Osman Demircan Şiirleri - Şair Osman Dem ...

Osman Demircan

Marmara'dan İstanbul'a gemi gelir
Gözlerini kırpmadan şehri seyreder
Erguvan renkli bir gelindir İstanbul
Yakası yırtık safirden gelinlik giyer

İstanbul'un nefesiyle sallanıverirler

Devamını Oku
Osman Demircan

Yine bahtıma rüyalarım düştü. Rüyalarıma girersin sen her gece. Her sabah uyandığımda da, kor gibi yüreğime küreklenen kömür gözlerini unutmak için tüm gün kömür ocağında çalışanlar gibi terden sırılsıklam olurum. Gözlerin sonra toz halinde bulaşır tenime. Ve yine akşam ve yine gece. Yine uykumda bir madene girer gibi kömür gözlerin girer rüyalarıma. Bu ıstırap böyle devam eder. Ey kömür gözlüm yüreğimin ateşinden uzak dur lütfen. Senin bana her bakışın ey kömür gözlüm, grizu patlatır içimde. Tüm dünyam kararır sonra. Nefes alamam bakışlarınla. Ey kömür gözlüm, bakışlarını kürekleme gözlerime. Yangınlarımdan uzak dur ey kömür gözlüm, daha yağmur görmemiş bu yüreği bir kor haline getirme. Sen her gece girerken rüyalarıma, ben ateşe uzanır gibi yatarım yatağıma. Sonra ayaklarımdan topuklarımı yaka yaka girersin bedenime. Ey kömür gözlüm, ne istersin benden. Bir kömür ateşten ne ister, bir ateş alev halindeyken tıpkı sana benzer. Öyle bir renge bürünürsün ki hayatımda, her çiçek senin rengindeyken yanmaktan kurur ve kül olur. Ey kömür gözlüm, senin niyetin de beni kül etmek mi? Eğer kömür gözlüm, ateşli bakışlarına dayansam, bir elmas olurum, aşkın ışıltısıyla parlayan. Ey kara gözlüm, bana her bakışın kuyuya düşme hissi uyandırır bende. Öyle derin bir bakışın var ki, düşersem, kirpiklerini uzatmazsın ellerime. Öyle uzun kirpiklerin var ki, her bakışını kürekler kor gibi yüreğime. Ey kömür gözlüm, sen beni amele edersin, bakışlarının yükünü çektire çektire. Sırtımda kömür gözlerinin ağırlığını taşırım her gece. Ama yine de bıkmam seninle göz göze gelmekten. Sen şiirimin son mısrası olduğun anda, bir bakarım kağıdın kenarı yanar. Öyle bir duyguyla tutuşursun ki şiirimde, ellerim yanar. O zaman anlarım, senin yangınlarıma adını verdiğini. O zaman anlarım ki şiirlerimi yazdığım kaleminin ucu, kömür gözlerinden yapılmıştır. Ey kömür gözlüm, bu ne eziyettir. Sen şiirlerim kadar bitmez tükenmezsin, yüreğimde. Her alev alışımda, sen çıkarsın ortaya. Tıpkı bir orman yangını gibi yanar dizelerim, senin kömür gözlerinden her bahsedişimde şiirlerimde. Bu ne eziyettir böyle. Bir şair şiirlerinde yakılır mı hiç? Beni öyle yakar kül edersin ki, yanında kül rengin saçlarımdan anlarsın beni.

Devamını Oku
Osman Demircan

yüreğim bir deniz kıyısı
ey deniz yıldızı
ne işin var yüreğimde
taşa, kuma, ayağa
gecelerin karanlığına
gündüzün sıcağına

Devamını Oku
Osman Demircan

Bugün bir şarkı dinledim. Öyle bir duygusu vardı ki tıpkı frezya çiçeği gibi narin ve iç gıdıklayıcıydı. Dedim ki bu duyguları bir erkek taşıyamaz. Erkek it gibi sever, eşek gibi sever. Böyle bir duyguyu kadın yüreğinde barındırırdı ancak. Kuşlardan, bulutlardan, nergislerden, güllerden bahseden bir ruh anca narin bir kadın bedeninde bulanabilirdi. Çünkü kır çiçeklerini boynuna takan narin bir kadının bedeni aşk kokarken zümrüt ve yakut gerdanlığı elinin tersiyle iterdi. O anca aşkla duygusal anlamda zenginlik yaşardı. Başka zenginlikler narin kadını bir pırlanta dükkanına çevirebilirdi ama onu asla kraliçe ve prenses yapmazdı. Onu sadece saçına takılan kır çiçeklerinden yapılma taç prenses yapardı. Erkek de severdi fakat it gibi eşek gibi severdi. Ya ısırarak ya da inatlaşarak severdi erkek. Narin kadın ise kır çiçeklerinin en doğal haliyle betimlerdi duygusal halini. Çiçeklerle bezerdi yüreğinin toprağını. Çiğdemler, papatyalar açardı gönlünün alüvyon ovalarında. İçinin ırmaklarından coşkuyla akıp gelen duygular birike birike ovalarını oluştururdu, toprak ve su denizle buluşurdu bu yüreğinin nadide coğrafyasında. Kadın sevince; dere, nehir, toprak, ova, ülke olurdu. Sonra fethedilmeyi beklerdi. İsterdi ki biri gelsin başkent kursun dilediği yere. Tarlalarını ve bahçelerini eksin biçsin. Yeter ki kır çiçeklerini ezmesin, incitmesin en ince duygularını. İsterdi ki derelerinde çırılçıplak yüzsün ama başka diyarlarda soyunmasın. Bedeniyle ve ruhuyla ülke topraklarının tek sahibi olsun. Başka yerlerde gözü olmasın. Bugün bir şarkı dinledim. Öyle bir duygusu vardı ki tıpkı frezya çiçeği gibi narin ve iç gıdıklayıcıydı. Bir kadın duyarlılığında şarkıydı. Bekleyeni dile getiren, yalnızlıktan söz eden, aradığını bulamamaktan dem vuran bir şarkıydı. Bu dert bir kadın yüreğine sığabilirdi ancak. Bir dert ince bir telden bu kadar kırılgan ve hassas çıkabilirdi. Sazın kalın telleri erkekleri anlatırdı. Bu sazın hep ince telleri titremekteydi ve hüzzam şarkılara eşlik etmekteydi. Bu şarkı bir kadını seslendirmekteydi. Bu apaçık belliydi.
Kadın şu sözleri mırıldanmaktaydı: Günün en karanlık saatleri bunlar. Hayat bütün bulanık sularını içime akıtmakta. Bir bardak gibi tıka basa dolmaktayım gecenin bir vakti. Herkes uykuda bir ben aklını oynatmışçasına düşünce duvarlarına tırmanmaktayım. Yine aklımdasın ey sevgili. Yormaktasın beynimi. Başımı yasladığım gece karanlığı saçımı gün aydınlığı beyazlığına boyamakta. Yalnız değilim sen yoksan da yanımda. Kabusumsun, rüyamsın, bölünmüş uykularımsın sen her gece yatağımda. Yine yorgan dağınık, yastık süt dökmüş kedi masumluğunda. Işıklar ters çevrilmiş bir vazonun içinde bir mum ve ha söndü ha sönecek ve benim nefesim tükenecek bir kısık ateş ayarında. Dışarıda tepeler ve ağaçlar kara kartalın pençesine düşmüş küçücük bir tavşan gibi. Biriktirmekteyim yüreğimin kuyularına gökyüzünün karanlığından sızan gölgelerini. Sana gün ağarırken bir günaydın diyebilmek için kendimi yıkamaktayım gecenin karanlıklarıyla. Sen sabah yüzüme sımsıcak öpüşünü kondurduğunda gece nasıl sopsoğuk bir cesede dönüştüğümü bilmeyeceksin. Gece karanlığının bir lahit gibi üzerime nasıl kapandığını hiç bilmeyeceksin.

Devamını Oku
Osman Demircan

Tanrım bu yüreği neden bana verdin? Yine kollarım böğrümde yine acılar içindeyim. Bir tükenmiş kalemim. Yeni sayfalar açsam ne çıkar. Tüm defterlerimde sil baştanlar var. Artık tüm sayfaları ya silmekten ya da yenilemekten sıkılmaktayım. İçimin tükenmişliğinde bir güzel cümle kurabilecek güçte değilim. Ben Tanrının yonttuğu bir mermer heykel miyim? Neden ruhum ve bedenim kaskatı. Neden ruhumu açmaz bir güzellik. Tüm çirkin gözlerin tecavüzüne uğrayan çok güzel bir bedenim. Gözlerin bu yüzden ağlayışlarına inanmam. Tüm gözlerden nefret etmekteyim. Gözlerimi gözler yalnız bıraktığı için. Eller hep uzağımda kaldığı için, hiç melodisi ve sesi çıkmayan bir piyanoyum. Tüm harfleri yanlış yazan bir klavyeyim. Bu yüzden hep yanlış afişler asılır duvarlarıma. O duvarlar ki sımsıcak havalarda bile beni nemleriyle üşütür. O duvarlar ki benim yalnızlığımı anlatır. O duvarlar ki kendime vurduğum setlerdir. Neden ben hep dört duvarlar içindeyim. Sevmek ve sevilmek isterim oysa. Ne yazık ki yürekler küçük; ama kalkıp dağları sevmeye kalkarlar. Bilmezler ki o dağda bir taş bile olamazlar. Baykuşun sevdiği faredir. Beni sevmekten vazgeçsin baykuşlar. Rahat bıraksın beni karanlığın kuşları. Ben ne fareyim ne de bir dağdaki taş. Gitsin küçük mutlulukları doldursunlar yürek kadehlerine. Tüm hayatları boyunca da sarhoş gezsinler. Ne olur benim adımı ezberlemesinler. Tadımı çıkaramayanlar, adımı çıkarmasınlar. Ben yalnızken daha namusluyum. Onların yanında sanki umumi bir tuvaletim. Her gelen pisliğini bana dökmek ister. Sonra gider aynı tuvaletin camisinde tövbe eder. Ben Tanrının deniz kenarında yarattığı bir ülkeyim. Tüm limanlarımda ve iskelelerimde günahtan kaçışlar var. Ne yazık ki tüm günahlarım ters esen bir rüzgarla yine bana gelir. Ağaçlar gibi yaprak döksem ne çıkar. Tüm ırmaklar gibi bulansam ne işe yarar. Tüm kapılarımı zorlar yanlışlar. İçinden çıkılmaz bir vaziyetteyim. Ya yanlışlara kapı açmam lazım ya da bu dünyadan kaçmam lazım. Ey Tanrım kendini benim yerine koy; şimdi benim ne yapmam lazım? Gümüş kadehlere yakışır mı kirli sular. Altın kadehlerde sunulur mu çöpler. Anlamaktayım ki Tanrım yüreğim senin gözünde bir çöp tenekesidir. Çünkü yüreğime layık gördüklerin yüreğimi kirleten şeylerdir. Sonra deme ki ey Tanrım beni niçin temiz kalple sevmezsin. Sen bana güzellikleri layık görmezsen, ben seni nasıl güzel bir yürekle severim söyler misin?

Devamını Oku
Osman Demircan

Boyun bükerler dağ rüzgarlarında çimenler
Ağlarlar bir su dökülmez yanık yüreklerine
Bahtlarına hep gözyaşı düşer o gözlerinden
Mutluluk göremezler boynu bükük çimenler

Ah çeke çeke yüreklerine bir serinlik girmez

Devamını Oku
Osman Demircan

Kelepçeye ne gerek var. Elim kolum bağlı. Ben yalnızlığa mahkumum. Sen olsan olsan bir gardiyan olursun. Oysa ben bütün zincirleri kırmak isterim. Sen ise sadece hapsetmek istersin beni senin zindan gibi karanlık dünyana. Senin kapasiten budur. Bir mum yaksam karanlığı yok etmek için, rüzgar olursun. Yağmur olursun kara kışta penceremi tıklatırsın. Ben içerde donarım. Anla artık yan yana iki dağ gibiyiz. Aramızda derin uçurumlar var. Bir yol gibiyiz, keskin virajlarla dolu. Bir şehriz, benim semtime uçak uğramaz. Sen ise havalı havalı dolanırsın granit taşlar üzerinde. Sen bir mendilsin çeyiz sandığında, ben de bir mendilim cenaze töreninde. İki ülkeyiz sınır sorunları olan. Ne kadar sınırları zorlasak, o kadar aramızda savaş çıkar. Barışık yaşayamayız bu yüzden. Bir ovayız, aramızdan nehir geçer. Su gibi aksa da zaman, birbirimize kavuşamayız. Ne zaman aramıza bir köprü kursak, hep intiharlarıyla göndeme gelir. Geç öğrenene aptal denir. Geç öğrendim senin ayrı bir dünya olduğunu. Senin dünya görüşüne göre benim hiç önemim yok. Önemli olan aşkımız dersin. Oysa aşkı bu ifade bitirir hiç bilmezsin. Beni hiçe sayarak sevebileceğini sanırsın. Aşkı benim önüme geçirirsin. Aşk yan yana yürümektir oysa. Sen yine beni suçlarsın. Aklımı alıp sonra beni düşüncesizlikle suçlarsın. Aklı olmayanın düşüncesi de olmaz bunu bilmez misin? Şimdi ne kadar kafama vursam azdır. Seni baş tacı ettiğim için. Seni başımın üzerine çıkararak, başıma bela ettiğim için. Bir suç ki keskin bir bıçak gibi ortada durur. Ne katil ortadadır ne maktül. Sonra kan gövdeyi götürür. Polis gelir maktülün dantelli kilodunu görür. Bıçağı saplayan el mi suçludur, kiloda danteli ören eller mi, yoksa kilodu gören gözler mi? Sonra polis maktülü alıp götürür. Otopside maktül anadan uryan soyundurulur. Tekrar kesilir ve dikilir. İlk kesen eller mi suçludur, sonradan kesen eller mi? Dantelli kilodun kumaşını kesen, neyi kimden korumuştur. Maktül hem tecavüze uğramış hem de öldürülmüştür. Maktülün dantelli kilodu çöplükte bulunmuştur ama katil bir türlü bulunmamıştır. Katil çok temiz bir iş yapmıştır. Ölen olur kalan sağlar bizimdir misali bir durum söz konusu olmuştur. Katil aramızda dolaşırken, maktül mezarda çürümüştür. Bir aşk ki bıçak gibi keskin. Ya bu aşk beni yaralar ya da seni öldürür. Bizim ilişkimiz kanla biter. Ne bu aşk beni yaralasın sen suçlu ol ne de bu aşk seni öldürsün ben katil olayım. Bırak ayrı yaşayalım. İki cenaze gibi yan yana durup milleti ağlatacağımıza, iki göz gibi yan yana durup halimize ağlayalım. İki gözün gözyaşlarının aktığı yolların ayrı olması gibi biz de üzülmemize rağmen yollarımızı ayıralım. Yeni bir hayata göz kırpalım. Bir cep telefonu çalınan da üzülür, çalınan hayatların mağdurları da üzülür. Bu iki üzüntünün adı aynı olsa da derecesi farklıdır. Sen cep telofonun çalındığı için üzülürsün. Ben hayatımı çaldığın için üzülürüm. Sen o telefonu bulsan da artık beni bir daha arayamazsın. Üzüntü farkıyla yollarımız ayrı düşmüştür. Senin cep telefonunda benim eski numaram olsa da, yeni numaramın son rakamları kapı numaramın sayıları olmuştur. Sana kapıları kapadığıma göre, beni aradığında telefonu niçin açayım sana. Elimin değdiği her yerden, elimin tersiyle seni kovmuşumdur. Şimdi gelip ellerimi öpsen de nafile. Nefret günleri sona ermiş, şeker bayramı olmuştur. Seninle ayrılalı beni çocukça sevinçler bulmuştur.

Devamını Oku
Osman Demircan

Ay gök sofrasında bir tabak tuz
Yayardı yıldızlarını karanlıklara
Çocuklar aç, çocuklar ağlaşmalı
Bütün gök kapıları onlara kapalı

Yıldızlarla ışıl ışıl bütün gökyüzü

Devamını Oku
Osman Demircan

Kumlar kadar dertliyim, çölü gözyaşıyla sulayan biriyim.
Aşkına susayan çöl çiçeğiyim, bir Afrika menekşesiyim.
Yıldızların ışıltısı altında kör karanlık vaktin elemindeyim.
Kuruyan ve ağlayan coğrafyanın büyüttüğü bir bebeğim.

Kum fırtınasının ortasında ağlayan mosmor bir çiçeğim

Devamını Oku
Osman Demircan

Feride'nin bakışlarında martılar çığlık atardı.
Ağlayarak ruhunun derinindeki denize bakardı.
Mehmet'i severdi istese ona dünyayı verirdi.
Gözü gibi kıymetli Alperen'i dünyaya getirirdi.

Kulaklarında çocuk sesleri vardı ürkek, ince

Devamını Oku