Kendi içimde müebbet yedim,
Ne bir kapı var, ne de anahtar.
Zaman duvarlarda yankılanırken,
Sessizlik en ağır cezalardan.
Düşlerim bile firar edemiyor,
Bir bakışın şiir okutturur,
Bir gülüşün şairi unutturur.
Kelam susar, zaman durulur,
Yüreğim sende esir olur.
Sen gülersen bahar uyanır,
Gönlümde bir ateş yanar, ey sultan,
Aşkınla pervâne olmuş bu cân.
Seherde süzülür hüsnün cemâli,
Şebnem misâli her zaman düşer.
Lâlezar bağında mest olur gözüm,
Bir gece,
dünyanın bütün alfabeleri
gökyüzünden yağdı.
Her harf, yere düşerken
farklı bir ses çıkardı;
kimisi bir kapıyı açtı,
Sen varsın,
ve dünya bu yüzden dönüyor olabilir.
Gözlerin, bir sırrın önsözü gibi—
hiç yazılmamış ama herkesin bildiği.
Ellerin dokunmadığı her şey
Seni anlatmak,
güneşin doğuşunu tarif etmek gibi,
kelimeler yetmez.
Sana dokunmak,
suya uzanan bir yaprağın hafifliği gibi,
Çok sevdiğin rengi birlikte izlemek için,
Mor bir gün batımı olsun isterim.
İzlerken elini tutup,
Yorgun kalbimin dinmesini beklerim.
O sevdiğin vapura binip,
Bazı aşklar gökyüzü gibidir,
Dokunamazsın ama hep oradadır.
Ben de seni öyle sevdim işte,
Uzak ama hep kalbimde saklı.
Sen çoktan bir hikâye yazmışsın,
Bir şehrin omuzlarında yükselir zaman,
taşlar konuşmaz ama
her çizgisinde bir çağın nefesi saklıdır.
Avlularında gezen serinlik,
yalnızca rüzgâr değildir;
binlerce yılın sabrını taşır üstünde.
Konuştuk.
Yetmedi.
Sustuğumuz yerden
daha çok kırıldık.
Aynı anda baktık bazen—
Tebrikler. Üretkenliğiniz bir çığ gibi ülkeyi kaplasın ve sizleri örnek alanan iyi insanlar çoğalsın.