aşkın kutsallığına inanan
iki kalpti onlarınki
gözleriyle sevişirler
ayrılıktan hiç söz etmezlerdi...
ansızın gitti Virjini
canım sıkkındı bugün
oturdum nehir kenarına
kapılmışım suların akışına
takılmışım bir kurbağanın
ürkek bakışına
'kurbağacık korkma' dedim
kin doldurup toplara
kanla suladılar çiçekleri
uçurtmaları ellerinden vurdular
yoldular kuşların kanatlarını
namlulardan misket yağdırdılar
Kıpırdaşır hüznün esintisinde
yüreğin kuruyan dalları
kokar teninde
gül kokulu şarap
bağ bozumunda
yürüdüm dağlara bir hışımla,
dağlar heybetimden korktu
önümde eğildi, mahçup bir şekilde
özür diledi
ırmaklar akıntısını kesti
Saçlarına gül taktığımı
papatyalardan falına baktığımı
öpüşlerinle yüreğimi yaktığını
gözlerimden içime aktığını
güneşin, kışı unuttuğu gibi
unutmuşsundur.
kentin en puslu saati bu: üç orospu
taksileri bekliyor
çıplak geziniyorlar
bulvarlarda
yelkovanlar arsız
şehrin ışıkları sönerken birer birer
hadi kalk dedi kuşlar
yosun kokan bir temmuz sabahı
miskinleşme dedi çiseleyen yağmur
ıslak eliyle, saçlarımı okşadı
Gülsuna
Gülsuna,
kraliçem,prensesim,soylu sevgilim
köylü olmanla, kaz gütmenle
bukle bukle sarı saçlarınla
Günün şiiri olması gerektiğini düşündüğüm bu şiirden anladığım, yetimhanede büyüyen yetim bir çocuğun, rüya görmeyi, kederi ve umudu bilmeyişi, yetimhanenin taş duvarları arasında yaşamının bir tükürük izi kadar değersiz oluşu ve bu taş kanatlar nereye savurursa oraya gidişin bir mecburiyet olduğunu ...