Bir seher vakti
- daha kurt kuş uykudayken -
Anadolu’nun bereketli bir tarlasında
Kınalı elleriyle çapa yaparken anam
Çatladı tohum, yırtıldı kabuk...
Çilekeş anamın dağları titreten sevinçli haykırışıyla
- Deneme, öykü türü yazı yazmam konusunda beni yüreklendiren dost şair Sayın Haldun Hakman'a sevgiyle.-
Bir haftadır eşim rahatsız, üzerinize afiyet.Aniden beli tutuldu.Günlerdir hareket güçlüğü çekiyor.Bu gidişle daha da çekecek.Çünkü ilâç kullanmıyor.Doktora da gitmedi.Neden mi? Neden olacak; doktor fobisi, ilâç fobisi yüzünden.Hadi doktor korkusunu anlarım da, ilâçtan da mı korkulur? ...”Ölümden haberi olmayan, bayılmaya razı olmazmış,” derler ya, aynen öyle. İyi ki kadın olmamış, çocuk falan doğuramazmış.
Günlerdir yalvarıyorum, tedaviye yönelik birşeyler yapması için; yok, yapmıyor.Kendi kendine geçmesini bekliyor rahatsızlığının.Daha çok bekler.” Dünya duayla, elek sıvayla,” demişler. Ama siz gelin bunu eşime anlatın.
Aldın omuzuna hatıraları
Yükün ağır / yolun uzun
İşte gidiyorsun.
Geçmişin
Bir yün yumağı olmuş bakışlarında,
Bir ucu bende / düğümü sende,
Sevgilim! Ölümden korkmamın sebebi sensin.
Yoksa ölüm / umurumda olmaz ki benim!
Zararı yok / yarım kalsa da şiirlerim,
Bir yıldız gibi kayıp gitmenin,
Unutulmuş bir şarkı olmanın dudaklarda,
Benim için zerrece yok önemi.
Bir yıl kadar önceydi.Öğleye doğru telefonum çaldı. Arayan yakın bir komşumdu: “ Kâmuran! Biz çiftlikteyiz. Sabahleyin biz gelirken sen yürüyüşe gidiyordun, o nedenle sana haber veremedim. Hadi çabuk gel! Seni bekliyoruz.” dedi ve kapattı telefonu. Arkadan bayan sesleri geliyordu telefonda. Demek bizim arkadaşlar hep orada. Sağolsunlar, beni unutmamışlar, gitmemi istiyorlar.
Bir sevindim ki sormayın. Çünkü birkaç gündür yorgunum. Dokuz körün bir değneği gibi, herkesin işine koşmaktan bitap düştüm. Dinlenmeye çok ihtiyacım var. Şöyle bir piknik ne güzel olacak! Kimbilir kimler var çiftlikte. Ne zaman ayarladılar bu pikniği, hayret doğrusu. Hıdırelleze üç gün var daha. Hıdırellezi galiba bugünden kutlayacaklar bizim arkadaşlar. Yani şu kadın milleti bir âlem. Gece rüyanızda mı gördünüz? Daha dün hiç piknik miknik lâfı yoktu; ne ara düzenlediniz bu pikniği, nasıl haberleştiniz çarçabuk! “ Kadına gökte düğün var demişler, merdiven nerde demiş.” diye bir atasözü var; ne kadar doğru. Gezmek olunca nasıl da toplanıverirler çarçabuk.Hava da bir sıcak ki, tam piknik havası; sanki temmuz. Oysa Mayısın başı henüz.....
Acele etmeliyim. Arkadaşları bekletmek olmaz. İyi de eli boş gidilmez ki pikniğe. Arkadaşlar nasıl olsa bir şeyler hazırlamışlardır ama benim de hazırlık yapmam gerek. Acaba ne yapsam ne yapsam? Hiç de birşey hazırlayacak halim yok ama yapmasam olmaz. Neden derseniz; “ Size gidelim yiyelim içelim, bize gelelim gülüp oynayalım.” misali olur sonra........Vakit de öğle olmak üzere. Bu saatten sonra ne yapılır! Ne yapacağını düşün, hazırla, atla arabaya git çiftliğe derken, neredeyse dönme vakti gelir.
- Yazılarınızda gerekebilir düşüncesiyle....-
. Ağa güçlü olunca, kul suçlu olur.
. Adam kıtlığında keçiye “Abdurrahman Çelebi” derler.
· Adam sandık eşeği, çifte serdik döşeği.
-Zıııııırrr! (Bu ses, kapı zili.)
- Buyrun, hoşgeldiniz.
-Hoşbulduk Kâmuran Abla.
- Şöyle buyrun.(Oturmak için yani.)
- Nasılsın Müjgân?
- İyiyim Kâmuran Abla. Siz nasılsınız Kâmuran Abla?
- Sevgili Sude Son'un isteği üzerine aşağıdaki yazımı antoloji'ye gönderiyorum. Denenem, kendisine ithafımdır.-
Zaman zaman gazetelerde, kadın haklarına yönelik yeni çalışmaların veya yeni düzenlemelerin yapılacağına dair haberler okurum. Ya da televizyonda dinlerim. “ Kadınlara yeni ekonomik ve sosyal haklar verilecektir. Kadın hakları korunacaktır, vs.” Bu konu ile ilgili haberlere hiç ama hiç sevinmem. Hatta bu haberlere sinirlenir, kendi kendime söylenirim.
Bu haberler bana havanda su dövmek gibi gelir, ya da su üstüne yazı yazmak. Çünkü bir tasarı halinde olan bu çalışmaların ya kâğıt üzerinde ya da karar aşamasında kalacağını bilirim. Yaşadığım tecrübelerle sabittir bu. Kadın hakları için çalışacaklarını söyleyip, Kadın Haklarından Sorumlu Bakanlık kuranlar, bu bakanlığın başına getirecek bir kadın milletvekili bulamazlar, tutarlar, bir erkek milletvekilini kadın haklarında sorumlu bakan yaparlar. Seçimlerde kadın milletvekili adaylarını seçilemeyecek sıralara koyarlar. Bu durumda siz inanabilir misiniz ilgililerin kadınlara yeni haklar vermekte samimi olduklarına?
Bildiğim bir şey daha vardır; o da biz kadınların, bu hakları almaya henüz hazır olmadığımız, çoğumuzun kaderci olduğumuz, kendimizi bildiğimiz andan itibaren erkeklerin gerisinde kalmaya razı olduğumuz gerçeğidir. Biz kadınlar bu hakları almak için çaba sarfetmezsek veya verilmiş olan haklarımızı kullanmayı bilmezsek, başkaları bizim için hiçbir şey yapamaz. Zaten kimsenin de bir şey yaptığı yok. Biz kadınların da aslında hak falan istediğimiz yok. Çoğumuz ezildiğimizin farkında bile değiliz. Törelerimizi, geleneklerimizi sürdürmek adına, hele hele “ Elalem ne der! ” korkusuyla geri planda kalmayı sürdürüp gidiyoruz. Nereden mi bu sonucuna vardım? Anlatayım:
Televizyonda izlediğim bir programda bir köylü kadına “ Kocanız sizi döver mi? ” diye sordular. Ne cevap verse beğenirsiniz? Aynen şöyle: “ Kocam değil mi? Döver de, sever de...Bir başka kadın da; “ Kocam beni hiç dövmedi. Bir kabahatim olsaydı döverdi.” diye yanıtladı aynı soruyu. Yani bir suç işlemediği için koca dayağı yememiş. Eğer suç işleseymiş, kocası elbette dövermiş. Böyle düşünen bir kadının nesine kadın hakları?
Eşinden dayak yemeyi kendisine yakıştırabilen, bundan şikâyeti olmayan bir kadına ne hakkı vereceksiniz ki! O, kendine yapılan haksızlığın farkında bile değil. Çünkü o ailesinden öyle gördü. Babası annesini dövüyordu, onu da kocası dövüyor. Bu duruma yabancı değil. Kendisi ne ilk dayak yiyen kadın, ne de son. Bunu belki de bir gelenek sanıyor, töre sanıyor. Hani derler ya “ Elle gelen düğün bayram.” diye, onun gibi. Kendisi gibi yüzlerce, binlerce kadının dayak yiyor olması; dayak yiyen kadının içine âdeta su serpiyor. Bir yanlışın binlerce kişi tarafından yapılıyor olması, o yanlışı doğru yapabilir mi? Bir şey ya doğrudur, ya da yanlış...Dayağını yediği kocasının onu sevmesi ise, bir lutuf. Karısını severken iyi de, döverken kötü mü? Böyle düşünüyor...
Bir gün annemle kayınvalidem salonda oturmuşlar, sohbet ediyorlar. Ben mutfaktayım ama, konuşmalarını duyabiliyorum. Annem mide ağrılarından yakınıyor.
Dedi ki annem:
- Bugün doktora gittim. Doktor, “teyze, senin safra kesende ya iltihap var, ya taş” dedi...........Sonra devam etti: ” Oysa safra kesem alınalı kaç sene oldu.”........(Gerçekten de yıllar önce kapalı ameliyatla alındı annemin safra kesesi.)
Kayınvalidem sordu:
Çocukluğumda yaşadığım en güzel günlerden biri kaplıcaya gittiğimiz günlerdi. Köyden kalkıp önce Mudurnu’ya, oradan da kaplıcaya gitmek, o zamanlar oldukça külfetliydi. Köyümüzde bir tane bile motorlu taşıt yoktu. Yolculuklar at arabasıyla yapılırdı. Köye çok ender olarak bir motorlu taşıt geldiğinde, çocuklar arabanın arkasından koşarlardı. Allah Allah! Nerden çıkmıştı bu araba? Gelen kimdi? Gelen taşıtlar da jiplerdi. Bazen de pikaplar. Köye gelen araba, herkesin dikkatini çekerdi. İnsanlar pencerelere koşar, gelen arabaya bakarlardı.
Babam jiple köye geldiğinde, çok gururlanırdım. Onun bindiği jipin plakasını bilir, kornasını tanırdım. Herkesin babası jipe binemiyordu. Ama benim babam biniyordu. Panayıra bile bizi jiple götürmüştü. Bu yolculuğun bitmesini hiç istememiştim. Bizim yürüyerek birbuçuk saatte aldığımız yolu, jip yirmi dakikada alıveriyordu. Köyün toprak yolunda ilerlerken, arkasında bir toz bulutu bırakıyordu. N’olur biraz yavaş gitseydi de, daha uzun süre jipe binebilseydim. Şöförü izlerdim devamlı. Ayaklarıyla bir şeylere basıyor, eliyle bir şeyi ileri geri ittirip duruyordu. Bir de direksiyonu çeviriyordu, o kadar. Ne kolaydı. Bunu ben bile yapabilirdim. Şöför olmak ne güzeldi. Acaba kızlardan şöför olur muydu? Eğer olursa, büyüyünce yoksa ben şöför mü olsaydım? Doktor olmaktan vaz mı geçseydim? Herkes at arabasına binerken, ben jipe binerdim o zaman. Arkadaşlarımı bindirmeyi de unutmazdım.
O taşıt kıtlığında jipe binmek, kesinlikle bir ayrıcalıktı. Böylesine motorlu taşıt kıtlığı vardı. İşte o nedenle biz kaplıcaya at arabasıyla giderdik. Senede iki-üç kez ancak gidebildiğimiz kaplıcayı çok severdik. Kadınlar börekler, çörekler, sarmalar,dolmalar, piyazlar (patates salataları) hazırlarlardı. Annelerimiz kaplıcada yiyeceğimiz yumurtaları pişirirken, kabuklarını boyarlardı. Sanırım bunu soğan kabuğu yardımıyla yaparlardı.
Merhaba Kamuran Hanım,
nasılsınız. Epeydir görüşmeyiz. Doğrusu merak ettim sizi.
Sağlık ve afiyette olmanız dileğimdir.
Sevgiyle ve sağlıkla kalmanız temennilerimle saygılar sunarım.