kürt kelimesi bana çok sevdiğim bazı arkadaşlarımın kavmini, aşiretlerini hatırlatıyor. birde sevmediğim bazı kürtleri. tıpkı türk kelimesinin hatırlattığı gibi...
necip fazıl otuz yaşına kadar da mükemmeldir, çünkü o ruhuyla, hissedişiyle mükemmeldir. otuzundan sonra değişmeseydi yine mükemmel olacaktı, onun mükemmelliği düşüncesinden değil ruhunun fırtınalırından gelir. başka türlü değerlendirme o ruhun uçurumlarını ve zirvelerini gözdenhn kaçırıp tüm güzelliği düşüncesine vermektir ki bu yanlış olur...
bir zaman sonra en yakın arkadaşına bile tahammüledemiyorsun. nasıl edecesin ki, herifin kokan çorabı senin yatağında, çay içmiş bardak odanın ortasında kalmış, yemek yemiş mutfağın girilecek hali yok, ................................
cumhuriyetin ilk yıllarınad fransaya felsefe tahsili için gönderilir famat o kumarhaneleri mesken tutmuştur. bir yıl sonra türkiyeye döndüğünde istanbul sosyetesi ona pariste güneşin doğuşunun güzelliğini sorarlar ama o bir yıl boyunca hiç görmemiştir güneşi doğuşunu; çünkü sabaha karşı kumarhaneden eve gelir uyur, akşam uyanır tekrar kumarhaneye gidermiş. sakin bir felsefe talebesinden bir necip fazıl çıkmazdı, onu necip fazıl yapan ömrü boyunca ruhunu, aklını alt üst eden bu fırtınalardır.
bence necip fazılın yanlışlarından birisi sorgulayan, eleştiren herkesin kendi vardığı yere ulaşacağını düşünmesi. ama öyle değil üstat belki herkesin sorgulama tarzından, belki herkes senin kadar akıllı deği, belki sen bir şair olarak sezginle ulaşıyorsun sonuca ama herkes senin vardığın sonuca ulaşamıyor. gerçi çok büyük değildir ama yine de yanlıştır.
Ey hayatın yağız çocukları... asi ruhlar... rüzgar ve güneş aksanlı serseriler... yetişin... bir bıçak kavgasının ortasında kaldık bugünlerde. façasını bozduğumuz züppeler, beyaz yumurta kafalı saray çocukları, sakin ve silahsız yakaladı sicilimizi. adam yaralama, hesaba çekme, mekan basma ve namus cinayeti türünden her biri kendi içinde fiyakalı suçlar işledik. ve her biri kendine ait ağır, tumturaklı, gotik ve bilumum egzantrik hiyerarşilerle işlenen bu suçlar alnımıza kaydedildi. asla vurmadık bir adamı arkadan ve düşürmedik pusuya bir yüreği. insanları sırtından vuranları ve pusuya düşürüp harcayanları sevmeyiz. sevmeyiz ve bir biçimde kıstırıp bir yerlerde, sorarız hesabını kalleşliğin.
İşte böyle oğlum, işte böyle! ağır ve her santimi düşünülmüş bir suçun evlatlarıyız biz. anlamakta zorluk çekeceğin ve belki asla sevmeyeceğin tuhaf bir ahlak anlayışı ve garip bir hikaye bırakacağız sana. suçun içinde yeşeren bir ahlak bu. insanlara dokunmamayı değil, bir garibe, bir korumasıza uzanan eli kırmayı öneren bir ahlak. muhasebesi karmaşık ve ayrıntılarını sadece sahibinin bildiği ve bilançosu, ağır hergelelerin kişisel tarihinde gizli bir ahlak. dışardan bakıldığında ürkütücü, haksız ve gaddar bir dünya bu ve evet hepimiz ağır suçların barbar yolcularıyız. ve evet hepimiz tuhaf bir adalet hissinin ve tanımsız bir doğruluk şiarının ardı sıra ömrümüzü tüketiriz. bir gün yaşlı, yorgun bir aslan gibi, tahammülsüz öksürükler içinde ve acaip üşüyerek ve duvarlarına lakabımızı kazıdığımız soğuk bir hücrede ve alnımızdaki yara izini hatırlayarak veda ederiz 'hukuk sistemi'ne.
sözkonusu ve tırnak içindeki hukuk bizim değildir oğlum. o hukuk, kahyasının küçük kızını köşkün tenha bir köşesinde kıstırıp namusuna el uzatan beyaz züppelerin hukukudur. ve o pislik abidesini yakalayıp, kirlettiği hayatların hesabını soran bizleri, o namus ve hayat ve halk düşmanının hukukuyla yargılarlar. ve büyük bir kısmı insanlığın yani yüzde doksandokuzu belki, yani hemen hemen hepsi tırnak içindeki hukuka bakarak karar verdikleri için, anlamak zordur bizim suçsuzluğumuzu. yani başka bir adalete sahip olmak ve hesabını bir insanın anında ve hemen orda, hiç ikiletmeden sormak suçtur beyaz züppelerin hukukunda. ve o züppe, altın yaldızlı hukuk, soytarıları asil, kahramanları köle diye tanımlar. ve yine o hukuktur ki güçlü olanı haklı, güçsüz olanı lanetli bulur. o hukuktur ki girmez asla mapusaneye ve fakat hücreleri yağız ve yiğit ve hesapsız delikanlılarla doldurur.
bu başkalarının hukukudur oğlum. her sabah rafadan yumurtası yatağına getirilenlerin ve sıcak terliklerini ayağına geçirerek puro içmeye inenlerin hukukudur bu. aldırma. bizi bu hukukun içinde tanıyamazsın oğlum. bu hukukun içinde biz eli kanlı, barbar, acımasız, ruhsuz caniler olarak görünürüz sana. sen bizim mahalleden sor adaleti, hukuku, bir adam öldürmeyi ve bir çocuk büyütmeyi. sen bizim mahalleden bak hayata oğlum. suçu ve cezayı anlayacaksın o zaman.
anneler elbette uktsaldır. biz anneyi kutsayan bir kültürün çocuklarıyız. halk edebiyatımıza bir göz atsak binlerce örnek buluruz bunu doğrulayan. ve anneye küfredildiği için adam öldürmek biz de vardır, bunun doğruluğu yanlışlığı ayrı mesele ama çarpıcıdır bu. fakat yinede anneler gününü anlamsız buluyorum. bugün milyonlarca, milyarlarca alışveriş yapılacak ve kapitalistlerin kasası bizim anne sevgimiz yüzünden biraz daha şişecek. kapitalist çok rasyonel kararlar alır ve duyguya yer yoktur kapitalizmde ama sıra insanları sömürmeye gelince her türlü duyguyu sınır tanımaz bir arsızlıkla sömümenin bir yolunu bulur. anneler günü, sevgililer günü şu günü, bu günü ve kasaya akan miyarlarca dolar. duyguların rasyonel sömürüsü. neden bizim annelerimize sevgililerimize, etrafımıza sevgimizi sömümesine izin verelim arsız kapitalistlerin? onların ne emeği geçti bu sevgiye? bu saf bir sevginin suistimalinden başka nedir ki? inadına almayacağım hediye ve bir öpücükle de bilecek annem onu ne çok sevdiğimi...
Bir Cemal Süreya dizesiyle kıvranıyor zihnim: 'Yalnız aşkı vardır aşkı olanın.' Yıkıla yıkıla ağlayan adamlar gördüm ben ve o adamlara uzaktan bakmaya çalışan kadınlar. Yıkıla yıkıla ağlayan bir adamın yanına yaklaşmak tehlikelidir çünkü. Yaralı bir aslanı kimse tutamaz. Bütün aşklar yaralıdır biraz ve bütün yaralarda aşka ilişkin bir yan vardır. Avuçlarımızda biriken kanı yüzümüze sürerken, 'Bu ne biçim aşk? ' diye soracak birileri ve soğuk ve derin ve deli gözlerle bakacağız onlara. 'Neyin anlamı var ki zaten' demek istiyor canım ve belki bunda ilginç manalar buluyor ruhum. Kim bilir? Bir ayrılık şarkısı olmak isterdim ben, yağmurlu havalarda söylenen bir ayrılık şarkısı. 'Bu sabah yağmur var İstanbul'da! Gözlerim dolu dolu oluyor' gibi bir şey olmak isterdim. Böyle bir şey olmama izin vermeyenlerden nefret ediyorum şimdi. Kim ki beni hayatının önemli bir yerine koyarsa, fena halde yanılmış olur. Hiçbir yerde durmayı sevmediğimi söylemiş olayım önce. Kalpler karşısında küçüğüm ben. Ve yalancı ve barbar ve kaba ve sertim. Kırdığım hayatlar yüzünden çoktan hak ettim idamı. Bir sokak arasında kıstırıp vursunlar beni. Çapraz ateşe tutulsun ihanetim ve fütursuzca girdiğim bahçelerden çaldığım elmalarla yakalayın beni. CEBİMDEN ALÇAKLIĞIM ÇIKSIN KİMLİK YERİNE. Kanlar içindeki suratıma bir tekme savurmayı ihmal etmeyin sakın. 'Bu ne biçim aşk? 'diye sorsun Barbaros Camii delikanlısı ve o kara çocuk sıksın ilk kurşunu. Gerisi gelir nasılsa...
Bak, ben burada kıvranıyorum. Ben burada, adını bile bilmediğim ve ilk kez işittiğim gezegenler arasında sıkışmış bir yeryüzü sakini olarak, uçması bile yasaklanmış bir kuş olarak, kahrolmaktayım. Ruhum dünyanın en kirli ruhudur belki. Saklamıyorum uzayan sakallarımı ve darmadağın saçlarımla çıkıyorum hayatın karşısına. Ey bana, aynalara karşı acımasız olmayı ve traş olurken yüzümü kesmeyi öğreten isim, gel ve kandan korkmadığımı gör. Kanamak hoşuma gidiyor benim. Bu nedir? Her soruya parmak kaldıranları vurun be! Vurun kendim tarif etmekte zorlananları. Bütün cevaplar karşısında küçüğüm ben ve küçücük bir soruya dahi yer yok kalbimde. Adımı soran orda kalır, bir adım geçemez öteye. Yok benim adım, gidin işinize. Şüphedeyim. Kahırdayım. Susuzluktayım. Nerden gelip bu çöl kokusu, yerleşti düşlerime? Yeryüzü niye bu kadar geniş ve niye bu kadar dar bize açılan odalar? Allah'ım beni affet!
'Yalnız aşkı vardır aşkı olanın' diye bağırıyorum. Bağırmayı hak ettim. Ödedim bedelini ayaklarımın ve onların üzerinde sağlam durma hakkım kazandım. Fakat cebimdeki elmalar karşılıksız ve onları koparttığım dallar ağlıyor geride. Ben birilerini ağlattım anne.BEN ISLAK YASTIKLARA GÖMDÜM GÜZEL YÜZLERİ. Beni affetmesinler isterim. Parmaklarımdaki zinciri sallayarak önünden geçtiğim pencereler affetmesin beni. Yaslandığım apartman kapıları ve çaldığım ıslıklar beni affetmesin. Kırdığım hayatlar rüyama girsin hep ve yapışsın boğazıma
Meydanların orta yerinde yaktığımız bir kamyon lastiği kadar olamadın be yüreğim. 'Kopartıp at' diyorum acıyan yerlerini. Bu işler sana ağır, bu işler sana yabancı ve inadına gereksiz 'bu aşk.' Döndür kendini güneşe, yeryüzüne doğru uzat ayaklarını ve sakin ve mağrur ve kendin olarak bak dağlara, denizlere, insana. Ve insana bakmak bir tür dua olsun gözlerinde, bir tür yakarış olsun ettiğin her cümle, kullandığın her kelime. Uşakların ruhundaki çamur ve efendilerin eteğindeki adi renk bulaşmasın sesine. Kendi sesinle sev hayatı ve okşa yediğin her ekmeği, içtiğin her damla suyu. Besmele yerine geçer aşıkların 'ah'ı. Ah, ihanetine sürgün edildiğim kavga. Ah, kavgasına sürgün edildiğim ihanet. Anadolu'yu sever gibi sev beni. Bir köyü anımsar gibi anımsa, bir ilçeyi tanır gibi tanı. Ve uzak yerlerinden yurdumun ve bana en yakın sokaklarından ayrı ayrı seslen ve sesindeki uzaklık ve sesindeki yakınlık imtihanım olsun. Ve kalbimin yağıyla tutuşsun gece.
Kalbimin yağıyla tutuşsun gece. Aklım yansın orada. İnsafım yansın. Bu hayata verdiğimiz bütün anlamlar yansın ve sadece kemiklerimden tanıyın üstüne doğduğum toprakları. Ve sadece kemiklerimden tanıyın 'onursuz' kalmanın ne demek olduğunu. Ve ateş beklerken orda ruhlarımızı, dalıp gittiğimiz dünya zevklerini ve bir isyanı nasıl sattığımızı anlatsın size kaburga kemiğim. Kemiklerimiz bile öğrendi konuşmayı ve artık kalp taşımayanlar arasında aldık yerimizi. Kapkara bir kavga ve kapkara bir bilinç olarak duruyorum burada. Ve kemiklerimi üst üste yığarak yürüyorum ve kemiklerimi tek tek masaya vurarak seviyorum seni.
Kemiklerimi tek tek masaya vurarak seviyorum seni. Daha büyük konuşan varsa çıksın ortaya. Çıksın ve savunsun kendini daha celali olan, daha eşkiya olan ve daha sert cümlelerin ateşiyle kavrulan. Çıksın ve boşaltsın şarjörünü kafama. Çıksın ve bir tekme savursun yollara döke döke geldiğim kemiklere. Çizdim üstünü adımın ve hiçbir harfle başlamıyor soyadım. Varsa bundan daha öte bir hain ve varsa bundan daha öte bir delilik, konuşsun şimdi. Ayağa kalksın itiraz ve her şeylerini toprağın en derin yerine gömenler yürüsün önüm sıra. Peşindeyim bütün asilerin ve peşindeyim bütün devrimlerin. Var mısınız aşkları da yakmaya?
Bize, 'İşte İstanbul' diye gösterdikleri bu işkembe, bu kenar mahalle, bu Esenler, bu Bağcılar, milyonlarca trajediyi her sabah konfeksiyon atölyelerine, getir götür işlerine, telefona bakılan ofislere, minibüs koltuklarına doğru akıtırken, bazen bir kara göz, bazen sahte bir sarışın saç çalınır gözlerime. Adı belki 'Avcılar Güzeli Y.,' belki 'Yenibosna Güzeli F.,' belki de bir başka mahallenin veremli kızı 'K.' olan bu gözler ve bu saçlar, ağır koşullarla ağır hayalleri harmanlayarak ve çoğu kez bu harmanın altında ezilerek, yorgun ve hüzünlü bakışlarla süzülüp giderler zihnimizin arşivine doğru. Bir minibüsün ön koltuğunda ya da tramvayın ortalarında bir yerlerde ya da halk otobüslerinin kapısına yakın duran bu kırılgan ve sanki gözlerimizin önünde eriyip yokolacakmışçasına hafif bu 'gecekondu güzelleri,' hep aynı şeyler düşünür, hep aynı şeylere ağlar ve hep aynı erkekleri severler. Yarımdır hayatları ve mutlu olma hakkı onlara en ufağından çay kaşıklarıyla sunulur. Dayaksız ve yalansız ve rahat ve düğmesine dokunduğun anda sıcak suyu akan bir dünya yoktur onlar için. Ve bedenleri her tür işgale, her tür zobalığa, her tür sömürüye ve her tür karanlığa açıktır. Ve tam da bunun tersine, akılları hinliğe kapatılmıştır. Pratik ve hamarat ve işe yarar olmak öğretilmiştir onlara; düşünmek ve kafa yormak yasaktır. Topuklarına basarak yürüyen erkeklere duydukları aşk gerçek, fakat onlara sunulan sevgi yarımdır. Onlar yarımdır ve kimse kılını kıpırdatmaz eksik bırakılmış çizgilerini biraz daha uzatmak için ve o çizgilerden bir ağaç, bir ev, bir bulut resmi çıkarmak için didinmez hayat. Ve günler ağır haberlerle gelir gecekondulara. Bilirsin ki, tramvayda gördüğün 'Yenibosna Güzeli,' az sonra yastığa gömerek sarı boyalı saçlarını hüngür hüngür ağlayacaktır ve her evde diğerlerinden gizlenen başka başka hayatlar vardır ve başka hayatlar içinde karışacaktır aklı 'F,'nin. Ve yine bilirsin ki, o kız ağlaya ağlaya ölürken, şehrin merkezinde bir yerlerde, sakallı adamlar ve gözlüklü kadınlar 'Asiye'nin kurtuluşu'nu tartışacaktır. Ne yalan!
Ey 'F.,' seni sevmeyenlerin kalbine tüküreyim ben. Bu yalan şehirlerin, iki yüzlü hayatların, pis renkli paraların, terleyen namussuzlukların, uzak ülkeler gibi karanlık vitrinlerin, bitirilemeyen okulların, yasaklanan sıraların, yoksulluğun ve yoksunluğun ve bütün bunların üzerine çöreklenen alçak yalanların adına 'hayat' diyorlar ve gözlerimizin içine arsızca bakarak, bir köpeğe mama verir gibi önümüze itekliyorlar hayatı. Bu hayatın içine tüküreyim 'F.,' bu hayatın içine tüküreyim. Yalan kumaşlardan yalan dünyalar biçerken bir konfeksiyoncu kız ve o bilmiş yalanlardan, hiçbir şeyi örtemeyen palavralar dikerken kara çocuk ve önüne konulan maskelere ütü basarken henüz 14 yaşındaki bir başka 'F.,' bu şehir nasıl uyuyabiliyor? Bu şehir ne adi bir beton ve metal yığınıdır ki, kalp diye alışveriş merkezleri taşır göğsünde ve o alışveriş merkezleri, o plazalar, o beyaz boyalı tezgâhlar her gün milyonlarca gecekondu hayalini yutar. Ve ağzında evirip çevirdiği posayı, hiç utanmadan ve bir an bile titretmeden yüreğini karanlık mahallelere doğru tükürür. 'F.' bir posadır beyaz kafa için. Ahh, 'F.'
Beyaz ofislere, atölyelere, fabrikalara ve adını anımsayamadığım tonlarca insan pazarına düş, yorgunluk ve emek taşıyan bu minibüsleri yakasım geliyor. Yakasım geliyor tramvayları, otobüsleri, Kadıköy vapurunu ve başka bilumum şeyi. Bizi hapseden, bizi kirleten, bizi döven, bizi yasaklayan, bizi okula almayan, bizi güzel mekânlara sokmayan kim varsa, ama kim varsa, hepsini yakmak isliyorum. Elimde bir kibrit çöpüyle yazıyorum bu satırları ve 'hadi kalk git' diyor kalbim, 'kalk ve Taksim'den başla yakmaya.' Çevir ve gözlerine bak meydandakilerin ve gözlerinde zerrece temiz yer bulamadığın bütün kafaları ateşe ver. Ateşe vermek istiyorum hayatı ve 'Yenibosna Güzeli' diye kandırılan o bakımsız kızı yanıma alarak çekip gitmek istiyorum buralardan. Çek git ve arkanda ağlayan kimse kalmasın. Öldür gözyaşlarını ve ekmek olarak kalbini götür yanında. Bir kalp eğer gerçekten 'kalp'se doyurabilir hayatı.
işte tüm insanların içindeki hayvan bu filmde. karakterler uzakta değil değil çevremizde, okulumuzda işyerinde, arkadaşımız veya biz. insanın nasıl kudurabileceğini ve zalimleştiğini görmek isteyenler dogville'e baksın veya üçüncü sayfa gazete haberlerine. asla gerçekten uzak bir film değil çünkü en az ayda bir dogville okuyorum üçüncü sayfalarda ve benim okumadıklarımda var elbette.
Sizi ateşe doğru koşmaya davet ediyorum bayan. Üstünden sürüldüğümüz toprakları ve saraylara rehin bıraktığımız kalplerimizi geri almalıyız.Geri almalıyız kulağımıza fısıldanan isimleri ve unutmamız için çırpındıkları zihinlerimizi, yoksul evlerde öğrendiğimiz alfabeyi, ceketlerimizin sökük uçlarını, kapılardan önümüzü iliklemeden girme cesaretini, umarsız tarihi, sarhoşluk bilgisini ve kötü vatandaş olma hakkını geri almalıyız. Sözümün, üstüne söz söyletme kimseye bayan.Silelim gözlerimizden işgalcilerin çığlıklarını ve yalanlarını onların kopartıp atalım kulaklarımızdan. Bütün yeryüzü ülkemizdir bizim ve kurtuluş bir zerdali gibi duruyor dünyanın bütün ağaçlarında. Dünyanın bütün ağaçları aşkımızın özgür topraklarını bekliyor. İnsana, halka, toprağa, havaya ve suya olan büyük aşkımızın topraklarım bekliyor hayat. Ve durmak yok birbirimizin cesaretine doğru sürdüğümüz atlara. Cesaret, ne bol sıfırlı bir çek, ne de üçyüz kilometre hızla sürülen son model arabadır. CESARET, SENİN ELLERİNDEN BENİM ELLERİME TAŞINAN ISI ve BENİM GÖZLERİMDEN SENİN GÖZLERİNE DOĞRU UÇAN NARİN BİR KELEBEKTİR. Kırılgan ve şeffaf olduğu için gereklidir cesaret ve cesur adımlarımızla şekillenir aşkımız.
Sizi kavgamın kenar mahallesine davet ediyorum bayan ve kavganızın kanatlarına kanatlarımı eklemek istiyorum. Uçmak özgürlük sevdalılarının işidir, özgürlük sevdalılarının işidir yüksek duvarların ardındaki bahçelerden meyve çalmak ve padişah çocuklarını ayartıp, onlan kavganın demir bir yumruğuna çevirmek bizim işimizdir. Beş parmağın beşi de birdir birbirimize uzattığımız elde ve tut kalbimi sıkmaktan dolayı terlemiş ellerimi, tut ve onlara dünyayı tanıt. Bütün topraklan, bütün ağaçlan, bütün çiçekleri, bütün hayvanları, bütün köyleri, bütün ışıkları, bütün sesleri tek tek tanıt ellerime. Ben aşkınızın militanıyım bayan. Çekip fünyesini kalbimin aramızdaki engellere doğru koşuyorum. Birazdan büyük bir patlamayla aydınlanacak gece ve o bir saniyelik aşk en uzun hayatlardan daha uzun kalacak yeryüzünde. Bana kutsallarım için Ölmeyi öğretiniz ve ben hiç sönmeyen bir ateşe avuçlarımızı uzatmanın güzelliğini haykırayım size. Bütün güzellikleri haykırayım ve sesim bir sarhoşun hiç ayılmak istemeyen gözleriyle tarif edilsin. Fakat hiç kimsenin tarif etmesine izin vermeyelim içimizdeki yanardağı.
Sizi aynı elmayı ısırmaya davet ediyorum bayan. Halkımızın bakışlarıyla kızaran o elmaya kalbimizin atışlarını da ekleyip dünyanın uçlarına doğru atmalıyız. Lübnanlı bir savaşçı avuçlarında sıkıp başka bir toprağa fırlatmalı özgürlüğün meyvesini. Etiyopyalı bir bebek bulmalı onu. Bütün bebeklerde çoğalmalı bizim aşkımız. Karanlık hedeflere doğru sıkılan silahların sesini tercih etmelisin 'seni seviyorum' cümlesinin yerine. Ve beni hatırlamak istersen bir Çeçen çocuğun gözlerine bakmalısın. Ben ve bütün kardeşlerim, bu 6 milyar kara çocuk, aynı hızla bakarız sevdiklerimizin gözüne. Hızıma hızınızı da katın bayan. Gölgesiz bir hayata inandık birlikte. İnandık birlikte ekmeğin ekmek, ateşin ateş, ölümün ölüm olduğuna. Ve Özgür bir ölüm fikriyle alevlendi hayat. Yeşeren herşeyi tutsak halkların koynunda sakladık ve bir devrimci annesinin cesaretiyle koruduk kalplerimizi. Koruduk kalplerimizi işgal ordularından ve devasa bir bayrak gibi dalgalandı çocuklarımız. Bana çocuklarımızı anlat ve hiç susma yüzlerini yüzüme ezberletirken.
Sizi beyaz sarayı yakmaya davet ediyorum bayan. Biz bir çift gövde olarak dünyanın her yerinden aynı anda yürüyebiliriz. Aynı anda aynı cümlelerin şiddetiyle sarsılabiliriz silahlarımızı temizlerken. Bilin ki silahlarınızı sevdim sizin ve tetikte bekleyen gözlerinizi. Siz uyurken başınızda nöbet tutmak istiyorum bayan. Karanlık pusulardan korumak istiyorum düşlerizi. Biz bir doğumun iki ucuyuz ve bir karanfil gibi büyüttük yüreğimizi. Bir karanfil hayata sevdalı. Bir karanfil özgür şarkılar için. Şarkılarınızda bana da yer açın ve daha da genişlesin avuçlarımdaki harita. Serip o haritayı yemek yediğimiz masaya savaş planlan yapalım birlikte. Aşk bir savaştır ve iki kişilik bir ordu bile yeter zafer kazanmaya. Beni zaferinize kabul edin bayan. Yaralarınıza yakın tutun beni ve bir kör kurşunu birlikte ısıralım. Aynı kurşunu bölüşmektir benim aşkım. Cephanem bitince sizin kurşunlarınızla doldurayım tüfeğimi. Siz tüfeğinizi bir şehri yakmanın çılgınlığıyla doldurun. Koşalım bizden önce koşanların peşi sıra. Aşk bize yoldaş.
İki ucundan tutup biraz çekiştirsek, genişler mi hayat? 'Çıkarın bizi burdan' diye bağırıyor adam Ağır Roman'da. Çıkartırlar mı bizi burdan? Saçlarımızdan tutup sürükleyerek getirdikleri bu köle pazarında, bu kurtlar sofrasında, ağzımıza bir avuç su uzatacak babayiğit kaldı mı? Yeryüzü denilen bu muazzam genişliğin ortasında sürekli daralan, sürekli daraltan, sürekli kanayan ve sürekli kanatan bir eşkıya, bir asyalı, bir kara çocuk gibi oturup, hayata ve kendimize dair şeyler düşündük. Bir sonraki savaşı bekledik hep, bir önceki savaştan kurtulunca. Uzakta, şehir ışıklarının okuyla yaralı bir gece uzanıyordu ve ağlıyordu o gecenin çocukları. 'Bütün şehirlere lanet olsun' der gibi oturuyorduk, hayata ve kendimize ait düşüncelerin önünde. Şimdi ayağa kalkmak caiz mi? Şimdi yürümek ve yürümek ve yürümek sadece, hiç savaşmadan ve geçerek düşman orduların uzağından ve pusuya düşmeden ve dinlenmeden ve su içmeden, sadece ve sadece yürümek istiyor adam. Her adım, topraktan çekilen ve gökyüzünden inen bir şeyleri, bilmeyi ve anlamayı, saç tellerimizden ve ayak parmaklarımızdan alarak kalbimizde biriktirecek. Kalbimiz yeryüzüdür bizim ve yeryüzü kalbimizdir. Biz susarak ve susayarak öğrendik savaşmayı. Kılıcımızı sallarken Çit çıkmadı ağzımızdan. Sakin ve serin ve basit bir şeydi inançların için ölmek. Bir fikre, sevgilimize bağlandığımızdan daha ağır bağlandık ve aşktan daha öte bir şeydi kavga. Aşk bu yüzden anlamlı, kavga bu yüzden zordu zaten.
'Kül yanar mı? ' diye soruyor Müslüm Gürses. Kül yanar mı abiler? Ve ne dediğim anlamadığınız 'sol soslu' bir film. 'Su da yanar' diye çıkıyor ortaya. 'Müslüm Baba' daha derin, 'sol' alabildiğine sığ. Ve işle ortada soru: Su yanar mı? Biz yakmazsak hiçbir şey yanmaz abiler. Biz genişletmezsek genişlemez hayat. Kimse çıkartmaz bizi burdan, kalırız. Kül yanar Müslüm Baba, sen emret! Tutuşan ve sonra alevlerini göğe savurarak yanan her şeyin İçinde biz varız. Biz ki, birbirine tiksinmeden bakan tek kabileyiz. Her adamımız makbuldür ve makbulümüzdür bize bizden gelen her şey. Kardeşiyiz külün ve sadece biz en doğru isimleri koyarız hayata. Bize laktiğin bütün isimleri geri al 'beyaz adam.' Onlar soğuk, aşağılık ve senin gibi iğrenç kokuyorlar. Ve kokunu gizlemek için kullandığın tonlarca parfüm kirletiyor hayatımızı. Sen bir yalansın ve sen bir parfüm şişesinden ibaretsin sadece. Seni kırıp içindeki kokuyu dünyanın en tenha yerine boşaltacağız. Köpekler bile yaklaşmayacak oraya. O gün kül yanacak işte. Çatır çatır yanacak bu zulüm günleri.
'Başka diyarlara başka denizlere giderim, dedin. Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa. Sanki bir hükümle yazgılanmış her çabam; ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya. Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle akl ...
ölüm
11.08.2004 - 12:29zamanın olmadığı diyar acaba nasıl?
kesiksiz bir an mıdır bundan sonraki fasıl?
ölüm
11.08.2004 - 12:25ağzıma soğuk kurtlar dolacak gözlerime kum
dipsiz kuyu, sürdükçe zaman sürecek uykum.
gizli sevda
13.06.2004 - 02:52bir çok şey gibi bunu da çekenin bildiğine dair kuvvetli rivayetler var.
aşk
13.06.2004 - 02:47Sen
Sen: Çamli daglarda agaran safak...
Sen: Duru göllerin nilüferisin.
Sen: Engin ovada sararan basak
Sen: Umut kaynagi, alinterisin...
Sen: Gökte yildizsin, uykularda düs..
Sen: Yesil ekinsin, sen beyaz gülüs
Sen: Mavi denizsin sise bürünmüs
Sen: Sevda sirrinin dügümlerisin
Sen: Her güzelligin canli sergisi
Sen: Kalp yarasinin emin sargisi
Sen: Benim dilegim hakkin vergisi
Sen: Gönlüme sakli ask hançerisin.
Sen: Koyu gölgesin,yaz sicaginda
Sen: Olgun meyvesin dal kucaginda
Sen: Korsun alevsin ask ocaginda
Sen: Gadir Allah'in saheserisin
Sen: 'Ben'sin, gel gör ki ben 'sen ' degilim
Sen: Benim düsüncem, ruhum ve dilim
Sen: Benim gözlerim, ayagim, elim..
Emin ol, sen bana benden berisin
necip fazıl kısakürek
24.05.2004 - 04:20zamanın olmadığı diyar acaba nasıl;
kesiksiz bir ân mıdır bundan sonraki fasıl?
kürt
24.05.2004 - 02:45kürt kelimesi bana çok sevdiğim bazı arkadaşlarımın kavmini, aşiretlerini hatırlatıyor. birde sevmediğim bazı kürtleri. tıpkı türk kelimesinin hatırlattığı gibi...
necip fazıl kısakürek
20.05.2004 - 23:00necip fazıl otuz yaşına kadar da mükemmeldir, çünkü o ruhuyla, hissedişiyle mükemmeldir. otuzundan sonra değişmeseydi yine mükemmel olacaktı, onun mükemmelliği düşüncesinden değil ruhunun fırtınalırından gelir. başka türlü değerlendirme o ruhun uçurumlarını ve zirvelerini gözdenhn kaçırıp tüm güzelliği düşüncesine vermektir ki bu yanlış olur...
öğrenci evinde yaşamak
20.05.2004 - 02:37bir zaman sonra en yakın arkadaşına bile tahammüledemiyorsun. nasıl edecesin ki, herifin kokan çorabı senin yatağında, çay içmiş bardak odanın ortasında kalmış, yemek yemiş mutfağın girilecek hali yok, ................................
öğrenci evinde yaşamak
20.05.2004 - 02:35karı koca gibi 24 saat berabersin. hiç de güzel değil...
neşet ertaş
20.05.2004 - 02:34mühür gözlüm seni elden
sakınırım kıskanırım
yağan kardan esen yelden
sakınırm kıskanırım
havadaki turnalardan
su içtiğim kurnalardan
giyindiğin urbalardan
sakınırım kıskanırım
beşikte yatan kuzumdan
hem oğlumdan hem kızımdan
ben seni senin gözünden
sakınırım kıskanırım
neşet ertaş
20.05.2004 - 02:32aslanım eller eller
kokuyor güller güller
ne bilsin eller eller
perişan hallerim..
necip fazıl kısakürek
17.05.2004 - 00:41cumhuriyetin ilk yıllarınad fransaya felsefe tahsili için gönderilir famat o kumarhaneleri mesken tutmuştur. bir yıl sonra türkiyeye döndüğünde istanbul sosyetesi ona pariste güneşin doğuşunun güzelliğini sorarlar ama o bir yıl boyunca hiç görmemiştir güneşi doğuşunu; çünkü sabaha karşı kumarhaneden eve gelir uyur, akşam uyanır tekrar kumarhaneye gidermiş. sakin bir felsefe talebesinden bir necip fazıl çıkmazdı, onu necip fazıl yapan ömrü boyunca ruhunu, aklını alt üst eden bu fırtınalardır.
necip fazıl kısakürek
14.05.2004 - 00:51bence necip fazılın yanlışlarından birisi sorgulayan, eleştiren herkesin kendi vardığı yere ulaşacağını düşünmesi. ama öyle değil üstat belki herkesin sorgulama tarzından, belki herkes senin kadar akıllı deği, belki sen bir şair olarak sezginle ulaşıyorsun sonuca ama herkes senin vardığın sonuca ulaşamıyor. gerçi çok büyük değildir ama yine de yanlıştır.
idris özyol
12.05.2004 - 04:44Suç ve Ceza ve Hukuk ve Biz
Ey hayatın yağız çocukları... asi ruhlar... rüzgar ve güneş aksanlı serseriler... yetişin... bir bıçak kavgasının ortasında kaldık bugünlerde. façasını bozduğumuz züppeler, beyaz yumurta kafalı saray çocukları, sakin ve silahsız yakaladı sicilimizi. adam yaralama, hesaba çekme, mekan basma ve namus cinayeti türünden her biri kendi içinde fiyakalı suçlar işledik. ve her biri kendine ait ağır, tumturaklı, gotik ve bilumum egzantrik hiyerarşilerle işlenen bu suçlar alnımıza kaydedildi. asla vurmadık bir adamı arkadan ve düşürmedik pusuya bir yüreği. insanları sırtından vuranları ve pusuya düşürüp harcayanları sevmeyiz. sevmeyiz ve bir biçimde kıstırıp bir yerlerde, sorarız hesabını kalleşliğin.
İşte böyle oğlum, işte böyle! ağır ve her santimi düşünülmüş bir suçun evlatlarıyız biz. anlamakta zorluk çekeceğin ve belki asla sevmeyeceğin tuhaf bir ahlak anlayışı ve garip bir hikaye bırakacağız sana. suçun içinde yeşeren bir ahlak bu. insanlara dokunmamayı değil, bir garibe, bir korumasıza uzanan eli kırmayı öneren bir ahlak. muhasebesi karmaşık ve ayrıntılarını sadece sahibinin bildiği ve bilançosu, ağır hergelelerin kişisel tarihinde gizli bir ahlak. dışardan bakıldığında ürkütücü, haksız ve gaddar bir dünya bu ve evet hepimiz ağır suçların barbar yolcularıyız. ve evet hepimiz tuhaf bir adalet hissinin ve tanımsız bir doğruluk şiarının ardı sıra ömrümüzü tüketiriz. bir gün yaşlı, yorgun bir aslan gibi, tahammülsüz öksürükler içinde ve acaip üşüyerek ve duvarlarına lakabımızı kazıdığımız soğuk bir hücrede ve alnımızdaki yara izini hatırlayarak veda ederiz 'hukuk sistemi'ne.
sözkonusu ve tırnak içindeki hukuk bizim değildir oğlum. o hukuk, kahyasının küçük kızını köşkün tenha bir köşesinde kıstırıp namusuna el uzatan beyaz züppelerin hukukudur. ve o pislik abidesini yakalayıp, kirlettiği hayatların hesabını soran bizleri, o namus ve hayat ve halk düşmanının hukukuyla yargılarlar. ve büyük bir kısmı insanlığın yani yüzde doksandokuzu belki, yani hemen hemen hepsi tırnak içindeki hukuka bakarak karar verdikleri için, anlamak zordur bizim suçsuzluğumuzu. yani başka bir adalete sahip olmak ve hesabını bir insanın anında ve hemen orda, hiç ikiletmeden sormak suçtur beyaz züppelerin hukukunda. ve o züppe, altın yaldızlı hukuk, soytarıları asil, kahramanları köle diye tanımlar. ve yine o hukuktur ki güçlü olanı haklı, güçsüz olanı lanetli bulur. o hukuktur ki girmez asla mapusaneye ve fakat hücreleri yağız ve yiğit ve hesapsız delikanlılarla doldurur.
bu başkalarının hukukudur oğlum. her sabah rafadan yumurtası yatağına getirilenlerin ve sıcak terliklerini ayağına geçirerek puro içmeye inenlerin hukukudur bu. aldırma. bizi bu hukukun içinde tanıyamazsın oğlum. bu hukukun içinde biz eli kanlı, barbar, acımasız, ruhsuz caniler olarak görünürüz sana. sen bizim mahalleden sor adaleti, hukuku, bir adam öldürmeyi ve bir çocuk büyütmeyi. sen bizim mahalleden bak hayata oğlum. suçu ve cezayı anlayacaksın o zaman.
oğuz atay
08.05.2004 - 12:16bat dünya bat!
anneler günü
08.05.2004 - 12:13anneler elbette uktsaldır. biz anneyi kutsayan bir kültürün çocuklarıyız. halk edebiyatımıza bir göz atsak binlerce örnek buluruz bunu doğrulayan. ve anneye küfredildiği için adam öldürmek biz de vardır, bunun doğruluğu yanlışlığı ayrı mesele ama çarpıcıdır bu. fakat yinede anneler gününü anlamsız buluyorum. bugün milyonlarca, milyarlarca alışveriş yapılacak ve kapitalistlerin kasası bizim anne sevgimiz yüzünden biraz daha şişecek. kapitalist çok rasyonel kararlar alır ve duyguya yer yoktur kapitalizmde ama sıra insanları sömürmeye gelince her türlü duyguyu sınır tanımaz bir arsızlıkla sömümenin bir yolunu bulur. anneler günü, sevgililer günü şu günü, bu günü ve kasaya akan miyarlarca dolar. duyguların rasyonel sömürüsü. neden bizim annelerimize sevgililerimize, etrafımıza sevgimizi sömümesine izin verelim arsız kapitalistlerin? onların ne emeği geçti bu sevgiye? bu saf bir sevginin suistimalinden başka nedir ki? inadına almayacağım hediye ve bir öpücükle de bilecek annem onu ne çok sevdiğimi...
idris özyol
05.05.2004 - 21:49isimsiz yazı
Bir Cemal Süreya dizesiyle kıvranıyor zihnim: 'Yalnız aşkı vardır aşkı olanın.' Yıkıla yıkıla ağlayan adamlar gördüm ben ve o adamlara uzaktan bakmaya çalışan kadınlar. Yıkıla yıkıla ağlayan bir adamın yanına yaklaşmak tehlikelidir çünkü. Yaralı bir aslanı kimse tutamaz. Bütün aşklar yaralıdır biraz ve bütün yaralarda aşka ilişkin bir yan vardır. Avuçlarımızda biriken kanı yüzümüze sürerken, 'Bu ne biçim aşk? ' diye soracak birileri ve soğuk ve derin ve deli gözlerle bakacağız onlara. 'Neyin anlamı var ki zaten' demek istiyor canım ve belki bunda ilginç manalar buluyor ruhum. Kim bilir? Bir ayrılık şarkısı olmak isterdim ben, yağmurlu havalarda söylenen bir ayrılık şarkısı. 'Bu sabah yağmur var İstanbul'da! Gözlerim dolu dolu oluyor' gibi bir şey olmak isterdim. Böyle bir şey olmama izin vermeyenlerden nefret ediyorum şimdi. Kim ki beni hayatının önemli bir yerine koyarsa, fena halde yanılmış olur. Hiçbir yerde durmayı sevmediğimi söylemiş olayım önce. Kalpler karşısında küçüğüm ben. Ve yalancı ve barbar ve kaba ve sertim. Kırdığım hayatlar yüzünden çoktan hak ettim idamı. Bir sokak arasında kıstırıp vursunlar beni. Çapraz ateşe tutulsun ihanetim ve fütursuzca girdiğim bahçelerden çaldığım elmalarla yakalayın beni. CEBİMDEN ALÇAKLIĞIM ÇIKSIN KİMLİK YERİNE. Kanlar içindeki suratıma bir tekme savurmayı ihmal etmeyin sakın. 'Bu ne biçim aşk? 'diye sorsun Barbaros Camii delikanlısı ve o kara çocuk sıksın ilk kurşunu. Gerisi gelir nasılsa...
Bak, ben burada kıvranıyorum. Ben burada, adını bile bilmediğim ve ilk kez işittiğim gezegenler arasında sıkışmış bir yeryüzü sakini olarak, uçması bile yasaklanmış bir kuş olarak, kahrolmaktayım. Ruhum dünyanın en kirli ruhudur belki. Saklamıyorum uzayan sakallarımı ve darmadağın saçlarımla çıkıyorum hayatın karşısına. Ey bana, aynalara karşı acımasız olmayı ve traş olurken yüzümü kesmeyi öğreten isim, gel ve kandan korkmadığımı gör. Kanamak hoşuma gidiyor benim. Bu nedir? Her soruya parmak kaldıranları vurun be! Vurun kendim tarif etmekte zorlananları. Bütün cevaplar karşısında küçüğüm ben ve küçücük bir soruya dahi yer yok kalbimde. Adımı soran orda kalır, bir adım geçemez öteye. Yok benim adım, gidin işinize. Şüphedeyim. Kahırdayım. Susuzluktayım. Nerden gelip bu çöl kokusu, yerleşti düşlerime? Yeryüzü niye bu kadar geniş ve niye bu kadar dar bize açılan odalar? Allah'ım beni affet!
'Yalnız aşkı vardır aşkı olanın' diye bağırıyorum. Bağırmayı hak ettim. Ödedim bedelini ayaklarımın ve onların üzerinde sağlam durma hakkım kazandım. Fakat cebimdeki elmalar karşılıksız ve onları koparttığım dallar ağlıyor geride. Ben birilerini ağlattım anne.BEN ISLAK YASTIKLARA GÖMDÜM GÜZEL YÜZLERİ. Beni affetmesinler isterim. Parmaklarımdaki zinciri sallayarak önünden geçtiğim pencereler affetmesin beni. Yaslandığım apartman kapıları ve çaldığım ıslıklar beni affetmesin. Kırdığım hayatlar rüyama girsin hep ve yapışsın boğazıma
idris özyol
05.05.2004 - 21:39Mehtaplı Gecelerde Hep Seni Andım!
Meydanların orta yerinde yaktığımız bir kamyon lastiği kadar olamadın be yüreğim. 'Kopartıp at' diyorum acıyan yerlerini. Bu işler sana ağır, bu işler sana yabancı ve inadına gereksiz 'bu aşk.' Döndür kendini güneşe, yeryüzüne doğru uzat ayaklarını ve sakin ve mağrur ve kendin olarak bak dağlara, denizlere, insana. Ve insana bakmak bir tür dua olsun gözlerinde, bir tür yakarış olsun ettiğin her cümle, kullandığın her kelime. Uşakların ruhundaki çamur ve efendilerin eteğindeki adi renk bulaşmasın sesine. Kendi sesinle sev hayatı ve okşa yediğin her ekmeği, içtiğin her damla suyu. Besmele yerine geçer aşıkların 'ah'ı. Ah, ihanetine sürgün edildiğim kavga. Ah, kavgasına sürgün edildiğim ihanet. Anadolu'yu sever gibi sev beni. Bir köyü anımsar gibi anımsa, bir ilçeyi tanır gibi tanı. Ve uzak yerlerinden yurdumun ve bana en yakın sokaklarından ayrı ayrı seslen ve sesindeki uzaklık ve sesindeki yakınlık imtihanım olsun. Ve kalbimin yağıyla tutuşsun gece.
Kalbimin yağıyla tutuşsun gece. Aklım yansın orada. İnsafım yansın. Bu hayata verdiğimiz bütün anlamlar yansın ve sadece kemiklerimden tanıyın üstüne doğduğum toprakları. Ve sadece kemiklerimden tanıyın 'onursuz' kalmanın ne demek olduğunu. Ve ateş beklerken orda ruhlarımızı, dalıp gittiğimiz dünya zevklerini ve bir isyanı nasıl sattığımızı anlatsın size kaburga kemiğim. Kemiklerimiz bile öğrendi konuşmayı ve artık kalp taşımayanlar arasında aldık yerimizi. Kapkara bir kavga ve kapkara bir bilinç olarak duruyorum burada. Ve kemiklerimi üst üste yığarak yürüyorum ve kemiklerimi tek tek masaya vurarak seviyorum seni.
Kemiklerimi tek tek masaya vurarak seviyorum seni. Daha büyük konuşan varsa çıksın ortaya. Çıksın ve savunsun kendini daha celali olan, daha eşkiya olan ve daha sert cümlelerin ateşiyle kavrulan. Çıksın ve boşaltsın şarjörünü kafama. Çıksın ve bir tekme savursun yollara döke döke geldiğim kemiklere. Çizdim üstünü adımın ve hiçbir harfle başlamıyor soyadım. Varsa bundan daha öte bir hain ve varsa bundan daha öte bir delilik, konuşsun şimdi. Ayağa kalksın itiraz ve her şeylerini toprağın en derin yerine gömenler yürüsün önüm sıra. Peşindeyim bütün asilerin ve peşindeyim bütün devrimlerin. Var mısınız aşkları da yakmaya?
idris özyol
05.05.2004 - 21:34Bir Overlokçu Kıza İlanı Aşk!
Bize, 'İşte İstanbul' diye gösterdikleri bu işkembe, bu kenar mahalle, bu Esenler, bu Bağcılar, milyonlarca trajediyi her sabah konfeksiyon atölyelerine, getir götür işlerine, telefona bakılan ofislere, minibüs koltuklarına doğru akıtırken, bazen bir kara göz, bazen sahte bir sarışın saç çalınır gözlerime. Adı belki 'Avcılar Güzeli Y.,' belki 'Yenibosna Güzeli F.,' belki de bir başka mahallenin veremli kızı 'K.' olan bu gözler ve bu saçlar, ağır koşullarla ağır hayalleri harmanlayarak ve çoğu kez bu harmanın altında ezilerek, yorgun ve hüzünlü bakışlarla süzülüp giderler zihnimizin arşivine doğru. Bir minibüsün ön koltuğunda ya da tramvayın ortalarında bir yerlerde ya da halk otobüslerinin kapısına yakın duran bu kırılgan ve sanki gözlerimizin önünde eriyip yokolacakmışçasına hafif bu 'gecekondu güzelleri,' hep aynı şeyler düşünür, hep aynı şeylere ağlar ve hep aynı erkekleri severler. Yarımdır hayatları ve mutlu olma hakkı onlara en ufağından çay kaşıklarıyla sunulur. Dayaksız ve yalansız ve rahat ve düğmesine dokunduğun anda sıcak suyu akan bir dünya yoktur onlar için. Ve bedenleri her tür işgale, her tür zobalığa, her tür sömürüye ve her tür karanlığa açıktır. Ve tam da bunun tersine, akılları hinliğe kapatılmıştır. Pratik ve hamarat ve işe yarar olmak öğretilmiştir onlara; düşünmek ve kafa yormak yasaktır. Topuklarına basarak yürüyen erkeklere duydukları aşk gerçek, fakat onlara sunulan sevgi yarımdır. Onlar yarımdır ve kimse kılını kıpırdatmaz eksik bırakılmış çizgilerini biraz daha uzatmak için ve o çizgilerden bir ağaç, bir ev, bir bulut resmi çıkarmak için didinmez hayat. Ve günler ağır haberlerle gelir gecekondulara. Bilirsin ki, tramvayda gördüğün 'Yenibosna Güzeli,' az sonra yastığa gömerek sarı boyalı saçlarını hüngür hüngür ağlayacaktır ve her evde diğerlerinden gizlenen başka başka hayatlar vardır ve başka hayatlar içinde karışacaktır aklı 'F,'nin. Ve yine bilirsin ki, o kız ağlaya ağlaya ölürken, şehrin merkezinde bir yerlerde, sakallı adamlar ve gözlüklü kadınlar 'Asiye'nin kurtuluşu'nu tartışacaktır. Ne yalan!
Ey 'F.,' seni sevmeyenlerin kalbine tüküreyim ben. Bu yalan şehirlerin, iki yüzlü hayatların, pis renkli paraların, terleyen namussuzlukların, uzak ülkeler gibi karanlık vitrinlerin, bitirilemeyen okulların, yasaklanan sıraların, yoksulluğun ve yoksunluğun ve bütün bunların üzerine çöreklenen alçak yalanların adına 'hayat' diyorlar ve gözlerimizin içine arsızca bakarak, bir köpeğe mama verir gibi önümüze itekliyorlar hayatı. Bu hayatın içine tüküreyim 'F.,' bu hayatın içine tüküreyim. Yalan kumaşlardan yalan dünyalar biçerken bir konfeksiyoncu kız ve o bilmiş yalanlardan, hiçbir şeyi örtemeyen palavralar dikerken kara çocuk ve önüne konulan maskelere ütü basarken henüz 14 yaşındaki bir başka 'F.,' bu şehir nasıl uyuyabiliyor? Bu şehir ne adi bir beton ve metal yığınıdır ki, kalp diye alışveriş merkezleri taşır göğsünde ve o alışveriş merkezleri, o plazalar, o beyaz boyalı tezgâhlar her gün milyonlarca gecekondu hayalini yutar. Ve ağzında evirip çevirdiği posayı, hiç utanmadan ve bir an bile titretmeden yüreğini karanlık mahallelere doğru tükürür. 'F.' bir posadır beyaz kafa için. Ahh, 'F.'
Beyaz ofislere, atölyelere, fabrikalara ve adını anımsayamadığım tonlarca insan pazarına düş, yorgunluk ve emek taşıyan bu minibüsleri yakasım geliyor. Yakasım geliyor tramvayları, otobüsleri, Kadıköy vapurunu ve başka bilumum şeyi. Bizi hapseden, bizi kirleten, bizi döven, bizi yasaklayan, bizi okula almayan, bizi güzel mekânlara sokmayan kim varsa, ama kim varsa, hepsini yakmak isliyorum. Elimde bir kibrit çöpüyle yazıyorum bu satırları ve 'hadi kalk git' diyor kalbim, 'kalk ve Taksim'den başla yakmaya.' Çevir ve gözlerine bak meydandakilerin ve gözlerinde zerrece temiz yer bulamadığın bütün kafaları ateşe ver. Ateşe vermek istiyorum hayatı ve 'Yenibosna Güzeli' diye kandırılan o bakımsız kızı yanıma alarak çekip gitmek istiyorum buralardan. Çek git ve arkanda ağlayan kimse kalmasın. Öldür gözyaşlarını ve ekmek olarak kalbini götür yanında. Bir kalp eğer gerçekten 'kalp'se doyurabilir hayatı.
dogville
05.05.2004 - 20:07işte tüm insanların içindeki hayvan bu filmde. karakterler uzakta değil değil çevremizde, okulumuzda işyerinde, arkadaşımız veya biz. insanın nasıl kudurabileceğini ve zalimleştiğini görmek isteyenler dogville'e baksın veya üçüncü sayfa gazete haberlerine. asla gerçekten uzak bir film değil çünkü en az ayda bir dogville okuyorum üçüncü sayfalarda ve benim okumadıklarımda var elbette.
hz.muhammed
02.05.2004 - 03:36bir tek kelime yazabilseydim seni ifade ettiğini hissettiğim, ebediyyen cehenneme mutlu olarak giderdim efendim.
ben evleniyorum
02.05.2004 - 01:47bana ne ne, size ne? bir tek mantıklı nokta söyleyin beni ilgilendirebilecek hadi izleyeyim. aksi takdirde neden bu kadar aptallık?
idris özyol
02.05.2004 - 01:35Ben Bu Aşkın Militanıyım
Sizi ateşe doğru koşmaya davet ediyorum bayan. Üstünden sürüldüğümüz toprakları ve saraylara rehin bıraktığımız kalplerimizi geri almalıyız.Geri almalıyız kulağımıza fısıldanan isimleri ve unutmamız için çırpındıkları zihinlerimizi, yoksul evlerde öğrendiğimiz alfabeyi, ceketlerimizin sökük uçlarını, kapılardan önümüzü iliklemeden girme cesaretini, umarsız tarihi, sarhoşluk bilgisini ve kötü vatandaş olma hakkını geri almalıyız. Sözümün, üstüne söz söyletme kimseye bayan.Silelim gözlerimizden işgalcilerin çığlıklarını ve yalanlarını onların kopartıp atalım kulaklarımızdan. Bütün yeryüzü ülkemizdir bizim ve kurtuluş bir zerdali gibi duruyor dünyanın bütün ağaçlarında. Dünyanın bütün ağaçları aşkımızın özgür topraklarını bekliyor. İnsana, halka, toprağa, havaya ve suya olan büyük aşkımızın topraklarım bekliyor hayat. Ve durmak yok birbirimizin cesaretine doğru sürdüğümüz atlara. Cesaret, ne bol sıfırlı bir çek, ne de üçyüz kilometre hızla sürülen son model arabadır. CESARET, SENİN ELLERİNDEN BENİM ELLERİME TAŞINAN ISI ve BENİM GÖZLERİMDEN SENİN GÖZLERİNE DOĞRU UÇAN NARİN BİR KELEBEKTİR. Kırılgan ve şeffaf olduğu için gereklidir cesaret ve cesur adımlarımızla şekillenir aşkımız.
Sizi kavgamın kenar mahallesine davet ediyorum bayan ve kavganızın kanatlarına kanatlarımı eklemek istiyorum. Uçmak özgürlük sevdalılarının işidir, özgürlük sevdalılarının işidir yüksek duvarların ardındaki bahçelerden meyve çalmak ve padişah çocuklarını ayartıp, onlan kavganın demir bir yumruğuna çevirmek bizim işimizdir. Beş parmağın beşi de birdir birbirimize uzattığımız elde ve tut kalbimi sıkmaktan dolayı terlemiş ellerimi, tut ve onlara dünyayı tanıt. Bütün topraklan, bütün ağaçlan, bütün çiçekleri, bütün hayvanları, bütün köyleri, bütün ışıkları, bütün sesleri tek tek tanıt ellerime. Ben aşkınızın militanıyım bayan. Çekip fünyesini kalbimin aramızdaki engellere doğru koşuyorum. Birazdan büyük bir patlamayla aydınlanacak gece ve o bir saniyelik aşk en uzun hayatlardan daha uzun kalacak yeryüzünde. Bana kutsallarım için Ölmeyi öğretiniz ve ben hiç sönmeyen bir ateşe avuçlarımızı uzatmanın güzelliğini haykırayım size. Bütün güzellikleri haykırayım ve sesim bir sarhoşun hiç ayılmak istemeyen gözleriyle tarif edilsin. Fakat hiç kimsenin tarif etmesine izin vermeyelim içimizdeki yanardağı.
Sizi aynı elmayı ısırmaya davet ediyorum bayan. Halkımızın bakışlarıyla kızaran o elmaya kalbimizin atışlarını da ekleyip dünyanın uçlarına doğru atmalıyız. Lübnanlı bir savaşçı avuçlarında sıkıp başka bir toprağa fırlatmalı özgürlüğün meyvesini. Etiyopyalı bir bebek bulmalı onu. Bütün bebeklerde çoğalmalı bizim aşkımız. Karanlık hedeflere doğru sıkılan silahların sesini tercih etmelisin 'seni seviyorum' cümlesinin yerine. Ve beni hatırlamak istersen bir Çeçen çocuğun gözlerine bakmalısın. Ben ve bütün kardeşlerim, bu 6 milyar kara çocuk, aynı hızla bakarız sevdiklerimizin gözüne. Hızıma hızınızı da katın bayan. Gölgesiz bir hayata inandık birlikte. İnandık birlikte ekmeğin ekmek, ateşin ateş, ölümün ölüm olduğuna. Ve Özgür bir ölüm fikriyle alevlendi hayat. Yeşeren herşeyi tutsak halkların koynunda sakladık ve bir devrimci annesinin cesaretiyle koruduk kalplerimizi. Koruduk kalplerimizi işgal ordularından ve devasa bir bayrak gibi dalgalandı çocuklarımız. Bana çocuklarımızı anlat ve hiç susma yüzlerini yüzüme ezberletirken.
Sizi beyaz sarayı yakmaya davet ediyorum bayan. Biz bir çift gövde olarak dünyanın her yerinden aynı anda yürüyebiliriz. Aynı anda aynı cümlelerin şiddetiyle sarsılabiliriz silahlarımızı temizlerken. Bilin ki silahlarınızı sevdim sizin ve tetikte bekleyen gözlerinizi. Siz uyurken başınızda nöbet tutmak istiyorum bayan. Karanlık pusulardan korumak istiyorum düşlerizi. Biz bir doğumun iki ucuyuz ve bir karanfil gibi büyüttük yüreğimizi. Bir karanfil hayata sevdalı. Bir karanfil özgür şarkılar için. Şarkılarınızda bana da yer açın ve daha da genişlesin avuçlarımdaki harita. Serip o haritayı yemek yediğimiz masaya savaş planlan yapalım birlikte. Aşk bir savaştır ve iki kişilik bir ordu bile yeter zafer kazanmaya. Beni zaferinize kabul edin bayan. Yaralarınıza yakın tutun beni ve bir kör kurşunu birlikte ısıralım. Aynı kurşunu bölüşmektir benim aşkım. Cephanem bitince sizin kurşunlarınızla doldurayım tüfeğimi. Siz tüfeğinizi bir şehri yakmanın çılgınlığıyla doldurun. Koşalım bizden önce koşanların peşi sıra. Aşk bize yoldaş.
idris özyol
02.05.2004 - 01:18Kül Yanar mı?
İki ucundan tutup biraz çekiştirsek, genişler mi hayat? 'Çıkarın bizi burdan' diye bağırıyor adam Ağır Roman'da. Çıkartırlar mı bizi burdan? Saçlarımızdan tutup sürükleyerek getirdikleri bu köle pazarında, bu kurtlar sofrasında, ağzımıza bir avuç su uzatacak babayiğit kaldı mı? Yeryüzü denilen bu muazzam genişliğin ortasında sürekli daralan, sürekli daraltan, sürekli kanayan ve sürekli kanatan bir eşkıya, bir asyalı, bir kara çocuk gibi oturup, hayata ve kendimize dair şeyler düşündük. Bir sonraki savaşı bekledik hep, bir önceki savaştan kurtulunca. Uzakta, şehir ışıklarının okuyla yaralı bir gece uzanıyordu ve ağlıyordu o gecenin çocukları. 'Bütün şehirlere lanet olsun' der gibi oturuyorduk, hayata ve kendimize ait düşüncelerin önünde. Şimdi ayağa kalkmak caiz mi? Şimdi yürümek ve yürümek ve yürümek sadece, hiç savaşmadan ve geçerek düşman orduların uzağından ve pusuya düşmeden ve dinlenmeden ve su içmeden, sadece ve sadece yürümek istiyor adam. Her adım, topraktan çekilen ve gökyüzünden inen bir şeyleri, bilmeyi ve anlamayı, saç tellerimizden ve ayak parmaklarımızdan alarak kalbimizde biriktirecek. Kalbimiz yeryüzüdür bizim ve yeryüzü kalbimizdir. Biz susarak ve susayarak öğrendik savaşmayı. Kılıcımızı sallarken Çit çıkmadı ağzımızdan. Sakin ve serin ve basit bir şeydi inançların için ölmek. Bir fikre, sevgilimize bağlandığımızdan daha ağır bağlandık ve aşktan daha öte bir şeydi kavga. Aşk bu yüzden anlamlı, kavga bu yüzden zordu zaten.
'Kül yanar mı? ' diye soruyor Müslüm Gürses. Kül yanar mı abiler? Ve ne dediğim anlamadığınız 'sol soslu' bir film. 'Su da yanar' diye çıkıyor ortaya. 'Müslüm Baba' daha derin, 'sol' alabildiğine sığ. Ve işle ortada soru: Su yanar mı? Biz yakmazsak hiçbir şey yanmaz abiler. Biz genişletmezsek genişlemez hayat. Kimse çıkartmaz bizi burdan, kalırız. Kül yanar Müslüm Baba, sen emret! Tutuşan ve sonra alevlerini göğe savurarak yanan her şeyin İçinde biz varız. Biz ki, birbirine tiksinmeden bakan tek kabileyiz. Her adamımız makbuldür ve makbulümüzdür bize bizden gelen her şey. Kardeşiyiz külün ve sadece biz en doğru isimleri koyarız hayata. Bize laktiğin bütün isimleri geri al 'beyaz adam.' Onlar soğuk, aşağılık ve senin gibi iğrenç kokuyorlar. Ve kokunu gizlemek için kullandığın tonlarca parfüm kirletiyor hayatımızı. Sen bir yalansın ve sen bir parfüm şişesinden ibaretsin sadece. Seni kırıp içindeki kokuyu dünyanın en tenha yerine boşaltacağız. Köpekler bile yaklaşmayacak oraya. O gün kül yanacak işte. Çatır çatır yanacak bu zulüm günleri.
Toplam 95 mesaj bulundu