O içli türküleri
Karacaoğlan'ın bir elçisidir.
Garipliği, kadri bilinmez bir
tür güneş ışığı.
Adı, yaşadığı ortamın adıdır.
Ve susması, her bir
Sen, adını heceleyen yüreğin yangısı
Gözler, baharı hatırlatan hare tablosu
Bakışlar, denizden türeyen harın dalgası
Kirpikleri, poyraz alevin firez yansısı
Çiller, sevginin kehribar desenli sarısı
Çağrıştırıyor gözlerin sevgiyi, sevinci
Esinlenmiş sesinden pınarların akışı
Almış edasından kelbekler zerafeti
Öğrenmiş halinden bebekler naifliği
Gözleri sonlanmayan aşkın nişanesi
Yekinir tirşe gözlerinin derinliklerinden
Düşmüş ardına sis yeşili bahar rüzgarı
Bırakmak ister gibi turkuaz damlasını
Mehtap sarısı kirpiklerine, hüzün bulutları
Kalırdı kirpiklerinde Turkuaz damlası
Kayıp mısın?
Benden gayrı hiçbir yerde,
Ne emmaren var, ne görüntün,
Bende okunuyor esamen ve sözün.
Ölü müsün?
Ne mi yapıyom?
Sorduğun şeye bak,
Tahammül edemem bu soruya,
Bir daha aşıka aykırı,
Soru sorma bilgiğin gibi,
Her zaman ki gibi,
'Evvel zaman' içinde
Ezilmiş turunç gibiyken gurup
Sesinin nağmesi eşliğinde
Yağmurun mistik müziği vardı
Penceremize nazır
Şiir şehrinizin kuytusunun
Ağlarsın husrandaki emeline.
Ağıtlar sorar sana ve kendine;
Neden gözyaşı varına yoğuna,
Sadece ağlanır yiten sevgine.
Heder etme, acı gözyaşlarına.
Ey dolunay!
En güzel gülümsemeni,
Gösterdin bu gece,
Özlenen mi,
Özleyen mi,
Bakıyordu sana?
Ulaşmaktı martıların derdi
Ekmeğe
Oynaşmaktı adamın derdi
Martılarla
İnsi şeytan bu
Sever puslu havayı
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!