Gözlerin deniz, bir liman derinliğinde,
Bir balık gibi kaybolur, geceyi yırtarak.
Dalgalar, eski iskelelerin hışırtısı,
Gökyüzünde yıldızlar, geçmişin hatırası.
Bir avuç kum, eski bir lokantadan,
Sokağın karanlık dikişlerinden sızan bir uğultuyum,
pas tutmuş bir jilet gibi duruyorum dudağımın kenarında.
Gece, boğazına kadar çekmiş karanlığını,
üstümde biriken bütün yalnızlıkları sigara dumanı gibi savuruyor.
Rüzgâr, omuzlarıma çarpmış eski bir kabadayı edasıyla,
Yüzlerce soruyla dolup taşan bu şehir,
Sokaklar suskun, dillerde bir yudum hüzün;
Kör düğüm olmuş kalpler,
İçten içe çatırdıyor hüzün.
Politika bir tiyatro, sahneler yapmacık,
Dünya neyin peşinde, insan nasıl düştü?
Toprak oldum, yetmedi; göğün sesi sustu.
Bir lokma ekmek, bir damla su dediler,
Gönülleri parça, ruhları köle ettiler.
Akıl der ki: "Susma, hakkını ara!"
Küçük bir köy, yeşilin kalbinde,
Kırmızı damlı evler sırayla dizilmiş,
Ahşap kapılar, eşiği aşındıran,
Baharın rüzgarıyla açılırken gülümser,
İlkbahar sarısı, yaz mavisi bir başka,
Sırça taneleri gibi dökülen ışıklar,
Yıllar geçse de değişmeyen bir şey var,
Sessiz bir iz bırakan her mevsimde,
Solmuş yaprakların döküldüğü o sokak,
Ve gözlerinde saklı kalan bir çift anı.
Bir martı süzülür denizin yüzüne,
Bir halkın yüreği, çatlamış bir dağ gibi,
Yüzyılların derinliklerinden seslenir.
Dumanıyla konuşur gökyüzüne,
Ve her sözcüğü, toprağının derinliklerinden yükselir.
Dağlar, yeryüzünün kederli şarkılarıdır,
Lale tarlalarında süzülen ince rüzgâr,
Dalların sesinde bir huzur var,
Çiçeklerin kokusunda kaybolur gün,
Yeşil çimenlerde, sularla dolu her yön.
Güneş batarken dağların ardına,
Her yol bir gün biter,
her iz unutulur,
her ses susar,
ama kalmak vardır;
kalmak, kırmadan, yıpratmadan
daha zor iştir bazen.
Lal olmuş bu şehir, sokaklar dilsiz,
Her köşebaşında bir hüzün durur,
Rüzgar sesiz geçer eski duvarlardan,
Yosun tutmuş kaldırımlar, terkedilmiş evler.
Bir zamanlar ne şarkılar söylenirdi burada,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!