Mutfakta çalışırken setin önünde durduğum yer genelde aynıdır. Aynı noktada dikilmek için bir çaba sarfetmiyorum ama, nasıl oluyorsa hep aynı noktada duruyorum. Bulaşık yıkarken, salata yaparken, bulaşık makinesini doldururken ve boşaltırken hep aynı yere basıyor ayaklarım. Bir tencere sarma mı yapacağım, yine ayaktayım ve aşağı- yukarı aynı yerdeyim. Alışkanlık işte.....
Salonda oturduğum yer de hep aynıdır. Kimseye vermem yerimi. Eğer gelen misafirlerden biri yerime oturursa; bütün misafirperver görüntümü takınır, nazik bir ifadeyle, “ Orada rahat edemezsiniz, şöyle buyrun lütfen! ” diyerek kaldırırım yerimden, başka yere oturturum... Söylemesi biraz ayıp oldu belki ama, gerçek bu.
İşte mutfakta genelde hep aynı yerde durarak iş yaparken, şu soğuk günlerde ayağım üşüyor. Ayaklarım değil, a – ya - ğım üşüyor. Her ne hikmetse sol ayağım üşüyor sadece. Mutfakta kalorifer peteği yok. Mutfağın salona açılan kapısından gelen sıcaklık, mutfağı yeteri kadar ısıtmıyor çok soğuklarda. Sol ayağım sızlıyor üşümekten. Allah Allah! Bir türlü çözemiyorum nedenini. Neden sağ ayağım üşümüyor da sol ayağım üşüyor?
Tv’de çok sayıda rakibim var. Onlarla nasıl başedeceğimi bilemiyorum. Onların, varlığımdan bile haberleri yok aslında. Ve bu kişiler o nedenle hiç farkında değiller rakibim olduklarının.
Şimdi gelelim tv’deki rakiplerime: Yaşı - yuvarlak hesap - elliye gelmiş, ağaran saçlarını boyalarla örten, gençliğini ve bir zamanlar birazcık var olan güzelliğini çoktan kaybetmeye başlamış bir kadınım ben. Böyle bir kadının tv’deki rakipleri kimler olabilir dersiniz? Elbette ki tv’deki o güzelim mankenler, şarkıcılar, sunucular ve bize “sanatçı” diye sunulan güzel bayanlar.....Güzelliğinden başka bir özelliği olmayan bazı şarkıcılar, vücutlarını sergileyen ama program yaptıklarını zanneden güzel bayanlar, bir moda dergisinin kapağından fırlamışçasına şık, ekranda salınan, sunduğu programa ait yalnızca bir- iki cümle kurmayı başarabilen konuşma özürlü ama çok güzel sunucu bayanlar...Tabi bunların yanında hem çok güzel hem de yaptıkları işte çok başarılı olan az sayıda güzel bayan. Bunlar her gün bizim evimizde, üstelik de eşimin karşısında.......Bu güzel bayanlar işte, benim rakiplerim.
Bunları izlerken, daha doğrusu eşim izlerken, kendimi çok kötü hissediyorum.Bir kendime bakıyorum, bir onlara.Her birinin boyları- posları yerinde. Vücutları düzgün. Dekolteleri, yürekleri hoplatıyor. (Bu son cümle bana ait değil. Çünkü bir bayan olarak, benim yüreğimi hoplatmaları olanaksız.) Saç, yüz, vücut bakımı, makyaj, estetik ameliyat gibi takviyelerle diyeyim, her biri huri kadar güzel. Onlarla benzer noktalarımız hiç yok gibi. Hani bir Amerikan bilmecesi vardır; “Fille maydanoz arasında nasıl bir benzerlik var? ” diye......Benim onlarla benzerliğim, maydanozun fille olan benzerliği kadar....Düşünsenize bir, eşim bu güzelleri izliyor tv’de. Hangi kanalı açsa, yürek hoplatan bir afet karşısında. Kimi sunucu, kimi şarkıcı, kimi program konuğu bir manken. Haberlerde bile hep güzel bayanlar.....Bir turizm haberinde bikinili, hatta üstsüz bir güzel.....Göğüs kanseriyle ilgili bir gelişme haberinde yine dolgun göğüslü, açık- saçık giyinmiş bir bayan......Tanıtımı yapılan bir araba haberinde bile, arabadan çok tanıtımı yapan güzeller ekranda.......Yani elini sallasan tv’de, bir güzel bayana çarpıyor.
*Güzellik on, gerisi don.
*Ölümden haberi olmayan, bayılmaya razı olmaz.
*Acemi nalbant işiNİ, gâvur eşeğinde öğrenir.
*Acıkan yanağından, susayan dudağından belli olur.
*Acırsan şehirli sığırına acı; tok gider, aç gelir.
*Acı soğan yiyen, ağzının kokusundan belli olur.
Komşumuz Fatma Nine bana dert yanıyor:
Geçen gün, bi Bolu’ya gidim dedim. Gezmeye değil, dokdura. Gezmek bana haram. Şu dünyanın sefasını süremedim bicik(bir defacık) , una yanarın. Bacaklamı dokdura bi gösderin dedim. Bacaklamın ârısından gece uykum yok, gündüz durağım yok. Hay keşke bacaklam gırılaydı da gitmeyeydim. Bolu’ya gidim deyen dillem (dilim) dutulaydı. Bolu’ya gittiğime gideceme köpekleden pişman odum.
Zaten amcanızdan zorunan izin adım. Merhemetsiz herif! ........ “Hastayın, dokdura gidecen” deyon, duymazdan geliyo. Lâf gavutleyo(araya başka lâf katıyor) . İşine gelen şeyi ne gözel duya. İşine gemeyeni duymaz, gulakları eşitmeyiverir. Eşitmediğinden del(değil) hınzıllığından. Töbe töbe, a’zımı bozdum. Günaha giriyon bu adamın yüzünden.Mubalı(vebali) unun boynuna osun.
Mektubumu herkeş okumeyomuş
Şiir sitesi bu, bilibatırın (biliyorum)
Elimden her bi şey gelir çok şükür
İşte size şiir yazıbatırın.
Her gelen gün, tokat atıp gidiyo
Bahallıya aldım mor badılcanı
Bülleyip gözelce dolava godum
Bolbazarı günü bişirecedim
Töbele töbesi unudagodum.
Eplemguçdan düştü hıra yanımız
Evli çiftlerin(bizim yöredeki) nasıl piknik yaptıklarını anlatayım size. Örneğin Ayşe Hanımlar’ın gittiği bir pikniğin hikâyesini:
Piknik yerine varınca hanımlar için hummalı bir çalışma başlar. Masalar açılır, örtüleri örtülür. Olan kabı kacağı, yiyecekleri çıkartırlar. Başlarlar salatayı yapmaya. Bir hanım soğanları soyar, bir diğeri domatesleri doğrar, bir üçüncüsü salatalıkları. Erkekler çoktan dinlenmeye geçmiştir. Ohhhh! ....... Ayşe Hanım’ın eşi (Örneğin Osman diyelim) hariç. O mangalı yakar, etleri hazırlar, pişirir. Ama diğer erkekler genelde hanımları el ulağı olarak kullanırlar. İstekleri hiç bitmez. Biri susar, diğeri konuşur. İkide bir şöyle derler, yani erkekler:
- Hamiyet! Kömür nerde? Biraz daha kömür koyalım mangala.
- Tutuşmadı bu mangal. Gazete kâğıdı verin de kömürü tutuşturayım. (Gazeteyi veren, kömürü de tutuşturur.)
- Birkaç kozalak olsa, kömürler hemen tutuşacak. (Akıl vereceğine kalk, topla.)
Çık kalbimden!
Fazla gelmeye başladı ağırlığın.
Çoğu günler
Sebepsiz ağladığın
O zavallı gözler,
Şikâyetçi halinden.
Nerden aklıma geldi ben de bilmiyorum; bir gün durup dururken boyama kursuna gitmeye karar verdim.Hem de en az otuz yıldır elime hiç sulu boya fırçası bile almadığım, çöp adamdan başka resim yapmayı beceremediğim halde kalkıştım bu işe.” Eşeğine bakmaz da, Hasan Dağı’na oduna gider, “misali...Üstelik orada neyi, ne ile boyayacağımı, nasıl boyayacağımı hiç düşünmeden.
İlk gün kursa gitmek üzere büyük bir hevesle çıktım evden.Lâkin, kursa gider gibi değil de bakkala ekmek almaya gider gibiyim.Alet, edevat olmadan yani. Omzumda çantam var ama içinde, kursta kullanabileceğim hiçbir şey yok. Oysa büyüklerimiz, “ Unun yoksa bazlamaya, yağın yoksa gözlemeye özenme,” demişler.Benim yaptığım da bu işte.Deftersiz, kalemsiz okula giden öğrenci gibiyim.Yalnız aylar önce işte öylesine aldığım kaba saba, boyamaya hazır iki tepsi var elimde.Kontrplak mı ne, öyle bir şeyden yapılmış.
Sınıfa (Herhalde “sınıf” demem gerekiyor.) girdim.Tüm gözler bana çevrildi.Herkesi selâmladım.Bana çevrilen o gözlerin sahiplerinden hiç biri yaşıtım değil.Ben, torun sahibi, yetişkin - hatta biraz fazla yetişkin – bir kadınım.Kurstakilerin çoğu, çocuk diyebileceğim kadar genç.Hatta birkaçı, emekli olduğum okuldan öğrencim.Kuzularla kırpılacağım sizin anlayacağınız.
Sen gelince
Bir güvercin sürüsü
Uçuşur gözlerimde
Biri iner, biri kalkar / kirpiklerimden.
Eteklerinde kırmızı karanfilleriyle
Ayağını suya değdiren bir dağ
Merhaba Kamuran Hanım,
nasılsınız. Epeydir görüşmeyiz. Doğrusu merak ettim sizi.
Sağlık ve afiyette olmanız dileğimdir.
Sevgiyle ve sağlıkla kalmanız temennilerimle saygılar sunarım.