Eray İnman Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antol ...

  • dağlar

    30.10.2003 - 02:16

    Ey benim divane gönlüm
    Dağlara düştüm yalınız
    Bu cefayı kendi özüm
    Pek mail gördüm yalınız

    Dağlar var dağlardan yüce
    Dağ mı dayanır bu güce
    Derdimi üç gün üç gece
    Söylerim bitmez yalınız

    Şahın ayağına varsam
    Hayırlı gülbengin alsam
    Kızılırmak'a garkolsam
    Çağlasam aksam yalınız

    Pir Sultanım hey erenler
    Erine niyaz edenler
    Üçler kırklar yediler
    Mürvete geldim yalınız

  • atatürkçü düşünce derneği

    30.10.2003 - 02:09

    şimdi bir iddiaya göre kemalizm sekülerizmin mezhebi oluyormuş. eğer doğruysa A.D.D. de bir nevi tarikat demektir ki bunlar Mustafa Kemal'e şeyhlikten daha fazlasını izafe ediyorlar. zamanında Uluhiyetle bile isnad etmişler yani bu zihniyettekiler.sahi şu söz Atatürk'e aitti değil mi?

    'Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler,
    müritler, mensuplar memleketi olamaz”

  • kafir

    30.10.2003 - 01:59

    Afganistan'da dağlık bir bölgede yaşayan bir halk var bu isimde. Kafirler. Coşkun Aral'ın belgeselinde görmüştüm. Yoksa Barış Manço muydu? . Hay Allah! hiçbirşeyi doğru-dürüst hatırlayamıyorum bu günlerde.

  • fight club / Dövüş Kulübü

    30.10.2003 - 00:37

    'the first rule of Project Mayham is you can't ask any question'

  • fight club / Dövüş Kulübü

    30.10.2003 - 00:35

    'you are not your fucking khakis'

  • fight club / Dövüş Kulübü

    30.10.2003 - 00:33

    'we are the all singing, all dancing crap of the world'

  • fight club / Dövüş Kulübü

    30.10.2003 - 00:32

    'this isn't a seminar, this isn't a weekend retreat'

  • fight club / Dövüş Kulübü

    30.10.2003 - 00:31

    'only after disaster can we be resurrected'

  • kaos

    29.10.2003 - 01:58

    kusursuz nizam.

  • tracy chapman

    29.10.2003 - 01:55

    'say Halalua! '

  • fight club / Dövüş Kulübü

    29.10.2003 - 01:41

    'we are consumers'

  • ali şeriati

    29.10.2003 - 01:24

    ALİ ŞERİATİ

    Bir Şehid nasıl huzur içinde, ne büyük bir mutlulukla ölür... görmüyor musunuz? Gündelik hayatın hayhuyuna alışmış insanlar için ölüm, herşeyin korkunç bir biçimde sona ermesi ve müthiş bir trajedidir.. yokluğa karışıp gitmektir. Buna karşılık, kendinden hicret etmeye niyetlenen kişi ise ölümle başlar. 'Ölmeden önce ölünüz.'. Bu harikulade buyruğu dinleyip, ona göre davrananlar ne büyük insanlardır.'1

    'Bilmek, yüce ve soylu bir yüreğe sahip olmak, düşünmek...Bunlar, Ayn el-Kuzat'la paylaştığı ve büyük insanlara has nitelikleriydi onun.'2

    Daha çocukluğundan itibaren, yalnız hayatını nasıl biçimlendireceğini düşünmekle kalmamış, omuzunda sorumluluk hissetmiştir.3 Adem'in varisi olma emanetinin sorumluluğunu. 4 O verasetin, İslam’ın Felsefi ve İmani bir temeli olduğuna inandı.

    Önde gelen pek çok ilim ve din büyüğü gibi Şeriati'nin de kırsal kesimde yetişmiş olması bir tesadüf değildir. Hatta o, büyük şehirlerin fitne dolu havasını beğenmeyip Deşti Kebir çölünün yalnızlığını seçmişti.5

    Fakat o da dedelerinin geleneğine uyarak, hukuk, felsefe ve edebiyat öğrenimini tamamladıktan sonra Mezinan'a dönmüştür. Şeriati'nin atalarından kalan bütün insani ve ilmi mirası kendine mal etmiştir. Onların maneviyatının kendinde yaşamaya devam ettiğini düşünmüş ve O’na yolunu aydınlatan bir ışık gibi bakmıştır.

    Bu büyükbaba’nın anısını hep canlı tuttu.6

    O, kendisini kuşatan geleneksel kalıpların, çevresindeki sınırlamaların farkındaydı ve onların tutsağı olmaktansa, kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya kararlıydı.

    Daha öğrenciyken ders vermeye başladı. Fikri yönden öylesine gelişti ki, O’nun daha şimdiden çevresinin ve kuşağının dışına taştığını herkes görebiliyordu.Yetenek, elverişli bir çevre ve hepsinden öte, İslam'ın katıksız kaynaklarına duyduğu samimi inanç, düşüncede ve davranışta iffetle birleşince, yüce gayesine ulaşmak için gerekli bütün imkanlara kavuşmuş oluyordu.

    Çocukluğunfa ve ilk gençlik yıllarında, öğrenci olarak diğerlerinden pek farkı yoktur. Diğerleri gibi okula gitti, imtihanlara girdi, sınıf geçti, önce ilkokulu, sonra da ortaokulu bitirdi. Aynı zamanda Arapçayı ve dini ilimleri öğreniyordu.

    Liseyi bitirdikten sonra, öğretmenliği çok sevdiği için Yüksek Öğretmen Okulu'na girdi. O sıralar, Yüksek Öğretmen Okulu, şu veya bu nedenle Üniversite'ye girmemiş gençleri şerefli öğretmenlik mesleğine hazırlayan saygıdeğer bir kuruluştu.

    Üniversite’ye girmeden önce de, kitap çevirebilecek derecede iyi Fransızca ve Arapça biliyordu. O dönemde, Ebu Zer üzerine Arapça'dan, Dua üzerine de Fransızca'dan çevirdiği iki kitap, o sıralarda düşüncesinin ve bakış açısının nasıl bir alana yayıldığını çok güzel göstermektedir. Ayrıca bu çevirilere yazdığı önsözler de, bu dönemdeki İslami düşüncenin yönüne ve açıklığına güzel bir örnektir. O’na göre İslam, değişik Felsefi akımlarıyla, Kapitalizm ve Sosyalizm arasında herbirinin iyi yönlerine zaten sahip olan, kötü yönlerini de dışarda bırakan bir orta yol'dur.

    Ne var ki O sıralarda özellikle ilgisini çeken, Kuzey Afrika'dan Endonezya'ya kadar bütün İslam dünyasını saran ve bağrında yaygın, güçlü bir eylem imkanı barındıran anti-emperyalist, ideolojik akımlardır. Gerek Ebu Zerr'le ilgili Kitap, gerekse Fransızca'dan çevirdiği küçük fakat değerli Dua risalesi, O’nun dikkatini İslam'ın katıksız ve lekesiz kaynaklarına çekmiştir. Peygamber'in ve öteki din büyüklerinin hayatlarını toplumsal sorunların ışığı altında yorumlaması da, bu çalışmaların sonucudur. Bütün bunlar, gençlik üzerine inkar edilemeyecek derecede etkili olmuştur.

    Aynı zamanda, Tarih Felsefesi üzerine yazdığı eserlerle de, yazarlığa başlamış oldu.

    Bir yandan da, Meşhed'deki İslami Hakihati Tanıtma Merkezi'nda konferanslar veriyordu.

    Şeriati'nin kişiliğini biçimlendiren ve yönünü çizen, yurt içinde ve yurt dışında gördüğü resmi öğrenimden çok, O’nun için hiç değişmeyen bir yol gösterici olan İslam'a duyduğu samimi inanç ve çocukluğunu yaşadığı çevreden edindiği öğrenme ve düşünme sevgisidir.

    30 yıl boyunca Meşhed'de aydın Müslümanların canlı ve hareketli bir toplanma yeri olan İslami Hakikati Tanıtma Merkezi de O’nun kişiliğinin oluşmasına çok olumlu katkılarda bulunmuştur. Buna karşılık, o da, konferanslar vererek, soruları cevaplandırarak, oturumlara başkanlık ederek bu Merkez’in çalışmalarına çok olumlu katkılarda bulunmuştur. Daha başlangıçtan itibaren, entellektüel gelişmenin ve inancı kökleştirmenin aracı olarak gördüğü yazmaya ve konuşmaya büyük önem vermiş, çevresindekiler de, seçkin ve güçlü kalemiyle bu çalışmalarını sürdürmesi için kendisini sürekli teşvik etmişlerdir.

    Babası Muhammed Taki’den başka kendini etkileyenler arasında şu isimleri sayar:

    -Louis Massignon

    -M.Ali Faraki (İran'lı bilim adamı ve politikacı)

    -Jacques Berque (Fransız Arapça bilgini ve Sosyologu)

    1956 da Meşhed'de Edebiyat Fakultesi açılmıştı. O da bir yandan öğretmenliğini ve diğer çalışmalarını sürdürmektedir. Yeni açılan Fakulte’ye ilk kaydolonların başında o gelmektedir. Burada, hocalarıyla yaptığı tartışmalar, düşünce çizgisini daha da geliştirip kökleştirir. Derslerde, öğrencilerin büyük çoğunluğu gibi sessiz ve edilgen kalmaktansa, etkin olmayı seçer. Bu yeni çalışma, düşünce, araştırma ve tartışma imkanından faydalanarak özellikle Dinler Tarihine, İslam Tarihine yönelir. Özellikle Toynbee'nin Tarih Felsefesini kuşkuyla karşılar ve O’nu pek çok açıdan eleştirir.

    Herşeyden önce, gerçeği ve adaleti savunmakta gösterdiği kararlılık ve halkın hayatını etkileyen dini, toplumsal ve siyasi olaylara karşı duyduğu ilgi, onun inanç ve düşüncelerindeki bağımsızlığı göstermektedir. O sıralar her tarafı kaplayan ölüncül sessizlik içinde bile yan çizmemiştir. Konuşmaları, yazıları ve eylemleri nedeniyle yetkililer, hakkında dosya düzenlediler. O, susmaya ve toplumda kurulan olumsuz dengeyi kabule hiçbir zaman yanaşmadı. Aynı anda iki cephede birden savaş açtı. Bir yandan, kendi çevrelerinde bir örümcek ağı ören, Cami ve Medrese’nin bir köşesine çekilip, toplum içindeki her türlü entellektüel gelişmeye karşı olumsuz bir tavır takınan, kendilerini ve İslam'ın parlak hakikatını karanlık bir perde arkasına gizleyen aşırı gelenekçilere karşı; öte yandan da, yeni Skolastisizmi kendilerine sığınak yapan köksüz ve taklitçi aydınlara karşı kıyasıya savaştı. Her iki gurup da, toplumla, halk yığınlarıyla bütün bağlarını kopartmıştı. Hepsi, çağın her türlü kokuşmuşluğuna ve çürümüşlüğüne acizane boyun eğiyorlardı.

    Paris Yılları:

    Sorbon'da Sosyoloji okudu. Edindiği bilgilerle Batı toplumlarının yapısını yakından tanıdı. Batı'lı entellektüellerin yazılarını okumuş, Franz Fanon gibi devrimcilerin düşünceleriyle tanışmıştı. Fanon, Batı dışında yaşıyan insanların bir devrimi gerçekleştirmelerinin ancak mevcut dinlerinden vazgeçmeleriyle mümkün olabileceği kanısındaydı.

    Şeriati, bu inancı bütünüyle reddetmekteydi. Şeriati, Batı'lı olmayan insanların Emperyalizm’e karşı mücadele verebilmelerinin olmazsa olmaz şartlarından biri olarak bu insanların kendi dinlerine ve kültürlerine dört elle sarılmalarını görmekteydi. Bu, İslam bir mücadeleyi başlatabilmenin önşartıyla.

    Şeriati'ye göre 'bir kimsenin kendi asli köküne dönmesinden kasıt, ırki köküne dönmesi demek değil, kültürel köküne dönmesi demekti. İslamiyet, İranlıların İslamiyet öncesi kültürleriyle olan bağlarını bütünüyle kesmişti. Hal böyle iken 'Kökümüze tekrar geri dönelim derken, İslam öncesi kültürümüze dönelim demenin elbetteki bir manası olamazdı. Dönülecek kök, İslami kök olmalıydı.'

    Paris Üniversitesi’nde geçirdiği 5 yıl, hem çalışmalarına devam etmesine, hem de İran'da bulunmayan Kitaplarla tanışmasına vesile oldu. Burada, değişik toplumsal ve Felsefi düşünce akımlarını doğrudan öğrenmek, Bergson, Camus, Sartre, Schwartz gibi yazar ve düşünürlerin, Gurtwitsch, Berque gibi Sosyologların ve Massignon (ö.1962) gibi İslamiyatcıların eserlerini aracısız okuyup incelemek imkanını buldu.

    Özellikle İslam araştırmaları ve sosyoloji ilgisini çekiyordu. Öğrenim alanı olarak da bunları seçti. Çözümleyici ve eleştirel Fransız Sosyolojisi O’nu büyük ölçüde etkiledi. Bir süre devam eden bu etkiye rağmen, O’nun toplumsal görüşü, düşünceyle davranışı bir bütün kabul ediyordu. Sosyoloji’yi mutlak bir bilim olarak kabul eden Pozitivist yaklaşım da, katıksız Marksist yaklaşım da O’na pek tutarlı gelmedi. Her iki yaklaşım da ona endüstrileşmiş ülkelerin bir başka değişle 3. Dünya Ülkeleri denilen ülkelerin gerçeklerini çözümlemekte ve kavramakta yetersiz kalıyordu.

    Sürekli olarak Kapitalist toplumun ve Komunist sistemin içinde bulunduğu durumda, kalkınma seviyesine aldırmaksızın, bağımsızlıklarını kazanabilmek için mücadele eden bu insanların kendi öz gerçeklerini çözümleyip açıklayabilen bir sosyoloji geliştirmeye çalıştı.

    O'nun Fransa'da kaldığı yıllar, Cezayir Devrimi'nin en gürültülü dönemine rastlar. Bu dönem, yüzyılı aşkın bir süredir emperyalizmin boyunduruğu altında ezilen Müslüman bir halkın kıyasıya bir cihada, bir ölüm kalım mücadelesine giriştiği, savaşı da Fransa içlerine kadar taşıdığı bir dönemdir. Avrupa'da, değişik Partiler ve gruplar, hatta bilim adamlarıyla Sosyologlar, bu konuda, olumlu veya olumsuz değişik tavırlar takınmaktadırlar. Cezayir'in sürekli Fransa'ya bağlı kalmasını savunmakla Fransız Komunist Partisi'nin ve Cezayir Komunist Partisi'nin sergiledikleri tavır, son derece ibret vericidir.

    Şeriati, Müslüman halkların anti-emperyalist bağımsızlık mücadelelerini kendinden ayrı görmediği için, Cezayir'de sürüp-giden kanlı devrim bambaşka bir şeydir. Kimse bunu inkar edemez.Herkes bu davayı desteklemelidir.

    Cezayir Milli Kurtuluş Cephesi'nin emri üzerine, çok sayıda Müslüman öğrencinin öğrenimlerini bırakarak, Cezayir Mücahidleri’nin saflarına katıldıkları da bir gerçektir. Mücadelenin bir başka yönü de, Cezayir meselesinin derinliklerine inmemizi ve onun kökenlerini anlayıp açıklamamızı sağlayan, felsefi, sosyolojik ve psikolojik çözümlemeler, bizzat mücadelenin ürettiği teori ve düşüncelerdir. Cezayir hareketinin içinde ve dışında sürdürülen bu teorik çalışmalar, değişik dillerde yayınlanmış pek çok kitap ve makalede toplanmıştır.

    Özellikle Cezayir Kurtuluş Cephesi'nin sözcüsü olan el-Mücahid gazetesi, mücadelenin düşünce yönünü yansıtmakta ve çözümlemektedir. Bazı Fransız aydınları da bu çalışmalara büyük ölçüde katılmışlardır. Bunlar arasında Cezayir uyruğuna geçen psikolog Franz Fanon'un denemeleri ve kitapları dikkat çeker. O Cezayirlilerin saflarına katıldı. Yeryüzünün Lanetlileri, Cezayir Devriminin 5.yılı gibi pek çok eser yazdı. O'nu keşfedip Avrupalılara ilk tanıtan Jean-Paul Sartre'dir. Fakat O’nu tam anlamıyla ve ilk olarak Şeriati 1962 de, Avrupa’daki İran'lı öğrencilerin yayınladıkları bir dergide incelemiştir. Cezayir Devrimi’ne getirdiği derin sosyolojik çözümlemeler nedeniyle, Fanon'un Yeryüzünü'nün Lanetlileri isimli eserini, İran'ın değişmesi için mücadele edenlere sunulmuş değerli bir armağan olarak nitelendirir. O'nun daha önce hiç bilinmeyen belirli teorilerini geliştirip, kitaplarında ulaştığı bazı sonuçları Farsca'ya çevirerek, Fanon'un düşünce ve yaklaşım tarzının İran halk hareketine yansımasını sağlamıştır. Zamanla O'nun etkisiyle konuşmaya başlamıştır.7

    Başka devrimci Afrikalı yazarları'da İran'da tanıttı. Efdal el-Cihad isimli eserin yazarı Ömer Uzgan da bunlardandır.

    Avrupa'da bulunduğu sıralarda kitaplarını okuyup düşüncelerini incelediği veya şahsen görüştüğü düşünür ve yazarlarla olan ilişkisi edilgen bir ilişki değildir. Bu ilişkiler O’nun orjinalitesini ve yaratıcılığını korumak şartıyla yeni yeni düşünceler geliştirmesine yaramıştır. Toplumla ilgili inceleme ve anlayışını şekli ve resmi Sosyolojinin varsayımlarına değil, toplumun gözlenebilir, güncel hareketlerine dayandırmıştır.

    Doktorasını Paris’te tamamladı. Diğer Üniversite öğrencilerinin yaptığı gibi bütün zamanını ders çalışarak ve imtihanlara hazırlanarak geçirmemişti.O yıllarda İran'daki dini hareketin ilerici kanadı yeni ve canlı bir döneme girmişti. Ülkede kısa bir süre esen özgürlük rüzgarından sonra, zulüm ve baskı gündelik hayata hakim olmuştu. Tutuklamalar, yargılamalar, ağır hapis cezaları, insanlık dışı işkenceler başlamıştı. Zulmün en büyük hedefi dindarlar, özellikle de açık bir ideolojili ortaya çıkan Nehzadi Azadi idi.

    15 Hordad ayaklanması, İran'daki islami harekete yeni bir yön kazandırdı ve gerçek mücahidlerle 'mevsimlik' göstericiler birbirinden ayrıldı. Şeriati de bu harekete dahildi. Hatta O’nu kendi hareketi sayıyordu.

    Bu arada eser yazmaktan, Humeyni hareketini incelemekten de geri durmadı. İran'daki hareket tamamen dini bir temele dayandığı halde, yurt dışındaki Farsça yayınların büyük bir bölümü din-dışıydı.

    Arkadaşları ile Avrupa'nın en çök okunan Farsça gazetesini yayınladılar.

    İran'a Dönüş:

    1964 de, kendini her zamankinden daha çok ülkesine, halkına ve islam dinine hizmet etmeye hazır hissetti, karısını ve iki çocuğunu yanına alarak İran'a dönmeye karar verdi. Yanında İran toplumu için çok değerli inançlarla dönüyordu.

    Daha sınır kapısında, karısının ve çocuklarının yanında Ülke dışında iken öğrencilik yıllarında aktif olarak içinde yer aldığı siyasi eylemler sebebiyle tutuklandı. Doğru Hapishaneye gönderildi. Daha sonra serbest bırakıldı.

    Sonraları Yüksek Ziraat Mektebi'nde öğretmenlik yaptı.

    Sonra Meşhed Üniversitesi'nde Profesör tayin edildi. Ders vermeye başladı. Bunun üzerine genç kuşaklara yol gösterme çabaları hızlandı. Değişik Fakultelerde okuyan pek çok genç, O’nun öğrencisi olmaktan gurur duymakta, verdiği dersler umulmadık derecede kalabalık öğrenci toplulukları tarafından izlenmektedir. Ne var ki Üniversite, O’na karşı gösterilen bu ilgiden hiç hoşnut değildir. Dargörüşlülük, küçüklük, kıskançlık, kötülük elele vererek O’nu engellemeye çalıştı. Meşhed Üniversitesi yöneticileri, O’nun ders vermesine artık tahammul edemez hale geldi. Şeriati, serbest öğretim yöntemlerini, geleneksel yöntemlerden yeğ tutmakta, özgürlükle bilgi arasında bir fark görmemektedir. Gördüğü rağbet, dizginleri ellerinde bulunduranları endişelendirdi. Sonunda istifa etmek zorunda bırakılır. Yani işine son verildi.

    Hüseyniye-i İrşad:

    1967 de Tahran'da Hüseyniyeyi İrşad'a katıldı. Çok yoğun bir çalışma ortamına girdi. Ders verdi. Görüşlerini halka ulaştırmak için Kitaplar yazdı.

    1973 yazında verdiği derslere kayıt olmak için 6000 öğrenci başvurdu. Bu ilgi kaçınılmaz olarak SAVAK'ın ilgisini çekti.

    Yazılarında mevcut rejime doğrudan saldırmıyor, zekice imalar yapıyordu. SAVAK suç unsuru bulmak için öğrencileri sorguya çekiyordu. O'nu Mürted, Marksist, Bahai olarak damgaladı. Hüseyniye-i İrşad kapatıldı. Hakkında tutuklama kararı alındı.

    SAVAK O’nun ortaya çıkmasını sağlayabilmek için yaşlı babasını tutukladı. Şeriati, teslim oldu, hapse atıldı, işkence gördü.

    Serbest bırakıldıktan sonra yazması ve öğretmesi yasaklandı. süre babasıyla bile görüştürülmedi.

    Şehadet:

    Artık yoğun bir eylem adamıdır. Mahkeme önüne çıkartılmadan 500 gün hücre hapsi ve sonunda sürgünde gelen şehadet. Sofuluk perdesi altına gizlenen kokuşmuş unsurların sürekli engellemelerine ve hatta kundaklamalarına rağmen İran toplumunu derinden etkiledi ve gerek yabancı empetyalistlere, gerekse yerli işbirlikcilerine büyük darbe indirdi.

    Londra dışındaki evinde ölü bulundu. Suriye'de Hz.Zeybeb'in mezarının yanına gömüldü.

    Eserleri:

    Geride bıraktığı eserler; konferanslar, ders notları, kitaplar, makaleler (ki bunların her biri onbinlerce nüsha basılmıştır) kişiliğinden ve eylemlerinden de önemlidir. Genç kuşakların, bütün bu eserlere gösterdiği ilgi unutulacak gibi değildir. Güçlü kalem, seçkin kişilik.. En derin Felsefi düşünceleri, en karmaşık bilimsel ve Sosyolojik konuları bile kolayca anlaşılabilir hale sokabiliyordu.

    Kuramları dini bir temelden hareket etmekle bilikte, sağlam epistemolojik, felsefi, tarihi ve sosyolojik dayanaklardan da yararlanmakta, belirli bir hayat ve düşünce diyalektiğinden gelişmektedir. Şeriati’nin görüşüne göre doğru düşünce olmadan doğru bilgi, doğru bilgi olmadan da inanç olmaz.

    İslam hakkında doğru bilgi edinebilmek için muvahhid bir Tarih Felsefesi ve toplumsal gerçekleri şimdiki halleriyle ortaya koyan bir Şirk Sosyolojisi gereklidir. Adem'in Varisi Hüseyin adlı eserinde tarihi ve sembolik çözülme, İslam’ın belirli bir ideoloji olmadığını gösterir. Bu ırmak sürekli akar, peygamberler ırmağı.

    O'na göre Tevhid inancından yoksun çağdaş insan, yabancılaşmış bir varlıktır ve şuursuz bilim, bir tür teni-skolastizm halini almıştır. Bu durumda gerçek aydınların yerini sahtekarlar doldurmuştur.

    İran İslam’ın kavramları ile anlaşılabilirdi. Ümmet, imamet, adalet, şehadet, takıye, taklid, sabır, gayb, şefaat, hicret, küfür, şirk, tevhid gibi. Pozitivist ve Marksist Sosyolojiye itibar etmedi. Her şey tevhidi dünya görüşü ile inceleniyordu.8

    O'nun yazıları, Müslüman toplumlarda hüküm süren politik gerçeklere son derece tutarlı analitik yaklaşımlar getirmekteydi. Şeriati'ye göre Müslüman'ın kendisine sorması gereken en önemli soru şu olmalıydı: 'Dini kavramların herbirinin ayrı ayrı rasyonel oldukları veya olmadıkları, ilim ile rekabet edebilmeleri veya edememeleri önemli değildir. Önemli olan, şu an için içinde taşamakta bulunduğumuz toplum için ifade ettikleri fayda ve kıymetin ne olduğudur.' Bu sorudan yola çıkarak İki tip İslam'ın var olduğunu söyler:

    'İslam'a dönelim demek yeterli değildir. Bu tür bir sözün bir anlamı yoktur. Hangi İslam'ı kastettiğimizi açıkça belirtmeliyiz. Ebu Zer döneminin mi, yoksa Mervan döneminin mi özlemi içerisinde olduğumuzu bilmeliyiz. Bu insanların ikisi de Müslüman'dır, ama ne var ki aralarında dağlar kadar fark vardır. Bunlardan birinin anlayışına gçre İslam Halife içindir, saray içindir, tuzu kurular içindir. Diğerinin anlayışına göre ise, İslam halk içindir, ezilenler içindir, fukaralar içindir. derdimizim devasını aradığımız İslam bu ikisinden acaba hangisidir? Fukaraları kollayıp gözeten İslami yaklaşımla dertlere deva aramakta olduğumuzu söylemek de yeterli değildir. Aynı sözleri hükümdarların tamamı da eksiksiz telaffuz ediyorlar. Gerçel islam, yalnızca yoksulların derdine deva olma göreviyle yetinmez. gerçek manada İslam, adalet için, haksızlıkları yok etmek için, fukaralığı kökünden kazımak için dişediş bir mücadele verilmesini emreder. İslamı Ebu Zerr'in anladığı şekilde anladığımızı açıkça ifade, Mervan'ın anladığı tarzı ise açıkça reddetmeliyiz. Adil bir düzeni ve gerçek bir İslami liderliği arzu ettiğimizi sınıflara bölünmüş, bazı bireyleri aritokratik imtiyazlarla donatılmış bir düzeni arzu etmediğimizi dile getirmeliyiz. Esarete, atalete, rezilane bir sukuta hayır demeliyiz. İslamiyet için can verecek savaşçılara ihtiyacımız var. Ruhani liderlere ihtiyacımız yok. Susamışlığımız, İslamı gerçek bir Müslüman gibi yaşayan devlet adamlarınadır, Safevi Hanedanına değil.'

    Bu iki farklı yorum tarzı, farklı sonuçları da beraberinde getirdi. Bunlardan birincisi Ali'nin şahsında tezahür eden dinamik İslam anlayışı, ikincisi ise Safevi'lerin şahsında vucud bulan statik İslam anlayışıdır. Safevi hanedanı, İslamı kendi çıkarları doğrultusunda çarpıtmış, gücün kendi ailelerinde toplanmasını sağlamış, tevhidi olmayan ulemaya yüksek bir statü kazandırmıştır. İslam, bu insanların çabalarıyla gücünden çok şey kaybetmiş, Müslümanların köleleştirilmeleri mümkün olabilmiştir. Gerçek manada İslam, tarihin yıkıntıları arasına gömülmüştür.

    Şöyle der: 'Devrimci boyutu göz ardı edilmiş İslam, Filozofların, din bilimlerinin, devlet adamlarının, fakihlerin eğitiminin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. İslamiyeti skolastik bir eğitim sonunda beyinlerine emdirenler müçtehid sıfatıyla, alim sıfatıyla toplum içerisinde görev almaktadırlar. devrimci boyutu yok sayılan İslamı yabancı uzmanlar ve reaksiyoner bireyler de algılayıp anlayabilmektedirler. Öte yandan devrimci İslamın genellikle eğitim görmemiş geniş halk kitleleri tarafından hakkıyla anlaşılabildiğine şahit olmaktayız. Cahil, eğitim görmemiş insanların, İslam'ı Müslüman din adamlarından çok daha sağlıklı bir tarzda anlayıp değerlendirdiklerini görmekteyiz. Bir cahil Müslüman'ın bir fakihi, bir alimi, pek muhterem bir din bilginini bastırdığını tesbit etmekteyiz.'

    O İslami kavramların dinamik yorumlarını vermekteydi. Ümmet, imamet, adl, şehafet, hicret, intizar, şirk ve tevhid kavramlarına getirdiği yorumlar, bu kavramların bir eylemin başlatılması süreci için taban oluşturabilmelerini sağlamıştır. O'nun İslami kavramları dinamik bir ideoloji haline dönüştürebilmek için kullandığı metodoloji de bütünüyle İslamidir.

    Şeriati, bir toplumda değişiklik yapabilmek için üç tip yaklaşımın var olduğuna inanır: Muhafazakar, devrimci ve reformcu. Tevhidi olmayan ulema birinci yaklaşım tarzını seçmiş, geçmişe, artık hükmü kalmamış geleneklere ve tarzlara müracaatla mevcut durumu değiştirmenin yollarını aramıştır. Ulemanın geçmişe sıkı sıkıya sarılmasının sebebi 'zaman içerisinde geleneklerini değiştirmenin, bir ağacın kökü ile dalları arasındaki ilişkiyi kesmekten farklı olmadığına' inanmış olmasıdır.

    Devrimci yaklaşım tarzında, geçmişle olan tüm bağlar koparılmaktadır. reformcu yaklaşım tarzı ise, diğer iki yaklaşım tarzını birlikte ele almakta, zaman içersinde gerçekleşecek tedrici değişiklerle sonuca gidilmesini öngörmektedir. Peygamber'in yaklaşımının üç tarzın üçünden de farklı olduğunu ileri sürer. Ona göre Peygamber şekli korurken, manayı değiştirerek sonuca gitmiştir. İslam öncesi pek çok form muhafaza edilmiş, fakat manaları değiştirilmiştir. Böylece insanların köklerinden kopmasının ömüne geçilmiş, yeni manaları içlerine sindirebilmeleri kolaylaştırılmıştır.

    Peygamber'in izlediği bu yöntemin en çarpıcı örneği Hac olgusunda görmek mümkündür. İslam öncesinde Arap'lar dini inançlarının bir gereği olarak Kabe içerisinda bulunan putların etrafında tavaf etmekteydiler. Peygamber Hac olgusunun bu formunu korudu. Ne var ki, ibadetin manasını değiştirdi. Yeni mana, İrfani'nin sözleriyle 'İlkinin tam tersiydi, ilki ile bütünüyle taban tabana zıt idi.' İnsanlar Kabe'nin etrafında artık putlara tapınmak için değil ama, kainatın yaratıcısı bir tek Allah'a ibadet için, tüm insanların kardeşliğini vurhulamak için tavaf etmekteydiler. Görülen, dış görünüşün olduğu gibi muhafaza edilirken, manaın bütünüyle değiştirildiğiydi. Üstelik bu sonuç elde edilirken zora baş vurulmamış, insanlar rencide edilmemişti. Bu arada bir devrimden beklenen sonuçların tamamı da bir eksiksiz alınmıştı.

    Haccın her aşamasını, Peygamber'in İslami metodolojisine göre şöyle yorumlar: Hacıların üç putu taşa tutmaları, kapitalizm putunun, despotizm putunun ve dini mürailiğin taşa tutulmasıdır. Hac bir bütün olarak takva'ya ulaşmanın bir yoludur. İslamın bir farzını gerçekleştirmek üzere yola çıkmış bir insanın proplemlerinin çözümünden sorumlu olarak gördüğünü, köşesine çekilmiş, kendisinden gayrısıyla ilgilenmiyen bir insan olmayı peşin peşin reddettiğini söyler. Allah’ın yoluna düşmüş, ne yaptığını bilir bir mücahid olmak ise kolay bir iş değildir. Çıkılan yolda her türlü fedakarlığa razı olmak, her türlü sıkıntıya katlanmak vardır. Kişisel çıkarlardan bütünüyle arınmak gerekmektedir. Tutsaklığa, işkenceye, sürgüne, acılara, geçti derken yenisini hemen geliveren tehlikelere, idam mangalarına cesaretle göğüs germek gerekir. Bir kimsenin halkla bir olup, Allah'ın yolunda yürüyebilmesinin başkaca bir yolu yoktur.

    Allah ile insan arasında bir köprü görevi gören Qur'an, insana hizmet etmenin Allah'a hizmet etmek olduğunu söyler. Kur'an, insanın ictimai sorumluluklarına büyük önem vermektedir. Bireyi şuurlu olmaya zorlamaktadır. Bencillik ve mutlak mükemmellik arasında bir tercih yapmasını istemektedir. tarih, insanın bu iki zıt kutup arasında verdiği mücadelelerle doludur. Bu mücadelenin ilk örneklerinden birini Habil ile Kabil arasında görmek mümkündür. İnsanın yapacağı tercih, doğrudan doğruya içinde yaşayacağı toplumun yapısını belirleyecektir. Yapılan tercihin türüne göre ya tevhid esasına ya da şirk esasına istinad eden bir toplum ortaya çıkacaktır.2.de ise, muhletif otoriteler vardır. Şirk toplumların ekonomi ve ırk kıstaslarıba göre ayrılnasına sebebiyet verir. batı Kapitalizmine yönelip, Batı türü emperyalizme veya Marksizm'e yönelip toplum için materyalist bir anlayış tarzını kabul etmek, sonuç itibariyle tevhid esasına istinat eden bir toplumdan uzaklaşılmasına sebebiyet verecektir.

    O'na göre insanın sebeb olduğu, insanın yaşadığı, insanın şahit olduğu çatışma, modern ve geleneksel güçler arasında değildir. Burjuvazi ile proletarya arasında da değildir. Bilindiği gibi bu görüşlerdeb ilkini modernizasyon teorisi, ikincisini Marksist teori ileri sürer. Çatışma, Tevhid güçleri ile şirk güçleri arasındadır. Tevhid inancı, dünya genelinde bir çerçeve çizmektedir. Dünya üzerinde bir harmoni inşa etmeyi amaçlamaktadır. İnsan ile tabiat, ruh ile beden bu dünya ile ahiret, mana ve madde arasında bir çelişki bir zıtlaşma yoktur. Yasal, sınıf, toplum, politika, ırk, milliyet, toprak, genetik veya ekonomik çatışmalarının tamamının tevhid inancında yeri yoktur.

    'Yeryüzünde ne zaman ki doğa ile doğa ötesi, madde ile mana, dünya ile ahiret, akıl ile duygu, bilim ile din, metafizik ile tabiat, insan için çalışanla Allak için çalışan, siyaset ile din, mantık ile aşk, ekmek ile ibadet, inanç ile inançsızlık, hayat ile ebediyet, toprak sahibi ile köylü, yönetenle yönetilen, siyah ile beyaz, asil ile köle, ruhban sınıfı ile halk, ışık ile karanlık, irşi fazilet ile irsi fenalık, Yunan ile gayrısı, Arap ile Arap olmayan, İran'lı ile İran'lı olmayan, kapitalist ile proleter, seçkinler ile halk, alim ile cahl arasında bir zıtlaşma mevcut ise, bu şirk'in dünya görüşünün bir ürünüdür ve bu zıtlaşmalar aynı zamanda şirkin yapı taşlarıdır. Tevhid esasına ve dünya görüşüne inanmış olanların vazifesi, tevhid devleti kurulana ve yeryüzünde birlik sağlanana kadar şirk ile mücadele etmektir.'

    Dünya genelinde bir harmoninin muhtelif süreçlerle gerçekleştirilebilir ve bu işi hayalden hakikate dönüştürecek olanlar hamurları İslam'la yoğurulmuş insanlar ile liderlerdir. Hedefe ulaşılmasında en önemli faktör, Qur'an'da da ifade edildiği üzere halktır. Müslümanlar gerek birey olarak ve gerekse toplum olarak kendi kaderlerini değiştirmekten sorumlu tutulmuşlardır. Yapılacak değişiklikler, kutsal kitapta tayin edilen çerçeve dahilinde yapılmalıdır. Bu suretle doğru yola ulaşmak mümkün olacaktır. İnsanlar yaşadıkları toplumu tevhid esasına göre inşa olunmuş toplumlarda, toplumun ögeleri arasında zıtlaşma yoktur. Bu tür zıtlaşmalar ya insanların veya liderlerin başarısızlıklarının bir sonucu olarak veya şirk normlarının uygulanmasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bir Tevhid toplumunda sonuç üzerinde halkın ve liderin etkinlik derecesi zaman zaman değişiklikler göstermiştir. İçtimai yapının oluşmasında bazan halkın, bazan liderin daha fazla etkin olduğu görülmüştür.

    Buna ait en çarpıcı örneği İslam’ın doğuş yıllarında buluruz. 'Peygamber'in kişiliği, değişikliği gerçekleştirme, gelişmeyi sağlama, asırlar ötesine taşacak olan bir medeniyeti inşa ve tarihin akışını değiştirme hususlarında en öbenli faktördü.' Şeriati'ye göre 'ümmet, bir tek lider tarafından bir tek ortak hedefe ulaşmak için yöneltilen bir insanlar topluluğudur.' İmamet olmaksızın böylesi bir ümmetin var olabilmesi mümkün olmaz. Ümmet, ebedi bir hareket içerisinde olan bir varlık, İmamet ise, bu harekete liderlik eden bir rejimdir. Ümmet’in bir parçası olan bireyin hayatından her müslüman sorumludur. Birey topluma, toplum bireye karşı sorumludur. hedef zengin olmak değildir; İslami esaslara göre sağlıklı bir ömür sürebilmektir. Özgürlük bir ideal değildir, ideale ulaşmak için bir vasıtadır. İnsan, sürekli olarak bir oluşum sürecinin içerisindedir. Toplumun geçireceği her türlü değişiklik için birey asli unsurdur.

    Toplum içerisinde her bireyin görevi ve amacı, toplum içerisindeki statüsü ne olursa olsun 'Emri bil maruf ilkesini hayata geçirmektedir. Bu prensip toplumlara bir istikrar getirecek, her türlü inkiraza karşı koruyacaktır. Hiçbir kimse bu ilkeye sırt çeviremez, tarafısz kalamaz.

    Şeriati, tüm toplumların yükselme ve gerileme süreçlerini yaşadıklatrına inanmaktadır. tarih, toplumlartı zaman içerisinde değiştirmektedir. İnsanların ise ait oldukları toplumu değiştirebilecek, geliştirebilecek, yeniden biçimlendirebilecek gücü vardır. islam aleminde bunun yolu ictihad' dan geçer. her birey, toplumun çekirdek ideolojisine göre katetmekte olduğu yolda, ictihad kurumundan aldığı ışıkla aydınlanmayı kendisine görev edinmelidir.'

    1 Şeriati, Ali/ Kevir'den

    2 İshafan Üniversitesi başkanı Gulam Abbas Tavassuli O’nu böyle tanımlar.

    3 'Allah'ın inayetiyle, öyle bir yola koyuldum ki, ömrümün bir anını bile kişisel mutluluğum için harcayamam. Madem ki Allah'ın yardımı benim zayıflıklarımı telafi ediyor ve madem ki bu ömür bir gün nasıl olsa bitecektir, öyleyse ömrümü bu uğurda harcamamdan daha büyük mutluluk ne olabilir' (Babasına yazdığı son mektuptan.)

    4 Bakın: Şeiriati/Adem'in varisi Hüseyn,

    5 Kevir’ de dedelerini anlattığı bölüme bak.

    6 'Maneviyatımı ilk biçimlendiren babamdır. Bana düşünme ve insan olma sanatını ilk öğreten O'dur. Annem beni sütten keser kesmez, babam bana hürriyet, asalet, safvet, sebat, iffet ve iman duyguları vermeye başladı. Beni dostlarıyla, yani kitaplarıyla o tanıştırdı. Kitaplar, okula başladığım ilk günlerden itibaren en sadık arkadaşlarım oldu.Onun bütün hayatı ve ailesi demek olan Kütüphanesinde büyüdüm. Büyüdükten sonra ancak yoğun çaba harcayarak öğrenebileceğim şeyleri o bana çocukluğumda kolayca, kendiliğinden armağan etti. Babamın Kütüphanesi şimdi benim paha biçilmez hatıralarla dolu bir dünyadır. Bütün kitaplarını hatırlayabiliyorum. Benim için, mutluluk dolu, güzel ama uzak geçmişin toplamı demek olan bu şirin odayı çök seviyorum.'

    7 'Gelin dostlar Avrupa'yı terkedelim, onu maymunca taklid etmekten vazgeçelim. Durup dinlenmeden insanlıktan söz eden, ama nerede insanlara rastlarsa onların kökünü kurutmaya kalkışan bu Avrupalı'yı kaderiyle başbaşa bırakalım.'

    8 'Tevhidi dünya görüşü, varoluşu nasıl vahdetle açıklarsa, insan toplumunu da aynı şekilde açıkar. Evrensel varlık düzleminde tevdid çeşitli ve çelişkili güçlere, putperestlerin çeşitli putlarına, insanların kaderini ve tabiyat olaylarını etkilediği sanılan tabiat-üstü uyduruk varlıklara nasıl karşıysa, insan topluluklarında da, insanların sırtına binen, onların gücünü zorla gasbeden, sınıflar arasına karmaşık toplum düzenleri ve toplumsal ilişkiler yerleştiren dünyevi putlara katşıdır.'


    kaynak: www.musluman.o-f.com

  • komedya

    29.10.2003 - 01:01

    'çocuk trajedide güler, ihtiyar komedide ağlar' (galiba Bacon)

  • fight club / Dövüş Kulübü

    29.10.2003 - 00:56

    'I say let me never be complete'

  • fight club / Dövüş Kulübü

    29.10.2003 - 00:55

    'you have to give up'

  • fight club / Dövüş Kulübü

    29.10.2003 - 00:55

    'you are not beautiful and unique snowflake'

  • fight club / Dövüş Kulübü

    29.10.2003 - 00:53

    'this is your life, good to the last drop. It doesn't get any better than this.
    this is your life and it's ending one minute at a time.'

  • mütevazı

    24.10.2003 - 21:15

    mütevazi: Birbirine paralel olan.
    mütevazı: 1. Alçak gönüllü,2. Gösterişsiz, iddiasız

    kaynak: T.D.K. Türkçe sözlük

  • büyü

    18.10.2003 - 03:42

    büyümek fiili emir kipi

  • anaerkil

    18.10.2003 - 03:30

    maderşahî

  • ataerkil

    18.10.2003 - 03:29

    pederşahî

  • kilis

    18.10.2003 - 03:24

    tavası çok leziz.

  • istanbul

    18.10.2003 - 03:20

    Mısırlılar Mısır için 'omm-üd Dünya yada ümm-üd Dünya=dünyanın anası' derler.
    İranlılar İsfahan için 'İsfahan, nesfe cihan=İsfahan dünyanın yarısıdır' derler.
    Türkler İstanbul için bişi demez, olsa olsa işte taşı-toprağı altın falan...
    Ama bilen bilir ki:
    'bir şehr-i Stanbul ki bi mislü bahadır
    bir sengine yekpare Acem Mülkü fedadır'

  • don juan

    18.10.2003 - 03:07

    kendine aşık ettiği her kadınla sadece bir gece beraber olduğu ve onunla beraber olan kadının ömrünün sonuna kadar ona sadık kaldığı söylenir. hatta eğer o kadı evliyse kocasının bile elini sürmesine izin vermezmiş kadın. vay be bunun sırrı ne ola ki acep? batı bile bunu anlamaya çalışıyor hala.

Toplam 441 mesaj bulundu