Hakk (=gerçeklik) tutkusu olamayanların ilme (= bilgi) sevgi ve saygısı olamaz. İlme sahip çıkılmayan yerde de adaletin sağlanması mümkün değildir. Adaletin olmadığı yerde de nizam olması mumkün değildir. Hakk, ilm ve adl kavramnlarini işte böyle birbirine sıkı sıkaya bağlı kavramlar olarak algılıyoruz.
Bilgi (ilm) .->>>>>>>> Adalet (=adl) ...../\..............................\/ Gerçeklik (= hakk) .......Mizan (= denge, nizam)
(Sekil 1.1 Hakk, ilm ve adl kavramlari arasindaki baglantilar)
İslam’da ilmin çok değerli bir kazanç olduğu aşağıdaki ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır: 3/18,22/54,6/80,7/89,65/12,20/114,35/028
İslam’da bilgiye, öğrenmeye ve düşünmeye verilen önem, aslında insana verilen önemin göstergesidir. Hz. Peygamber(s.a.) Kur’an vasıtasıyla müslamanlara ilmin önemini, öğrenmeyi ve düşünmeyi öğretmiştir, müslümanlarda miladi 8-12 yüzyıllarda matematik, tıp, fizik, kimya ve astronominin temeli sayılabilicek çalışmalarla hristiyan ve yahudilere tabiat hakkında nasıl düşünüleceğini öğretmişlerdir. Ancak ne yazik ki, daha sonradan müslümanlar kendi geliştirdikleri araştırma metodolojisini(sistamatik deney, gözlem ve ölçme sonuclarının matematikle ifadelendirilmesini) kendileri terk etmeye başlamışlardır. Bu ihmal onların kavram sistemindeki bazı bozulmalara paralel olarak oraya çıkmıştır.
Bu tür bozulmadan ilk etkilenen kavramlardan biri ilm kavramı olmuşutur. İslam tarihinde ilm kelimesi, yaklaşık 11. yuzyilda kelamcılar tarafından “ilmud-din” (= din ilmi) şeklinde bir isim tamlaması içinde kullanılmaya başlanmıştır. Buradan hareketle daha sonraları ilm kavramı, “din ilmi” ve “dünya ilmi” şeklinde kesin bir bölünmeye kadar gitmiştir. Halbuki böyle bir isim tamlamasını ne Ku’randa ne hadislerde göremiyoruz. Böylece, Kur’andaki bütünleyici ve birleştirici ilm kavramına karşılık bügün biz ikiye bölünmüş bir ilm kavramına sahip duruma gelmiş bulunuyoruz.
Bu bölünmüş ilm kavramının sonucu olarak laiklik, yani “din ve dünya işlerini birbirinden ayırma” İslam tarihinde 12. yuzyılda müslümanların düşünce ve eğitim hayatına girmeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak da felsefe, fizik, kimya, astronomi, matematik ve biyoloji gibi araştırma konuları, din ilmi olmadığı gerekçesiyle, medereselerin eğitim programı dışında bırakılmıştır. Ne gariptir ki, bu kavramsal bölünmeyi yapan ve savunan kelamcılar BU YOLLA ISLAM’A HİZMET ETTİKLERİNİ SANMIŞLARDIR. Ancak yetiştirdikleri müslüman insan tipi, Allah’ın yarattığı şeyleri nasıl yaratmış, şekillendirmiş, duzenlemiş ve oluşuturmuş olduğu gibi konularla, yani özet olarak gerçekliğin onemli bir kısmıyla ilgilenmeyen bir insan tipi olmuştur.
Müslümanlar eğer yeryüzünde Allah’ın kulları gibi davranmak istiyorlarsa her şeyden önce 'ilm' kavramını kendi aslı boyutları içinde görmelidirler. Sonra da bilgisizliğe karşı bir kampanya, hatta savaş ilan etmelidirler. Ancak bu savaş ezberlemeye yönelik değil, arastırmaya, öğrenmeye ve düşünmeye yonelik olmalıdır. Şu halde şimdi ilk görev yeniden bakmayı, görmeyi, oğrenmeyi ve düşünmeyi öğrenmek olmalıdır.
Kaynak: Şakir KOCABAŞ “İslam’da Bilginin Temelleri”.1997, Iz Yayıncılık. S.14-20.
Hakk (=gerçeklik) tutkusu olamayanların ilme (= bilgi) sevgi ve saygısı olamaz. İlme sahip çıkılmayan yerde de adaletin sağlanması mümkün değildir. Adaletin olmadığı yerde de nizam olması mumkün değildir. Hakk, ilm ve adl kavramnlarini işte böyle birbirine sıkı sıkaya bağlı kavramlar olarak algılıyoruz.
Bilgi (ilm) .->>>>>>>> Adalet (=adl)
...../\..............................\/
Gerçeklik (= hakk) .......Mizan (= denge, nizam)
(Sekil 1.1 Hakk, ilm ve adl kavramlari arasindaki baglantilar)
İslam’da ilmin çok değerli bir kazanç olduğu aşağıdaki ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır:
3/18,22/54,6/80,7/89,65/12,20/114,35/028
İslam’da bilgiye, öğrenmeye ve düşünmeye verilen önem, aslında insana verilen önemin göstergesidir. Hz. Peygamber(s.a.) Kur’an vasıtasıyla müslamanlara ilmin önemini, öğrenmeyi ve düşünmeyi öğretmiştir, müslümanlarda miladi 8-12 yüzyıllarda matematik, tıp, fizik, kimya ve astronominin temeli sayılabilicek çalışmalarla hristiyan ve yahudilere tabiat hakkında nasıl düşünüleceğini öğretmişlerdir. Ancak ne yazik ki, daha sonradan müslümanlar kendi geliştirdikleri araştırma metodolojisini(sistamatik deney, gözlem ve ölçme sonuclarının matematikle ifadelendirilmesini) kendileri terk etmeye başlamışlardır. Bu ihmal onların kavram sistemindeki bazı bozulmalara paralel olarak oraya çıkmıştır.
Bu tür bozulmadan ilk etkilenen kavramlardan biri ilm kavramı olmuşutur. İslam tarihinde ilm kelimesi, yaklaşık 11. yuzyilda kelamcılar tarafından “ilmud-din” (= din ilmi) şeklinde bir isim tamlaması içinde kullanılmaya başlanmıştır. Buradan hareketle daha sonraları ilm kavramı, “din ilmi” ve “dünya ilmi” şeklinde kesin bir bölünmeye kadar gitmiştir. Halbuki böyle bir isim tamlamasını ne Ku’randa ne hadislerde göremiyoruz. Böylece, Kur’andaki bütünleyici ve birleştirici ilm kavramına karşılık bügün biz ikiye bölünmüş bir ilm kavramına sahip duruma gelmiş bulunuyoruz.
Bu bölünmüş ilm kavramının sonucu olarak laiklik, yani “din ve dünya işlerini birbirinden ayırma” İslam tarihinde 12. yuzyılda müslümanların düşünce ve eğitim hayatına girmeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak da felsefe, fizik, kimya, astronomi, matematik ve biyoloji gibi araştırma konuları, din ilmi olmadığı gerekçesiyle, medereselerin eğitim programı dışında bırakılmıştır. Ne gariptir ki, bu kavramsal bölünmeyi yapan ve savunan kelamcılar BU YOLLA ISLAM’A HİZMET ETTİKLERİNİ SANMIŞLARDIR. Ancak yetiştirdikleri müslüman insan tipi, Allah’ın yarattığı şeyleri nasıl yaratmış, şekillendirmiş, duzenlemiş ve oluşuturmuş olduğu gibi konularla, yani özet olarak gerçekliğin onemli bir kısmıyla ilgilenmeyen bir insan tipi olmuştur.
Müslümanlar eğer yeryüzünde Allah’ın kulları gibi davranmak istiyorlarsa her şeyden önce 'ilm' kavramını kendi aslı boyutları içinde görmelidirler. Sonra da bilgisizliğe karşı bir kampanya, hatta savaş ilan etmelidirler. Ancak bu savaş ezberlemeye yönelik değil, arastırmaya, öğrenmeye ve düşünmeye yonelik olmalıdır. Şu halde şimdi ilk görev yeniden bakmayı, görmeyi, oğrenmeyi ve düşünmeyi öğrenmek olmalıdır.
Kaynak:
Şakir KOCABAŞ “İslam’da Bilginin Temelleri”.1997, Iz Yayıncılık. S.14-20.