yüreği sarmış bir gam ile keder,
yaralanmış bağrıma düşer bin alem,
susarım,
ben çıkar içimden.
konuşurum,
ben olur beden,
Kim sever ki ölümü gidenin götürdüğü hatıralar yüzünden, kim sever ki ölümü kalanların gidene teslim ettiği hayalleri yüzünden. Giden de isteyerek gitmez ki bıraktığı hayalleri, dokunamadığı sevdikleri var iken daha dünyada. Kim bilir belki de bir gün ölümsüzlüğü deneyimleyecek insan o zaman ne yapacak merak ediyorum.
50 yıllık yaşantısının 20 yılı çocukluk olsa 30 yılda yaşadığı ve yaşattığı ve kaybettiği ve yitirdiği ve üzdüğü, kırdığı, dağıttığı, başaramadığını sandığı onca şeyi sonsuzluğun içinde nasıl deneyimleyecek... Ben ölüm dediğimde ruhumun değil bedenimin terki diyar hallerine bakıp sesleniyorum asıl doğumu bildiğim için yüz yıllık ömürler hayalinde değilim.
Tek derdim, kaldığım sürede dünya üzerinde ki düzeni bozukluğa zerrede olsa dokunmak, birine göre devrim yapmak, diğerine göre derviş olmak, birine göre aşk, diğerine göre sevgi, bir diğerine göre aymaz bir adam olmak ama hepsinde bir ışık yakıp, bir pencere açıp, bir ışık gösterip öyle gitmektir.
Ne ölümündeyim hayatın, ne de doğumunda.
Mevlana gibi Şeb-i Arûz yaşıyor alemi cihan. Benim ölümüme dünya halkları müzikleri ile eşlik etmeli. Dünyaya gelişim bir nedenden ise gidişimde o nedenin son bulmasındandır.
Ölümü kabullenmek mi zor geliyor oluş şeklini mi? İlk nefesi aldığında, son nefesini vereceğin belli değil miydi? Neden böyle öfke duyarsın ölüme.
Toprağa dönerim, çünkü kaynağımdır,
Dönüş, bir varış değil, zaten hep oradaydım.
Düşmek için yükselmek gerek derler,
Oysa insan hiç yükselmedi ki,
Hep bir çırpınış, hep bir göğe özlem,
Ama ayakları hep çamurda.
Bir yerin enkazını kaldırmadan, başka bir yerde temel atmak zor iş.
Çünkü bazen insan, kendi yıkıntılarının içinde o kadar uzun süre kalır ki...
Yeni bir pencere açmayı unutacak kadar alışır karanlığa.
Dış kapıyı tamir etmekle geçer yıllar, oysa içinde bir masa kurmak ister.
Ama her seferinde bir gıcırtı duyar eski tahtalarda ve geri döner.
Üstelik ne zaman uzaklaşsa, geride bıraktığı eksiklikler suçluluk gibi yapışır yakasına.
Adımın yazıldığı kimlik ile kilitledim yüreğimi bu coğrafyaya oysa ben dünyaya gelmiştim her toprak vatanımdı yaşamı parsellemişler isimler koymuşlar ülke demişler, vatan demişler, sınırlar çizmişler, hem gitmemi yasaklamışlar hemde yaşamayı, Oysa dünya bütün çocuklar içindi ve çocuklar dünyaya geliyorlar ülkelere değil. Özgür bırakmak gerek çocukları, Adı dünya olan gezegende,
bazen öyle derinliklerden bir çığlık kopuveriyor içimden,
sadece gözlerimde dile geliyor,
söylenememiş tüm sözler,
varılamamış tüm anlar,
hissedilememiş tenler,
çekilememiş tüm nefesler,
Ne düşünüyordu hayat hakkımda bilemedim, bir yola çıktım yolcusu farklı idi, yola çıkaranı farklı. Yolun bittiği yere getireni farklıydı, götüreni de. Durdum, bekleyenimde farklı, bekletenimde. Şimdi nereye dönsem geldiğim kadar sessizlik, kaldığım kadar yalnızlık, düşlediğim kadar BEN’sizlik hakim zamANa…
Bulutlardan
hayvanlar çizerdim bahçeme,
yüreğimi
pazar yerlerinde satışa çıkartırdım
okkası kırk kuruştan
kırk yıl hatırı sayılır dostlar aşkına.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!