Hayat senin, adımlar senin. Kim ne derse desin, başkasının sözleriyle kendine yön çizemezsin. Elâlemi umursama, çünkü onların konuşması bitmez.
Her yaptığını eleştirirler, her başarını küçümserler. Sen ne yaparsan yap, hep bir eksik bulurlar. Ama bil ki, elâlemin düşünceleri senin gerçekliğin değil. Kendi hayatını onların gölgesinde yaşarsan, bir gün bile kendin olamazsın.
Kimse senin çektiğin acıyı bilmez, verdiğin mücadeleyi görmez. Ama herkes konuşur. Sözleriyle seni incitmeye, cesaretini kırmaya çalışır. Elâlemi umursarsan, onların ağırlığı altında ezilirsin. Oysa sen, yalnızca kendine hesap vermelisin.
En çok, bir zamanlar gözlerine bakarak "hiç gitmem" diyenlerin, artık kalabalıklar arasında seni yabancı gibi geçip gitmesi koyar insana. Bir zamanlar gülüşüne dünyaları sığdıran biri, şimdi seni görse bile tanımaz. Ve sen bunu gururla değil, çaresizce izlersin. Çünkü bir zamanlar “biri” olduğun kalpte artık “hiç” bile değilsindir. Sadece el olmuşsundur, sıradan bir yabancı, adı bile anılmayan bir suskunluk...
İnsan en çok da unutulurken hatırlar. O sokakta yürürken, bir şarkıda yankılanırken ya da elini cebine attığında bir zamanlar onun tuttuğu eli özlerken... Kimse bilmez içindeki kırığı, çünkü sen dışarıdan hâlâ aynı görünürsün. Ama içinden geçen her düşünce, seni biraz daha yalnızlığa çeker. Zamanla kabullenirsin… O artık senin değil, sen de onun olamıyorsun. Ama bir tarafın hâlâ onun adını sessizce anarken titrer.
Kimsenin bilmediği bir hikâyesin artık. O çoktan başka bir öyküde yerini almışken, sen hâlâ onun cümlesinde bir nokta olmayı bekliyorsun. İşte en çok bu yakar canını: Seni unutan birini hâlâ kalbinde yaşatıyor olmak. El olmuşsun… ama içinde hâlâ onunla yan yana yürüyen bir “biz” taşıyorsun. Kimse görmüyor, kimse duymuyor. Ama sen, her sessizlikte onun adını fısıldamaya devam ediyorsun.
Herkes gidenlere üzülür, ben kalıp hiçbir şey yapmayanlara kırgınım… Çünkü gitmek cesaret ister ama kalıp susmak daha derin bir ihanettir. Yanımda olup da yüreğimden uzak olanlar, en çok da onlardı canımı yakan. Bir şey söylemediler, teselli etmediler, anlamaya çalışmadılar… Sadece izlediler, sessizce. Bir insanın göz göre göre yavaşça dağılmasına şahit olup da hâlâ “yanındayım” demek, işte en büyük yalandı. Ben o yalanların altında ezildim. Gitseydiniz ya… Hiç değilse eksikliğiniz belli olurdu. Ama siz kaldınız ve yokmuşsunuz gibi davrandınız. Bu yüzden en çok da sizden vazgeçtim. Sessizliğimi siz büyüttünüz, duvarlarımı siz ördünüz. Ve şimdi ne kimseye güvenim var ne de bir cümleye inancım. Çünkü öğrendim: bir insanın gerçekten gitmesi için valizini toplaması gerekmez… Bazen içinden çıkıp gider, ve en çok da orası buz gibi kalır.
Benim kalbim çok yük taşıdı, ama en ağır yük sen oldun. Çok sevdiğim, çok inandığım sen... En çok sende yoruldum. Beni hayal kırıklığına uğratan başkaları değildi; en çok senden gelen kırgınlıklar canımı acıttı. Çünkü sana güvenmiştim.
Her şeye rağmen yürümeye çalıştım, ama yolun sonunda hep aynı çıkmazla karşılaştım. Seni anlamaya çalıştıkça daha da uzaklaştım kendimden. Verdiğim her emek, döktüğüm her gözyaşı, içimde bir yara daha açtı. Çünkü sen, bana destek olmak yerine hep daha çok yük bindirdin omuzlarıma.
En çok sende yoruldum. Çünkü sen benim dinlenmek istediğim limandın, ama fırtınalar hep seninle geldi. Yanında huzur bulmak isterken, içimde kopan kasırgalara şahit oldum. Ve her seferinde, kendime seni sevmek için bir neden daha aradım. Ama bulamadım.
Bazen hayat, en sessiz anlarda bile en yüksek sesle konuşur. Kendimize dönüp baktığımızda, tüm o kaygıların, korkuların ve belirsizliklerin aslında sadece birer gölge olduğunu fark ederiz. İçimizdeki huzuru bulabilmek için önce o gölgeleri tanımamız gerekir.
Kendimizi kaybettiğimiz anlar, aslında yeniden bulmamız için birer fırsattır. Hayatın sunduğu her zorluk, bize yeni bir şey öğretmek için gelir. Her düşüş, tekrar kalkmamız için bir şanstır. Yeter ki kalbimizi açık tutalım ve o derin yaralarımızdan öğrenmeyi seçelim.
Sevgi, en büyük öğretmenimizdir. İlişkilerimizdeki derin bağlar, bize kendi içsel gücümüzü ve kırılganlığımızı gösterir. Bazen bir bakış, bazen bir gülümseme, bazen de bir ayrılık, kalbimizin derinliklerinde yeni kapılar açar. Her anı, bir ders olarak görmek, yaşamı daha anlamlı kılar.
Eşim, hayatımın anlamı ve en büyük şansımsın. Seninle geçen her an, ruhumu dinginleştiren bir melodinin en güzel notaları gibi. Senin gülüşünde kaybolmak, bakışlarında huzuru bulmak ve sevginde sığınak bulmak benim için tarifsiz bir mutluluk. Yolumun ışığı, kalbimin sığınağı ve ruhumun ebedi yoldaşısın. Her adımda elini tutmak, her zorlukta yanında olmak ve her mutluluğu seninle paylaşmak, bu dünyadaki en büyük şükrüm. Seninle yaşlanmak, her anı seninle dolu dolu geçirmek ve sonsuz aşkla birbirimize bağlı kalmak, benim en büyük hayalim. Sen, aşkın en saf ve en güzel halisin, benim her şeyimsin.
Eskisi gibi değilim artık. O eski halimi bulmaya çalışırken, kaybolan yanlarımı toparlayıp bambaşka biri oldum. Büyüdüm mü desem, yoksa sadece kırıldım mı, bilmiyorum. Ama her ne olduysa, içimde bir şeyler değişti. Eskisi kadar umutlu değilim belki, ama daha gerçekçiyim.
Bir zamanlar her şeyin güzel olacağına inanırdım. Şimdi ise, her şeyin bir bedeli olduğunu biliyorum. Eskiden kimseden vazgeçemezdim; şimdi, gitmesi gerekenlere kapıyı gösteriyorum. Yanımda kalmak isteyenler için de eski güvenim yok artık. Kimseye körü körüne inanmayı bıraktım.
Ben değiştim artık. Eskiden hayatın her küçük ayrıntısına tutunurdum, kimseyi kaybetmek istemezdim. Her acıyı kendimce katlanılabilir hale getirmeye çalışırdım. Ama şimdi biliyorum ki bazı şeyler, ne yaparsan yap değişmiyor. Bazı insanlar seni yarı yolda bırakıyor, bazı hayaller de sen ne kadar çabalarsan çabala gerçek olmuyor.
Ey benim geçip giden ömrüm,
Hangi baharın sabahında doğdun da, hangi akşamın hüznünde kayboldun?
Zamanın ellerinde büyüyen bir yaprak gibi, yeşerip solduğun günleri unutur musun?
Daha yeni başlayan şarkıları yarım bırakıp, vedalarla sustuğun o anları hatırlar mısın?
Ey benim dertle yoğrulan yüreğim,
Bazen insan sadece bir sarılmayı bekler… Uzun zamandır gelmeyen, gelmeyecek olduğunu bildiği hâlde umut etmekten vazgeçemediği bir sarılma. Çünkü bazı yaralar kelimelerle değil, sadece sessiz bir kucaklaşmayla iyileşir. Ama o sarılma gecikirse, beklediğin kişi geç kalırsa ya da hiç gelmezse… İçinde bir yer hep eksik kalır. Hayatına devam edersin, gülersin, insanlara karışırsın ama hiçbir şey tam olmaz. Çünkü o an, o sarılma, o göz göze geliş… Hiçbir zaman yaşanmadı. Gecikmiş bir sarılma, aslında hiç gerçekleşmeyecek olan bir vedanın en sessiz şeklidir. Ve insan bazen, sarılamadığı birine yıllarca özlem duyabilir. Çünkü bazı duygular yarım kalmaz, hep eksik kalır. Beklemek bu yüzden yorucudur; çünkü bazen beklediğin şey sadece bir kişi değil, onunla birlikte kaybettiklerin olur.
Her sabah uyandığında, yeni bir şansın olduğunu fark ediyor musun? Hayatın sana sunduğu bu fırsat, geçmişin yüklerinden kurtulmak ve her şeyi yeniden başlatmak için bir davet. Geçmişte ne yaşadığını, kimlerin seni kırdığını ya da ne kadar yara aldığını bir kenara bırak. Çünkü asıl önemli olan, bugün ne yapacağın.
Kimi zaman geçmişin gölgeleri zihnimize dolanır, bizi yere çeker. O anlarda, geleceğe dair umutlarımızı unutmaya başlarız. Fakat bil ki, o gölgeler senin gerçekliğin değil. Sen, o karanlıktan çok daha fazlasısın. Her yara, seni daha güçlü kılan birer izdir. Her zorluk, seni kendi ışığına bir adım daha yaklaştırır.
Geçmişte takılı kalmak, seni ileriye taşımaz. Bir kitabın aynı sayfasını defalarca okuduğunu düşün. O sayfada ne kadar vakit geçirirsen geçir, hikaye ilerlemez. Yeni sayfaları çevirmek, hikayenin devamını görebilmenin tek yoludur. O yüzden bugün, geçmişi arkanda bırakıp, yeni sayfayı açma zamanı.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!