İnsanlarda öyle bir kör tecessüs vardır ki,onunla çok zanman düşüncelerini belirsiz yollardan götürürler; bunuda bir şeye varacaklarını umduklarından değil sadece aradıklarının orada bulunup bulunmadığını görmek için yaparlar; böylece bu hareketlerinde, tıpkıu bir hazine keşfetmek için çılgın bir hırsla yanıp tutuşan,bunun içinde bir yolcu acaba tesadüfen bir şey bırakmış olmasın diye yollar boyunca at koşturan bir adama benzerler.Hemen bütün kimyacılar,geometricilerin büyük bir kısmı ve birçok filozoflar işte böyle çalışırlar:doğrusu böyle rasgele giderken bazen iyi bir talih ile herhangi bir hakikat üzerine düşebileceklerini inkar etmiyorum; bununla beraber bunun, onların daha becerikli olduklarını tanımam için bir sebep olduğunu sanmıyorum,sadece daha talihlidirler diyebilirim.Halbuki, hiçbir sebep ile hakikati metotsuz aramaktansa hiç aramamak daha hayırlıdır: zira,şüphesiz, böyle düzensiz araştırmalar ile belirsiz düşünceler tabiat ışığını karartır,düşünceyi körletir; ve böylece karanlıklar içinde yürümeye alışanların gözlerinin keskinliği o kadar AZALIRKİ; SONUNDA GÜNEŞ IŞIĞINA DAYANAMAZ OLURLAR; TECRUBE DE BUNU GÖSTERİYOR; ÇÜNKÜ; VAKİTLERİNİ ASLA KİTAPLARDA BULUNAN İLİMLERİ ÖĞRENMEYE VERMEMEMİŞ OLANLARIN KARŞILAŞTIKLARI ŞEYLE ÜZERİNDE,BÜTÜN ÖMÜRLERİNİ okullarda GEÇİRMİŞ OLANLARDAN DAHA ÇOK SAĞLAM VE KESİN HÜKÜM İÇİNDE OLDUKLARI ÇOKÇA GÖRÜLÜR.Şimdi ben met oddan şaşmaz ve kolay kurallar kastediyorum, öyle ki onların dediklerini tamamı ile yerine getirenler, hiçbir zaman yanlışı doğru yerine almayacak ve boş emeklerle kendilerini yormayacak, azar azar ilimlerini artırarak bilebildiklerini bütün şeylerin doğru bilgisine ulaştıracaklardır.
O halde burada iki noktayı göz önünde tutmak gerekir, asla yanlış bilgiyi doğru bilgi yerine almamak, doğru bilgiyi diğer yanlış olan her bilgiden ayıkmak.
İki doğru arasındaki fark bir açıya isabet eder. Doğrular çoğalır ise açıların sayısıda çoğalır.Tabii bu doğruların sayısı artar ise oluşacak açı sayısında da artış gözlenecektir.Doğruların bir açı oluşturması için farklı yönlere ilerlemeleri gerekir, böyle olması gerekir ki birbirlerini bir noktada yakalayıp kesebilsinler, işte bu noktadan itibaren açılar oluşur, her doğru kendine göre doğrudur, onun açısından bakarsak bizde o dorunun gerçekten doğru olduğunu görürüz, vay be harbidende doğruymuş deriz.
Şimdi içinde bulunduğum bu yanlızlığı gördüğüm halde,eğer dünyaya yeniden gelecek olsam gene aynı yollardan geçerdim.
İnsanlar değişmiyor galiba, verdiğimiz sözleri kimi zaman ideallerimiz kimi zaman alışkanlıklarımız yüzünden tutamıyoruz.
Uzun gece yolculukları iyidir, genelde uzun olurlar, bu yüzden onlara uzun gece yolculukları denir; birde bunların kısa olanları vardır, onlarıda kısa gece yolculukları diye çağırırız, uzun öğleden sonra yolculukları hiç çekilmez güneşin battığı yere doğru gidiliyor ise insan kendini retkit gibi hisseder, birde orta kısalıkta ikindi yolculukları vardır onlar bambaşkadır :)
Bir yerden başka bir yere beden nakli; bazen bedenin yanında omuza atılmış bir bohça vücut bulur uzunca bir sopanın ucunda, içinde göç ederken gerekli takım taklavatın olduğu bir bohçadır bu, göç yollarında bedenin işine yarar.Göç eden beden yanına çok zaman ruhunuda alır, ancak ruhunu yanında götürmeyen bedenlerede göç yollarında rastlamak mümkündür.Bu göç yolları gidile geline aşındığından üzerinde bitki örtüsü olmaz,ancak etrafı genellikle yeşil otlarla bezelidir; bazı bedenler bu göç yollarını tercih etmeyip yeşillikten gitmek isterler,bu yüzden ara ara sağa sola sapan küçük göç yolları belirmiştir.
Sonunda anlıma çarpan bu zalim örtü nedir?
Üç beş sineyi hicran içinde inleterek,
Çıkan yüreklere husran mı, merhamet mi gerek.
Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden,
Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.
nedir o meşale, nurun mu ya Resulallah
Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh....
M.A.ERSOY
Gelişmiş ülkelerin tsunami felaketi için yardım kampanyalarında başı çektiğini görüyorum..
Bol keseden yapılan, pahalı, yardımlar nedense batının vicdan azabının belgeleri gibi gelir bana...
Sömürdükleri ülkelere vicdan azabından yapılan yardımlar...
Aç bırakılmış bir coğrafyanın sömürüle sömürüle kanı çekilen insanların yüksek bütçeli bedelleri...
Onu sömürdüm ama gereğinde yardım ediyorum avuntusunun bahşişleri...
Hakim düşüncenin hakimiyetini perçinlediği bir fırsat bu....
Göz yaşartıcı bir ilgi bu; insanlığın dayanışma ruhu harekete geçiyor.
Fakat ne yalan söyleyeyim; yardım kutularına atılan her kuruş bana, o felaketin bir günah çıkarma merasimine döndüğünü hissettiriyor.
Batı'nın bunca yıl sadece doğasını, kaynaklarını, kadınlarını, çocuklarını sömürmek için uğradığı bir coğrafyaya yardım yaparak vicdanını aklamaya çalıştığını hissediyorum.
Yardıma koşmak şart elbet; ancak işin politik özünü gözden kaçırmamak lazım...
Tıpkı adaletsiz bir toplum düzeniyle kökten cebelleşmeyi göze alamayanların otomobilinin camını silen tinercilere sadaka verip vicdanını rahatlatması gibi, bir torbaya üç beş kuruş atıp yastığa huzurlu gitmenin kolaycılığını yaşıyor dünya...
Hakim ideoloji hakimiyetini perçinliyedursun bizler de yuh be bir Amerika kadar olamadık sızlanmaları ve kendi kendini yiyip bitiren bir eda ile yapacak pek fazla birşeyimiz olmadığını bile bile amerikadan ibret dersini aldığımızı sanmaya devam edelim. Bu ders bizi kesmez ama hadi hayırlısı...
Filmde kasandra kompleksi olan, yani gelecekte meydana gelecek kötü bir felaketi bilen ancak elinden hiçbirşey gelmeyen Buruce villes
zamanda birdizi yolculuklar yapmaya zorlanır. 12 maymun adlı çetenin ölümcül bir vürüsü dünyaya yayacağı tarih olan 1996 ya gönderilen villes orada virüs hakkında arştırmalar yapar.
1996ya girmeden önce yanlışlıkla 1. dünya savaşına gidip bacağına 1 kurşun alır oradan 96 yılına gönderilir bacağındaki kurşunla.Orda ilk yolculuğunda tanıdığı pisikiyatristi bulur ve onu kaçırır. Virüsü yaymanın kendi fikri olduğunu düşünmeye başlar. Brad pitt'in akıl hastanesinde Buruce'e ortamı anlattığı sahne iyidir.telefon etmem lazım diyen villes'e pitt'in yanıtı şu olur: telefon yasak eğer buradaki herkese telefon etmelerine izin verilse beyinlerindeki delilik mikrobunu telefon kabloları ile dişarıdaki masum insanlara bulaştırırlar ve böylece bir delilik salgını başgösterir dünyada' olur.
Pitt'in mikroplar hakkındaki yorumuda ilginçtir, o mikroplara inanmaz, mikropların doktorlar tarafından daha fazla ilaç satmak için uydurulduğunu düşünür. Pitt birgün lokantaya gider ve bir hamburger ister, hamburgeri getiren garson getirirken onu yere düşürür ve sonra hiçbirşey olmamış gibi yerden alıp pitte verir. Pitt ' peki ya mikroplar ne olacak' der. Garsonda mikroplara inanmaz.
Buruce filmin sonunda dünyayı kurtaramaz ancak virüsü kimin yaydığını gelecekteki bilim adamlarına söylemeyi başarır. Daha sonra trajik bir şekilde havaalnında kendi çocukluğunun gözleri, önünde kör bir kaç kurşunun kurbanı olur...
Jack Nickholson bir röportajında: ne biliyorsam Brando'dan öğrendim der.Vefalıdır da..
Benden bu kadar filmini izledikten sonra çatlak yollara basmadan yürümeye çalışmayan varmıdır?
Gelinim olur musun? Bu nedir ya: çoğu insanın, benim dahil,hiç izlemediği halde hergün en az 5 defa duyduğu ve her duyduğunda üzerinde fikir yürütebildiği, kime sorsam sevmiyorum dediği ancak reiytinglerde tavan yapan, toplumsal bir yaraya parmak basıyor denen ancak herhangi birşeye birşey basmadığı söylenen ilginç ötesi bir mefhum. Semra'anım'ı tanımayan kalmadı, kimi ona hak veriyor kimi cadı diyor ilginç bir şey...
Herkesin bir şeyini sattığı kapitalist sistemde, satacak bir şeyi olmayan kadınlar bedenlerini, erkekler ise onurlarını satar. Satmak. De Niro oyunculuk yeteneğini mi, yoksa kişiliğini mi satacaktı? İlkini seçti. Bugün, yaşayan en büyük oyuncularından birisi olarak kabul ediliyor.
Filmde taksisinin aynasına bakıp “Benimle mi konuşuyorsun, lanet olasıca herif kiminle konuştuğunu zannediyorsun? “ diye söylenen, yani en basit tabirle insanı korkutan bu garip adam, kendi özel hayatını dünyaya anlattığı gün mesleğinin bütün büyüsünü kaybedeceğini düşünmüştü.Oyunculuğun en güzel yanı başkalarının hayatlarını, bedelini ödemek zorunda olmadan yaşayabilmek. Kusursuz insanlar olduklarını söyleyen aktörlerden her zaman çekindi. Çünkü o kusursuz bir yaşantıya sahip değildi, kimsenin de olduğunu zannetmiyordu. Oyunculuğunu mu, yoksa kişiliğini mi satacaktı? Asıl mesele buydu.O oyunculuğunu satmayı seçti, Fanatik'te çoğu eleştirmen tarafından kötülenen De Niro gerçekliğin can sıkıcı bir yansımasıydı,alabildiğine soğuk, ve yanlız bir karakter, sinema perdelerinde hayat buluyordu.Taksi Şöförü'de De Niro'nun hayat verdiği bir başka yalnız kovboy karakteridir,New York sokaklarında dolaşan ve etrafta gördüğü pisliklere daha fazla dayanamayıp birşeyler yapmaya kalkan ruh hastası bir admı izleriz filmde, yaptıkları adamın kanını dondurur ancak izleyici bütün bu olup biten, olup bitikten sonra kendine gelir.Kötü adamları öldürüp son kurşunu da kafasına sıkmak ister ama oda ne; kader onun yaşamasını istiyordur silah ateş almaz; kanepeye oturur, gözlerini tavana diker,Jodie Foster'ın hıçkırıkları eşliğinde polisin gelmesini bekler. Polisin olayın dehşetini görüp ayılması seyircinin kendine gelmesinden daha uzun sürer :)
Herşey olup bitmiştir artık, Travis az bir ceza ile maphusluktan kurtulur saçlarınıda eski haline getirir, pisikopat hallerinden eser yoktur artık...Çoğu insana göre sıkıcı bir film ama bu ne zaman izlendiğine de bağlı; o bol çarpışmalı hızın soluk kestiği taksi serisini izledikten sonra aa bak,buda taksili hadi izleyelim dersen avcunu yalarsın.
Bu dizide de bir bilinç altını etkileme çabaları seziyorum ama pek emin değilim :) Sanki mayfa babalarına karşı bir sevecenlik, onların yaptıklarının daha çok höşgörülebilir olmasını sağlamak için mafya adına çekiliyor izlenimi veriyor bana, sonra insanlar karşılaştıkları olaylara bu dizide yaşananların ışığı ile bakıp mafyayı haklı görecekler. Gerçekten bu mafyada zeki adamlar var,Amerikan taktiği :)
Uğur Yücel, 3 , 4 sene önce TRT ekranlarında bir dizi vardı:Karanlıkta Koşanlar diye işte o dizideki oyunculuğu gerçekten kusursuzdu.Dizi O'nun sayesinde bana göre bir efsane oldu, Eşkıya filminide unutmamak gerek; yaparım yaparım yaparım! !
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me'yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez...
En korkulu câni gibi ye'sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye's ile sirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel'un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev'ûd-u Hudâ'dan,
Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...
Sesler de: 'Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş! '
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
'İş bitti... Sebâtın sonu yoktur! ' deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma.
M.A.ERSOY
Akif büyük şair,inanmış adam der Nazım Hikmet..Ancak Nazıma göre İstiklal marşımızda aksayan bir taraflar var.Doğacaktır sana vaadettiği günler Hak'kın; Kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın.Dizelerinde Nazım şu noktayı işaret eder:gökten ayet inmedi yarının daha güzel olacağına dair, onu kendimiz vaad ettik kendimize. Eğer ye'se kapılır, kendimize söz verdiğimiz güzel genleri Allah'tan bekler hiçbir şey yapmadan durursak o güzel günler güzel bir rüyadan başka bir anlam ifade etmez...
Ecevit ailesinin bugünlerde basına verdiği demeçler gerçekten çok düşündürücü.Rahşan hanım din elden gidiyor diye bir açıklamada bulunmuş.Bülent bey ise Musul'a girmemiz gerek bu Atatürk'ün vasiyeti O İsmet İnönü'ye İsmet Paşa'da bana vasiyette bulundu diyor.Sn. Ecevit öylesine ağır hareket ediyor ki; durmak için biraz hızlanması gerekiyor, ama hala ülkesini düşünüyor olması sevindirici :) Bir daha ki seçimlerde bir mucizeye daha tanıklık edebiliriz.
Kşisel gelişim; adı üstünde kişisel, kendinle, benliğinle ilgili.Kendini geliştirirken (tabi ne yönde geliştiriyorsan) bunu bencilce yapmanı öğütleyen,toplum çıkarlarından daha üstün olanın kendi çıkarların olduğunu,kişiye hissetirmeden veren, daha çok batı kültürünün yozlaşmış hayat tarzını ve bu hayatta başarılı olabilmenin bencilce kurallarını içeren kitaplar.Gelişelim tabii gelişmesinede; nereye doğru?
bilgi
22.01.2005 - 15:52İnsanlarda öyle bir kör tecessüs vardır ki,onunla çok zanman düşüncelerini belirsiz yollardan götürürler; bunuda bir şeye varacaklarını umduklarından değil sadece aradıklarının orada bulunup bulunmadığını görmek için yaparlar; böylece bu hareketlerinde, tıpkıu bir hazine keşfetmek için çılgın bir hırsla yanıp tutuşan,bunun içinde bir yolcu acaba tesadüfen bir şey bırakmış olmasın diye yollar boyunca at koşturan bir adama benzerler.Hemen bütün kimyacılar,geometricilerin büyük bir kısmı ve birçok filozoflar işte böyle çalışırlar:doğrusu böyle rasgele giderken bazen iyi bir talih ile herhangi bir hakikat üzerine düşebileceklerini inkar etmiyorum; bununla beraber bunun, onların daha becerikli olduklarını tanımam için bir sebep olduğunu sanmıyorum,sadece daha talihlidirler diyebilirim.Halbuki, hiçbir sebep ile hakikati metotsuz aramaktansa hiç aramamak daha hayırlıdır: zira,şüphesiz, böyle düzensiz araştırmalar ile belirsiz düşünceler tabiat ışığını karartır,düşünceyi körletir; ve böylece karanlıklar içinde yürümeye alışanların gözlerinin keskinliği o kadar AZALIRKİ; SONUNDA GÜNEŞ IŞIĞINA DAYANAMAZ OLURLAR; TECRUBE DE BUNU GÖSTERİYOR; ÇÜNKÜ; VAKİTLERİNİ ASLA KİTAPLARDA BULUNAN İLİMLERİ ÖĞRENMEYE VERMEMEMİŞ OLANLARIN KARŞILAŞTIKLARI ŞEYLE ÜZERİNDE,BÜTÜN ÖMÜRLERİNİ okullarda GEÇİRMİŞ OLANLARDAN DAHA ÇOK SAĞLAM VE KESİN HÜKÜM İÇİNDE OLDUKLARI ÇOKÇA GÖRÜLÜR.Şimdi ben met oddan şaşmaz ve kolay kurallar kastediyorum, öyle ki onların dediklerini tamamı ile yerine getirenler, hiçbir zaman yanlışı doğru yerine almayacak ve boş emeklerle kendilerini yormayacak, azar azar ilimlerini artırarak bilebildiklerini bütün şeylerin doğru bilgisine ulaştıracaklardır.
O halde burada iki noktayı göz önünde tutmak gerekir, asla yanlış bilgiyi doğru bilgi yerine almamak, doğru bilgiyi diğer yanlış olan her bilgiden ayıkmak.
açı
21.01.2005 - 20:03İki doğru arasındaki fark bir açıya isabet eder. Doğrular çoğalır ise açıların sayısıda çoğalır.Tabii bu doğruların sayısı artar ise oluşacak açı sayısında da artış gözlenecektir.Doğruların bir açı oluşturması için farklı yönlere ilerlemeleri gerekir, böyle olması gerekir ki birbirlerini bir noktada yakalayıp kesebilsinler, işte bu noktadan itibaren açılar oluşur, her doğru kendine göre doğrudur, onun açısından bakarsak bizde o dorunun gerçekten doğru olduğunu görürüz, vay be harbidende doğruymuş deriz.
gönül yarası
21.01.2005 - 19:10Şimdi içinde bulunduğum bu yanlızlığı gördüğüm halde,eğer dünyaya yeniden gelecek olsam gene aynı yollardan geçerdim.
İnsanlar değişmiyor galiba, verdiğimiz sözleri kimi zaman ideallerimiz kimi zaman alışkanlıklarımız yüzünden tutamıyoruz.
gönül yarası
21.01.2005 - 18:57Filmde Şener Şen'in bağırarak söylediği bir söz vardı:'Bana çaresizlik mavalı okuma' diyordu, iyidi de sonra dünya fena bozdu be Nazım'ı..
Yine Seninle Geldi Hayat
21.01.2005 - 18:54Budamı film yoksa; yok yok elf askerde olduğuna göre hayat bi ara durmuş sonra birinin gelmesi ile tekrar başlamış :)
uzun gece yolculukları
21.01.2005 - 18:40Valla ben uzun gece yolculukları diye bir film adı hiç duymadım, bana yaptığım yolculukların zamanını ve sürelerini hatırlattı :)
uzun gece yolculukları
21.01.2005 - 18:27Uzun gece yolculukları iyidir, genelde uzun olurlar, bu yüzden onlara uzun gece yolculukları denir; birde bunların kısa olanları vardır, onlarıda kısa gece yolculukları diye çağırırız, uzun öğleden sonra yolculukları hiç çekilmez güneşin battığı yere doğru gidiliyor ise insan kendini retkit gibi hisseder, birde orta kısalıkta ikindi yolculukları vardır onlar bambaşkadır :)
kurtlar vadisi
21.01.2005 - 18:16Oh be biraz kafamızı dinleyelim :)
göç
21.01.2005 - 17:49Bir yerden başka bir yere beden nakli; bazen bedenin yanında omuza atılmış bir bohça vücut bulur uzunca bir sopanın ucunda, içinde göç ederken gerekli takım taklavatın olduğu bir bohçadır bu, göç yollarında bedenin işine yarar.Göç eden beden yanına çok zaman ruhunuda alır, ancak ruhunu yanında götürmeyen bedenlerede göç yollarında rastlamak mümkündür.Bu göç yolları gidile geline aşındığından üzerinde bitki örtüsü olmaz,ancak etrafı genellikle yeşil otlarla bezelidir; bazı bedenler bu göç yollarını tercih etmeyip yeşillikten gitmek isterler,bu yüzden ara ara sağa sola sapan küçük göç yolları belirmiştir.
ölüm
20.01.2005 - 20:12Sonunda anlıma çarpan bu zalim örtü nedir?
Üç beş sineyi hicran içinde inleterek,
Çıkan yüreklere husran mı, merhamet mi gerek.
Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden,
Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.
nedir o meşale, nurun mu ya Resulallah
Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh....
M.A.ERSOY
Tsunami Felaketi
20.01.2005 - 16:14Gelişmiş ülkelerin tsunami felaketi için yardım kampanyalarında başı çektiğini görüyorum..
Bol keseden yapılan, pahalı, yardımlar nedense batının vicdan azabının belgeleri gibi gelir bana...
Sömürdükleri ülkelere vicdan azabından yapılan yardımlar...
Aç bırakılmış bir coğrafyanın sömürüle sömürüle kanı çekilen insanların yüksek bütçeli bedelleri...
Onu sömürdüm ama gereğinde yardım ediyorum avuntusunun bahşişleri...
Hakim düşüncenin hakimiyetini perçinlediği bir fırsat bu....
Göz yaşartıcı bir ilgi bu; insanlığın dayanışma ruhu harekete geçiyor.
Fakat ne yalan söyleyeyim; yardım kutularına atılan her kuruş bana, o felaketin bir günah çıkarma merasimine döndüğünü hissettiriyor.
Batı'nın bunca yıl sadece doğasını, kaynaklarını, kadınlarını, çocuklarını sömürmek için uğradığı bir coğrafyaya yardım yaparak vicdanını aklamaya çalıştığını hissediyorum.
Yardıma koşmak şart elbet; ancak işin politik özünü gözden kaçırmamak lazım...
Tıpkı adaletsiz bir toplum düzeniyle kökten cebelleşmeyi göze alamayanların otomobilinin camını silen tinercilere sadaka verip vicdanını rahatlatması gibi, bir torbaya üç beş kuruş atıp yastığa huzurlu gitmenin kolaycılığını yaşıyor dünya...
Hakim ideoloji hakimiyetini perçinliyedursun bizler de yuh be bir Amerika kadar olamadık sızlanmaları ve kendi kendini yiyip bitiren bir eda ile yapacak pek fazla birşeyimiz olmadığını bile bile amerikadan ibret dersini aldığımızı sanmaya devam edelim. Bu ders bizi kesmez ama hadi hayırlısı...
12 maymun
19.01.2005 - 21:52Filmde kasandra kompleksi olan, yani gelecekte meydana gelecek kötü bir felaketi bilen ancak elinden hiçbirşey gelmeyen Buruce villes
zamanda birdizi yolculuklar yapmaya zorlanır. 12 maymun adlı çetenin ölümcül bir vürüsü dünyaya yayacağı tarih olan 1996 ya gönderilen villes orada virüs hakkında arştırmalar yapar.
1996ya girmeden önce yanlışlıkla 1. dünya savaşına gidip bacağına 1 kurşun alır oradan 96 yılına gönderilir bacağındaki kurşunla.Orda ilk yolculuğunda tanıdığı pisikiyatristi bulur ve onu kaçırır. Virüsü yaymanın kendi fikri olduğunu düşünmeye başlar. Brad pitt'in akıl hastanesinde Buruce'e ortamı anlattığı sahne iyidir.telefon etmem lazım diyen villes'e pitt'in yanıtı şu olur: telefon yasak eğer buradaki herkese telefon etmelerine izin verilse beyinlerindeki delilik mikrobunu telefon kabloları ile dişarıdaki masum insanlara bulaştırırlar ve böylece bir delilik salgını başgösterir dünyada' olur.
Pitt'in mikroplar hakkındaki yorumuda ilginçtir, o mikroplara inanmaz, mikropların doktorlar tarafından daha fazla ilaç satmak için uydurulduğunu düşünür. Pitt birgün lokantaya gider ve bir hamburger ister, hamburgeri getiren garson getirirken onu yere düşürür ve sonra hiçbirşey olmamış gibi yerden alıp pitte verir. Pitt ' peki ya mikroplar ne olacak' der. Garsonda mikroplara inanmaz.
Buruce filmin sonunda dünyayı kurtaramaz ancak virüsü kimin yaydığını gelecekteki bilim adamlarına söylemeyi başarır. Daha sonra trajik bir şekilde havaalnında kendi çocukluğunun gözleri, önünde kör bir kaç kurşunun kurbanı olur...
Jack Nicholson
16.01.2005 - 22:41Jack Nickholson bir röportajında: ne biliyorsam Brando'dan öğrendim der.Vefalıdır da..
Benden bu kadar filmini izledikten sonra çatlak yollara basmadan yürümeye çalışmayan varmıdır?
gelinim olur musun?
16.01.2005 - 21:35Gelinim olur musun? Bu nedir ya: çoğu insanın, benim dahil,hiç izlemediği halde hergün en az 5 defa duyduğu ve her duyduğunda üzerinde fikir yürütebildiği, kime sorsam sevmiyorum dediği ancak reiytinglerde tavan yapan, toplumsal bir yaraya parmak basıyor denen ancak herhangi birşeye birşey basmadığı söylenen ilginç ötesi bir mefhum. Semra'anım'ı tanımayan kalmadı, kimi ona hak veriyor kimi cadı diyor ilginç bir şey...
Taxi Driver
13.01.2005 - 22:41Herkesin bir şeyini sattığı kapitalist sistemde, satacak bir şeyi olmayan kadınlar bedenlerini, erkekler ise onurlarını satar. Satmak. De Niro oyunculuk yeteneğini mi, yoksa kişiliğini mi satacaktı? İlkini seçti. Bugün, yaşayan en büyük oyuncularından birisi olarak kabul ediliyor.
Filmde taksisinin aynasına bakıp “Benimle mi konuşuyorsun, lanet olasıca herif kiminle konuştuğunu zannediyorsun? “ diye söylenen, yani en basit tabirle insanı korkutan bu garip adam, kendi özel hayatını dünyaya anlattığı gün mesleğinin bütün büyüsünü kaybedeceğini düşünmüştü.Oyunculuğun en güzel yanı başkalarının hayatlarını, bedelini ödemek zorunda olmadan yaşayabilmek. Kusursuz insanlar olduklarını söyleyen aktörlerden her zaman çekindi. Çünkü o kusursuz bir yaşantıya sahip değildi, kimsenin de olduğunu zannetmiyordu. Oyunculuğunu mu, yoksa kişiliğini mi satacaktı? Asıl mesele buydu.O oyunculuğunu satmayı seçti, Fanatik'te çoğu eleştirmen tarafından kötülenen De Niro gerçekliğin can sıkıcı bir yansımasıydı,alabildiğine soğuk, ve yanlız bir karakter, sinema perdelerinde hayat buluyordu.Taksi Şöförü'de De Niro'nun hayat verdiği bir başka yalnız kovboy karakteridir,New York sokaklarında dolaşan ve etrafta gördüğü pisliklere daha fazla dayanamayıp birşeyler yapmaya kalkan ruh hastası bir admı izleriz filmde, yaptıkları adamın kanını dondurur ancak izleyici bütün bu olup biten, olup bitikten sonra kendine gelir.Kötü adamları öldürüp son kurşunu da kafasına sıkmak ister ama oda ne; kader onun yaşamasını istiyordur silah ateş almaz; kanepeye oturur, gözlerini tavana diker,Jodie Foster'ın hıçkırıkları eşliğinde polisin gelmesini bekler. Polisin olayın dehşetini görüp ayılması seyircinin kendine gelmesinden daha uzun sürer :)
Herşey olup bitmiştir artık, Travis az bir ceza ile maphusluktan kurtulur saçlarınıda eski haline getirir, pisikopat hallerinden eser yoktur artık...Çoğu insana göre sıkıcı bir film ama bu ne zaman izlendiğine de bağlı; o bol çarpışmalı hızın soluk kestiği taksi serisini izledikten sonra aa bak,buda taksili hadi izleyelim dersen avcunu yalarsın.
tim duncan
13.01.2005 - 21:45çok uzun boylu, 1.40 veya 1.50; öyle uzun adam :)
kurtlar vadisi
10.01.2005 - 20:39Bu dizide de bir bilinç altını etkileme çabaları seziyorum ama pek emin değilim :) Sanki mayfa babalarına karşı bir sevecenlik, onların yaptıklarının daha çok höşgörülebilir olmasını sağlamak için mafya adına çekiliyor izlenimi veriyor bana, sonra insanlar karşılaştıkları olaylara bu dizide yaşananların ışığı ile bakıp mafyayı haklı görecekler. Gerçekten bu mafyada zeki adamlar var,Amerikan taktiği :)
uğur yücel
10.01.2005 - 20:07Uğur Yücel, 3 , 4 sene önce TRT ekranlarında bir dizi vardı:Karanlıkta Koşanlar diye işte o dizideki oyunculuğu gerçekten kusursuzdu.Dizi O'nun sayesinde bana göre bir efsane oldu, Eşkıya filminide unutmamak gerek; yaparım yaparım yaparım! !
sadri alışık
10.01.2005 - 19:23Sadri Alışık; işler karışık :))
mehmet akif ersoy
06.01.2005 - 22:25Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me'yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez...
En korkulu câni gibi ye'sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye's ile sirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel'un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev'ûd-u Hudâ'dan,
Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...
Sesler de: 'Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş! '
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
'İş bitti... Sebâtın sonu yoktur! ' deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma.
M.A.ERSOY
Akif büyük şair,inanmış adam der Nazım Hikmet..Ancak Nazıma göre İstiklal marşımızda aksayan bir taraflar var.Doğacaktır sana vaadettiği günler Hak'kın; Kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın.Dizelerinde Nazım şu noktayı işaret eder:gökten ayet inmedi yarının daha güzel olacağına dair, onu kendimiz vaad ettik kendimize. Eğer ye'se kapılır, kendimize söz verdiğimiz güzel genleri Allah'tan bekler hiçbir şey yapmadan durursak o güzel günler güzel bir rüyadan başka bir anlam ifade etmez...
Bülent Ecevit
04.01.2005 - 13:35Ecevit ailesinin bugünlerde basına verdiği demeçler gerçekten çok düşündürücü.Rahşan hanım din elden gidiyor diye bir açıklamada bulunmuş.Bülent bey ise Musul'a girmemiz gerek bu Atatürk'ün vasiyeti O İsmet İnönü'ye İsmet Paşa'da bana vasiyette bulundu diyor.Sn. Ecevit öylesine ağır hareket ediyor ki; durmak için biraz hızlanması gerekiyor, ama hala ülkesini düşünüyor olması sevindirici :) Bir daha ki seçimlerde bir mucizeye daha tanıklık edebiliriz.
mehmet akif ersoy
04.01.2005 - 12:44Bu günlerde nedir'de Akif'e karşı büyük bir ilgi başladı.Sevindirici.
kişisel gelişim kitapları
03.01.2005 - 18:21Kşisel gelişim; adı üstünde kişisel, kendinle, benliğinle ilgili.Kendini geliştirirken (tabi ne yönde geliştiriyorsan) bunu bencilce yapmanı öğütleyen,toplum çıkarlarından daha üstün olanın kendi çıkarların olduğunu,kişiye hissetirmeden veren, daha çok batı kültürünün yozlaşmış hayat tarzını ve bu hayatta başarılı olabilmenin bencilce kurallarını içeren kitaplar.Gelişelim tabii gelişmesinede; nereye doğru?
Çatlak
03.01.2005 - 14:47İçindekini dışarı sızdırmaya yarayan, gözle görülmeyen yarık,delik.Sızıntı yapabilecek herhangi bir boşluk :)
Toplam 147 mesaj bulundu