Güneş vurdu pencereme, ay çekildi,
Rüzgarların dalgalandırdığı sahralar ne güzel.
Bir güvercin gerdanı gibi bekler durur ömür,
Şu mahallenin kedisi kadar
bir kıymetim yok dedi adam.
Banka yayılmış bir acayip somurturken.
Sokak kedilerine sahiplenen kız geçti yanından,
Uyuz köpekleri battaniyesiyle sarıp sarmalayan adam.
Saramadım yarin de kollarını
Veremedim acı da ilacını
Soranda ben bilemedim ayarını
Hadi oradan kız git işine!
Ben eğdim sen vardın mı yemişe?
Matruşka bebekler gibisin Hatçam
Ağzını her açtığında
Bir pırtik daha küçülürsün.
Tarlada meğel eder
Yirmi dört aralık bin dokuz yüz on beş sabahı
Saat beş on beş sularında top ve tüfekler
Yalımlar saçtılar Frenk kafirine karşı.
Babil harabeleri kadar tecrit edilmişti
Ve Kut’a mücavir azmaklar kadar
Yiğitlikte sığdı o bedbaht mütecaviz yığınlar.
O sefil gönüle, dur mihnet eyleme!
Secde eyle ol mutlak Hakim'e.
Bir düş, bir lahzadır bu dem;
Ol muhabbet kaim eyle Hakim'e.
Ey gönül! Kurak iklimlere meyletme.
Ol iklimin avazı üşütmedi sensiz leyla.
Yağmuru, boranı, karı, vurmadı tenime leyla.
Halimden sual edem mi ben bilemedim leyla.
Gül kurusu şafak henüz sökmedi leyla.
Dört Nisan iki bin yirmide
Otuz vilayet ve dahi Zonguldak
Mühürlenmiş kalpler misali ezcümle
Birer birer kapattılar kapılarını üzerimize.
İstanbul'un adaları siyah birer incidir
Benim yarim beyaz donlu kuğudur
Gönül çelen bir sabadır, muştudur
Yar hangi bağın yemişidir gülüdür?
Bir zülfü siyah ki, eriyen karları dağların.
Ateşten dudakları, düşen ilk cemresi baharın.
Ol kızıl divaneyem ben, taştan taşa vuran çayların.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!