Ben yazmayı sana alıştım.
Sana yazmadan geçen bir günüm eksik kalıyor.
Bazen elimle yazmadığım satırlar,
gözümden düşen yaşla dökülüyor defterime.
Çünkü bir “ilk”in kıymeti sadece yaşamakla değil,
onu hissetmekle ölçülür.
Ben seni sen bilmeden,
hatta ihtimal dahi vermezken sevdim.
Ve aslında sevdiğimi biliyorum.
Ama sevilmeyi henüz bilemedim,
çünkü seviyorsan da
bunu hiç açık etmedin.
Mecnûn olup her sevdâya düştüm, dîvâne oldum,
Bilmem ki niçün cânıma bunca mihnet doldu?
Cismin hevâsı bir serâb, gönül gamdan harâb,
Vâdî-i hicrânda aşk, âh ile bir cânân buldu.
Süleymaniye’nin göğsünde bir dua tuttum,
Minareler göğe değil, içime yükseldi.
Boğazdan esen rüzgâr, senin adını getirdi,
Her dalga bir selam, her martı bir umut gibi.
“Allah’a ısmarladık,” dedin,
Gün doğmadan yola düştüm Gülhane’nin gölgesinden,
Süzülüyordu sabah, tarihin sessiz nefesinden.
Serinlik indi usulca Ayasofya’nın taş kubbesine,
Kalbim, ilk ezanla eğildi; secdenin derin sesine.
Sultanahmet’te yürürken, her adımda tarih uyanır,
Ağaçlar bakıyor gök hâleye,
Yağmurun iç sesi süzülür geceye.
Dolunay, suskun bir misafir gibi,
İçimi okşar, yalnızlığa sıcak bir perde.
Gecenin secdesindeyim, nura döndü her hece,
Kalbim aşkın harmanında savrulurum tek yüce.
Bir hayâldir her görüntü, ne izim var ne biçim,
Benlik tende eridi, doğdu içte derinim.
Rüzgâr eder zikrini, her esişte “Hu” çalar,
Bir vapur inerken martıların arasına,
Şehirde bir sessizlik düşer kıyıya.
Boğaz, senin sesini anımsar sanki,
Ay’ı andıran bir yüz gelir aklıma.
Kaldırımlar yürür gibi ardından,
Bir Gönlü Beklerken
Sana bir aile hayaliyle yaklaştım,
Kırılgan değil, kök salan bir niyetle.
Bir ev değil yalnızca,
Bir yuvaydı özlemim:
“Kal ya da git ama lütfen bana bir daha
belirsizlik zor deme…”
dedin ya,
ben zaten o belirsizlikte sana inandım.
Çünkü ben sana hep vardım,
henüz adımı bilmeden önce bile içimden geçen sendin.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!