Serin…
herkes kırılır bir gün
ama bazıları
kırıldıkları yerden yeniden parlar
çünkü acı
yavaşça büyütür insanı
Yalnızlık, kara bir kuzgun gibi iner
Göğsüme, sessizce, usul usul.
Kanatlarında taşıdığı soğukla
Sarmalar geceyi,
Ve ben, o kanatların altında
Kendimi bulurum,
Bir akşamüstü döküldü sessizce apartmanların
beton saçaklarından çocukluk anılarım.
Bir çınar gölgesinde saklambaç oynardık eskiden
kimse saklanmazdı aslında,
herkes bulunmayı beklerdi.
Motorun sırtında, yolun teninde,
Güneş denize düşerken, bir nar tanesi gibi parlayan,
yakamozlara bürünen suyun üstüne.
Ve ansızın... Burnumda: Tuz, iyot, eski tahta iskele,
Çocukluğumun kayalıklarına sinmiş o keskin, ıslak nefes.
Yüzümde: Serin bir dokunuş, alnımdaki teri silen,
kendini zamandan söküp atan bir adamdın,
bir sigaranın ucunda unuturken beni,
çayı demleyip hayata küsmeyi alışkanlık ettin,
ben seni severken sen kendini terk ettin.
şimdi o terk kimde kaldı, kimde yankı?
çocukluğumu ayak ucunda ezdin baba,
Hiçliğin kıyısında unuttum seni
adını ağzımdan düşürürken
dilime acı bir küfür gibi yapıştı son hecen
zamanın rüzgârı, tenimde cam kırığıydı
her sabah gözlerimi açarken
bir mezarın içinden doğruluyordum sanki
Sen gittikten sonra
zamanın ne yüzü kaldı bana,
ne de sesi…
Dakikalar kördü,
saatler sağır…
Yalnızca içimde çalan
Senden sonra ne kaldıysa
adını bile unuttu rüzgâr
pencerelerde birikirken paslı yalnızlık
zaman, kalbimi susarak geçip gitti
bir çığlığın en içli yerinden
düştü gece…
bir gün dedin ki bana:
“neden gökyüzü bu kadar yüksek?”
orada kaldım.
bir babanın susması
bazen bütün filozofların konuşmasından
daha ağır gelir.
Serin…
her şey geçer.
yaz, sonbahara,
gülüş, suskunluğa,
çocukluk, ergenliğe…
ve bir gün ben de geçerim bu dünyadan
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!