çalışan alimler için hazine kadar değerli bir kaynaktır.
Kitabelerdeki dil, hayran olunacak ve hayret edilecek derecede mükemmeldir. Kitabelerin her cümlesinde şiir lezzeti duyulmaktadır. Cümleler kısa ve kesik olup derin bir anlam taşımaktadır. Herhangi bir kelime, cümleden çıkarıldığında veya ilave edildiğinde hemen bozulacak bir dengeye sahiptir.VIII. asırda yazılan kitabelerin dili ve her satırında ifade edilen fikirler emsalsizdir. Her satırında koyu bir Türklük şuuru ve milliyetçilik yatmaktadır. Bu emsalsiz gelişmişlik, Türk yazılı edebiyatının ve milliyetçilik fikrinin daha önceki devirlerde başladığının ispatıdır.
İslamiyetin etkisindeki Türk edebiyatı dönemi ise 10, yüzyıldan itibaren başlamıştır. Geçiş dönemi eserlerindn olan Divan-ı Lügati't Türk özgün bir eserdir. Çünkü Türk kültürünün Araplara tanıtılmasında büyük rol oynamıştır. Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermiştir. Bir sözlük olmakla birlikte, Türk milletinin yüceliğini de anlatan bir abide eserdir.Türk boyları ve coğrafyası ile Türklerin örf ve gelenekleri üzerine önümli bilgiler vermektedir.
On beşinci yüzyılda Çağataycanın (Çağatay Türkçesinin) klasik bir yazı dili olarak kimlik kazanmasında Ali Şir Nevai'nin önemi bilinmektedir. Nevai öncesinde ve Nevai’nin çağında, Timurlular devletinde Türkçe yazan sanatçılar azdır. Nevai, Türkçeyi edebi dil olarak kullanmayan, Farsça yazan çağdaşlarına çatar. Çağdaşlarının Farsçanın karşısında edebi dil olarak Türkçeyi yetersiz görmelerini eleştirir; eğer emek verilirse Türkçenin de Farsça kadar, hatta daha fazla anlatım inceliklerine sahip olduğunun görüleceğini belirtir. Bu görüşlerini Muhakemetül-lugateyn'de görürüz. Yine geçiş dönemi eserlerinden Kutadgu Bilig'in özgün bir eser olmadığı savı yanlıştır. Çünkü, Kutadgu Bilig'in önemi hikâyesinde ve şeklinde değil, kitaptaki tartışmaların konu içeriğindedir. Sosyal hayat, ahlâk, bilgi ve özellikle devlet anlayışı hakkındaki fikirler, tamamen eski Türk geleneğinin sonucudur. Kutadgu Bilig'de iyiliği telkin eden sözlerin dayanağı ise, bütün dinlerde ve ahlâkçı felsefe sistemlerinde rastlanabilen evrensel ilkelerdir ve kimsenin malı değildir. Eser üzerindeki çalışmalarıyla tanınan İtalyan Türkolog A.Bombacı, 'tamamen orijinal bir eser olduğu hükmüne varıyoruz' demektedir. Bu tartışmaların dışında, çok yeni olarak, eser üzerinde bir Sümer etkisinden söz ediliyorsa da, bunu temellendirmek oldukça güçtür; yine de hükmü zamana bırakmak gerektir.Bu geçiş döneminde özgün şiirlere de rastlamak mümkünkür. Hoca Ahmet Yesevi, Edip Ahmet Yükneki, Yusuf Has Hacip ve Kaşgarlı Mahmut bu amaca uygun, halkın anlayabileceği bir dille eserler vermişlerdir. Örneğin, Ahmet Yesevi tekke edebiyatının ilk temsilcisidir. Bu vesileyle Anadoludaki Türk edebiyatının yeşerip gelişmesine zemin hazırlamış, Yunus Emre gibi büyük şairlerin yetişmesine sebep olmuştur. Yunus Emre'de Yesevi izlerini şu örnekle verebiliriz: Yesevî Yûnus

Devamını Oku
Osman Demircan

Yanımda insanlar susmuş
Sen de mi konuşmuyorsun
Sevmek susmak mı demek
Lütfen susma ne olursun

Bir sevda ki ekmek misali

Devamını Oku
Osman Demircan

Yalnız iki kapı sürgülüdür:Biri cehennemin diğeri cennetin kapısı.Ve bu iki kapının arkasında Tanrı gizlidir. Bütün nehirler ceset ve kan akıttığında ve bu manzarayı görenler intihar ettiğinde Tanrı’ya inanmayanlar sadece bir kapı aralığından bakamayanlardır ya da gözleri yaşlı olanlardır. İşte öyle insanlar ağlaya ağlaya ölüme giderler de arkalarında merhamete dair bir iz aradıklarında sadece geride kendisini sürekli ileriye iten hayatın hoyrat ellerini görürler ve önlerinde ise ketum bir uçurum vardır. Her adım atışları onları Tanrı’dan daha da uzaklaştırır. İnançla inançsızlık arasında gidip gelen bu insanlar, dalga dalga yayılıp da sahili bulamayan denize benzerler. Her şey bir kasırgadan ibaret iken ve her şey bir kaos ortamı içinde allak bullak olmuş iken insan da bütün bu kaosun içinde iken dünyanın ve kendisinin bir merhametli yaratıcı tarafından korunduğuna artık inanmaz.Çünkü insanlar dişlerini bilemiştir ve yüreğini ortaya koyanların kanlarını içmiştir. Hangi ressam tablosunu kana boyamak ister der sonra Tanrı’yı inkar eder. Gözleri yaşlı bu insanlar her şeyi olduğu gibi kabul eden insanlardan daha onurludur aslında. Tanrı’dan açıklama değil sadece bir merhamet bekler.
Bütün dünyanın bir gül bahçesine dönüştüğünü gördüklerinde gözü yaşlı insanlar bir hıçkırık bir ağlayış tuttururlar. Başını iki elinin arasından kaldırdıklarında aslında hiçbir şeyin düşündükleri gibi olmadığını anlarlar. İşte o zaman göz bebekleri büyür. Ve yine ağlamaya başlarlar. Tanrı’yı yanlarında göremeyen bu insanlar daha bir gözyaşı dökerler ve her gözyaşında bir cennet sakladıkları için ağlaya ağlaya tüm cennetleri tüketirler.Sonra cehenneme giderler. Çünkü gidecekleri başka yer kalmamıştır. Çünkü cennet kapıları onlara kapanmıştır.
Gözü yaşlı insanlar önce umutlarını sonra Tanrı’sını yitirmiştir. Bu yüzden yaşlı gözlerle denize bakamazlar. Sadece gözyaşına boğulmuşlardır. Bu yüzden dua etmeyi unutmuşlardır. Ölüme yakın durdukları halde sevgiye dair bütün yollar onlara uzaktır. Çünkü yürekleri bir deniz bir kumsal olmasına rağmen hep karanlıktır. İçleri kararan gözü yaşlı bu insanların gözyaşları karanlık sulara akar. Ve o sulardan ya ceset akar ya kan akar. Tanrı’dan ağlaya ağlaya uzaklaşmaları böylece adım adım başlar.

Devamını Oku
Osman Demircan

Yemeğe içmeğe insan çok.Dostluk mideden geçmekte boğazda düğümlenmekte.Açlık insanı bütün maskeleri söküp atan en önemli Tanrı gülümsemesi olarak zuhur etmekte.İnsana senin gerçek yardımcın benim demekte.Söz dinlemeyenlere insanın vefasızlığını göstermek için fukara sofrası döşetmekte.Dostlar ve sevgililer hemen sırtlarını dönmekte ve çekip gitmekte. Kimse kimseyi kalpten sevmemekte herkes midesini düşünmekte.İnsanoğlu bir arı gibi daldan dala uçup gitmekte.Mevsimler değişmekte ama vefasızlığı değişmemekte.İnsan ballı parmak uğruna dostluklarını elinin tersiyle itmekte.
Yemeğe içmeğe insan çok.İnsanlar sürekli göbeğini kaşımakta, midesine inanmakta ve onun sesiyle hareket yapmakta.Dalları ve ağaçları bir kaşık için, bir masa için, bir tabak için yok etmekte.Dünyanın kanını emmekte.Açgözlülükle bütün güzellikleri mahvetmekte, gölleri denizleri tüketmekte, kirletmekte.Oysa denizin mavisini, nehirlerin aksini, ağaçların yeşilini, dağların güzelliğini görmemekte.Tanrı’nın gülümseyişine bakamamakta.Açgözlü insan kendini yiyip bitirmekte ve gözlerine, dudaklarına düşmanca davranmakta.Ruhunu karanlıkta bekleyen ateşlere kaptırmakta.Bütün emekleri kül olmakta.
Yemeğe içmeğe insan çok.İnsanlar aç kurtlar gibi sağa sola saldırmakta dostlukları sadece ceylan gözlü insanlarla sınırlı kalmakta.Yenilir yutulur cinsten ilişkiler kurmakta. Yiyemeyeceği arkadaşlıklar kurarsa bu gururuna dokunmakta onlardan uzak durmakta. Gururuna yedireceği insanlar aramakta.Buldukça bir kurt gibi üstüne atlamakta ve ay ışığı altında ulumakta.
İnsan en kesif orduların bir neferi gibi ortalıkta dolaşmakta.Bir aslan buffaloları nasıl kovalarsa insanları öyle kovalamakta ve etrafındakilere öyle bakmakta.Dişine göre bulduklarını yemekte dişine göre olmayanlara ise tecavüze yeltenmekte.Cam kırıkları arasında izini kaybetmeye çalışmakta.Geride dostluktan yana bir iz bir belirti bırakmamaya çalışsa da hayat yolunda her yürüyüşünde adımlarına kanını bulaştırmakta.İnsan kendi yalnızlığını kendisi yaratmakta. Tanrı’nın gülümsemesi karşısında suratını asmakta.
İnsan görmez mi kelebeğin güzelliğini.Onu yaratan hiç çirkin olur mu ki.Çiçeklere bakmaz mı bir goncanın açılışında görmez mi ki Tanrı'nın gülüşünü.Dağlara,taşlara seslense duymaz mı kendi sesini.Niçin unutur suretini.Niçin yaratılana saygı duymaz ve niçin açgözlülükle yıkar her şeyi.Dostluğa yumar gözlerini ve kör karanlık bir dünyaya mahkum eder kendini.
Yemeğe içmeğe insan çok.Arasan şu dünyada gönül ehli yok.Herkes balık yemekte.Sonra kılçığına şiirler düzmekte.Ne hayalinde beyaz yelkenli gemiler ne de kumsallar var.Aklında fikrinde martılar dolaşmakta.Çığlık çığlığa mavi suların üzerinde yaşam kavgası vermekte.Asıl hayatın tadına ise varamamakta.

Devamını Oku