Şükrullah Yavuzer Şiirleri - Şair Şükrul ...

Şükrullah Yavuzer

Bugün bir kuş uçtu,
Can kafesinden,
Veda etti hayata.
Tüm sevenleri,
Eş dost akraba,
Kendi elleriyle,

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer



Bu sabah içimde
Bir yürüyüşe çıktım
ta çocukluğumun
sokaklarına indim

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

Kanatları ateşten
Kelebeğin rüyası ,
Sıra sıra  gelincik tarlası,
Bal yapamazki  eşek arısı.
Islık çalıyor,
Bilinmeyen bir makamda

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

Ne garip bir yer bu dünya
Hep kanar hep aldanırsın
Ne garip bir yer bu dünya
Bir dünya insan içinde
İnsan ararsın....

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

Sen yüreğime düşen kar tanesi
Sen Sevda şiirimin gizli öznesi
Sen bir efsun bir tütsü
Bir intihar teşebbüsüydü
Gözlerinin gözlerime değmesi

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

İşte eylül
Günler başladı kısalmaya
Ömrüm gibi ömrüm gibi
Işte eylül
Esiyor deli rüzgar
Senin gibi senin gibi

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

İnsanın Yüreği
Kıpır kıpır olur ya,
Gözlerine bakamazsın.
Hani bir söz gelir ya
Dilinin ucuna,
Yutkunursun ya

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

Sevdan da çayım gibiydi
Koyu, sıcak, yasak ve kaçak...

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer


Ah bu şehir bu kadim şehir, güneşin başkenti şehir.
Bu şehrin sevgisi bambaşka, aşkı depreşir durur damarlarda. Tarihin nabzı atar taşında, toprağında. Muhteşem kalesi yükselir masmavi gölünün kıyısında. Zamanın ayak izleri var surunda, burcunda. Tat var, bereket var suyunda, toprağında.
Toprakkale’den bir güvercin havalanırdı kadim şehrin üstüne, kanatlarında beyaz bir mutluluk. Süzülürdü nazlı nazlı Kayaçelebi camisine doğru. Hüsrevpaşa’dan yükselen ezan sesi hor hor bulağında yankılanır dururdu. Eski şehir mezarlığında bir dağ başı tenhalığı, sinek uçsa duyulurdu. Yüreklere ferahlık verirdi Abdurrahman Gaziye okunan bir Fatiha. Kelebeklerin sessizliğindeydi Selçuklu mezarlığı, Halime Hatun mahzun mahzun bakardı mezar taşlarına. Zeve yangın yeriydi hala küllenmemişti şehrin yanan yüreği. Hüzün veriyordu şehitlikte dalından düşen gül yaprağı. Sabahın erken saatlerinde yağmur yağmış hissi verirdi çimenlerdeki kırağı. İspiriz ’den kekik kokusu eserdi ılgıt ılgıt. Güzeldere’de kıvrım kıvrımdı yollar. Virajın biri bitmeden öteki başlardı. Yere inmiş bulut yığınıydı Başkale’de travertenler. Bir kuşun kanadındaki renkler gibiydi Gevaş’ta, ağlayan gelinler. TRT Van Radyosunda söylenirdi akşam üzeri türküler, huzur içindeydi şehir. Muradiye Şelalesinde intihar ederdi Bendimahi’nin deli suları. Bir yaşam mücadelesi verirdi azgın sularda balıklar. Çığlık çığlığaydı martılar. Bir dalıp bir çıkarlardı sulara karabataklar…. Kanissipi’nin kanı kaynardı Mayıs’ta kabına sığmaz coşardı.
Güzel zamanları olurdu kadim şehrin.
Temmuzun sıcak akşamlarında zincirin ucuna bağlı maşrapa ile kehriz suyu içilirdi, kevser suyu niyetine. Kaynayan semaver çayında zernebat suyunun kehrizden aşağı kalır tarafı yoktu. O da zemzemle yarışır dururdu. Bakraçlarla taze süt, yoğurt taşınırdı sütçülere sabahın erken saatlerinde. Öğleye doğru lavaş ekmeği ile yenilen melemene doyum olmazdı. Ağzının tadını bilenler Şeref Şahin’de fırın ağzı yerdi. Şehir parkında oturur oturmaz önüne konulurdu, kaymaklı çay. Parası da peşin alınırdı ha. Sonra Müslüm Gürses’ten bir şarkı yükselirdi en damarından. “İsyan eden şu kalbimi biraz olsun duy yeter…” Efkarlanırdı yüreği kıpır kıpır gençler. Oturdukları masaya bir kalp çizerlerdi ellerindeki çakıyla. Yaralı yüreklerini temsilen okunu da ihmal etmezlerdi. Sonra da iki ismin baş harflerini…

Devamını Oku