Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • fethullah gülen09.12.2004 - 12:57

    ***********************************************
    İman hem Nurdur hem Kuvvettir,
    Hakiki imanı elde eden insan
    Kainata meydan Okuyabilir. (Bediüzzaman)
    *************************************************

    cümlelerini Pratiğe döken Hak Dostu.

  • hz.muhammed07.12.2004 - 06:45

    23 senelik Peygamberlik dönemine, 23 asırlık insanlık, ahlak, vicdan, ahde vefa, sadakat ve en önemlisi Allah'a imanı zerk eden Peygamberler Efendisi......

  • fethullah gülen07.12.2004 - 06:35

    Vicdanı Kirlenmemiş insanlarca takdir toplayan bir Hak Dostu....

  • fethullah gülen07.12.2004 - 06:33

    O Hoşgörü ve Dialog insanı

  • allah (c.c)02.12.2004 - 06:02

    1) İmkân Delîli

    Varın ispatı yokun ispatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle ispat edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddiâ eden kimse bütün yeryüzünü, hattâ kâinatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu ispat edebilir. Bu ise, imkânsızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki, yok hiçbir zaman ispat edilemez...

    İki ispat edici, binlerce nefy ve inkâr ediciye tercih edilir. İki kişi aynı hakikatte ittifak etmişse, binlerce insanın kendi dar pencerelerinden şahsî bakışlarıyla onu inkârları hiçbir değer ifâde etmez.

    Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkârcı, devamlı sûrette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyâlarına kapalıdır. Mü’min için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın! ... Zaten 999’u herkese açıktır. Hem de ardına kadar... İşte o kapı ve o delîllerden ilki: Âlem, mümkinât nev’indendir. Yani varlık ve yokluğu müsâvidir. Varolduğu gibi, olmayabilir de. Varolurken de, hadsiz oluş keyfiyetlerinden herhangi birinin olması imkân dahilindedir. Yani en az varolan kadar olmayan da varolma şansına sahiptir. Her mümkün ise, kendi dışındaki bir sebebe bağlıdır. Öyleyse önce varolmayı, sonra da varolma şekil ve keyfiyetini, olmamaya ve olması mümkün diğer şekil ve keyfiyetlere tercih eden birisi vardır. O da Allah'tır (cc) .

  • ateist28.11.2004 - 14:17

    ***********************************************************************
    Allah'ı tanıyan ve itaat eden ZİNDANDA dahi olsa bahtiyardır.
    Onu unutan SARAYLARDA dahi olsa zindandadır.
    ************************************************************************

    (Bediüzzaman)

  • fethullah gülen28.11.2004 - 07:18

    DUA ZAMANI

    'Ey merhametlilerin en merhametlisi,
    düzenbazların entrikalarından bizi koru,
    kafirlerin küstahlıklarını, facirlerin komplolarını,
    ve münafıkların saldırılarını başımızdan def et' (***)

  • hz.muhammed28.11.2004 - 07:07

    ' Nasıl Yaşarsanız Öyle
    Ölürsünüz, Nasıl Ölürseniz
    Öyle Dirilirsiniz'

  • türban27.11.2004 - 20:22

    Efendimiz'in(SAV) Şecaat(yiğitlik) ve Şefkat Ufku - 1

    Efendimiz’in (sav) zahirde birbirine zıt gibi görünen sıfatları olduğu gibi, birbirini takviye edip destekleyen vasıfları da vardır.

    Birbirine zıt gibi görünen bu sıfatları, Din-i Mübin-i İslâm’da mühim bir esas olan “sırat-ı müstakîm” yorumu çerçevesinde ele almak ve öyle değerlendirmek mümkündür. Meselâ Efendimiz (sav) , her şeyden evvel bir şecaat ve cesaret abidesi idi. Öyle ki, muharebe meydanlarının Haydar-ı Kerrâr’ı Hz. Ali (ra) , O’nun bu yanını ifade ederken; “Biz, muharebelerde başımız sıkıştığı zaman Resûl-i Ekrem’e (sav) sığınırdık.” der. Nitekim Huneyn’de öyle olduğu gibi Uhud’da da, bir yönüyle kırılıp dökülmüş ve âdeta felç olmuş cemaatini, düşmanın içine korku salacak şekilde yeniden harekete geçirmiş; geçirmiş ve âdeta و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ ح َ ي ّ َ م ِ ن َ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت ِ و َ ت ُ خ ْ ر ِ ج ُ ا ل ْ م َ ي ِ ّ ت َ م ِ ن َ ا ل ْ ح َ ي ِ ّ “Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın.” (Âl-i İmrân, 3/27) hakikatinin mazharı olarak, o sarsılmış, kırılmış ve dökülmüş cemaatten, dipdiri ve taptaze bir ordu çıkararak yeniden düşmanı yakın takibe almış ve Mekke’ye kadar kovalamıştır. İşte bu, O’nun şecaat-i kudsiyesinin ifadesidir ve sahasında nazîrsizdir.

    Bir örnek olarak Efendimiz’le Gavres ismindeki bir kâfir arasında geçen hâdise, O’nun korkusuzluk, şecaat ve cesaretinin azametini resmetme bakımından yeter zannediyorum: Allah Resûlü (sav) , bir ağacın altında istirahat buyururlarken, Gavres, O’nun uykuda olmasından istifade ederek, ağaca asılı bulunan kılıcını alır ve müstehzî bir edâ ile: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? ” der. Onun bu sorusuna karşılık Allah Resûlü, hiçbir panik emaresi göstermeden ve kendisinden gayet emin olarak öyle bir “Allah” der ki, O’nun orada sergilediği bu teslimiyet, yakîn ve Allah’a itimat, elindeki kılıçla karşısında duran Gavres’i sarsar ve kılıç elinden yere düşer. Bu defa düşen bu kılıcı, İnsanlığın İftihar Tablosu eline alır ve sorar: “Ya şimdi seni kim kurtaracak? ” Adam korkusundan sıtmalı hasta gibi titremeye başlamıştır ki, o esnada, Allah Resûlü’nün sesini duyanlar oraya koşarlar; koşar ve gördükleri manzara karşısında hayrette kalırlar. Onların Allah’a karşı iman ve itimatları bir kat daha artar; Gavres de orada görüp duyduğu şeylerle “el-Emin”e güven sözü verir ve Allah Resûlü’nün şecaat ve cesaretine hayranlık hisleri içinde oradan ayrılır.[1]

    Meşhur mütefekkir Bernard Shaw, Allah Resûlü’nün Allah’a olan bu teslimiyetini ve korkusuzluğunu anlatırken hislerini şu takdirkâr ifadelerle dile getirir: “Hz. Muhammed, çeşitli yönleriyle insanın başını döndürecek üstünlükleri olan bir insandır. Bu sır insanı tam mânâsıyla anlamak mümkün değildir. Bilhassa O’nun anlaşılamayacak üstünlükte bir yanı vardır ki, o da Allah’a olan güven ve itimadıdır.”
    (***)

  • türban27.11.2004 - 03:18

    Bir dönem, türbanlı türbansız kamplaşmasına maruz kalınan o talihsiz dönemi ALLAH bize tekrar yaşatmasın.