motorumun aynasında
güneşin kan kırmızısı, bir yanılgı gibi
akşamın en kırılgan saatinde
ufuk çizgisiyle göz göze geliyorum,
ve biliyorum, hiçbir şehir
bunu tekrar edemez.
"Yaş otuz beş! yolun yarısı eder"
diye başlamıştı bir ömrün yangını Cahit,
oysa çoğumuz henüz sözcük seçerken
yarım kalmış cümleler gibiydik…
bir gövdeye ağır gelen kalp gibi,
bir şiire fazla gelen yalnızlık gibi.
bir akşamüstü yırtığı gibi düşüyor ömrün üstüne zaman
suskun, soğuk ve anlaşılmaz
ne saati geri alabiliyor insan
ne de kalbini ilk çarpışına taşıyabiliyor yeniden
anılardan yapılmış bir harita veriyor sana
sen yürümeye başladığında
dünya biraz daha dengelendi oğlum
çünkü her adımında
benim içimde bir hayat yeniden filizlendi
ve her düşüşünde
ben diz çöküp kendime baktım
Serin…
adını bir meltem gibi taşıdım yüreğimde
göğsümün tam ortasında bir akasya filizi gibi açtın
göğe her bakışımda senin büyüyen gülüşünle
biraz daha insana inandım.
biraz daha hayata.
Senin yokluğunla büyüyen bir zaman var içimde.
Her şeyin yerli yerindeymiş gibi göründüğü, ama hiçbir şeyin yerinde olmadığı bir çağdayım artık.
Gözlerin yok…
Ama bakışların hâlâ duruyor üzerimde, bir duvar saati gibi, hep aynı zamanı gösteriyor:
Benim çocukluğum.
Senin varlığın.
Bazen her şey normalmiş gibi davranıyorum.
Gülüyorum, konuşuyorum, planlar yapıyorum.
Ama hiçbir şey tam değil.
Çünkü sen yokken tam olan ne kaldı ki geriye?
Bazı eksiklikler kelimelerle değil,
suskunlukla anlatılır.
Artık seni her yerde aramıyorum.
Çünkü bazı yokluklar,
bir tür varlık gibi duruyor insanın içinde.
Seninle yaşadıklarım,
bir albüm değil yalnızca;
bir iç ses, bir iç ışık gibi benimle kaldı.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!