doğduğum günden beri ölüyorum
tam olarak 53 yıl, 9 ay, 8 gün, 18 saat, 10 dakika 11 dakika oldu hayattayım
kaç terk ediş geçti içimden kaç ölüm doğdu saymadım
iki şeyden usanmadım, her sabah yenide doğmaktan
sevmek için neden aramaktan
isimsiz günlerim oldu
Hangi bedene doğarsa doğsun, o bedeni değil, bedenin içinde olduğu öyküyü kendisi sanar insan
O öyküyü kimi zaman tanrıdan kelamlar indirdiğini söyleyenler yazar
Kimi zaman toplumun kuralları
Kimi zamanda ailelerin gelenek ve görenekleri
Hepsinin üzerinde olan bir şey ise tanrı ile insan arasında olduğunu iddia eden ruhban sınıfları olmuştur.
Arada da baba tanrı rolünü oynar, anne ise tanrının emireri olan şeytanı
Bir yerin enkazını kaldırmadan, başka bir yerde temel atmak zor iş.
Çünkü bazen insan, kendi yıkıntılarının içinde o kadar uzun süre kalır ki...
Yeni bir pencere açmayı unutacak kadar alışır karanlığa.
Dış kapıyı tamir etmekle geçer yıllar, oysa içinde bir masa kurmak ister.
Ama her seferinde bir gıcırtı duyar eski tahtalarda ve geri döner.
Üstelik ne zaman uzaklaşsa, geride bıraktığı eksiklikler suçluluk gibi yapışır yakasına.
f(x) = sin(x) + ln(x² + 1)
Yani:
Denklemin ilk kurulduğu anda doğmuştum kendime
Uyanışım, değerleri bulmak içindi
Eşitliğin her iki yanında benim yaşama kattığım anlamlar vardı
Bu gece sıradan bir karanlık değil...
Bu gece, geçmişin yüzümüze ışık tuttuğu, geleceğin gölgemizden korktuğu bir an.
Kapıyı Ernesto “Che” Guevara açıyor. Sakallarında isyanın külü, gözlerinde yitik halkların yangını var.
“Buyrun” demiyor. Çünkü bu masa için çağrılmazsın, uyanırsın.
İçeri girince sağdaki pencerede Émile Zola var;
bakıyor ama görmüyor değil,
Mutluluk da ağır geldi, mutsuzluk da yordu…
Ben, ikisinin arasındaki o isimsiz durakta, "hal'sizlik"te konakladım.
Ne kahkaha attım doya doya, ne ağlayabildim içimi söke söke.
Sanki duygular ellerini eteğini çekti benden.
Durağan bir rüzgâr oldum; esmeden, savurmadan, varlığımı bile hissettirmeden.
Haydi düşe dalalım dedi çocuk ve hayata uyanmayı seçti adam.
Hangisi gerçek ki dedi çocuk, elindeki boşluğu gösterdi adam.
Artık oynasak ve mutluluk kahkahaları atsak dedi çocuk,
kahkaha atmak ayıp dedi ve sustu adam
Sen büyümeyi yanlış anlamışsın,
bu büyümek değil, yaşamamak dedi çocuk
Hayat,
dibe vurduğunda boğulduğun bir su damlası gibiydi.
Çırılçıplak ve deliksiz bir uykuda dalından kopan dut tanesi misali konardı sinekler yarınsızlığın orta yerine.
Kendi nefesinde susan rüzgarın yanağına dokunan yaprak gibi öksüz ve tek başınaydı terki diyar mutluluklar.
Zamanın ötesinden geliyorduk,
Kendimize çıplak idik hayata karşı giyinik.
İçimiz acırdı şivemiz elvermezdi tarife.
Hoyrat bir sevdaya düşerdi yüreğimiz,
Hırsızlık yapmışız gibi gizlerdik aşkla baktığımız sevdiğimizi...
Kokular aparırdık topraktan, üzerimize çalakalem sevinçler sürerdik.
İşçi sınıfından devşirdiğimiz hayat kırıklığımız vardı diye ikmale kalıyorduk aşkta.
Kaç sömestr yürek akıntısı yaşadık kimse bilmez,
elde peşkir, avuçta sımsıkı hasretlikler ile geçiyorduk, bütün işçi sınıflarını.
İşçiye AŞ/k ne hacetti, başında devlet babası var iken.
Zaten sömürü dediğimizde kemirgen bir hayvanın vebalı düşü değil miydi?
atalardan çocuklara yadigar kalan
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!