Bilmem nasıl anlatsam sana sevgimi
Bir şiir yeter mi bilmem anlatmaya
Yoksa yeşil gözlerine
Bir yağmur gibi sağnak sağnak yağsam
Daha mı kolay anlatırım
Seni sevdiğimi
hani bazen
uzaktan gelmiş gibi
yorgun düşersin hayattan
elinin ayağının dermanı kesilir
görünce onu
için yanar bir an
Zifiri bir karanlığın ortasında
Tıpkı sen gibi düşündüm ben de
Seni ve sensizliği
Ve binlerce sen geçti yüreğimden
Bir şiir, bir türkü, bir çiçek
Belki de bir radyo programı
Onurlu olmalı aşk
Gururlu olmalı
Onun bize yaptığını
(Biz) Ona yapmamalı…
Aşk olmaz o zaman işte adı
Küçük bir gidişe
bu gece
hayalini almışım karşıma,
mum ışığında
dışarda gece dar
dışarda gece ayaz
mevsimlerden kış mı, bahar mı belli değil
Bir geceydi hatırlıyorum,
-'yüreğin yeter' demiştin bana
Ben yüzümün yetmesini isterken,
Beni sevdiğini söylemiştin,dalgınca
Usulca yüzüne kapatıp ellerimi
Eskiden bir anda söylenemezdi öyle her şey…aşkı önce içinde yaşardın, melankoli ve platonik. Kaçamak bakışlar, uzaktan süzüşler, saçma gülüşler vardı. Sonra araya bir arkadaş girerdi. Ortak olurdu o arkadaş genelde neye ‘ortak’ olacaksa… sanki Aşk şirketi açıyorduk da oda ortak oluyordu aşkımıza… sağlam olmalıydı bu Ortak yoksa ulu orta yerde bağırıverirdi –‘ Ali Ayşeyi seviyor’ diye…
Sonra kıpkırmızı olur kalırdın öylece, silerdin defterden. Doğum gününe çağırmazdın en kötü ihtimal. 07 uç vermezdin yada sınavda kopya, beden eğitimi dersinde aynı takıma almazdın. Ancak bu kadar kötü düşünebilirdin onun hakkında.
Eskiden küçük mutluluklarımız vardı bizim. Bir cikletle bile mutlu olurduk, çekirdek çitlemekle mesela, kantinden alınan tostumuzu ikiye bölmekle, simidimizi,poğacamızı evden annemizin ekmek arası yaptığı peynirmizi yada mahallede salçalı ekmeğimizi, komşunun bahçesine kaçan topumuzu, son defterimizin orta sayfasını…(ben ortayı geçtim demezdik asla)
Günler daha uzundu eskiden, akşam olmak bilmezdi…sanki gün birkaç gün gibiydi. Okuldan çıktıktan sonra bir o kadar daha sokaklardaydık ta ki ezan sesini duyana kadar… bizim jenerasyonda özellikle akşam ezan sesi ortak bir zil sesi gibiydi…herkes duyar duymaz ne oynuyorsa,her neredeyse evin yolunu tutardı,sanki büyülenmiş gibiydik hep kulağımızda o dış ses;
-‘ akşam ezanı okunmadan evde ol’
Eskiden bu kadar hazır değildi yemekler…pizza ve makarnayı sadece İtalyanların yediğini sanırdık. Bize sobanın üzerinde kızartılmış bir dilim ekmek kafiydi, birde sıcacık çorba oldu mu tamamdır. Elma kokusu kaplardı odayı o sobanın üstünden, oda spreyide neydi? o sobanın üzerine geleceğin bilim adamları gibi her şeyi koyar ve dökerdik acaba ne olacak? diye…ya sonrası?
Bazen artıyor yaşama sevincim
Bazen yok oluyor nerden geldiği belirsiz bir rüzgarla sönen mum gibi
Seni her gördüğümde gözlerimdeki hüznün gittiğini hissediyorum
ve korkuyorum tekrar görmenden
ve seni her gördüğümde yüreğimden ağır ağır demir almış bir gemi güneşin battığı yere doğru bir eylül akşamı çıkıyor yola ve bütün hüzünleri taşıyor vagonları her gece son istasyon benmişim gibi içimden kalkan trenler
sen bakınca bir defa yüreğimden kuşlar havalanıyor ve nisana doğru kanat çırpıyor
ne güzel günler yaşamışız oysa
şimdi anlıyor insan,
güneşli bir cumartesi sabahı gibi
yüzün uyanınca…
ne güzelmiş özlemek oysa
bir akşam üstüydü
bir kapı aralığında elimi yüzüne sürdüm
ben üşümüştüm
usulca aldın ellerimi avucunun içine
ısıtmaya çalıştın minik ellerinle
benim yüreğime bir ateş düştü
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!