Bana geniş evlerden bahsetme. Yüreğin geniş mi onu söyle. Ben coşkulu bir adamım. Yatağın sularımı taşırmadan akıtır mı? Dünyanın tüm ülkelerinde yaşayan insanlardan bana ne? Benim sınırlarımı sen çizebilir misin onu söyle? Durup durup güzel şehirlerden dem vurma. Ben bir sokak çocuğuyum, beni köşe başlarında gülerek karşılayabilir misin, yoksa ilk kavşakta taksiye binip kaçar mısın? Bana PKK' nın dağ kadrosundan söz etme. Sen de bana gül görünür müsün, diken gibi beni üzer misin onu de. Eline silah almana ne gerek var. Terör her yerde, gözlerinde, ellerinde ve sözlerinde... Yüreğimde bir bomba gibi patlar mısın? Sen gözlerimdeki çocuk bakışını, yüreğimdeki kadın sevgisini, aklımdaki bayrak sevgisini yok eder misin? Sen de kan dökerek yüreğimi ayrılığa ve hüzne böler misin onu söyle. Bana beyninin içindekileri tek tek dök. Aklının ve zekanın terleri sevgimiz için verelicek emek için yeterli mi onu göster. Bana düşünce dünyanda nefret kusan dudaklarını uzat. Öpeyim geçsin tüm bilinçaltına attığın yaraların. Beni mutlu edebilir misin söyle. Ben sana ne kürkler almak isterim, ne mücevherler boynuna takmak isterim. Ben seni her gece her gece soymak isterim. Söyle yıldızlardan daha güzel misin? Bunu utanmadan söyle ki soyunduğunda tüm ışıklar kapalı olsun. Karanlıkta göz kırpan afişte bir yıldız gibi dolabilir misin gecelerime. Seni öpe öpe kırmızı bir güle benzetebilir miyin onu söyle. Boynunda öpücükten bir gül, yanaklarında öpücükten kıpkırmızı bir lale, dudaklarında bir karanfil kondurabilir miyim? Peşinde bir pervane gibi dolanır mıyım onu de. Yoksa sonsuza kadar sus. Suskun kelimeler gibi yüreğimin lügatinde öl. Yüryüzünden kaybolup gitmiş diller ve milletler gibi yanımdan kaybol git. Bana bir iki şiire mahkum kısır duygular içinde boğuşan ülkeler gibi bir yaşam sunacaksan eğer, bana krallıklar sunma. Ben bir çoban olmak isterim koyunlarına piyano ve keman çalan. Sen şehrinde kaval çalmaya ve zil zurna gibi sarhoş olmaya devam et. Bari koyunları kurtlardan korurken, karanlıkta göz kırpan afişte bir yıldız gibi dolabilir misin gecelerime onu söyle.
Su desem yağmur olur. Toprak desem heyelan olur. Buna rağmen gözyaşlarımla dolarım da bir türlü ağlayamam. Ah sevgili bir ağlasam, bulutlar kupkuru kalır. Ah sevgili bir ağlasam, yüreğimden sellerle sürüklenirsin, heyelanlarımın altında kalırsın. Gel gör ki, bir türlü ağlayamam. Bir çiy olurum da yaprakta, takılır kalırım üzerinde. Şöyle bir toprağa düşsem, yer çimenlerle dolar, toprak çiçeklerle fokur fokur kaynar. Nedense, boşlukta asılıp kalan bir elma gibiyim. Ne tutunacağım bir dalım olur ne de bana sahip çıkacak bir ağaç bulunur. Boşlukta öylece aslıp kalırım. Boşluk yer bitirir beni. Rüzgarlar dolar içime, bir üşümedir başlar böğrümde. Ah sevgili bir ağlayabilsem, hiçbir değerin kalmaz gözümde. Öyle düşersin ki gözümden, toza karışır beraklığın. Ya çamur olur kaderin ya girersin mazgallardan içeri. Fareler bile geçer gider yanından. Karışırsın dünyanın kirli kanına. Temiz bir yüreğe rastlayamazsın. Bir daha geri dönemezsin. Dönsen de bir daha bulamazsın ki beni. Ah sevgili bir ağlayabilsem, atlar koşar yaylalarda. Dağlar, nal sesleriyle titrer de, büyüklüğünü vururlar sırtlarına. At dağ olur, dağ at olur. Bir ağlasam bir daha ne sen ben olabilirsin ne de ben sana dörtnala gelebilirim. Ah sevgili, o kadar severken seni, gözlerimde beni ağlatacak bir gözyaşıya dönüşememen çıldırmaktadır beni. Seni dağlar kadar severken, bir damla gözyaşıya benzeyememen un ufak eder beni. Ah sevgili bir ağlasam, yumurtadan yeni çıkmış bir civciv kadar özgür olurum; hatta her sabah güneşin yükseldiği saatlerde gagamla gün ışıklarını yutarım. Senin saraylarında yaşamaktansa, kendi çöplüğümde horoz olurum. Öyle bir mutlu olurum ki, sen güneş, insanlar ayçiçeği olurken, ben gölgede bir çimen olurum. Senin ışıklı dünyanda yaşamaktansa, kendi karanlığımda yıldız olurum. O bile yeter bana. Senin yanında dik durmaktansa, sensiz ve gölgede bir çimen gibi boynu bükük durmayı tercih ederim. Hiç olmazsa yalınlığımla, sadeliğimle yaşarım. Bir ağlasam gözyaşlarıma katarım seni, bir ağaç gövdesi olursun, bir kütük olarak yazarım seni ormanın kitabına. Ondan sonra kuşlar yormaz beni, yollar yormaz beni, koşmak yormaz beni. Sevmekten yorulmam bir daha. Denize doğru uzanan bir kara parçası gibi, hem mavilere ayaklarımı sokarım hem de senden uzak olmanın keyfiyle ufka doğru bakarım. Nedir sanki seni bu kadar önemli kılan. Sen olmazsan da bu yürek yine sever. Ah bir yüreğimden atabilsem seni. Öyle yerleşmissin ki yüreğime, bereketli bir tarlanın ortasındaki kaya gibisin. Ne oynatabilmekteyim seni ne de söküp atabilmekteyim seni. Her şey değişecek bilmekteyim. Ah bir ağlabilsem, sellerime katarım seni ve sonra söküp atarım seni.
Bazıları bu dünyada bulunur, bazıları ise kaybolur. Bazıları yaşar, bazıları ağlar, bazıları ise yazar. Seni yazdım ağaçların her birine. Seni anlata anlata tüm ormanı dolaştım. Eğer neler yazdığımı merak edip ormanda dolaşsaydın, kaybolurdun. Sonra beni saçına dağ çiçeklerini takmak için bekler bulurdun. Oysa sen yaşamayı değil, orada burada bulunmayı tercih ettin. Yok Amerika'nın New York şehrindeki 5. Caddede'yim dedin. Yok şu an Eyfel Kulesi'nin en tepesinden gülücükler yağdırmaktayım Paris'e dedin. Bir oraya gidip, güneşin batışını seyrettin. Bir şuraya gidip, Boğaz'a karşı çayını içtin. Onunla, bunanla dost meclislerinde bulundun. Bulunduğun her yerde şarkılar söyledin, vücudunu sergiledin. Senin sanattan anladığın hep bu oldu. Ne bir resim yaptın ne de bir şiir yazdın. Ellerim güzel dedin, ama parmakların bir tuşa değmedi. Hep piyano başında poz verdin. Dudaklarım güzel dedin, ama bir hoş seda bırakamadın göklerde. Bir gökdelenin altında eteğin havalandı hep. Tüm bakışları üzerine çektin, ama magazin sayfalarındaki dilberler gibi çöpe gittin. Tüm dünyayı dolaşıp durdun da, yaşamanın kendi ayakları üzerinde durmak ve kendine ait bir dünya kurmak olduğunu bir türlü öğrenemedin. Onun, bunun parasıyla gezip durdun. Bu yüzden yanında hep eli cebinde adamlar bulundu. Bunun bile sana büyük bir hakaret olduğunu kestiremedin. Benim yanımda bulunmak sana zor geldi. Oysa sana yanımda ol demedim ki. Yüreğime gir, ruhumun berrak sularından iç dedim. Benimle yaşa dedim. Sen ise sıradan bir apartman dairesinde yaşayamam dedin. Kapıyı çarpıp gittin. Bana Moskava'dan, Londra'dan, Miami'den mesaj gönderdin. Çok mutsuz olduğunu, ağlayıp durdurduğunu belirttin. Bir şeye çok sevindim. Hem ağlamayı hen de yazmayı öğrendin. Umarım bundan sonra yaşamak ile bulunmağın aynı şeyler olmadığını da öğrenirsin. Kimin yanında bulunduğun önemli değildi, kimin yanında aşkı, sevgiyi, iyi niyeti yaşadığın önemliydi. Eski çamlar bardak oldu artık. Umarım bundan sonra, sana aşkı yaşatacak ve seni bulunduğun durumdan kurtaracak birini bulursun. Çünkü ben sıradan apartman dairesinde kendime ait bir dünya kurdum. İyi günde, kötü günde yaşayacağım bir eş buldum. Yaşamak üretmek ve çalışmak demekti. Birlikte el ele vererek çalışıp üretilen, yaşamak budur denilen, bir birlikteliği seçtim.
Belki seni unuturum. Vazgeçerim bembeyaz çiçeklere bakmaktan. Vururum yüreğimi dağların sırtlarına. Uçurumlara baka baka belki seni unuturum. Şiir yazmaktan usandım. Roman yazdım, kelime kelime seni anlatan. Saçlarının renginde gün batımı manzaraları çizdim. Belki seni görmekten vazgeçerim diye göz kapaklarımı diktim. Yine de seni hatırladı bu yürek. Söz dinletemedim ona. Yüreğim yana yana yine de seni diledi. Seni istedikçe başımdan aşağı kaynar sular indi.
Belki seni unuturum. Çünkü bu benim yaşantım değildi. Sadece bana yaşattığın buydu. Ve ben samanlıkta iğne arar gibi bir sevgi, bir aşk ararken; saman alevi gibi kapladın bütün dünyamı. Ben gün yüzü görmek isterken, karanlık bir dünyayı miras bıraktın bana. Oysa ne çok isterdim bembeyaz bir güle bakar gibi sana bakmayı. Ve mis gibi kokan bir çiçeği koklar gibi yanında cennet bahçelerinin kokusunu duymayı ne çok isterdim.
Hep bana gözlerin ne güzel derdin. Oysa hiç anlamadın değil mi o gözlerin bana hiç mutluluk göstermediğini? Yayla kuşlarının bakışlarına benzetirdin bakışlarımı. Ama hiç anlamazdın kanatlarımın ne derece kırık olduğunu. Alırdın başını giderdin. Ah bir bilsen beni ne çok üzerdin. Sen giderken kurt görmüş bir kuzu gibi korkardım ve ağlardım. Beni karanlık bir dünya içinde bembeyaz bir kuzuya çevirirdin.
Oysa ki masal gibi gelmiştik bir araya. Aşk iksirinden içmiştik doya doya.Uzun kış geceleri sen başını omzuma yaslar hülyalara dalardık. Sen kızıl renkli saçlarınla, sütun gibi bacaklarınla bir antik şehre benzerdin. Ben seni keşfederdim. Aşk yağmurları yağardı üzerimize.Şimdi ne oldu bize. Ne çabuk bitti bu rüya. Ardında kaldı kapkara bir dünya.
Senin yanında kendimi hep bir suçlu gibi hissettim. Bir daha gün yüzü göremeyecek bir idam mahkumunun sabahın ilk ışıklarıyla gözyaşı dökmesi gibiydi sana olan sevgim. Hep bir umut ışığı bekledim senden. Sen ise benim ayaklarımı yerden kestin. Ben bunu ilk önce aşk zannettim. Sonradan anladım bunun bir ölüm oyunu olduğunu. Sonradan anladım bir intihar yüreğiyle seni sevdiğimi ya da darağacında aşk tadında bir meyve olduğumu. Sen aşkı benimle tattın. Ben ise her gün can cekişmenin acısını yaşadım. Sen benden ruhumu ve içtenliğimi aldın. Geride posa halinde bedenimi bıraktın. Bana bir güzellik bırakmadın.
Kim hiç balık olmayan bir gölde avlanmak ister? Kim bir su içmek uğruna dudaklarını katleder? Söyle dürüstlükten, adaletten, samimiyetten söz eden. Kim bir çöl olma sevdasıyla yüreğine kaktüs diker? Ve yığın yığın kumları denizi sevmek adına sahile sürekler ve sabreder. Kim sadece yüreğiyle sever ve bir gül dalına benzer? Aşk ve samimiyet kokusunu burunlara nakşeder.
Bilirsin kuşlar kanatlarıyla gülümser. Masmavi gökyüzünde gülücükler çizer. Tüyleriyle mısralar düzer.Sonra gider hayatında hiç mutlu olmamış bir insanın ellerinden su içer. O elleri öper ve sever.
İnsanlar neden birbirine söver? Var olma yarışında birbirini ezer.Neden ölüme giden bir otobüse binerken birbirinin saçını başını çeker? Neden insanlar adaletsizlik eder ve kendi çıkarları söz konusu olduğunda terazi hep kendilerine işler?
Söyle dürüstlükten, adaletten, samimiyetten söz eden. Söyle dudaklarımdan acı gülümsemeleri kim siler? Ve ağzında biriktirdiği tatlı tebessümlerle kime insan merhaba der. Ve hayatına yeni anlamlar yükler.
Üstelik yorgunken, üstelik ağlamaklıyken kime sırtını döner ve kim dikene güvenerek sırtına demet demet güller yükler?
Bilirsin ki dağ başlarında uçurum çiçekleri biter. Her çiçek açışı ise bir güzelliği müjdeler.Kelebekler ezelden ebede yolculuğa bu gül bahçelerinin cennet kokan patikalarıyla gider. Dürüstlük, adalet ve samimiyet sadece aşk olan yerlerde gül ve kelebek sevdasıyla gülümser. Yalan olan bahçelerde sadece sahte çiçekler biter.Ve o çiçekler hiçbir kelebek görmeden ve hayatın öz suyunu içine çekmeden var olup gider. Sevmeyi bir görüntüden ibaret sayanlar hep yapay bir görüntü içinde kristal vazolarda aşkın topraklarına kök salmadan yaşadığını sanarak severler. İşte onlar bir şiir kitabının içinde kuru bir güle benzerler.Asla yüreğine su serpemezler.
Prangalara vurulsa ellerim kollarım yüreğim
Kölelerin özgürlüğünde yaşasam tüm şiirleri
Ateş üstünde gezsem ip üstünde yürüsem
Zincire vurdursam kendimi sana hapsolsam
Oysa ey gülüm aşksızlığa eyledin mahkum
Yağmur pencerelerle konuşmaktaydı ve ince parmaklarıyla camları tıklatmaktaydı.Oysa içerde kadın yalnız ve ağlamaklıydı.Gece gözlerine düşen son umut ışıklarını da karartmaktaydı.Yaşamak yağmurlu bir gecenin altında ve bir evin içinde dramatik sahneye dönüşmekteydi.Kadın ağzında biriktirdiği bütün sözcükleri kusmaktaydı.Kendini aslan başlı bir ceylana benzetmekteydi.Bir ormanın ortasındaydı.Aslanlar kendisine aç aç bakmaktaydı.Ceylanlar ise düşüncelerinden korkmaktaydı.Kükrese bedeni sarsılmaktaydı.Böğürse başı ağrımaktaydı. Ot yese aç kalmakta et yese midesi bulanmaktaydı.Bir türlü kendine yaranamamaktaydı.Ne yapsa kendini bulamamaktaydı.Bir türlü mutlu olamamaktaydı.
Dışarıda alabildiğine yağmur yağmaktaydı. Gece yeni düş almış bir insan gibi ıpıslak penceresine vurmaktaydı.Oysa kadın kimseyi istememekteydi. Dudaklarına özgür damlaların düşmesine izin vermemekteydi.Kilitlemişti ağzını.İşkence odasına dönüştürmüştü evini.
Dünyanın sesine, görüntüsüne dayanamıyordu yüreği.Bu yüzden duymak istemiyordu yağmurun sesini. İstemiyordu merhametini.
Aslan başlı ceylana benzetiyordu kendini. Yiyip bitiriyordu kendi kendini. Kendini yiyip bitirdikçe yaşatıyordu yine kendini.Böylece var ediyordu kanından, canından, bedeninden
hayat hikayesini. Ayak izlerinde taşıyordu bütün can çekişmelerini. Bir adım yürüse dönüp dolaşıp aynı adrese geliyordu. Aslanla ceylanı bedeninde buluşturuyordu.Aynı anda hem av hem avcı oluyordu. Kendi elleriyle kendini parçalıyordu.
Kadın durmadan ağlıyordu. Aslında sakin ve sessiz bir dünyada yaşamak istiyordu.Yıldızlara dokunmak ve ay ışığında uyumak istiyordu. Oysa inadına inadına yağmur yağıyordu. İnce parmaklarını camlara vuruyordu. Kadın hayata bir başka pencereden bakmak istese de bu mümkün görünmüyordu.Dışarda durmadan yağmur yağıyordu.
Atatürk modernleşmenin sadece rasyonalizmle olması gerektiğine inanmamaktaydı.Her şeyin akla dayanacağı bir modern dünyada her şeyin rengini ve ruhunu kaybedeceğini görmekteydi. Yani modern hayat içindeki insan dine daha çok ihtiyaç duyacaktı.Çünkü grilikten ve maddenin ağır baskısından bunalacaktı.İnsan aklının, fikrinin ötesinde başka renkler ve çizgiler peşinde koşacaktı.Bunu bilen Atatürk Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu.Türkiye’de medeniyetin, dini ortadan kaldırarak değil de, bunun yerine, dini akla ve bilime dayandırarak gelişeceğine inanmaktaydı.
İnsanlarda din duygusu her zaman vardı.İster Tanrı’yı kabul etsin ister etmesin bütün inançların çıkış noktasını din teşkil etmekteydi.Bu yüzden dini inkar etmek toplumu inkar etmekti.Çünkü insanları bir araya getiren ve yine toluma ivme kazandıran güçlerden biri de dindi.
Dikkat edilirse resmin, mimarinin, edebiyatın ilham yoğunluğunu din düşüncesi oluşturmaktaydı. Antik şehirlerden kalan kalıntılara bakıldığında ağırlığı tapınaklar oluşturmaktaydı.Bugüne bakıldığında ise Avrupa şehirlerinde ve dünyanın birçok yerinde en çok dikkat çeken yapılar yine tapınaklardı.
Atatürk sahip olduğu o engin zekasıyla bunların farkındaydı.Bu yüzden İslam dinini hor görmemiş ve onu her türlü yobazlıktan arındırmaya çalışmıştı.
Bugün itibarıyla bakıldığında Türkiye’deki Müslümanlar modernleşmekteydi.Kendilerini geliştirmekte ve içine kapanık değil; rasyonel dünyada aklıyla, fikriyle, görüntüsüyle var olmaya çalışan bir konuma gelmekteydi. Türban bu çıkışlardan ve modern dünyaya adım atışlardan sadece biriydi.Hal böyle olunca bu kadar yol alan insanların geriye dönmek isteyeceklerini ve karanlığı isteyeceklerini düşünmek yanlıştı.
Öyleyse Türkiye’deki en büyük sorun neydi? Herkes kendi doğrultusunda cevap verecekti; ama bilinmeliydi ki en büyük sorun dış borçtu. Türkiye’ye en çok kimin ihanet ettiğini, bu ülkeyi en çok borçlandıranda aramak lazımdı.
Gök gürültüsü büyük, yağmuru küçük aşklar yaşattı bana hayat. Her yukarı bakışımda başımı yere eğdim tekrar tekrar. Bütün yağmurlar acı bir tokat gibi vurdu suratıma. Her ne zaman birini bir ağacı sever gibi sevmek istediysem, boyundan daha büyük gölgeler düşürdü berrak sularıma. İşte bu yüzden dostum, bu zamana kadar hep istemediklerimi yaşadım, isteklerimi ise kimse gerçek anlamda anlayamadı. Bir yalnızlıktı benimki dallardan tek tek kopan yapraklar gibi. Bir yalnızlıktı benimki mum ışıkları arasında yüzüme çarpan. Şampanyalar eşliğinde yalnızlığımdı kutlanan. Sofrada yenilenlerden ve içilenlerden sonra geride kalan artıklar gibiydi aşklarımdan geride kalan. Ah dostum, dudaklarımdan dökülen şarap damlalarıydı dudaklarımı yalnız bırakan. Daha aşkın sarhoşluğunda şarkılar söyleyemeden, suskunluğun kenetlediği bir tutsaklıktı benim yalnızlığım. Ah dostum, seninle gezdiğim her sokakta, adımlarımın beni yalnızlığa götürdüğünü nereden bilecektim? Seninle gezdiğim o sokaklarda bir gün it gibi yalnız kalacağımı nereden bilecektim? Senin yanında bir şiire dönüşmeyi dilerken, dümdüz bir yazının hiçbir duyguya eğilmemiş cümlesi olacağımı ve bu şekilde bana son noktayı koyacağını nereden bilecektim? Çünkü sen öğretmiştin bana güzel cümleler kurmayı ve şiir tadında yaşamayı. Sen öğretmiştin bana bir şairin en travma halinde yazdığı iç parçalayıcı şiirlerini anlamayı. Şimdi bir şairin en cinnet halinde tüm şiirlerini yakmasını öğrettin bana. O şair sen, o şiir de ben oldum. Sen yaşandı bitti geride bir şey kalmayacasına dediğin anda, bir kibritle yakılan şiir gibi kül ettin tüm duygularımı. Sen ardına bakmadan gittiğinde, ben arkanda talan edilmiş bir şehir gibi kaldım. Hiç mi duymadın çığlıklarımı ve ateş altında çatırdayan yüreğimi? Beni Beyoğlu'nun dar sokaklarında yanan eski bir ev gibi ateşler içinde bırakırken, sen ayaklarını Boğaz'ın serin sularına daldıran yalılar gibiydin. Boğaz'da süzülen gemiler gibiydin ve yüreğini gayet serin tutarak çekip gittin. Ah dostum ne iyi de ettin! Şimdi ben İstanbul oldum; sen benim bir semtim bile olamadın. Olsan olsan, en ücra köşemde bir gecekondu olurdun zaten. Bunu bile hak etmezdin. Ben Asya ile Avrupa'yı birleştirdim ve yeni aşklara köprü kurdum. Sen ise bir çıkmaz sokağa dönüştün. Sokak adını da ' Aşkçıkmazı ' koydum.
Özellikle doğu bölgelerimizde erkeklerin eşeklerle cinsel ilişkiye girmeleri olağandır. Bu davranış o kadar doğallaşmıştır ki eşeklere eşo gelin demeye kadar gelmiştir. Sonuçta erkekler geleneklerin ve göreneklerin baskısı altında cinsel anlamda özgür olamadıkları ve rahatça partner bulamadıkları için böyle bir yola girmişlerdir. Çok şükür ki son zamanlarda ülkemizde yaşanan cinsel anlamdaki özgürlüklerden dolayı, partner bulma kolaylaşmış ve erkekler hem bedava hem de sokakta, orada burada istedikleri gibi cinselliğin tadına varabilmiştir. Ülkemizde cinsellik o kadar özgür bir hale gelmiştir ki, artık Müjde Ar bir azize, tecavüzcü Coşkun da aziz durumuna düşmüştür. Yakında onların hacca gitmeleri de yakındır. Kızlarımız erkeklere tecavüz fantezisi bile bırakmamıştır. Çoğu kız nerede olursa olsun cinsel ilişkiye hemen hazırdır zaten ya da çoğu kız elinde gazozla ve uyku kapıyla gezip erkek aramaktadır. Olan peki kime olmuştur? Tabi ki olan eşeklere olmuştur. Çünkü eşekler kocasız kalmıştır. Çoğu eşek:
Oy on beşli on beşli
Osman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....