yine
ıssız bir gemideyim
belki de gemi kalabalık
ıssızlığı ben yaşıyorum
fora edilmiş hasretinle
meğer aradığım aşk imiş,
ten o aşkı taşıyan kap imiş,
kabı doldurdukça taşıveriyor sevgin,
ey yüce olan,
varlığınla dolup taşmakta bu can,
şimdi anlamakta bu yürek seni
ya ben pencereden düştüm
yada ak mermerin sultasına yatıyor
menekşenin mor yaprağı
üşümekten moraran tenler misali.
ölüm kol geziyor
ben,
uzakların sesi,
toprağın henüz su almış hali...
kokuyorum,
kendi düşlerimdeki temizliğime inat.
Sözün özünü dinlerken yangınlar yükselir içimde,
hayata karşı boynumuz dik;
yüreğimiz gökyüzü gibi
sınırı olmayan bir mavi
ile kaplanır
susmuş duvarlar
birtek
parmaklılar konuşur rüzgarın
iniltisinde
ranzam konuşur
zincirlerim konuşur
ah dinini imanını paraya bulamış olan,
bari diktiğin binanın üzerine yazma
mülk Allahındır diye,
ne gaflettir ki
inanmaktasın bu söze,
büyük ve yaldızlı harflerle yazmaktasın
Bilemiyorum
neler yaşar bu yürek
neler taşır
nasıl yanar
nasıl taşar
nasıl anlamsız kalır
Hayat, iki nefes, iki cümle, iki dua, iki söz, iki tarih arasında yaşanıp giden yaşanmışlıkların, acılar ve sevinçlerle çarpılıp ortaya bizi çıkardığı garip bir yol hikayesidir aslında.
Bizim de yol hikayelerimiz var, kendimizi bulmak için çıktığımız. En çok aklımızda kalan acıların toplamı olmuştur. Bu tüm insanlarda ortalama aynı sonucu veriyor. Nedense mutluluklarımızın çarpanı her zaman daha küçük bir değer oluşturuyor, acılarımızın çarpanından. Oysa ikisi de aynı değeri ihtiva ediyor yaşantımızda.
Çarpanlarımzın, mutluluk katsayımızla bize huzur getirmesini istemekten başka çaremiz yok Öğretilmiş Çaresizliklerimizin içinde.
Ben sana mutluluğun resmini çizemem Sevgili, yalnız seninle mutluluğun kendisi olmayı öğrenebilirim.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!