Kalma ki nefretimiz sevdamızı boğmasın,
Bu küllenmiş ateşten yeni bir kor doğmasın.
Kalma, hüzünlerimi gözlerine sürme hiç,
Kırık dökük dünyamı yollarına serme hiç.
Zaman, haritası kayıp bir çöl.
Her kum tanesi, unutulmuş bir soru.
Akıl, kervanını yitirmiş bir yolcu,
dudaklarında bin yıllık bir susuzluk.
Kapına geldim Rabbim, derinden pişmanım
Nefsimin esiriyim, hayli perişanım
Dindiremedim bir an, kalbimdeki isyanım
Merhamet deryandan bir, damla sunsan olmaz mı?
Söndü kalpte ateşim
Dinmiyor hiç bu sızım
Düğümlendi nefesim
Çıkmıyor hiç avazım.
Onlar,
camdan kulelerin gölgesinde oturanlar,
kâr hanelerini tartan beyaz önlüklü baronlar.
Kaz dağında yeşerir çiçekler ve otlar
Yaylalarında yayılır kazlar ve atlar
Zirvesinden patlar soğuk pınarlar
Benim bin pınarlı idâ dağım.Yüz bin çeşit çiçekleri mis gibi kokar
Bir tarafından yağ, bir tarafından bal akar
Efsanevi Sarıkız’ı zirveden denize doğru bakar
Bir yanda dağ kızı, nazlı Emine
Bir yanda ovadan Hasan dengine
Kader bir ok attı, battı sineye
O günden beridir, aşk ile çağlar.
Ben, zamanın nabzını avucunda tutan eski bir saat sarkacı,
ne kralların fermanını dinledim
ne de cellatların bilediği çeliği.
Sessizlik,
büyük ve sabırlı bir taş gibi oturuyor odanın ortasında.
Ne bir kapı gıcırtısı
ne bir çocuğun uzak çığlığı
ne de rüzgârın uğultusu eski panjurlarda.
Gönül kapısını sana, sonuna dek açmıştım,
Bu sevdayla kalbime, bir hançer gibi vurdum.
Ben her şeyi bir yana, bırakarak kaçmıştım,
Hayallerden kendime, bir darağacı kurdum.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!