derin dünya devletiyle yakından ilişkisi var.
şeytanın hegemonyasında bir dünya devleti,bir küresel imparatorluk kurmak isteyen dünyanın en önde gelen kişileri...
tabi deccali ve sağ kolunu da unutmamak lazım.her ne kadar kendilerine inanılmasa da...
geniş bilgi sahibi olmak isteyenler amerikalı yazar taxe marrs'ın illuminati adlı kitabı okusunlar.kitap timaş yayınlarından...
ayrıca atilla akar'ın derin dünya devleti adlı kitabını okusunlar...
illuminati şu an dünyayı malesef ele geçirmiş durumdadır.
ayrıca bakınız:http://64.185.226.168/webs/mutlulugunsirri/illuminati.htm
Derya Ali Baba, Anadolu'da yaşamış olan pekçok velîden sadece birisidir. Hayatı hakkında pek fazla bir bilgi yoktur. On beşinci yüzyılda İstanbul'da, insanların dünya ve cennet saadetine ermelerine vesile olmuştur. İsmi Ali'dir. Ancak Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'un fethi için hazırladığı ordunun, sakabaşısı (sucubaşı) olarak görev yaptığı için Saka Ali Baba ya da Derya Ali Baba olarak tanınmıştır.
Canını, malını Allahû Tealâ'nın yüce ve tek dîni olan İslâmiyeti yaymak için feda etmeye hazırdır. Derya Ali Baba, evliyalarla dolu olan fetih ordusunun, Allahû Tealâ tarafından zafer müjdesi verilmiş olmasının güveni ve îmân gücüyle bizzat cephede savaşmış ve fethe büyük emeği geçmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethetmek üzere kuşatmıştı. Fetih ordusu İstanbul Surları'na dayanmış, Fatih Sultan Mehmet sabırsızlıkla fethin gerçekleşmesini bekliyordu.
Evliyalar fetih için dua ediyorlardı. Kır atının üzerinde heybetle duran genç hükümdar, orduyu şevke getirici konuşmalar yapıyordu.
Ordu surları aşmak üzere canla başla çarpışıyordu. İstanbul düşmek üzereydi. İşte tam bu sırada askerler arasında, 'ordu susuz kalma tehlikesiyle karşı karşıya, kuyular boş, çeşmeler akmıyor' şeklinde bir söylenti yayılmaya başladı.
Bu kötü haber, kısa zamanda her tarafa yayıldı. Ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yayılan bu söylenti nihayet padişahın kulağına kadar geldi. Fatih Sultan Mehmet: 'Tez gidin, sakabaşını getirin! ' dedi.
Görevliler hemen gidip sakabaşı Ali Baba'yı padişahın huzuruna getirdiler. Yüzünden nur akan, hafif beli bükük Ali Baba, sırtında kırba (su taşınan kösele kap) padişahın huzuruna girdi. Genç padişah, ne kadar telâşlı ve üzüntülüyse Saka Ali Baba o kadar soğukkanlı ve sakin duruyordu. Yüzünde en ufak bir endişe izi yoktu. Her zamanki gibi tebessüm eder bir halde padişahın yüzüne bakıyordu.
Padişah, onun böyle kritik bir anda gayet sakin ve aldırmaz bir durumda olmasına bir anlam veremedi ve şöyle seslendi:
-Olanlardan haberin yokmuş gibi duruyorsun sakabaşı! ... Ordu susuz kalmış, asker susuzluktan kırılıyor. Neden gerekli tedbiri almazsın da bizi müşkül hale düşürürsün? Şimdi ne olacak? Bu hale nasıl çare bulacağız?
Sakabaşı Ali Baba gayet sakin, tebessüm ederek:
-Devletli Padişahım! Merak etmeyiniz, su çok... diye cevap verdi.
Onun bu sakin hali karşısında daha da şaşıran genç padişah:
-Su çok mu dersin? Bu ne iştir sakabaşı? diye sorunca Ali Baba arkasını padişaha dönüp sırtındaki su kırbasını Fatih Sultan Mehmet'e çevirdi ve:
-Ben yalan söylemem Sultanım. Bakın isterseniz, ne kadar çok suyumuz var.
Sakabaşı Ali Baba'nın bu sözünden bir şey anlamayan padişah, Ali Baba'nın sırtındaki kırbanın içine baktı ve anında büyük bir şaşkınlığa düştü. Kırbanın içinde bir derya, bir okyanus görünmekteydi. Göz alabildiğince uzanan su, bir değil binlerce orduyu doyuracak kadar çoktu. Gözlerine inanamayan genç padişah yanındakilere kırbanın içine bakmalarını emretti. Sırasıyla kırbanın içine eğilip bakan vezirler, kumandanlar da aynı manzarayı hayretler içinde seyrettiler.
Bunun Allahû Tealâ'nın velî kullarına ihsan ettiği bir keramet olduğunu anlayan Fatih Sultan Mehmet, bu defa da su olmasına rağmen askerin susuz bırakılmasının maksadını anlamamıştı. Saka Ali Baba'ya dönerek:
-Su bulunmasına rağmen nedir senin bu yaptığın? diye, seslendi.
Saka Ali Baba:
-Ey cihan padişahı! İstediğiniz kadar su burada ancak askere suyu doyumluk veremiyorum. Çünkü onlar kahramanca savaşıyor, yorulup terliyorlar. Eğer istedikleri kadar suyu versem hepsi hastalanıp yatacaklar. Sonra da zaferimiz tehlikeye düşecek düşüncesiyle böyle yapıyorum.
Sakabaşı Ali Baba'nın sözleri ve kerameti karşısında söyleyecek söz bulamayan Fatih Sultan Mehmet, saygı ve muhabbetle ona bakmaya başladı.
Keramet göstermekten kaçındığı halde kerametinin ortaya çıktığını gören sakabaşı Ali Baba sırtındaki kırbayı hızlıca yere bıraktı. Başta padişah olmak üzere bütün vezirlerin hayret dolu bakışları içinde kırbanın düşüp parçalandığı yerde bir su kaynağı ortaya çıktı. Şırıl şırıl akan bu pınardan ordunun su ihtiyacı giderildi.
Olanlardan son derece mutlu olan Fatih Sultan Mehmet, yüksek dereceli bir velî olduğunu anladığı Saka Ali Baba'ya Derya Ali Baba ismini verdi ve:
-Ne murad edersin ey Allah'ın sevgili kulu? dedi.
Derya Ali Baba, canını malını Allah yoluna vakfetmişti. Zamanını Allah'ın zikriyle geçiriyor, Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yanıp tutuşuyordu. O görünen deryalarda değil, ilâhi aşkın deryasındaydı. Gösterdiği keramet de Allahû Tealâ'nın bir ikramıydı.
Sevgili okuyucular, Allah dilediği kulunu herhangibir konuda keramet sahibi yapar. Birçok evliyanın keramet gösterdiği bilinmektedir.
Hepimiz fizik bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünya bizim fizik vücudumuzun yaşadığı bir âlemdir. Bu âlemin zıddı olan nefsimizin âlemi, berzah âlemidir. Fizik vücudumuz da ruha ve nefse bir mekândır. Bu dünyada şartlar fizik standartlardadır. Fizik vücudumuz bu dünyada Allah'ın kanunlarından biri olan yerçekiminin tesiri altındadır. Ruh ve nefs için yerçekimi söz konusu değildir.
Fizik kanunların geçerli olmadığı bir olayı nebîler (peygamberler) ve resûllere Allahû Tealâ yaşatırsa bunun adı MUCİZEDİR. Hz. İsa konuşulanı bilir, hastalıkları Allah'ın izniyle iyileştirirdi. Görülen her mucizenin ardından 'Bu emri Allah verdi ben vasıtayım' derdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'in ayı ikiye bölmesi de Allahû Tealâ'nın izniyle gerçekleşmişti.
Eğer fizik ötesi olayı, velîlere Allahû Tealâ yaşatıyorsa bunun adı KERAMETTİR. Derya Ali Baba'nın sırtındaki kırbayla bütün orduya su taşıyabilmesi de Allah'ın emriyleydi.
Fatih Sultan Mehmet Han, fetihten sonra Derya Ali Baba'yı unutmadı. Ona büyük bir arazi tesis etti. Uzun yıllar burada kurduğu dergâhta nice Allah dostları yetiştiren Derya Ali Baba, vefatından sonra da aynı yerde defnedildi.
Sevenleri ve Allah dostları tarafından hâlâ türbesi ziyaret edilmektedir.
nefret sevmemek demek.insan bir şeyi sever,az sever veya çok sever.
nefret ise hiç sevmemektir.
nefret sahibi insan mutsuzdur.seven insan ise mutludur.
sevginin sıfırlandığı nokta da nefret başlar.
mutluluğun sıfırlandığı nokta da mutsuzluk başlar.
apsis ve ordinat düzleminde + alan yani pozitif alan sevip te mutlu olanların buluduğu alanı ifade eder.- alan yani negatif alan ise nefret edip te mutsuz olanların bulunduğu alanı ifade eder.
Allah (cc) nin bizden istediği pozitif alanda bulunmamızdır,sevip te mutlu olmamızdır.yani herkesi sevmektir.düşmanımızı bile...
şeytanın bizden istediği,beklediği negatif alanda bulunmamızdır.nefret edip te mutsuz olmamızdır.yani herkesten nefret etmektir.
sevipte mutlu olmak varken,nefret edip de mutsuz olmanın ne anlamı var ki?
Allah-u taala'nın emrini yerine getirmek varken şeytanın isteğini yerine getirmenin ne anlamı var ki?
nefs tayyi mekan nefsin fizik vücudu terketmesi ve kendi alemi olan berzah alemine gitmesidir.bu olay 3 şekilde gerçekleşir.uyku halinde,bayılma halinde ve ölüm halinde nefs bedeni terkedebilir.demekki herkes nefs tayyi mekanı yaşayabiliyor.herkes uykuda iken nefs tayyi mekanı yapmış oluyor.rüyada nefs vücudumuzu görürüz.rüyada nefsimizin baş gözleriyle görürüz.nefs kendi aleminde madde olabilir sadece.
okkültist insan ve cin şeytanlara hizmet eden,o alanda çalışan kimselere denir.mesela büyü yapan kişi şeytanla kesin bir ilişki içindedir.o zaman büyü yapan kişi de okkültist oluyor.
okkultizm ise şeytanın kültürüdür.
insan ve cin şeytanlarla ilişki kuranlara,gizli güçlerle inanan demek kavramın asıl manasını gizlemek gibi oluyor.
Dünyada yaşayan insanların yarıdan fazlasının kadın olması nedeniyle kadınlar, gerek sayıları itibariyle ve gerekse cemiyet içerisinde aldıkları rol itibariyle toplumda önemli yer işgal etmektedirler.
Kadınlar, doğurganlıkları ve üretkenlikleri ile de toplum içinde önemli bir yer almaktadırlar. Allahû Tealâ kadına vermiş olduğu önemi, adına indirmiş olduğu Nisa Suresi ile ifade etmiştir.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de 54 âyette, kadın anlamına gelen nisa, 51 âyette eş anlamına gelen ezvaç, 27 âyette anne anlamında um, 25 âyette ima’e, 25 âyette dişi anlamında unde, 17 âyette ebeveyn anlamında valide, 15 âyette kız çocuğu anlamında bind, 15 âyette eş anlamında zevce, 4 âyette erkeğin eşi anlamında sahibe’den bahsetmektedir.
Allahû Tealâ İsra Suresinin 70. âyet-i kerimesinde, insanoğlunu diğer mahlûkattan üstün kıldığını belirtmektedir.
Ayrıca Tevbe Suresinin 71. âyet-i kerimesinde mü’min kadınlarla, mü’min erkekleri birbirlerinin velîsi (dostu) kıldığını belirtmektedir. Yani Allahû Tealâ yolunda beraberce hizmet vererek, irfanı emredip münkerden nehyetmelerini emretmektedir. Bu suretle Allahû Tealâ’nın dîninde hizmet vermek açısından birinin diğerinden üstünlüğünün söz konusu olmadığını belirtmektedir.
Bundan 14 asır önce, Arap bedevileri arasında cahiliye dönemi yaşanmakta idi. Bu dönemin cahiliyet dönemi olduğunu anlamak için o dönemde yaşayan erkeklerin kadınlara karşı olan davranışlarını dile getirmek kanımca, yeter ve artar bile. Emaniyyenin ve buna dayalı yaşanan cehaletin hüküm sürdüğü her noktada kadınlara karşı müthiş bir zulmün sergilendiğini görmekteyiz. Allahû Tealâ’nın kadına vermiş olduğu hakların, kendisinden zorla alınıp böylece kadının ezilmesine ve horlanmasına sebebiyet verildiğini görüyoruz.
Söz konusu dönemde kadınlar aşağılanıyor ve kız çocukları diri diri gömülüyordu. Arap bedevileri arasında durum böyle iken, yahudilerde ise kız çocuğu olarak dünyaya gelmek bir utanç vesilesi idi. Bu nedenle yahudiler tarafından Havva Annemiz’e dahi dil uzatılarak, Âdem Babamız’ın cennetten çıkmasına sebep olduğu düşüncesi ile lanetlemeye varan ithamlarda bulunmuşlar ve bu nedenle Havva Annemiz’in fitnenin başı olduğu kabul edilerek, kıyâmete kadar gelecek olan kadınlara da bu fitnenin sirayet edeceği düşüncesi hakim kılınmıştır.
Aynı görüşü paylaşan bir kısım hristiyanlar da kadının kötü ruhlu bir yaratık olduğunu düşünüyorlardı. Hatta bir kısım hristiyan grubunun biraraya gelerek kadınların durumunu yorumlarken, kadının bir çeşit hayvan mı, bir şeytan mı, yoksa kötü ruhlu bir insan mı? diye tartıştıkları olmuştur. Bu tartışma neticesinde bir canlı hayvan olduğu ve erkeğe hizmet için yaratılan bir varlık olduğu sonucuna varmışlardır.
O tarihlerde Hindistan’da hüküm süren hinduizmde kadın adeta bir köle muamelesi görmekteydi ve bir kadının bekârken babasının, evlenince eşinin ve dul iken de çocuklarının buyruğu altında olması düşüncesi hakimdi. Budist hindularda ise bir kişinin ahirette cennete gidebilmesi için pislik ve mikrop sayılan kadından dünya hayatını yaşarken uzak durması ve evlenmemesi tavsiye edilirdi.
Buna rağmen bir kişi bir kadınla evlenir ise, o kişinin ölümü halinde kadının erkeğine bağlılık işareti olarak erkeği ile beraber diri diri yakılması mecburiyeti vardı.
Hindistan’da bu durum 16. yüzyılda İngilizlerin Hindistan’ı işgal etmelerine kadar devam etmiştir.
Hindistan’da kadınların durumu böyle iken, medenî bir ülke olarak bilinen İngiltere’de ise bir erkeğe eşini satma yetkisi kanunen verilmekteydi.
İşte dünyada kadınlara karşı olan davranışlar bu minval üzere iken, İslâm’ın temsilcisi olan Peygamber Efendimiz (S.A.V) , kadınlar erkeklerin dengi ve eşitidir, diyerek kadınlara farklı muamele edilmesine son vermiştir. Yine Peygamber Efendimiz (S.A.V):
İçinizde en hayırlı olanınız, eşine en iyi davrananınızdır. Ben ise içinizde eşlerine en iyi davrananınızım, demiştir.
Şimdi cahiliye döneminde İslâm’ın kadınlara getirdiği hakları beraberce görelim.
Ne zaman kadınlar bir toplum tarafından ezilmişse, o toplumun Kur’ân’daki İslâm’ı yaşamadığını görüyoruz. Bugün de İslâm’ın 5 şartına dayalı İslâm’ı yaşayan insanların da kadına bakış açıları pek de farklı değildir.
Allahû Tealâ Ahzab Suresinin 35. âyet-i kerimesinde dînî yönden kadın ve erkek arasında farklılık olmadığını şöyle beyan etmektedir:
Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, Allah’a itaat eden erkekler ve Allah’a itaat eden kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşû sahibi erkekler, huşû sahibi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.
Mü’min Suresinde, mü’min olup salih amel işleyen kadın ve erkeklerin cennete girip orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklarını, yani aynı vasfı taşıyan kadın ve erkek arasında cennete girme bakımından bir farklılığın olmadığını görüyoruz.
“Men amile seyyieten felâ yüczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ve ünsâ ve hüve mü’minün feülâike yedhulûnelcennete yürzekuûne fîhâ bigayri hisâb.” 40/Mü’min-40
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar mü’minlerdir. Onlar cennete konulacak ve orada hesapsız rızıklandırılacaklardır.
Allahû Tealâ Tevbe Suresi 72. âyet-i kerimesinde mü’min kadın ve mü’min erkeklere beraberce en büyük kurtuluş olan adn cennetlerini müjdelemektedir:
“Ve’adallahülmü’minîne velmü’minati cennâtin tecrî min tahtihel’enharü hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn, ve rıdvânün minallahi ekber, zâlike hüvelfevzül’azîm.” 9/Tevbe-72
Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara ebediyyen kalacakları altından ırmaklar akan cennetler ve adn cennetlerinde temiz meskenler vaadetti. Allah’ın rızası ise hepsinden daha büyüktür. İşte en büyük mükâfat budur.
Kur’ân-ı Kerim’in öğrenilmesini Yüce Rabbimiz üzerimize farz kılmış ve bu hususta da kadın ve erkek arasında bir fark gözetmediğini Kasas Suresinde açıklamıştır:
“İnnellezî farada aleykelkur’âne lerâddüke ilâ ma’âd, kul rabbî a’lemü men câe bilhüdâ ve men hüve fî dalâlin mübîn.” 28/Kasas-85 Şüphesiz, sana Kur’ân’ı farz kılan, seni dönülecek yere elbette döndürecektir. De ki; “Rabbim, hidayetle geleni de, apaçık bir dalâlet içinde olanı da bilir.”
Aynı zamanda Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şeriflerinde, ilim öğrenmenin kadın ve erkeğe farz kılındığını beyan etmiştir. Bu sebeple serbest irade sahibi olan kadınların da mürşidlerine tâbî olmak suretiyle Kur’ân-ı Kerim’i öğrenebilecekleri sahâbe için Bakara Suresi-151. âyet-i kerimesinde, sair zamanda yaşayanlar için ise Cuma Suresi 2. âyet-i kerimesinde açıklanmaktadır.
Kadınlar da erkekler gibi serbest irade ile yaratılmışlardır.
İnsan (Dehr) Suresinin 3. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, dileyen ister kadın ister erkek olsun, onları şükür yoluna da, küfür yoluna da hidayet edeceğini belirtmektedir:
'İnnâ hedeynâhüssebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ.' 76/Dehr-3
Muhakkak ki Biz onu (insanı) sebîle (Allah'a kavuşturan yola) ulaştırırız. Kimi (hidayet yolundan Allah'a ulaşarak) şükredenlerden olur. Kimi (asla Allah'ın hidayet yoluna girmeyerek ruhunu ölümden evvel Allah'a ulaştırmaz ve bu sebeple) küfredenlerden olur.
Dileyen ruhunun taleplerine uyar, şükredenlerden olur; dileyen de nefsinin arzularına uyup küfredenlerden olur.
Müzemmil Suresinin 19. âyet-i kerimesinde mürşidin insanları Allah'a davet ettiğini görüyoruz.
'İnne hâzihî tezkire, femen şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ.'
73/Müzemmil-19 Şüphesiz bunlar (âyetler) birer öğüttür, kim dilerse (ruhunu ölmeden evvel) Rabbine ulaştıran bir yol tutar.
Dileyen kadın ve erkek serbest iradeleri ile mürşidin Allah'a ulaşma konusundaki davetine icabet ederek, mürşidine tâbî olmak suretiyle kalu belâ günü vermiş olduğu yemin, misak ve ahdini yerine getirir. Dileyen ise, yine serbest iradesi ile mürşidine tâbî olmayı reddederek Yunus Suresinin 7. âyet-i kerimesinde belirtildiği üzere nefsine tâbî olarak cehennemi tercih eder.
'İnnellezîne lâ yercûne likaâenâ ve radû bilhayâtiddünyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hüm an âyâtinâ gaâfilûn.'
10/Yunus-7
Onlar ki Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler, dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır, onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
'Ulâike me'vâhümünnârü bimâ kânû yeksibûn.' 10/Yunus-8 İşte bunların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer cehennemdir.
Dînde kadın için de, erkek için de zorlama asla söz konusu değildir. Allahû Tealâ Bakara Suresinde dînde her iki kesim için de zorlamanın olmadığını belirtmiştir.
'Lâ ikrâhe fiddini kad tebeyyenerrüşdü minelgayyi, femen yekfür bittâğûti ve yü'min billâhi fe kadistemseke bil'urvetilvuskâ, lenfisame lehâ. Vallahü semi'un alîm.' 2/Bakara-256
Dînde zorlama yoktur. Andolsun ki irşad (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol) , gayy (dalâlet yolu, şeytana, cehenneme ulaştıran yol) dan açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. O zaman; kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (âmenû olursa) (Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse) , artık andolsun ki o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan (sağlam bir kulba) urvet-ül vuskaya (mürşidin eline) (tutunup) yapışmıştır. Allah SEMİ'un ALÎM'dir.
Gaşiye Suresinde Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'e buyuruyor:
'Fezekkir innemâ ente müzekkir leste aleyhim bimusaytır.'
88/Gaşiye-21, 22
Artık sen, öğüt ver. Sen, yalnızca bir öğüt vericisin. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin.
Dolayısıyla insanın dünyaya gelmesine vesile olan ve maişetini temin eden anne ve babasının da öğüt vermenin dışında bir görev ve yetkisinin olmadığını, ancak onlar için dahi, bir nasihatçı olduklarını ihsas ettirmektedir.
Mürşide tâbî olmanın erkeğe olduğu kadar kadına da farz olduğu Mümtehine Suresinde şöyle açıklanmaktadır:
'Yâ eyyühennebîyü izâ câekelmü'minâtü yübâyığneke alâ en lâ yüşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrıkne ve lâ yeznîne ve lâ yaktülne evlâdehünne ve lâ ye'tîne bibühtânin yefterînehü beyne eydîhinne ve ecrülihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin febâyığhünne vestagfirlehünnallah innallahe gafûrün rahîm.' 60/Mümtehine-12 Ey Peygamber! Sana biat etmek üzere mü'min kadınlar geldiğinde, onlardan Allah'a hiçbir şeyle ortak (şirk) koşmamak, hırsızlık etmemek, zinada bulunmamak, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek ve kendilerine emrettiğim şeylerde sana asi olmamak üzere söz verdikleri vakit onların biatlerini kabul et. Ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah mağfiret edici (günahları sevaba çevirici) ve rahmet sahibidir.
Günümüzde İslâm'dan saptırılan konulardan birisi de erkeklerin kadınlardan üstün yaratıldıklarını zannetmeleridir. Nisa Suresinin 34. âyet-i kerimesi Kur'ân'daki gerçek anlamı ile açıklanmadığından, erkeklerin kadınlardan üstün yaratıldıkları sanılmaktadır.
Halbuki dînde üstünlük sadece takva yönündendir. Yani irşad görevi ile Rabbimiz tarafından görevlendirilme yönündendir. Bu nedenle, irşada görevli kılınan bir kişi irşadla görevli kılınmayan hem erkekten, ve hem de kadından Allahû Tealâ nezdinde üstün ve kıymetli sayılmaktadır.
Ayrıca kadın ve erkeğin yaratılışlarının farklı olması nedeniyle, ayrı olan iki cinsin mukayese edilmesi dahi söz konusu değildir. Zira mukayese aynı evsafta olanlar arasında mümkün olur.
Kadının toplum ile olan münasebetlerine baktığımız zaman, bu hususun da âyet-i kerimelerle tespit edilmiş olduğunu görmekteyiz. Örneğin, mü'min bir kadının kimlerle beraber olabileceği konusu Nur Suresinde şöyle açıklanmaktadır:
'Leyse alel'a'mâ haracun ve lâ alel'a'reci haracun ve lâ alelmarıydı haracun ve lâ alâ enfüsiküm en te'külû min büyûtiküm ev büyûti âbâiküm ev büyûti ümmehâtiküm ev büyûti ihvaniküm ev büyûti ahavâtiküm ev büyûti a'mâmiküm ev büyûti ammâtiküm ev büyûti ahvâliküm ev büyûti hâlâtiküm ev mâ melektüm ev büyûti hâlâtiküm ev mâ melektüm mefâtihahû ev sadıykıküm, leyse aleyküm cünâhun en te'külû cemî'an ev eştâtâ, feizâ dahaltüm büyûten feselimû alâ enfüsiküm tehıyyeten min indillâhi mübüreketen tayyibeh, kezâlike yübeyyinullahü lekümül'âyâti le'alleküm ta'kılûn.' 24/Nur-61
Kör olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur. Sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduğunuz (yerlerden) ya da dostlarınızın (evlerin) den yemenizde bir güçlük yoktur. Hep bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından mübarek, temiz bir yaşama dileği olarak birbirinize seâm verin. İşte Allah, size âyetleri böyle açıklar, umulur ki akıl edersiniz.
O halde Allahû Tealâ tarafından mü'min kadınların akrabaları içinde ve dışında kimlerle beraber olabilecekleri açıkça beyan edilmiştir.
Kadınların mürşidlerinin elini öpebilecekleri Mümtehine Suresinin 12. âyet-i kerimesinde açıklanmasına karşın, diğer erkeklerle tokalaşmaları uygun görülmemiştir.
Görülüyor ki Allahû Tealâ yarattığı kadın ve erkek cinsinden insanların hangi standartlarda nasıl hareket edebileceklerini açıklamış olmasına karşın, Allah'ın gerçeklerini saptırmaktan başka bir işe yaramayan el yazması kitapların verdiği emaniyye niteliğindeki bilgiler bugün iblisin bir marifeti olarak insanların gerçeklerden sapmasına ve insanların mutsuz olmalarına sebep olmaktadır.
İslâm'da evlİlİk
Bir erkeğin dört kadınla evlenmesi konusunu incelediğimizde; Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmaktadır:
Evlilik benim sünnetimdir, benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.
Bu duruma göre evlilik çağına gelen bir kadının Allahû Tealâ'nın farz emri ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'in sünneti dahilinde evlenmesi, Allah'ın kendilerine helal kıldığı bir haktır. Birçok konuda olduğu gibi, evlilik konusu da İslâm'ı yaşamayan kişiler tarafından zaman zaman saptırılarak insanlar arasında tartışmaya yol açan bir fitne haline getirilmektedir.
Allahû Tealâ İslâm'da evlenme konusunu Nisa Suresinde açıklamaktadır:
'Ve in hıftum ellâ tuksitû fîlyetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minennisâi mesnâ ve sulâse ve rubâa, fein hıftum ellâ ta'dilû fe vâhideten ev mâ meleket eymânukum, zâlike ednâ ellâ teûlû.' 4/Nisa-3
(Devamı gelecek sayıda)
Eğer yetimler konusunda adalete riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâh edin. Eğer yine de adaletle davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir tane alın. Veya sahip olduğunuz elinizin altındaki (cariye ile yetinin) . (Haksızlık etmemeniz için) en uygun olan budur.
Âyet-i kerime insanların nefsani duyguları çerçevesinde değerlendirilir ise, Allahû Tealâ'nın her zaman parçasında erkeklerin dört kadınla evlenmelerini önerdiği sanılmaktadır. Halbuki İslâm'da dört kadınla evlenme konusu özel halleri içeren savaş durumuna işaret etmektedir. Örneğin, bir savaş sonucunda rahmet-i rahmana kavuşan erkeklerin geri bırakmış oldukları dul eşleri ve yetim kalan kız çocukları her insan gibi sıcak bir yuvaya ihtiyaç duyacaklardır. Böylesi bir durumda Allahû Tealâ'nın dört eşle evlenme müsaadesi tatbik edilmez ise, birçok dul kadın ve yetim kız çocukları aç ve açıkta kalacaklarından belki de İslâm'ın yasak kıldıığı bazı suçlara itilmiş olacaklardır. İşte bu gibi zaruretlerin hasıl olduğu durumlarda Allahû Tealâ insanlara sadece müsaade etmiştir. Fakat ne kadını, ne de erkeği bu hususta zorlamamıştır. Dolayısıyla evlilik müessesesi daima karşılıklı rızaya dayanmaktadır.
Böylece görülüyor ki, bir erkeğin dört kadınla evlenmesi, kadın için Allahû Tealâ tarafından korunmasından başka bir şey değildir.
Kur'ân-ı Kerim indirilmeden önce sayısı yüzlere ulaşan evliliklerin olduğunu görüyoruz. Örneğin, Hz. Süleyman'ın 800, Hz. Nuh'un ise 1000'e yakın eşinin olduğu rivayet edilmektedir. Bu nedenle İslâm, en azından bu rakamı azaltarak 4'e indirmiştir. Ama normal şartlarda hakkın ve adaletin sağlanması açısından Allahû Tealâ tarafından tek evlilik uygun görülmüştür.
İslâm'da kadının dövülmesi
İslâm'da kadının dövülmesi konusu da diğer konular gibi bilgisizlik nedeniyle saptırılan ve cemiyetteki menfi etkileri ile İslâm'a fatura edilen bir başka konudur.
Allahû Tealâ Nisa Suresinin 34. âyet-i kerimesinde erkekleri kadınların üzerine koruyucu kıldığını belirtmektedir. Koruyuculuk görevini yüklenen erkeğin bu hususun temini için malından harcadığını ve bu nedenle kadınların da erkeklerine itaat etmeleri gerektiğini buyurmaktadır. İtaat etmeyerek geçimsizlik çıkaran kadınlara önce öğüt verilmesini, yine düzelmemeleri halinde yataklarında yalnız bırakılmalarını ve hâlâ davranışlarında ısrar ederlerse aile birliğinin bozulmaması için dövülmelerini emretmektedir.
Belirtilen bu hususlar Allah'ın birer emridir. Ancak, Allahû Tealâ vermiş olduğu bir emrin uygulanması doğrultusunda tek bir âyette belirtilen hükümle yola çıkmamızı istememektedir. Örneğin, söz konusu âyette belirtilen kadınların dövülmesi hususu bir örnek olarak Sad Suresinin 44. âyet-i kerimesinde açıklanan Hz. Eyüp kıssasında dile getirilmektedir.
Eşine 80 sopa vuracağını söyleyen tasarruf altındaki Hz. Eyüp'e Allahû Tealâ buyuruyor ki:
80 tane buğday sapını eline al ve bir defa eşine dokundur.
İşte İslâm'a göre kadının dövülmesi böyle emredilmektedir. Ama mü'min olup nefsindeki 19 afeti önce tezkiye, sonra da tasfiye eden bir kadından olaya sebep olacak böyle bir davranışın sergilenmesi beklenemeyeceği cihetle, aynı vasfa sahip olan bir erkeğin de Allah'ın emri dışında bir davranışa teşebbüs etmesi söz konusu olamaz.
İslâm'da tesettür
Bugünlerde günün konusu olan İslâm'da tesettüre gelince; İslâm dışı yanlış uygulamalar ile insanlara zulmedilen başka bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bugün yaşanan İslâm'ın Kur'ân'daki İslâm olmaması nedeniyle birçok bidatlar türemiştir. Ve böylece haksız yere kadınlara zulmedilmektedir.
İslâm'ı yaşamak isteyen kadınların üzerine tesettür emri farz kılınmıştır. Kadın için saçı ve gereken yerleri kadının ziyneti hükmündedir. Allahû Tealâ kadının ziyneti olarak belirttiği yerlerin örtülmesini kadına bir terbiye ve tezkiye vesilesi olarak emretmiş ve dışındaki insanlar açısından da ifsada mani olan Allah'ın bir rahmeti olarak öngörmüştür. Bu cümleden olarak başı açık olan bir kadın, kendi nefsine zulmettiği gibi kendi dışındaki insanlar için de bir ifsad vesilesi olmaktadır.
Allahû Tealâ tesettür konusunu Ahzab Suresinin 59. ve Nur Suresinin 31. âyet-i kerimelerinde açıklamaktadır. Allahû Tealâ bu âyet-i kerimelerde şekil şartını açıklamamış ama belli şartlar itibariyle kadınların tesettüre riayet etmelerini üzerlerine farz kılmıştır. Tesettür emrini yerine getiren, Allahû Tealâ'dan derecat kazanacağı gibi, yerine getirmeyen de derecat kaybedecektir.
Günümüz şartlarında mü'min olan bir kadın adeta tesettür emrine riayet edip etmemesi ile değerlendirilmektedir. İnsanları İslâmi açıdan bir tek emrin tatbikatı ile değerlendirmek şüphesiz doğru değildir. Çünkü, Kur'ân-ı Kerim sadece tesettür emrinden ibaret olmayıp, 6213 âyet-i kerimeden oluşan Kur'ân-ı Kerim içerisinde tesettür, kadınlara farz kılınan emirlerden sadece bir tanesidir. Bu nedenle, nefsani talepleri bakımından henüz tesettür emrini yerine getiremeyen bir hanım kardeşimizin Allah'ın diğer emirlerini fazlası ile yerine getirmesi elbette onu Allah'a daha fazla yaklaştıracak ve daha fazla derecat kazanmasını sağlayacaktır. Bu suretle Allah nezdinde fazla derecat kazanan kişi, bir gün kendi isteği ile Allahû Tealâ'nın tesettür emrini de severek yerine getirecektir.
Ne yazık ki, bugün gerçek İslâm'dan haberi olmayan emaniyyeciler grubu tarafından, bir kadının İslâm ile olan ilgisi sadece tesettür ile değerlendirilmektedir. Ve adeta yapmış olduğu diğer ibadetleri dikkate alınmamaktadır.
Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'in bütün hükümlerini insanların üzerine farz kılmış olup, bizlerin örnek alması gereken sahâbenin, Kitab'ın bütününe tâbî olduğu Al-i İmran Suresinin 119. âyet-i kerimesinde belirtilmektedir:
'Hâ entüm ülâi tühıbbûnehüm ve lâ yuhıbbûneküm ve tû'minûne bilkitâbi küllih, ve izâ lekûküm kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykümül enâmile minelgayz. Kul mûtû bi gayzıküm. İnnellahe alîmün bizâtis sudûr.' 3/Al-i İmran-119
(Ey mü'minler!) Siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde, siz onları seversiniz ve siz Kitab'ın bütününe îmân edersiniz. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman, 'Îmân ettik.' derler. Ama tenhada kendi başlarına kaldıkları zaman, size olan öfkelerinden (dolayı) parmak uçlarını ısırırlar. De ki; 'Öfkenizden ölün.' Hiç şüphesiz Allah, sinelerde olanı bilir.
Eğer bizler de sabikûn-el ahirîn (sonraki sahâbe) olmak istiyorsak, Cuma Suresinin 3. âyet-i kerimesi gereğince, sadece İslâm'ın 5 tane şartına değil de, Kur'ân'ın bütününe tâbî olmamız gerekmektedir.
Görülüyor ki, dîni ihtiva eden konular hakkında bir fikir açıklar veya bir uygulama yaparken o konuyu Kur'ân-ı Kerim süzgecinden geçirirsek hem doğru karar vermiş ve hem de haksız yere başkasına zulmetmemiş oluruz.
İslâm'ı yaşamak isteyen bütün kişilerin Kur'ân-ı Kerim'in giriş kapısı olan mürşidlerine tâbî olmak suretiyle gerçek İslâm'ı yaşamalarını dileriz.
rüya nefsin hayatını sürdürmesidir.nefs berzah aleminin varlığıdır.nefs 3 şekilde insan vücudunu terkeder:
1-uyku halinde
2-bayılma halinde
3-ölüm halinde
fizik vücudumuz bu alemin yani zahiri alemin varlığıdır.nefsin ve ruhun mekanıdır aynı zamanda.nefsimiz ise bu alemin karşıtı olan berzah aleminin varlığıdır.kendi alemi olan berzah aleminde madde olabilir sadece.nefsin kendi alemi olan berzah alemine gidebilmesi için fizik vücudumuzun uyuması,bayılması ve ölmesi gerkiyor.
fizik vücudumuz zahiri alemin varlığı olduğu için elektron yapısı (+) özelliktedir.
nefsimiz ise zahiri alemin karşıtı olan berzah aleminin varlığı olduğu için elektron yapısı (-) özelliktedir.
fizik vücudumuzun elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı nefsin elektron devir sayısı ve elektron ağırlığından fazladır.bu sebeple nefsimiz dünyada yani zahiri alemde fizik vücudumuza bağımlıdır.
fizik vücudumuzun uyku haline geçeceği zaman elektron devir sayısı ve elekton ağırlığı azalır.nefsimizin ise bunun tam tersi olarak elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı artar.işte bu iki vücudumuzun elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı eşit olduğu noktada nefs fizik vücudu terkeder.
nefs önce ışık duvarını geçer.sonra ışık hızıyla kendi alemi olan berzah alemine gider.nefs berzah alemine daha önce fizik vücuda kumanda eden aklın kontrölünde gider.akıl hiçbir alemin varlığı olmadığı için,fizik vücudun da uyku halinde akla ihtiyacı olmadığı için uykuda iken nefsimizle beraber olması sözkonusudur.orada berzah aleminde ışık hızıyla hareket eder.ölen insanların nefleri de berzah aleminde olduğu için bazen ölmüş insanlarla buluşur,karşılaşır.
nefs berzah aleminde bir çok şey yapar.nefs berzah aleminde asla ölmez.öleceği an kişi rüyadan uyanır.nefsler için ölüm cennet ve cehennem hayatının sonuna kadar yaşamak vardır.rüyanın bitişi kişinin uykudan uyanması ile gerçekleşir.rüya biterken nefs tekrar ışık duvarını geçer.ve hızı yani elektron devir sayısı eski haline gelir.elektron ağırlığı da eski haline gelir.Allah kişinin gördüğü rüyaların ne kadarını hatırlamasını isterse o kadarına izin verir.rüyanın diğer kısımları ışık duvarını geçerken unutturulur.nefs fizik vücuda tekrar girerken kişi sarhoş gibi olur.akıl da nefsin fizik bedene tekrar girmesiyle fizik vücuda tekrar kumanda etmeye başlar.sonra fizik vücud kendi hayatını sürdürmeye devam eder.ve bu durum ölünceye kadar hergün tekrar eder durur.
öldüğümüz de ise dünyadaki rüyamız biter.ahiret hayatına başlamak üzerere...
bu asırda hedef önce insan olmak sonra da insan kalabilmek.
bir hedefe ulaşmaktan daha zor olanı o hedefte kalabilmek.
şu ayette bahsedilen insanlardan olmamak hedef olmalı sanırım.
araf-179:
Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne) .
Ve andolsun ki; cehennemi insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık) . Onların kalpleri (idrak hassaları) vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir
bir zamanlar firavun'da HZ.Musa'nın Allah'ın zatına olan davetine kibirlenerek sırt çevirmişti.Allah yok demişti.yani bugünün deyimiyle ateizmi seçmişti.sonunu biliyorsunuz anlatmaya gerek yok.kızıdenizin sularında boğulmuştu.öleceği an Allah'ın kendi zatını firavuna göstermesi sonucu firavun önceleri İnkar ettiği Allah'a inanmıştı.siz daha önce Allah'a inanmayan firavunun öleceği an neden Allah'a inandığını sanıyorsunuz? tabiki Allah'ı gördüğü için...ama bu son inanışı ona fayda vermemişti.çünkü Allah yarattığı kuluna serbest irade vermiştir.firavunun da serbest iradeyle Allah'a iman etmesi gerekiyordu.
Allah inkarcı firavunun daha doğrusu cesedinin çürümesine izin vermemişti.1900'lerde kızıldenizde bulunan firavunun çürümemiş cesedi şimdi ingiltere'de biritiş müze'de sergileniyor.mumyalanmadan 4000 yıldır çürümeyen ceset! ...ama insan kibiri nedeniyle ibret bile alamıyor'! ..
Allah'a inanmayanlar öldüğünde firavunun gördüğünü gördüğün de ne yapacaklar?
Allah'ın insana verdiği serbest iradeye ne kadar önem verdiği ne kadar da aşikar? Serbest irade bu kadar önemli işte.bu sebeple istediğinizi söylemekte hürsünüz! ...sonuçlarına katlanmaya da mahkumsunuz..
mahlukunun kendisini inkar etmesine bile müsade ediyor?
işte bu sebeple kuranı kerim'de Allah diyor ki:
HALA AKIL ETMEYECEK MİSİNİZ?
Allah'ı rabb olarak görmeyenler gerçekten de akıl etmeyecek misiniz? kaçmak hiçbir zaman çözüm değil biliyormusunuz?
Mısır'daki piramitlerin yapımı ile ilgili, iki olasılık sunuluyor: Uzaylıların yardımıyla yapıldığı veya rüzgârın yardımıyla bu kayaların yerinden oynatılabileceği, böylece piramitlerin inşa edilebileceği düşünülüyor.
Sevgili ziyaretçiler, yer çekimi diye bir olgu var. Dünyanın gravitasyonu. Ve yukarıya attığınız herşey, aşağıya düşmek mecburiyetindedir.
Nereye kadar?
Bir nesneyi, dünyanın çekim alanının dışına ulaştırdığınız noktaya kadar. Ulaştırabilirseniz, artık dünyaya düşmek diye bir olgu söz konusu olmaz.
Peki ne demek istiyoruz?
Şunu demek istiyoruz. Yer çekimi kuvveti bir kuvvettir, bir manyetik alan sistemidir. Bu kuvveti, gravitasyonu, negatif etkiyle yok edebilirsiniz. Uzayda tatbik edilen bir olgu; ama bizim dünya insanları henüz bunu bilmiyor. Aslında zor bir şey değil. Yani yeryüzünün çekim kuvvetini, karşı güçle yok etmek.
Yok ettiğiniz zaman ne oluyor?
Yok ettiğiniz zaman, o nesnenin ağırlığı sıfır oluyor ya da sıfıra istediğiniz kadar yaklaştırıyorsunuz. Sıfırdan öteye de geçirebiliyorsunuz. Yani negatif ağırlığa ulaşabiliyorsunuz. Eski Mısırlılar da bunu biliyorlardı.
Sevgili ziyaretçiler, Tutan Khamon'un mezarını açanların ard arda ölmesi, birtakım âlimleri inceleme yapmaya götürdü. İncelediler, acaba bu ölen insanlar neden ölüyor diye.
Ne çıktı biliyor musunuz?
Radyasyon.
Yani bundan bilmem kaç bin sene evvel, eski Mısırlılar atomu biliyorlardı. Onlardan da daha binlerce sene evvel dünya, atom harplerine şahit oldu. Yirmi bin sene evvel, havada uçan uçaklardan bahsediliyor. Bizim dünya insanları, onları Tanrı zannediyorlarmış o zaman. Hollandalı Erich von Däniken'in yaptığı araştırmaları, şöyle bir okursanız eğer, göreceksiniz ki; Popouluh denilen o efsaneleri yazan ressamlar, havada uçan tanrıların arabalarından bahsediyor.
Sevgili ziyaretçiler, bir mağarada bulunan resimle bu zamanın tekniğine göre yapılan bir resim ve havada uçabilecek modelde bir hava gemisi görüyorsunuz bir kişilik.
Rüzgâr nasıl kullanılmış olabilir, yelkenle mi? O kayaları kaldırabilmek için hangi büyüklükte bir yelkene ihtiyacınız var biliyor musunuz? Rüzgâr vasıtasıyla o kayaları yerinden kaldırabilmek öyle kolay bir olay değil, o mümkün görünmüyor. Onlar masal; ama uzaylılardan bir şeyler öğrenmek deyince, bunu doğru kabul edebiliriz veya eski Mısır'ın teknolojisini göz önüne getirirseniz, oraya ulaştırılması imkânsız görülen o devasa, muntazam şekilde kesilmiş kayaların oraya rahat rahat kaldırabileceğini görürsünüz.
Yapılan iş basit, maddenin içindeki yer çekimi kuvvetine, karşı kuvveti oluşturmak Yani maddenin ağırlığını, pozitif ağırlığını, sıfıra yaklaştırmak.
Ne demek istiyoruz?
Olay çok basit sevgili kardeşlerimiz.
Madde adını verdiğiniz sistem, elektronlardan ve karşıt elektronlardan oluşur. Karşıt elektronların ağırlığı negatiftir. Elektronların ağırlığı pozitiftir.
Bir hidrojen atomu, 3676 tane karşıt elektronla 3676 tane elektrondan oluşur. Bu saydığımız elektron ve karşıt elektronların 3675 elektronuyla, 3676 tane karşıt elektronu bir proton oluşturur merkezde. 3676. elektronsa çevrede döner. Bu bir hidrojen atomudur.
Elektronların ağırlığı, karşıt elektronların ağırlığının iki katıdır. Karşıt elektronların ağırlığı ise hem elektron ağırlığının yarısı kadardır hem de negatiftir. Yani 80kg'lık bir insan düşündüğünüz zaman, eğer bunu sadece elektronlar olarak tartabilseydiniz 160 kg tartacaktınız. Ama karşıt elektronları (-) 80kg olarak, 160 kg'ın yarısını yok ettiği cihetle, o kişiyi 80 kg olarak tartıyorsunuz. Şimdi karşıt elektronların ağırlığını arttırdığını düşünün. Eşit oldukları zaman, ağırlık sıfır olmuştur. (-) elektronların ağırlıkları toplamıyla (+) elektronların ağırlıkları toplamı, birbirini götürmüştür. Kütle sıfır olmuştur.
İşte kütlesi sıfır olan böyle bir nesne, saniyede 300.000 km hızla hareket etmek mecburiyetindedir. Bunun adı fotondur. Bütün fotonlarda elektron ağırlıklarıyla karşıt elektron ağırlıkları birbirine eşittir ve her gamma fotonu bir elektronla bir karşıt elektrondan oluşur. Ağrılıkları eşit, aynı devir sayısına sahip. Olay bu kadar basit. Şimdi karşıt elektronların ağrılığını, daha öteye götürdüğünüzü düşünelim. Pozitif ağırlığı aştınız, o zaman negatif ağırlık fazla olduğu için maddenin kütle ağırlığı adım adım azalır. Karşıt elektronların ağırlığını arttırıcı metodu kullandığınızda maddenin ağırlığı azalır, azalır, azalır ve o koca kayalar parmağınızın ucuyla oynatabileceğiniz bir hüviyet alır. İşte bu kadar basit.
Tatbikatı mı?
Daha zamanı gelmedi. Ama ne olacağını biliyoruz. Nasıl yapılacağını biliyoruz. Öyleyse piramitleri yapma yöntemini uzaylılardan almışlarsa uzaylıların önerdikleri, tatbik ettikleri yöntem budur.
kuranı kerim'in 30 ayetinde cehennem hayatının ebedi olduğu,cehenneme günahları sevaplarından fazla olduğu için girenlerin bir daha cehennemden çıkamayacağı bahsedilmesine rağmen bugün insanlara din öğretmekle vazifeli olan insanlar bu gerçekleri insanlara anlatmıyorlar...
emaniye kitaplarını öğrendikleri için kuran ayetlerini insanlara anlatmıyorlar...
bugün emaniye kitaplarında cehennemde biraz cezalandırıldıktan sonra cennete girilir' diye yanlış bilgiler insanlara veriliyor...
yusuf-108:
Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne) .
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
ekber cihad yani büyük savaş ALLAH'IN isminin ardarda tekrarlanması ile gerçekleşir.diğer ibadetlerle ekber cihadı gerçekleştirmek mümkün değildir.diğer ibadetleri yapmadan da ekber cihadı gerçekleştirmek mümkün değildir...
ama ALLAH'ın isminin ardarda tekrarlanması olan ve kuranın en büyük ibadet dediği ALLAH'ın zikri olmadan bu iş gerçekleşmez...
gezegenler arasındaki kinetik enerjinin devam etmesi zaman kavramını oluşturuyor.
bing-bang teorisi bunu ispat ediyor.
Allah ilk önce enerjiyi yaratıyor.tek noktadan patlatılan enerji partikülleri (notrinoları) etrafa yayılıyorlar.işte enerji partiküllerinin kainatı oluşturması için etrafa dağılmasıyla zaman kavramı başlıyor.gezegenler arasındaki kinetik enerji hala devam ediyor.yani zaman işlemeye devam ediyor.
bir gün Allah'ın emriyle zaman duracak.kıyamet kopacak.
daha sonra zaman tersine dönmeye başlayacak.
İlluminati
31.03.2004 - 16:29derin dünya devletiyle yakından ilişkisi var.
şeytanın hegemonyasında bir dünya devleti,bir küresel imparatorluk kurmak isteyen dünyanın en önde gelen kişileri...
tabi deccali ve sağ kolunu da unutmamak lazım.her ne kadar kendilerine inanılmasa da...
bankerler,multi milyarderler,siyasetçiler,bankacılar,......
geniş bilgi sahibi olmak isteyenler amerikalı yazar taxe marrs'ın illuminati adlı kitabı okusunlar.kitap timaş yayınlarından...
ayrıca atilla akar'ın derin dünya devleti adlı kitabını okusunlar...
illuminati şu an dünyayı malesef ele geçirmiş durumdadır.
ayrıca bakınız:http://64.185.226.168/webs/mutlulugunsirri/illuminati.htm
derya ali baba hz
31.03.2004 - 16:15Derya Ali Baba, Anadolu'da yaşamış olan pekçok velîden sadece birisidir. Hayatı hakkında pek fazla bir bilgi yoktur. On beşinci yüzyılda İstanbul'da, insanların dünya ve cennet saadetine ermelerine vesile olmuştur. İsmi Ali'dir. Ancak Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'un fethi için hazırladığı ordunun, sakabaşısı (sucubaşı) olarak görev yaptığı için Saka Ali Baba ya da Derya Ali Baba olarak tanınmıştır.
Canını, malını Allahû Tealâ'nın yüce ve tek dîni olan İslâmiyeti yaymak için feda etmeye hazırdır. Derya Ali Baba, evliyalarla dolu olan fetih ordusunun, Allahû Tealâ tarafından zafer müjdesi verilmiş olmasının güveni ve îmân gücüyle bizzat cephede savaşmış ve fethe büyük emeği geçmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethetmek üzere kuşatmıştı. Fetih ordusu İstanbul Surları'na dayanmış, Fatih Sultan Mehmet sabırsızlıkla fethin gerçekleşmesini bekliyordu.
Evliyalar fetih için dua ediyorlardı. Kır atının üzerinde heybetle duran genç hükümdar, orduyu şevke getirici konuşmalar yapıyordu.
Ordu surları aşmak üzere canla başla çarpışıyordu. İstanbul düşmek üzereydi. İşte tam bu sırada askerler arasında, 'ordu susuz kalma tehlikesiyle karşı karşıya, kuyular boş, çeşmeler akmıyor' şeklinde bir söylenti yayılmaya başladı.
Bu kötü haber, kısa zamanda her tarafa yayıldı. Ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yayılan bu söylenti nihayet padişahın kulağına kadar geldi. Fatih Sultan Mehmet: 'Tez gidin, sakabaşını getirin! ' dedi.
Görevliler hemen gidip sakabaşı Ali Baba'yı padişahın huzuruna getirdiler. Yüzünden nur akan, hafif beli bükük Ali Baba, sırtında kırba (su taşınan kösele kap) padişahın huzuruna girdi. Genç padişah, ne kadar telâşlı ve üzüntülüyse Saka Ali Baba o kadar soğukkanlı ve sakin duruyordu. Yüzünde en ufak bir endişe izi yoktu. Her zamanki gibi tebessüm eder bir halde padişahın yüzüne bakıyordu.
Padişah, onun böyle kritik bir anda gayet sakin ve aldırmaz bir durumda olmasına bir anlam veremedi ve şöyle seslendi:
-Olanlardan haberin yokmuş gibi duruyorsun sakabaşı! ... Ordu susuz kalmış, asker susuzluktan kırılıyor. Neden gerekli tedbiri almazsın da bizi müşkül hale düşürürsün? Şimdi ne olacak? Bu hale nasıl çare bulacağız?
Sakabaşı Ali Baba gayet sakin, tebessüm ederek:
-Devletli Padişahım! Merak etmeyiniz, su çok... diye cevap verdi.
Onun bu sakin hali karşısında daha da şaşıran genç padişah:
-Su çok mu dersin? Bu ne iştir sakabaşı? diye sorunca Ali Baba arkasını padişaha dönüp sırtındaki su kırbasını Fatih Sultan Mehmet'e çevirdi ve:
-Ben yalan söylemem Sultanım. Bakın isterseniz, ne kadar çok suyumuz var.
Sakabaşı Ali Baba'nın bu sözünden bir şey anlamayan padişah, Ali Baba'nın sırtındaki kırbanın içine baktı ve anında büyük bir şaşkınlığa düştü. Kırbanın içinde bir derya, bir okyanus görünmekteydi. Göz alabildiğince uzanan su, bir değil binlerce orduyu doyuracak kadar çoktu. Gözlerine inanamayan genç padişah yanındakilere kırbanın içine bakmalarını emretti. Sırasıyla kırbanın içine eğilip bakan vezirler, kumandanlar da aynı manzarayı hayretler içinde seyrettiler.
Bunun Allahû Tealâ'nın velî kullarına ihsan ettiği bir keramet olduğunu anlayan Fatih Sultan Mehmet, bu defa da su olmasına rağmen askerin susuz bırakılmasının maksadını anlamamıştı. Saka Ali Baba'ya dönerek:
-Su bulunmasına rağmen nedir senin bu yaptığın? diye, seslendi.
Saka Ali Baba:
-Ey cihan padişahı! İstediğiniz kadar su burada ancak askere suyu doyumluk veremiyorum. Çünkü onlar kahramanca savaşıyor, yorulup terliyorlar. Eğer istedikleri kadar suyu versem hepsi hastalanıp yatacaklar. Sonra da zaferimiz tehlikeye düşecek düşüncesiyle böyle yapıyorum.
Sakabaşı Ali Baba'nın sözleri ve kerameti karşısında söyleyecek söz bulamayan Fatih Sultan Mehmet, saygı ve muhabbetle ona bakmaya başladı.
Keramet göstermekten kaçındığı halde kerametinin ortaya çıktığını gören sakabaşı Ali Baba sırtındaki kırbayı hızlıca yere bıraktı. Başta padişah olmak üzere bütün vezirlerin hayret dolu bakışları içinde kırbanın düşüp parçalandığı yerde bir su kaynağı ortaya çıktı. Şırıl şırıl akan bu pınardan ordunun su ihtiyacı giderildi.
Olanlardan son derece mutlu olan Fatih Sultan Mehmet, yüksek dereceli bir velî olduğunu anladığı Saka Ali Baba'ya Derya Ali Baba ismini verdi ve:
-Ne murad edersin ey Allah'ın sevgili kulu? dedi.
Derya Ali Baba, canını malını Allah yoluna vakfetmişti. Zamanını Allah'ın zikriyle geçiriyor, Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yanıp tutuşuyordu. O görünen deryalarda değil, ilâhi aşkın deryasındaydı. Gösterdiği keramet de Allahû Tealâ'nın bir ikramıydı.
Sevgili okuyucular, Allah dilediği kulunu herhangibir konuda keramet sahibi yapar. Birçok evliyanın keramet gösterdiği bilinmektedir.
Hepimiz fizik bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünya bizim fizik vücudumuzun yaşadığı bir âlemdir. Bu âlemin zıddı olan nefsimizin âlemi, berzah âlemidir. Fizik vücudumuz da ruha ve nefse bir mekândır. Bu dünyada şartlar fizik standartlardadır. Fizik vücudumuz bu dünyada Allah'ın kanunlarından biri olan yerçekiminin tesiri altındadır. Ruh ve nefs için yerçekimi söz konusu değildir.
Fizik kanunların geçerli olmadığı bir olayı nebîler (peygamberler) ve resûllere Allahû Tealâ yaşatırsa bunun adı MUCİZEDİR. Hz. İsa konuşulanı bilir, hastalıkları Allah'ın izniyle iyileştirirdi. Görülen her mucizenin ardından 'Bu emri Allah verdi ben vasıtayım' derdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'in ayı ikiye bölmesi de Allahû Tealâ'nın izniyle gerçekleşmişti.
Eğer fizik ötesi olayı, velîlere Allahû Tealâ yaşatıyorsa bunun adı KERAMETTİR. Derya Ali Baba'nın sırtındaki kırbayla bütün orduya su taşıyabilmesi de Allah'ın emriyleydi.
Fatih Sultan Mehmet Han, fetihten sonra Derya Ali Baba'yı unutmadı. Ona büyük bir arazi tesis etti. Uzun yıllar burada kurduğu dergâhta nice Allah dostları yetiştiren Derya Ali Baba, vefatından sonra da aynı yerde defnedildi.
Sevenleri ve Allah dostları tarafından hâlâ türbesi ziyaret edilmektedir.
kaynak:http://64.185.226.168/dergi/dergi.asp? y=2003&a=7&s=7&id=978
nefret
22.03.2004 - 16:27nefret sevmemek demek.insan bir şeyi sever,az sever veya çok sever.
nefret ise hiç sevmemektir.
nefret sahibi insan mutsuzdur.seven insan ise mutludur.
sevginin sıfırlandığı nokta da nefret başlar.
mutluluğun sıfırlandığı nokta da mutsuzluk başlar.
apsis ve ordinat düzleminde + alan yani pozitif alan sevip te mutlu olanların buluduğu alanı ifade eder.- alan yani negatif alan ise nefret edip te mutsuz olanların bulunduğu alanı ifade eder.
Allah (cc) nin bizden istediği pozitif alanda bulunmamızdır,sevip te mutlu olmamızdır.yani herkesi sevmektir.düşmanımızı bile...
şeytanın bizden istediği,beklediği negatif alanda bulunmamızdır.nefret edip te mutsuz olmamızdır.yani herkesten nefret etmektir.
sevipte mutlu olmak varken,nefret edip de mutsuz olmanın ne anlamı var ki?
Allah-u taala'nın emrini yerine getirmek varken şeytanın isteğini yerine getirmenin ne anlamı var ki?
tayy-ı mekân
22.03.2004 - 16:10tayyı mekan mekandan uçmak demektir.
bu 3 şekilde gerçekleşir.
1-nefs yayyi mekan
2-ruh tayyi mekan
3-beden(fizik vücud) tayyi mekan
nefs tayyi mekan nefsin fizik vücudu terketmesi ve kendi alemi olan berzah alemine gitmesidir.bu olay 3 şekilde gerçekleşir.uyku halinde,bayılma halinde ve ölüm halinde nefs bedeni terkedebilir.demekki herkes nefs tayyi mekanı yaşayabiliyor.herkes uykuda iken nefs tayyi mekanı yapmış oluyor.rüyada nefs vücudumuzu görürüz.rüyada nefsimizin baş gözleriyle görürüz.nefs kendi aleminde madde olabilir sadece.
occultist
22.03.2004 - 15:47okkültist insan ve cin şeytanlara hizmet eden,o alanda çalışan kimselere denir.mesela büyü yapan kişi şeytanla kesin bir ilişki içindedir.o zaman büyü yapan kişi de okkültist oluyor.
okkultizm ise şeytanın kültürüdür.
insan ve cin şeytanlarla ilişki kuranlara,gizli güçlerle inanan demek kavramın asıl manasını gizlemek gibi oluyor.
islamda kadın hakları
10.03.2004 - 17:17İSLAMDA KADIN HAKLARI 1
Dünyada yaşayan insanların yarıdan fazlasının kadın olması nedeniyle kadınlar, gerek sayıları itibariyle ve gerekse cemiyet içerisinde aldıkları rol itibariyle toplumda önemli yer işgal etmektedirler.
Kadınlar, doğurganlıkları ve üretkenlikleri ile de toplum içinde önemli bir yer almaktadırlar. Allahû Tealâ kadına vermiş olduğu önemi, adına indirmiş olduğu Nisa Suresi ile ifade etmiştir.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de 54 âyette, kadın anlamına gelen nisa, 51 âyette eş anlamına gelen ezvaç, 27 âyette anne anlamında um, 25 âyette ima’e, 25 âyette dişi anlamında unde, 17 âyette ebeveyn anlamında valide, 15 âyette kız çocuğu anlamında bind, 15 âyette eş anlamında zevce, 4 âyette erkeğin eşi anlamında sahibe’den bahsetmektedir.
Allahû Tealâ İsra Suresinin 70. âyet-i kerimesinde, insanoğlunu diğer mahlûkattan üstün kıldığını belirtmektedir.
Ayrıca Tevbe Suresinin 71. âyet-i kerimesinde mü’min kadınlarla, mü’min erkekleri birbirlerinin velîsi (dostu) kıldığını belirtmektedir. Yani Allahû Tealâ yolunda beraberce hizmet vererek, irfanı emredip münkerden nehyetmelerini emretmektedir. Bu suretle Allahû Tealâ’nın dîninde hizmet vermek açısından birinin diğerinden üstünlüğünün söz konusu olmadığını belirtmektedir.
Bundan 14 asır önce, Arap bedevileri arasında cahiliye dönemi yaşanmakta idi. Bu dönemin cahiliyet dönemi olduğunu anlamak için o dönemde yaşayan erkeklerin kadınlara karşı olan davranışlarını dile getirmek kanımca, yeter ve artar bile. Emaniyyenin ve buna dayalı yaşanan cehaletin hüküm sürdüğü her noktada kadınlara karşı müthiş bir zulmün sergilendiğini görmekteyiz. Allahû Tealâ’nın kadına vermiş olduğu hakların, kendisinden zorla alınıp böylece kadının ezilmesine ve horlanmasına sebebiyet verildiğini görüyoruz.
Söz konusu dönemde kadınlar aşağılanıyor ve kız çocukları diri diri gömülüyordu. Arap bedevileri arasında durum böyle iken, yahudilerde ise kız çocuğu olarak dünyaya gelmek bir utanç vesilesi idi. Bu nedenle yahudiler tarafından Havva Annemiz’e dahi dil uzatılarak, Âdem Babamız’ın cennetten çıkmasına sebep olduğu düşüncesi ile lanetlemeye varan ithamlarda bulunmuşlar ve bu nedenle Havva Annemiz’in fitnenin başı olduğu kabul edilerek, kıyâmete kadar gelecek olan kadınlara da bu fitnenin sirayet edeceği düşüncesi hakim kılınmıştır.
Aynı görüşü paylaşan bir kısım hristiyanlar da kadının kötü ruhlu bir yaratık olduğunu düşünüyorlardı. Hatta bir kısım hristiyan grubunun biraraya gelerek kadınların durumunu yorumlarken, kadının bir çeşit hayvan mı, bir şeytan mı, yoksa kötü ruhlu bir insan mı? diye tartıştıkları olmuştur. Bu tartışma neticesinde bir canlı hayvan olduğu ve erkeğe hizmet için yaratılan bir varlık olduğu sonucuna varmışlardır.
O tarihlerde Hindistan’da hüküm süren hinduizmde kadın adeta bir köle muamelesi görmekteydi ve bir kadının bekârken babasının, evlenince eşinin ve dul iken de çocuklarının buyruğu altında olması düşüncesi hakimdi. Budist hindularda ise bir kişinin ahirette cennete gidebilmesi için pislik ve mikrop sayılan kadından dünya hayatını yaşarken uzak durması ve evlenmemesi tavsiye edilirdi.
Buna rağmen bir kişi bir kadınla evlenir ise, o kişinin ölümü halinde kadının erkeğine bağlılık işareti olarak erkeği ile beraber diri diri yakılması mecburiyeti vardı.
Hindistan’da bu durum 16. yüzyılda İngilizlerin Hindistan’ı işgal etmelerine kadar devam etmiştir.
Hindistan’da kadınların durumu böyle iken, medenî bir ülke olarak bilinen İngiltere’de ise bir erkeğe eşini satma yetkisi kanunen verilmekteydi.
İşte dünyada kadınlara karşı olan davranışlar bu minval üzere iken, İslâm’ın temsilcisi olan Peygamber Efendimiz (S.A.V) , kadınlar erkeklerin dengi ve eşitidir, diyerek kadınlara farklı muamele edilmesine son vermiştir. Yine Peygamber Efendimiz (S.A.V):
İçinizde en hayırlı olanınız, eşine en iyi davrananınızdır. Ben ise içinizde eşlerine en iyi davrananınızım, demiştir.
Şimdi cahiliye döneminde İslâm’ın kadınlara getirdiği hakları beraberce görelim.
Ne zaman kadınlar bir toplum tarafından ezilmişse, o toplumun Kur’ân’daki İslâm’ı yaşamadığını görüyoruz. Bugün de İslâm’ın 5 şartına dayalı İslâm’ı yaşayan insanların da kadına bakış açıları pek de farklı değildir.
Allahû Tealâ Ahzab Suresinin 35. âyet-i kerimesinde dînî yönden kadın ve erkek arasında farklılık olmadığını şöyle beyan etmektedir:
“İnnelmüslimîne velmüslimâti velmü’minîne velmü’minati velkaânitîne velkaânitâti vessâdikîne vessadikaâti vessâbirîne vessâbirâti velhâşi’îne velhâşi’âti velmütesaddikîne velmütesaddikaâti vessâimîne vessâimâti velhafızîne fürûcehüm velhâfızâti vezzâkirînallahe kesîren vezzâkirâti e’addallahü lehüm mağfireten ve ecren azîmâ.” 33/Ahzab-35
Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, Allah’a itaat eden erkekler ve Allah’a itaat eden kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşû sahibi erkekler, huşû sahibi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.
Mü’min Suresinde, mü’min olup salih amel işleyen kadın ve erkeklerin cennete girip orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklarını, yani aynı vasfı taşıyan kadın ve erkek arasında cennete girme bakımından bir farklılığın olmadığını görüyoruz.
“Men amile seyyieten felâ yüczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ve ünsâ ve hüve mü’minün feülâike yedhulûnelcennete yürzekuûne fîhâ bigayri hisâb.” 40/Mü’min-40
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar mü’minlerdir. Onlar cennete konulacak ve orada hesapsız rızıklandırılacaklardır.
Allahû Tealâ Tevbe Suresi 72. âyet-i kerimesinde mü’min kadın ve mü’min erkeklere beraberce en büyük kurtuluş olan adn cennetlerini müjdelemektedir:
“Ve’adallahülmü’minîne velmü’minati cennâtin tecrî min tahtihel’enharü hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn, ve rıdvânün minallahi ekber, zâlike hüvelfevzül’azîm.” 9/Tevbe-72
Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara ebediyyen kalacakları altından ırmaklar akan cennetler ve adn cennetlerinde temiz meskenler vaadetti. Allah’ın rızası ise hepsinden daha büyüktür. İşte en büyük mükâfat budur.
Kur’ân-ı Kerim’in öğrenilmesini Yüce Rabbimiz üzerimize farz kılmış ve bu hususta da kadın ve erkek arasında bir fark gözetmediğini Kasas Suresinde açıklamıştır:
“İnnellezî farada aleykelkur’âne lerâddüke ilâ ma’âd, kul rabbî a’lemü men câe bilhüdâ ve men hüve fî dalâlin mübîn.” 28/Kasas-85 Şüphesiz, sana Kur’ân’ı farz kılan, seni dönülecek yere elbette döndürecektir. De ki; “Rabbim, hidayetle geleni de, apaçık bir dalâlet içinde olanı da bilir.”
Aynı zamanda Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şeriflerinde, ilim öğrenmenin kadın ve erkeğe farz kılındığını beyan etmiştir. Bu sebeple serbest irade sahibi olan kadınların da mürşidlerine tâbî olmak suretiyle Kur’ân-ı Kerim’i öğrenebilecekleri sahâbe için Bakara Suresi-151. âyet-i kerimesinde, sair zamanda yaşayanlar için ise Cuma Suresi 2. âyet-i kerimesinde açıklanmaktadır.
bakınız:http://64.185.226.168/dergi/dergi.asp? y=2001&a=5&s=8&id=398
islamda kadın hakları
10.03.2004 - 17:10İSLAMDA KADIN HAKLARI 2
Kadınlar da erkekler gibi serbest irade ile yaratılmışlardır.
İnsan (Dehr) Suresinin 3. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, dileyen ister kadın ister erkek olsun, onları şükür yoluna da, küfür yoluna da hidayet edeceğini belirtmektedir:
'İnnâ hedeynâhüssebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ.' 76/Dehr-3
Muhakkak ki Biz onu (insanı) sebîle (Allah'a kavuşturan yola) ulaştırırız. Kimi (hidayet yolundan Allah'a ulaşarak) şükredenlerden olur. Kimi (asla Allah'ın hidayet yoluna girmeyerek ruhunu ölümden evvel Allah'a ulaştırmaz ve bu sebeple) küfredenlerden olur.
Dileyen ruhunun taleplerine uyar, şükredenlerden olur; dileyen de nefsinin arzularına uyup küfredenlerden olur.
Müzemmil Suresinin 19. âyet-i kerimesinde mürşidin insanları Allah'a davet ettiğini görüyoruz.
'İnne hâzihî tezkire, femen şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ.'
73/Müzemmil-19 Şüphesiz bunlar (âyetler) birer öğüttür, kim dilerse (ruhunu ölmeden evvel) Rabbine ulaştıran bir yol tutar.
Dileyen kadın ve erkek serbest iradeleri ile mürşidin Allah'a ulaşma konusundaki davetine icabet ederek, mürşidine tâbî olmak suretiyle kalu belâ günü vermiş olduğu yemin, misak ve ahdini yerine getirir. Dileyen ise, yine serbest iradesi ile mürşidine tâbî olmayı reddederek Yunus Suresinin 7. âyet-i kerimesinde belirtildiği üzere nefsine tâbî olarak cehennemi tercih eder.
'İnnellezîne lâ yercûne likaâenâ ve radû bilhayâtiddünyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hüm an âyâtinâ gaâfilûn.'
10/Yunus-7
Onlar ki Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler, dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır, onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
'Ulâike me'vâhümünnârü bimâ kânû yeksibûn.' 10/Yunus-8 İşte bunların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer cehennemdir.
Dînde kadın için de, erkek için de zorlama asla söz konusu değildir. Allahû Tealâ Bakara Suresinde dînde her iki kesim için de zorlamanın olmadığını belirtmiştir.
'Lâ ikrâhe fiddini kad tebeyyenerrüşdü minelgayyi, femen yekfür bittâğûti ve yü'min billâhi fe kadistemseke bil'urvetilvuskâ, lenfisame lehâ. Vallahü semi'un alîm.' 2/Bakara-256
Dînde zorlama yoktur. Andolsun ki irşad (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol) , gayy (dalâlet yolu, şeytana, cehenneme ulaştıran yol) dan açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. O zaman; kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (âmenû olursa) (Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse) , artık andolsun ki o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan (sağlam bir kulba) urvet-ül vuskaya (mürşidin eline) (tutunup) yapışmıştır. Allah SEMİ'un ALÎM'dir.
Gaşiye Suresinde Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'e buyuruyor:
'Fezekkir innemâ ente müzekkir leste aleyhim bimusaytır.'
88/Gaşiye-21, 22
Artık sen, öğüt ver. Sen, yalnızca bir öğüt vericisin. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin.
Dolayısıyla insanın dünyaya gelmesine vesile olan ve maişetini temin eden anne ve babasının da öğüt vermenin dışında bir görev ve yetkisinin olmadığını, ancak onlar için dahi, bir nasihatçı olduklarını ihsas ettirmektedir.
Mürşide tâbî olmanın erkeğe olduğu kadar kadına da farz olduğu Mümtehine Suresinde şöyle açıklanmaktadır:
'Yâ eyyühennebîyü izâ câekelmü'minâtü yübâyığneke alâ en lâ yüşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrıkne ve lâ yeznîne ve lâ yaktülne evlâdehünne ve lâ ye'tîne bibühtânin yefterînehü beyne eydîhinne ve ecrülihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin febâyığhünne vestagfirlehünnallah innallahe gafûrün rahîm.' 60/Mümtehine-12 Ey Peygamber! Sana biat etmek üzere mü'min kadınlar geldiğinde, onlardan Allah'a hiçbir şeyle ortak (şirk) koşmamak, hırsızlık etmemek, zinada bulunmamak, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek ve kendilerine emrettiğim şeylerde sana asi olmamak üzere söz verdikleri vakit onların biatlerini kabul et. Ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah mağfiret edici (günahları sevaba çevirici) ve rahmet sahibidir.
Günümüzde İslâm'dan saptırılan konulardan birisi de erkeklerin kadınlardan üstün yaratıldıklarını zannetmeleridir. Nisa Suresinin 34. âyet-i kerimesi Kur'ân'daki gerçek anlamı ile açıklanmadığından, erkeklerin kadınlardan üstün yaratıldıkları sanılmaktadır.
Halbuki dînde üstünlük sadece takva yönündendir. Yani irşad görevi ile Rabbimiz tarafından görevlendirilme yönündendir. Bu nedenle, irşada görevli kılınan bir kişi irşadla görevli kılınmayan hem erkekten, ve hem de kadından Allahû Tealâ nezdinde üstün ve kıymetli sayılmaktadır.
Ayrıca kadın ve erkeğin yaratılışlarının farklı olması nedeniyle, ayrı olan iki cinsin mukayese edilmesi dahi söz konusu değildir. Zira mukayese aynı evsafta olanlar arasında mümkün olur.
Kadının toplum ile olan münasebetlerine baktığımız zaman, bu hususun da âyet-i kerimelerle tespit edilmiş olduğunu görmekteyiz. Örneğin, mü'min bir kadının kimlerle beraber olabileceği konusu Nur Suresinde şöyle açıklanmaktadır:
'Leyse alel'a'mâ haracun ve lâ alel'a'reci haracun ve lâ alelmarıydı haracun ve lâ alâ enfüsiküm en te'külû min büyûtiküm ev büyûti âbâiküm ev büyûti ümmehâtiküm ev büyûti ihvaniküm ev büyûti ahavâtiküm ev büyûti a'mâmiküm ev büyûti ammâtiküm ev büyûti ahvâliküm ev büyûti hâlâtiküm ev mâ melektüm ev büyûti hâlâtiküm ev mâ melektüm mefâtihahû ev sadıykıküm, leyse aleyküm cünâhun en te'külû cemî'an ev eştâtâ, feizâ dahaltüm büyûten feselimû alâ enfüsiküm tehıyyeten min indillâhi mübüreketen tayyibeh, kezâlike yübeyyinullahü lekümül'âyâti le'alleküm ta'kılûn.' 24/Nur-61
Kör olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur. Sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduğunuz (yerlerden) ya da dostlarınızın (evlerin) den yemenizde bir güçlük yoktur. Hep bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından mübarek, temiz bir yaşama dileği olarak birbirinize seâm verin. İşte Allah, size âyetleri böyle açıklar, umulur ki akıl edersiniz.
O halde Allahû Tealâ tarafından mü'min kadınların akrabaları içinde ve dışında kimlerle beraber olabilecekleri açıkça beyan edilmiştir.
Kadınların mürşidlerinin elini öpebilecekleri Mümtehine Suresinin 12. âyet-i kerimesinde açıklanmasına karşın, diğer erkeklerle tokalaşmaları uygun görülmemiştir.
Görülüyor ki Allahû Tealâ yarattığı kadın ve erkek cinsinden insanların hangi standartlarda nasıl hareket edebileceklerini açıklamış olmasına karşın, Allah'ın gerçeklerini saptırmaktan başka bir işe yaramayan el yazması kitapların verdiği emaniyye niteliğindeki bilgiler bugün iblisin bir marifeti olarak insanların gerçeklerden sapmasına ve insanların mutsuz olmalarına sebep olmaktadır.
İslâm'da evlİlİk
Bir erkeğin dört kadınla evlenmesi konusunu incelediğimizde; Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmaktadır:
Evlilik benim sünnetimdir, benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.
Bu duruma göre evlilik çağına gelen bir kadının Allahû Tealâ'nın farz emri ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'in sünneti dahilinde evlenmesi, Allah'ın kendilerine helal kıldığı bir haktır. Birçok konuda olduğu gibi, evlilik konusu da İslâm'ı yaşamayan kişiler tarafından zaman zaman saptırılarak insanlar arasında tartışmaya yol açan bir fitne haline getirilmektedir.
Allahû Tealâ İslâm'da evlenme konusunu Nisa Suresinde açıklamaktadır:
'Ve in hıftum ellâ tuksitû fîlyetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minennisâi mesnâ ve sulâse ve rubâa, fein hıftum ellâ ta'dilû fe vâhideten ev mâ meleket eymânukum, zâlike ednâ ellâ teûlû.' 4/Nisa-3
(Devamı gelecek sayıda)
Eğer yetimler konusunda adalete riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâh edin. Eğer yine de adaletle davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir tane alın. Veya sahip olduğunuz elinizin altındaki (cariye ile yetinin) . (Haksızlık etmemeniz için) en uygun olan budur.
Âyet-i kerime insanların nefsani duyguları çerçevesinde değerlendirilir ise, Allahû Tealâ'nın her zaman parçasında erkeklerin dört kadınla evlenmelerini önerdiği sanılmaktadır. Halbuki İslâm'da dört kadınla evlenme konusu özel halleri içeren savaş durumuna işaret etmektedir. Örneğin, bir savaş sonucunda rahmet-i rahmana kavuşan erkeklerin geri bırakmış oldukları dul eşleri ve yetim kalan kız çocukları her insan gibi sıcak bir yuvaya ihtiyaç duyacaklardır. Böylesi bir durumda Allahû Tealâ'nın dört eşle evlenme müsaadesi tatbik edilmez ise, birçok dul kadın ve yetim kız çocukları aç ve açıkta kalacaklarından belki de İslâm'ın yasak kıldıığı bazı suçlara itilmiş olacaklardır. İşte bu gibi zaruretlerin hasıl olduğu durumlarda Allahû Tealâ insanlara sadece müsaade etmiştir. Fakat ne kadını, ne de erkeği bu hususta zorlamamıştır. Dolayısıyla evlilik müessesesi daima karşılıklı rızaya dayanmaktadır.
Böylece görülüyor ki, bir erkeğin dört kadınla evlenmesi, kadın için Allahû Tealâ tarafından korunmasından başka bir şey değildir.
Kur'ân-ı Kerim indirilmeden önce sayısı yüzlere ulaşan evliliklerin olduğunu görüyoruz. Örneğin, Hz. Süleyman'ın 800, Hz. Nuh'un ise 1000'e yakın eşinin olduğu rivayet edilmektedir. Bu nedenle İslâm, en azından bu rakamı azaltarak 4'e indirmiştir. Ama normal şartlarda hakkın ve adaletin sağlanması açısından Allahû Tealâ tarafından tek evlilik uygun görülmüştür.
İslâm'da kadının dövülmesi
İslâm'da kadının dövülmesi konusu da diğer konular gibi bilgisizlik nedeniyle saptırılan ve cemiyetteki menfi etkileri ile İslâm'a fatura edilen bir başka konudur.
Allahû Tealâ Nisa Suresinin 34. âyet-i kerimesinde erkekleri kadınların üzerine koruyucu kıldığını belirtmektedir. Koruyuculuk görevini yüklenen erkeğin bu hususun temini için malından harcadığını ve bu nedenle kadınların da erkeklerine itaat etmeleri gerektiğini buyurmaktadır. İtaat etmeyerek geçimsizlik çıkaran kadınlara önce öğüt verilmesini, yine düzelmemeleri halinde yataklarında yalnız bırakılmalarını ve hâlâ davranışlarında ısrar ederlerse aile birliğinin bozulmaması için dövülmelerini emretmektedir.
Belirtilen bu hususlar Allah'ın birer emridir. Ancak, Allahû Tealâ vermiş olduğu bir emrin uygulanması doğrultusunda tek bir âyette belirtilen hükümle yola çıkmamızı istememektedir. Örneğin, söz konusu âyette belirtilen kadınların dövülmesi hususu bir örnek olarak Sad Suresinin 44. âyet-i kerimesinde açıklanan Hz. Eyüp kıssasında dile getirilmektedir.
Eşine 80 sopa vuracağını söyleyen tasarruf altındaki Hz. Eyüp'e Allahû Tealâ buyuruyor ki:
80 tane buğday sapını eline al ve bir defa eşine dokundur.
İşte İslâm'a göre kadının dövülmesi böyle emredilmektedir. Ama mü'min olup nefsindeki 19 afeti önce tezkiye, sonra da tasfiye eden bir kadından olaya sebep olacak böyle bir davranışın sergilenmesi beklenemeyeceği cihetle, aynı vasfa sahip olan bir erkeğin de Allah'ın emri dışında bir davranışa teşebbüs etmesi söz konusu olamaz.
İslâm'da tesettür
Bugünlerde günün konusu olan İslâm'da tesettüre gelince; İslâm dışı yanlış uygulamalar ile insanlara zulmedilen başka bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bugün yaşanan İslâm'ın Kur'ân'daki İslâm olmaması nedeniyle birçok bidatlar türemiştir. Ve böylece haksız yere kadınlara zulmedilmektedir.
İslâm'ı yaşamak isteyen kadınların üzerine tesettür emri farz kılınmıştır. Kadın için saçı ve gereken yerleri kadının ziyneti hükmündedir. Allahû Tealâ kadının ziyneti olarak belirttiği yerlerin örtülmesini kadına bir terbiye ve tezkiye vesilesi olarak emretmiş ve dışındaki insanlar açısından da ifsada mani olan Allah'ın bir rahmeti olarak öngörmüştür. Bu cümleden olarak başı açık olan bir kadın, kendi nefsine zulmettiği gibi kendi dışındaki insanlar için de bir ifsad vesilesi olmaktadır.
Allahû Tealâ tesettür konusunu Ahzab Suresinin 59. ve Nur Suresinin 31. âyet-i kerimelerinde açıklamaktadır. Allahû Tealâ bu âyet-i kerimelerde şekil şartını açıklamamış ama belli şartlar itibariyle kadınların tesettüre riayet etmelerini üzerlerine farz kılmıştır. Tesettür emrini yerine getiren, Allahû Tealâ'dan derecat kazanacağı gibi, yerine getirmeyen de derecat kaybedecektir.
Günümüz şartlarında mü'min olan bir kadın adeta tesettür emrine riayet edip etmemesi ile değerlendirilmektedir. İnsanları İslâmi açıdan bir tek emrin tatbikatı ile değerlendirmek şüphesiz doğru değildir. Çünkü, Kur'ân-ı Kerim sadece tesettür emrinden ibaret olmayıp, 6213 âyet-i kerimeden oluşan Kur'ân-ı Kerim içerisinde tesettür, kadınlara farz kılınan emirlerden sadece bir tanesidir. Bu nedenle, nefsani talepleri bakımından henüz tesettür emrini yerine getiremeyen bir hanım kardeşimizin Allah'ın diğer emirlerini fazlası ile yerine getirmesi elbette onu Allah'a daha fazla yaklaştıracak ve daha fazla derecat kazanmasını sağlayacaktır. Bu suretle Allah nezdinde fazla derecat kazanan kişi, bir gün kendi isteği ile Allahû Tealâ'nın tesettür emrini de severek yerine getirecektir.
Ne yazık ki, bugün gerçek İslâm'dan haberi olmayan emaniyyeciler grubu tarafından, bir kadının İslâm ile olan ilgisi sadece tesettür ile değerlendirilmektedir. Ve adeta yapmış olduğu diğer ibadetleri dikkate alınmamaktadır.
Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'in bütün hükümlerini insanların üzerine farz kılmış olup, bizlerin örnek alması gereken sahâbenin, Kitab'ın bütününe tâbî olduğu Al-i İmran Suresinin 119. âyet-i kerimesinde belirtilmektedir:
'Hâ entüm ülâi tühıbbûnehüm ve lâ yuhıbbûneküm ve tû'minûne bilkitâbi küllih, ve izâ lekûküm kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykümül enâmile minelgayz. Kul mûtû bi gayzıküm. İnnellahe alîmün bizâtis sudûr.' 3/Al-i İmran-119
(Ey mü'minler!) Siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde, siz onları seversiniz ve siz Kitab'ın bütününe îmân edersiniz. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman, 'Îmân ettik.' derler. Ama tenhada kendi başlarına kaldıkları zaman, size olan öfkelerinden (dolayı) parmak uçlarını ısırırlar. De ki; 'Öfkenizden ölün.' Hiç şüphesiz Allah, sinelerde olanı bilir.
Eğer bizler de sabikûn-el ahirîn (sonraki sahâbe) olmak istiyorsak, Cuma Suresinin 3. âyet-i kerimesi gereğince, sadece İslâm'ın 5 tane şartına değil de, Kur'ân'ın bütününe tâbî olmamız gerekmektedir.
Görülüyor ki, dîni ihtiva eden konular hakkında bir fikir açıklar veya bir uygulama yaparken o konuyu Kur'ân-ı Kerim süzgecinden geçirirsek hem doğru karar vermiş ve hem de haksız yere başkasına zulmetmemiş oluruz.
İslâm'ı yaşamak isteyen bütün kişilerin Kur'ân-ı Kerim'in giriş kapısı olan mürşidlerine tâbî olmak suretiyle gerçek İslâm'ı yaşamalarını dileriz.
bakınız:http://64.185.226.168/dergi/dergi.asp? y=2001&a=6&s=7&id=408
rüya
03.03.2004 - 19:04rüya nefsin hayatını sürdürmesidir.nefs berzah aleminin varlığıdır.nefs 3 şekilde insan vücudunu terkeder:
1-uyku halinde
2-bayılma halinde
3-ölüm halinde
fizik vücudumuz bu alemin yani zahiri alemin varlığıdır.nefsin ve ruhun mekanıdır aynı zamanda.nefsimiz ise bu alemin karşıtı olan berzah aleminin varlığıdır.kendi alemi olan berzah aleminde madde olabilir sadece.nefsin kendi alemi olan berzah alemine gidebilmesi için fizik vücudumuzun uyuması,bayılması ve ölmesi gerkiyor.
fizik vücudumuz zahiri alemin varlığı olduğu için elektron yapısı (+) özelliktedir.
nefsimiz ise zahiri alemin karşıtı olan berzah aleminin varlığı olduğu için elektron yapısı (-) özelliktedir.
fizik vücudumuzun elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı nefsin elektron devir sayısı ve elektron ağırlığından fazladır.bu sebeple nefsimiz dünyada yani zahiri alemde fizik vücudumuza bağımlıdır.
fizik vücudumuzun uyku haline geçeceği zaman elektron devir sayısı ve elekton ağırlığı azalır.nefsimizin ise bunun tam tersi olarak elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı artar.işte bu iki vücudumuzun elektron devir sayısı ve elektron ağırlığı eşit olduğu noktada nefs fizik vücudu terkeder.
nefs önce ışık duvarını geçer.sonra ışık hızıyla kendi alemi olan berzah alemine gider.nefs berzah alemine daha önce fizik vücuda kumanda eden aklın kontrölünde gider.akıl hiçbir alemin varlığı olmadığı için,fizik vücudun da uyku halinde akla ihtiyacı olmadığı için uykuda iken nefsimizle beraber olması sözkonusudur.orada berzah aleminde ışık hızıyla hareket eder.ölen insanların nefleri de berzah aleminde olduğu için bazen ölmüş insanlarla buluşur,karşılaşır.
nefs berzah aleminde bir çok şey yapar.nefs berzah aleminde asla ölmez.öleceği an kişi rüyadan uyanır.nefsler için ölüm cennet ve cehennem hayatının sonuna kadar yaşamak vardır.rüyanın bitişi kişinin uykudan uyanması ile gerçekleşir.rüya biterken nefs tekrar ışık duvarını geçer.ve hızı yani elektron devir sayısı eski haline gelir.elektron ağırlığı da eski haline gelir.Allah kişinin gördüğü rüyaların ne kadarını hatırlamasını isterse o kadarına izin verir.rüyanın diğer kısımları ışık duvarını geçerken unutturulur.nefs fizik vücuda tekrar girerken kişi sarhoş gibi olur.akıl da nefsin fizik bedene tekrar girmesiyle fizik vücuda tekrar kumanda etmeye başlar.sonra fizik vücud kendi hayatını sürdürmeye devam eder.ve bu durum ölünceye kadar hergün tekrar eder durur.
öldüğümüz de ise dünyadaki rüyamız biter.ahiret hayatına başlamak üzerere...
mehdi
03.03.2004 - 17:4521.yüzyılın beklediği insan...
bu asrın insanı
03.03.2004 - 17:07bu asırda hedef önce insan olmak sonra da insan kalabilmek.
bir hedefe ulaşmaktan daha zor olanı o hedefte kalabilmek.
şu ayette bahsedilen insanlardan olmamak hedef olmalı sanırım.
araf-179:
Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne) .
Ve andolsun ki; cehennemi insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık) . Onların kalpleri (idrak hassaları) vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir
sadakat
01.03.2004 - 16:20sevdanın sadakası sadakattır.
kuran-ı kerim
29.02.2004 - 22:32daha dünya ilminin bilmediği gerçekleri gelcekte kuran'dan öğrenecekler! ...
allah (c.c)
29.02.2004 - 22:23bir zamanlar firavun'da HZ.Musa'nın Allah'ın zatına olan davetine kibirlenerek sırt çevirmişti.Allah yok demişti.yani bugünün deyimiyle ateizmi seçmişti.sonunu biliyorsunuz anlatmaya gerek yok.kızıdenizin sularında boğulmuştu.öleceği an Allah'ın kendi zatını firavuna göstermesi sonucu firavun önceleri İnkar ettiği Allah'a inanmıştı.siz daha önce Allah'a inanmayan firavunun öleceği an neden Allah'a inandığını sanıyorsunuz? tabiki Allah'ı gördüğü için...ama bu son inanışı ona fayda vermemişti.çünkü Allah yarattığı kuluna serbest irade vermiştir.firavunun da serbest iradeyle Allah'a iman etmesi gerekiyordu.
Allah inkarcı firavunun daha doğrusu cesedinin çürümesine izin vermemişti.1900'lerde kızıldenizde bulunan firavunun çürümemiş cesedi şimdi ingiltere'de biritiş müze'de sergileniyor.mumyalanmadan 4000 yıldır çürümeyen ceset! ...ama insan kibiri nedeniyle ibret bile alamıyor'! ..
Allah'a inanmayanlar öldüğünde firavunun gördüğünü gördüğün de ne yapacaklar?
yeni dünya düzeni
17.02.2004 - 19:33ne garip artık bu kavram üniversite dersleri arasına girdi..
bu konu hakkında geniiişşş bilgi sahibi olmak isteyen Atilla Akar'ın derin dünya devleti adlı kitabını okumalıdır...
allah (c.c)
15.02.2004 - 19:48Allah'ın insana verdiği serbest iradeye ne kadar önem verdiği ne kadar da aşikar? Serbest irade bu kadar önemli işte.bu sebeple istediğinizi söylemekte hürsünüz! ...sonuçlarına katlanmaya da mahkumsunuz..
mahlukunun kendisini inkar etmesine bile müsade ediyor?
işte bu sebeple kuranı kerim'de Allah diyor ki:
HALA AKIL ETMEYECEK MİSİNİZ?
Allah'ı rabb olarak görmeyenler gerçekten de akıl etmeyecek misiniz? kaçmak hiçbir zaman çözüm değil biliyormusunuz?
mısır piramitleri
15.02.2004 - 18:53PİRAMİTLERİN SIRRI
Mısır'daki piramitlerin yapımı ile ilgili, iki olasılık sunuluyor: Uzaylıların yardımıyla yapıldığı veya rüzgârın yardımıyla bu kayaların yerinden oynatılabileceği, böylece piramitlerin inşa edilebileceği düşünülüyor.
Sevgili ziyaretçiler, yer çekimi diye bir olgu var. Dünyanın gravitasyonu. Ve yukarıya attığınız herşey, aşağıya düşmek mecburiyetindedir.
Nereye kadar?
Bir nesneyi, dünyanın çekim alanının dışına ulaştırdığınız noktaya kadar. Ulaştırabilirseniz, artık dünyaya düşmek diye bir olgu söz konusu olmaz.
Peki ne demek istiyoruz?
Şunu demek istiyoruz. Yer çekimi kuvveti bir kuvvettir, bir manyetik alan sistemidir. Bu kuvveti, gravitasyonu, negatif etkiyle yok edebilirsiniz. Uzayda tatbik edilen bir olgu; ama bizim dünya insanları henüz bunu bilmiyor. Aslında zor bir şey değil. Yani yeryüzünün çekim kuvvetini, karşı güçle yok etmek.
Yok ettiğiniz zaman ne oluyor?
Yok ettiğiniz zaman, o nesnenin ağırlığı sıfır oluyor ya da sıfıra istediğiniz kadar yaklaştırıyorsunuz. Sıfırdan öteye de geçirebiliyorsunuz. Yani negatif ağırlığa ulaşabiliyorsunuz. Eski Mısırlılar da bunu biliyorlardı.
Sevgili ziyaretçiler, Tutan Khamon'un mezarını açanların ard arda ölmesi, birtakım âlimleri inceleme yapmaya götürdü. İncelediler, acaba bu ölen insanlar neden ölüyor diye.
Ne çıktı biliyor musunuz?
Radyasyon.
Yani bundan bilmem kaç bin sene evvel, eski Mısırlılar atomu biliyorlardı. Onlardan da daha binlerce sene evvel dünya, atom harplerine şahit oldu. Yirmi bin sene evvel, havada uçan uçaklardan bahsediliyor. Bizim dünya insanları, onları Tanrı zannediyorlarmış o zaman. Hollandalı Erich von Däniken'in yaptığı araştırmaları, şöyle bir okursanız eğer, göreceksiniz ki; Popouluh denilen o efsaneleri yazan ressamlar, havada uçan tanrıların arabalarından bahsediyor.
Sevgili ziyaretçiler, bir mağarada bulunan resimle bu zamanın tekniğine göre yapılan bir resim ve havada uçabilecek modelde bir hava gemisi görüyorsunuz bir kişilik.
Rüzgâr nasıl kullanılmış olabilir, yelkenle mi? O kayaları kaldırabilmek için hangi büyüklükte bir yelkene ihtiyacınız var biliyor musunuz? Rüzgâr vasıtasıyla o kayaları yerinden kaldırabilmek öyle kolay bir olay değil, o mümkün görünmüyor. Onlar masal; ama uzaylılardan bir şeyler öğrenmek deyince, bunu doğru kabul edebiliriz veya eski Mısır'ın teknolojisini göz önüne getirirseniz, oraya ulaştırılması imkânsız görülen o devasa, muntazam şekilde kesilmiş kayaların oraya rahat rahat kaldırabileceğini görürsünüz.
Yapılan iş basit, maddenin içindeki yer çekimi kuvvetine, karşı kuvveti oluşturmak Yani maddenin ağırlığını, pozitif ağırlığını, sıfıra yaklaştırmak.
Ne demek istiyoruz?
Olay çok basit sevgili kardeşlerimiz.
Madde adını verdiğiniz sistem, elektronlardan ve karşıt elektronlardan oluşur. Karşıt elektronların ağırlığı negatiftir. Elektronların ağırlığı pozitiftir.
Bir hidrojen atomu, 3676 tane karşıt elektronla 3676 tane elektrondan oluşur. Bu saydığımız elektron ve karşıt elektronların 3675 elektronuyla, 3676 tane karşıt elektronu bir proton oluşturur merkezde. 3676. elektronsa çevrede döner. Bu bir hidrojen atomudur.
Elektronların ağırlığı, karşıt elektronların ağırlığının iki katıdır. Karşıt elektronların ağırlığı ise hem elektron ağırlığının yarısı kadardır hem de negatiftir. Yani 80kg'lık bir insan düşündüğünüz zaman, eğer bunu sadece elektronlar olarak tartabilseydiniz 160 kg tartacaktınız. Ama karşıt elektronları (-) 80kg olarak, 160 kg'ın yarısını yok ettiği cihetle, o kişiyi 80 kg olarak tartıyorsunuz. Şimdi karşıt elektronların ağırlığını arttırdığını düşünün. Eşit oldukları zaman, ağırlık sıfır olmuştur. (-) elektronların ağırlıkları toplamıyla (+) elektronların ağırlıkları toplamı, birbirini götürmüştür. Kütle sıfır olmuştur.
İşte kütlesi sıfır olan böyle bir nesne, saniyede 300.000 km hızla hareket etmek mecburiyetindedir. Bunun adı fotondur. Bütün fotonlarda elektron ağırlıklarıyla karşıt elektron ağırlıkları birbirine eşittir ve her gamma fotonu bir elektronla bir karşıt elektrondan oluşur. Ağrılıkları eşit, aynı devir sayısına sahip. Olay bu kadar basit. Şimdi karşıt elektronların ağrılığını, daha öteye götürdüğünüzü düşünelim. Pozitif ağırlığı aştınız, o zaman negatif ağırlık fazla olduğu için maddenin kütle ağırlığı adım adım azalır. Karşıt elektronların ağırlığını arttırıcı metodu kullandığınızda maddenin ağırlığı azalır, azalır, azalır ve o koca kayalar parmağınızın ucuyla oynatabileceğiniz bir hüviyet alır. İşte bu kadar basit.
Tatbikatı mı?
Daha zamanı gelmedi. Ama ne olacağını biliyoruz. Nasıl yapılacağını biliyoruz. Öyleyse piramitleri yapma yöntemini uzaylılardan almışlarsa uzaylıların önerdikleri, tatbik ettikleri yöntem budur.
kaynak:http://64.185.226.168/webs/mutlulugunsirri/index.html
cennet
11.02.2004 - 21:15sebe-20:
Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mû'minîn(mû'minîne) .
Şeytan, insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi, iblise tâbî oldular.
araf-17:
Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne) .
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.
cehennem
11.02.2004 - 20:28kuranı kerim'in 30 ayetinde cehennem hayatının ebedi olduğu,cehenneme günahları sevaplarından fazla olduğu için girenlerin bir daha cehennemden çıkamayacağı bahsedilmesine rağmen bugün insanlara din öğretmekle vazifeli olan insanlar bu gerçekleri insanlara anlatmıyorlar...
emaniye kitaplarını öğrendikleri için kuran ayetlerini insanlara anlatmıyorlar...
bugün emaniye kitaplarında cehennemde biraz cezalandırıldıktan sonra cennete girilir' diye yanlış bilgiler insanlara veriliyor...
bunun manası kuran ayetlerini gizlemektir...
basiret
11.02.2004 - 19:20yusuf-108:
Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne) .
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
tapınak şövalyeleri
09.02.2004 - 18:07tapınak şövalyeleri hakkında atilla akar'ın derin dünya devleti adlı kitabından bilgi edinebilirsiniz...
ekber cihad
09.02.2004 - 16:13ekber cihad yani büyük savaş ALLAH'IN isminin ardarda tekrarlanması ile gerçekleşir.diğer ibadetlerle ekber cihadı gerçekleştirmek mümkün değildir.diğer ibadetleri yapmadan da ekber cihadı gerçekleştirmek mümkün değildir...
ama ALLAH'ın isminin ardarda tekrarlanması olan ve kuranın en büyük ibadet dediği ALLAH'ın zikri olmadan bu iş gerçekleşmez...
hurafe
06.02.2004 - 11:41iblisin,şeytanın insanları kullanarak ortaya çıkardığı inanışlar...
bunda emaniyyenin çok rolü var...
izmler
26.01.2004 - 16:2121.yüzyılda tasavvufun içinde eryiyip yok olcakları günü bekliyorlar...
dünya sahnesinden aşağı inecekler elbet! ...
zaman
26.01.2004 - 16:11gezegenler arasındaki kinetik enerjinin devam etmesi zaman kavramını oluşturuyor.
bing-bang teorisi bunu ispat ediyor.
Allah ilk önce enerjiyi yaratıyor.tek noktadan patlatılan enerji partikülleri (notrinoları) etrafa yayılıyorlar.işte enerji partiküllerinin kainatı oluşturması için etrafa dağılmasıyla zaman kavramı başlıyor.gezegenler arasındaki kinetik enerji hala devam ediyor.yani zaman işlemeye devam ediyor.
bir gün Allah'ın emriyle zaman duracak.kıyamet kopacak.
daha sonra zaman tersine dönmeye başlayacak.
Toplam 149 mesaj bulundu