Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra,
Büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan
Bambaşka denizlere, bambaşka semalara,
Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından?
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra?
Hey trenler, vapurlar beni burdan götürün!
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim
Devamını Oku
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim
Oh Dear Charles ,
en guzel gezinenlerden birisin
mahzun ve avare alemlerinde...
olmeden evvel cennetten haber veren adam..
tipki dedigin gibi '' Ah o yesil cenneti cocuksu sevdalarin ''
İlk sorunuza sanırım eleştirmenin kendisi yanıt vermiş Sevgili Kasapoğlu.
Önce onu alıntılayalım sonra diğer konudaki sorularınıza yanıt vermeye çalışayım..
''Bitmiş, ortaya konmuş bir eseri eleştirmenin, içinde hatalar bulmanın; onu ortaya koymaktan çok daha kolay olduğunu bilmemek mümkün değil. “Eleştirmektense daha iyisini sen yap” şeklinde bir itiraz da çok ifade edilmiştir mutlaka. Ama edebî tenkid'in kalemlerin bileği taşı olduğu da unutulmamalıdır. ''
Yabancı şairleri çevirip çevirmemek konusuna gelince...
Çeviri şiirler konusunu, anlamın kökenleri konusundan hatta mantığın temel ilkelerinden hareketle ele almalı
1. Özdeşlik İlkesi (ayniyyet)
A ancak A dır
2. Çelişmezlik İlkesi
A ya bakıldığında, akıl onun A oluşundan veya olmayışından başka şeyi düşünemez..Yani bu ilke, özdeşlik ilkesinin bir onayıdır. Bir şeyin başka bir şeyle özdeş olduğunu düşünmek çelişkidir; bu nedenle çelişmezlik ilkesine göre bir şey aynı anda hem kendisi hem de başka bir şey olamaz
3. Üçüncü Hâlin Olanaksızlığı İlkesi
A ya bakıldığında -Üçüncü bir seçenek olanaksızdır.- sözüyle ifade edilen akıl ilkesi
4. Yeter-Neden İlkesi
Doğruluğu saptanan bir önermeden doğru sonuçlar çıkar
Bütün bunları edebiyat ve semantik konusuna aktararak kısaca söylersek:Anlamın çıktığı kaynaktaki hali ve niteliği, kayıp yaşanmadan aktarılamaz ve tekrarlanamaz..Borges bu konuya koşut olarak şunu söylüyor..Doruk coşkular yinelenemez..
Bırakın bir anlamın bir başkasına aktarılmasını akşamki anlamı kendimizde bile sabaha kayıpsız iletebilmemiz olanaksız
Bu konu islamın bir noktada felsefi açılımını temsil eden ilmi kelam içinde de tartışılmıştır..levhi mahfuzda saklı olan kitabın anası kavramı ile
Kitaptaki anlama ilişkin bir kelime tam olarak başka bir kelimeyle anlatılamaz..bu ekime arapça olan bir başka kelime olsa bile..
Hatta derler bir adam bir ayeti bir yönlendirme bir yorum için kitaptaki kelimelerle aynen söylese bile durum aynıdır..
Artık onun dilinde olan kuranın bizzat kendisi değil, kurandan yola çıkandır..kuran kendisi değil, kurandan olandır...
Peki..o halde yaşam nasıl sürüyor..kayıplarla sürüp gidiyor..
Anlamak sürekli ve sonsuzca sürüp gidecektir.. anlam erişilemezdir..
İnsanlar; eşyadan, bitkilerden, hayvanlardan ve insanlardan süzülüp gelen anlamları bizzat bu saydıklarımın dilini kavramak çabası içinde anlamak isteyeceklerdir. kuşun dilini lalenin dilini mehtabın dilini ve nacinin dilini..
şu şiirinizde olduğu gibi...
Hayvan Sevgisi
Kuş olmuşsun
Gökyüzü olurum sana
Balık olsan
Deniz olurum
Kedi olsan
Ağaç
Köpek olsan
Kulüben olmaya razı
Bir de insan olsan
Ahh
Bir de insan olsan
.
Naci Kasapoğlu
Sonuç olarak;
varoluşa ait anlam içeren herşeyi,kendi anlayış aynalarına yansıtacaklardır insanlar
Bu bir yaradılış gereğidir..merak,varoluşla insana yerleştirilen cihazların en önemlisidir.. Cihazının kalibrasyonu oranında anlama çabası sürüp gidecektir
İnsanlara başkalarını anlama yolunda çaba gösterme demek kadar saçmadır çeviri şiire karşı olmak..çeviri şiirin asıl şiirle tıpatıp olduğunu söylemek abesliği kadar saçmadır..
sorunuzun son kısmına gelirsek
bu şairde Yahya Kemal ve Tarancıyı etkileyen ne var o zaman? '
Yunus Emre veya Mevlana çevirilerinden fransızları etkileyen ne varsa o vardır bizim içinde..
Etkilenmek, etkileşim tartışılamaz bir insani olgudur..
Saygılarımla...
Konu içeriğinde hoş bir anlatım var.Lakin şehrin simsiyah havası,şehirden kaçmak için canatışı,
hem kokulu cenneti hem ruhun içinde bulunduğu şehveti arıyor,şair! Akşam korkuluklarda şarap dolu kaseler ,o bilinmez zevkleri yüzdüğü masum belde Çin demi Maçin demi! Sıkıntılar yıkıntılar içinde aradığı tenha ve ıssız bir yer var.İnşallah o çocuksu sevdalara bir gün kavuşulur.Agathe ,sevgi kaynağı olur.Çamurlara boğulmadan kaçar kurtulurlar. yolları açık olsun.Çocuksu sevdalara dönerler.
16.04.2010 / Ankara
Nazır ÇİFTÇİ
Çeviri şiir her zaman pimi çekilmeye hazır bir bomba gibidir. Tuzaklarla doludur ve bu yüzden de eleştiriye açıktır. Eskiler buna “tercüme-terceme” derlerdi ki bu sözcük dilden dile nakletmenin yanı sıra “tefsir ederek beyan etme” anlamını da içerirdi.
Çevirideki amacın, bir eseri başka bir dili kullanan kişilerin anlayacağı hale getirmek olduğunu varsayarsak eğer – ki öyledir – bu durumda çevirmenin iki yönlü sorumluluğu olduğunu da dikkate almak lazım. Birincisi, eserin yazıldığı dili, o dilin ait olduğu kültürel ortamı yakından tanıyan ya da o ortamın dil kanalıyla ürettiği şifreleri çözebilen bir donanımla çevirme zorunluluğu denilebilir. İkincisi ise, o eseri çeviri yapılan kültürün bireylerinin anlayacağı, kabulleneceği, benimseyeceği bir dille aktarmak. Kısacası, iki dil arasında köprü oluştururken bu eylemi başarıyla yürütmek sürecin olmazsa olmaz parçasıdır. Şiir çevirmeninin yükümlülüğü herhangi bir metin çevirmeninkinden daha zordur, çünkü öncelikle kendisi şair olmak zorundadır.
k.İskender bir söyleşisinde şöyle diyordu:
“Bir dilin, bir kültürün, bir duruşun, bir tavrın çevirisi mümkün değildir; yeraltını yerüstüne çeviremezsiniz. Çevirmeye kalkışırsanız da bozarsınız; sonuçta ne orası doğru aktarılır ne de buradakiler orayı doğru anlar.”
İşte bu yüzden şair olmak şart…
Anlamak, sezmek, sezdirmek, görünmeyeni görmek ve göstermek şart…
Bu sürecin yapı taşları olan birikim ve donanıma önceden ulaşmış olmak şart…
Zor olana soyunmak şart!
Günümüzde çeviri artık herhangi bir iş olarak değil de “çeviribilim” çerçevesinde değerlendiriliyor. Dolayısıyla kalemi eline alan ve dil bilen herkes çeviri yapamaz. Diğer metin çevirmenlerinden farklı olarak şiir çevirmeninin şiiri yeniden yazma özgürlüğü (ve bir anlamda mecburiyeti) vardır. Ama bunu yaparken tabii ki şiiri şiirlikten çıkarmamak lazım! Nasıl ki tıbbi bir metni çevirirken tıp terminolojisini iyi bilmek gerekiyorsa, şiir çevirirken de şiir diline hâkimiyet, şiir bilgisine ve yeniden yaratma yeteneğine sahip olma ihtiyacı duyulur. Şiir çevirmeni bilir ki, “mot a mot” çeviriler şiiri bozmakla kalmaz; fakat çevrildiği dilde de tepkiyle karşılanmasına neden olabilir. Şiirde anlam kaymaları doğar, şiir insana yabancılaşır. Böylesi bir çıkmaza düşmemek için şiirin özgün halinde değişiklikler yapmak çoğu zaman kaçınılmazdır.
Sait Maden, nitelikli çeviriler yapan birkaç isimden biri. Bu nedenle şiirin altında isminin zikredilmesini istemiştim. Gördüğüm kadarıyla eklenmiş. İlgililere teşekkür ediyorum.
“Muhakkak ki Allâhü Teâlâ azze ve celle, can boğaza gelmedikçe, kulun tevbesini kabul eder.” HADİS-İ ŞERİF
Yeter ki tevbe et kurtul
Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet,
Ey, sadece sevincin, aşkın ürperdiği yer,
güzel düşlerin şehri çocukluk,güzel anlatım.
Copy-paste'lerden hiç hoşlanmam ancak bu metni paylaşmam gerekir diye düşündüm..
...
.................
Varlık Dergisi 1951 yılında bir 'Tercüme Şiir Yarışması' düzenlemiş, birinciliği derginin 1.11.1951 tarihinde yayınlanan 376.ncı sayısındaki “Hüzün ve Serseri” isimli tercüme kazanmıştır. Şiir Charles Baudelaire’in, tercüme Sait Maden’indir. Bu tercümeyi inceleyerek konuyu açmaya çalışabiliriz. Aynı şiir başkaları tarafından da tercüme edilmiş, ama hepsi belki kalitesi, belki de aldığı ödülün etkisiyle bu tercümenin gölgesinde kalmıştır. Özellikle üçüncü kıtanın başındaki
Hey tirenler, vapurlar beni burdan götürün!
şeklindeki mısra zihinlerde yer etmiştir.
Şiirin adı “Moesta et Errabunda”, “Hüzün ve Serseri” şeklinde tercüme edilmiştir. Bu iki kelime Fransızca değil, Latincedir. “Moesta” kelimesi bu haliyle isim değil, sıfattır. Lâtince bilen biri bu kelimenin anlamını bilmese de sıfat olduğunu anlayabilir. “Moesta”, “hüzün” değil, “mahzun”, “Errabunda” da “serseri” değil, “âvare” demektir. “Hüzün” ile “mahzun” kelimelerinin farkı bellidir: birincisi isim, ikincisi sıfattır. “Hüzün ve Serseri” ifadesinde önemli bir hata vardır: “Ve” bağlacı matematikteki artı işareti gibidir; iki tarafındaki iki ifadenin aynı cinsten olması gerekir: “ağaç ve yaprak”, “uzun ve kısa” doğru, “ağaç ve kısa”, “yaprak ve uzun” yanlıştır. “Şiir yazmak biraz da kurallara aykırı ifadeler kullanmak değil midir?” derseniz cevabı şöyle olabilir: “Hayır, düz yazı kurallarına uymamak şiirin bir ön şartı değil, şâire verilmiş bir imtiyazdır; çok dikkatli kullanılması, abartılarak israf edilmemesi gerekir. Kuralsızlık şiiri şiir yapan bir özellik değildir.” “Serseri” ile “âvare” ise biribirine yakın gibi görünse de farklı iki anlama sahip kelimelerdir. Buna göre şiirin adı “Mahzun ve Âvare” olmalıydı diyebiliriz.
Şiirin ilk kıtası şöyledir:
Dis-moi, ton coeur parfois s'envole-t-il, Agathe,
Loin du noir océan de l'immonde cité,
Vers un autre océan où la splendeur éclate,
Bleu, clair, profond, ainsi que la virginité ?
Dis-moi, ton coeur parfois s'envole-t-il, Agathe!
Satır satır düz yazıya çevrilirse şöyle olur:
Söyle bana, kalbin bazan kanatlanır mı Agathe
Uzağına pis şehrin kara okyanusunun
Başka bir okyanusa doğru ki orada haşmet parıldar
Mavi, temiz, derin, bekâret gibi
Söyle bana, kalbin bazan kanatlanır mı Agathe
Tercüme şöyledir:
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra,
Büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan
Bambaşka denizlere, bambaşka semalara,
Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından?
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra?
“Söyle bana”, “uzak/uzağa”, “bekâret gibi” ifadeleri alınmamış;
“kalp” yerine “ruh”,
“pis/kirli/murdar” yerine “kahrolası”,
“siyah/kara” yerine “simsiyah”,
“haşmetin parıldadığı” yerine “ışıl ışıl yanan”,
“başka bir okyanusa doğru” yerine “bambaşka denizlere”, denmiş;
asılda olmayan “büyülü” ve “bambaşka semalara” eklenmiştir.
Görüldüğü gibi mütercim, bir kıtada, dört kelimeyi atmış, altı kelimeyi (birini pekiştirerek, birini çoğullaştırarak) değiştirmiş, iki kelime eklemiştir. Ayrıca “s’envoler” fiili için “uçmak” yerine “kanatlanmak” daha uygun olabilirdi.
İkinci kıta:
La mer, la vaste mer, console nos labeurs!
Quel démon a doté la mer, rauque chanteuse
Qu'accompagne l'immense orgue des vents grondeurs,
De cette fonction sublime de berceuse?
La mer, la vaste mer, console nos labeurs!
Düz yazıyla:
Deniz, engin deniz, dindir acılarımızı
Hangi ifrit denize, (bu) uğultulu şarkıcıya bahşetti
Azarlayan rüzgârların uçsuz bucaksız org’una eşlik eden (şarkıcıya)
Bu yüce avutma fonksiyonunu
Deniz, engin deniz, dindir acılarımızı
Tercüme:
Deniz, tek tesellisi günlük ıstırapların!
Acaba hangi şeytan veya hangi mûcize
Her ulvî çalkanışta muazzam bir rüzgârın
Orguyla uğuldayan denizi verdi bize?
Deniz, tek tesellisi günlük ıstırapların
Eklenen kelimeler: günlük, mucize, her ulvî, çalkanış.
Şair “acılarımızı, elemlerimizi, sen avut, teselli et” derken mütercim bu teselliyi “istenen” konumundan çıkarıp var olan bir teselli haline getirmiş ve “tek” sıfatı eklemiş. Ayrıca ıstıraba “günlük” sıfatı ekleyerek sınırlandırmış. Istırabın böyle zaman birimiyle sınırlanmasının anlamına ulaşmak da bir hayli zor görünüyor.
Verme/bahşetme eyleminin muhatabı, yani kendisine verilen “deniz” olduğu halde “biz”e; verilen (şey/nesne) de “görev /fonksiyon”dan “deniz”e çevrilmiş.
Bu ikinci kıtayı bir başka mütercim ( A. R. Ergüven ) şöyle tercüme etmiş:
Hangi tin bağışladı türkücüyle denizlere
Kulakları sağır eden rüzgârlar orgunun
Bu sonsuz ninnilerini; bu eşsiz, bu yüce
Görüldüğü gibi, bu örnekte serbestlik daha da abartılmıştır.
Serbestlik abartılınca yapılan çalışmanın nasıl şiir tercümesi olmaktan çıkıp yabancı dilde yazılmış bir şiirin ilhamıyla yazılmış yeni bir şiir halini alabildiğini görmüş olduk. Bu irdelemeyi uzatmanın pek bir anlamı yok. Bitmiş, ortaya konmuş bir eseri eleştirmenin, içinde hatalar bulmanın; onu ortaya koymaktan çok daha kolay olduğunu bilmemek mümkün değil. “Eleştirmektense daha iyisini sen yap” şeklinde bir itiraz da çok ifade edilmiştir mutlaka. Ama edebî tenkid'in kalemlerin bileği taşı olduğu da unutulmamalıdır.
Bahri Akçoral
bu dünya şehri daha çok acı çekecek insan elinden usta...
Şairlere benden acı sitemdir
Neden hatırlamaz bakmazsız bana
Üç ay oldu pasiflendim sebepsiz
Bre davran bir şey söyleyin daha
Kimisi uğruyor sessiz sedasız
Kapatıp gidiyor selam vedasız
Dostlar olmamalı böyle vefasız
Bre yiğit bir şey söyleyin daha
Sabır taşım bak çatlıyor yavaştan
Atarım kendimi yatağa baştan
El çeker şiirden sevdadan aşktan
Bre ablalar bir şey söyleyin daha
Halimi hatırımı olmuyor soran
Çıksın birde bu işi hayra yoran
Başımda tipiler tepemde boran
Bre kostak bir şey söyleyin daha
Onlarca şiiri attım sayfama
Bir okuyanı yok taktım kafama
Hani ortak idik biz her cefada
Bre bacım bir şey söyleyin daha
Eğer suç olmuşsa hakkı söylemek
Gidiyor bu millet geriye demek
Boşa çekilen onlarca emek
Bre gardaş bir şey söyleyin daha
Şairlere benden acı sitemdir
Neden hatırlamaz bakmazsız bana
Üç ay oldu pasiflendim sebepsiz
Bre davran bir şey söyleyin daha
Kimisi uğruyor sessiz sedasız
Kapatıp gidiyor selam vedasız
Dostlar olmamalı böyle vefasız
Bre yiğit bir şey söyleyin daha
Sabır taşım bak çatlıyor yavaştan
Atarım kendimi yatağa baştan
El çeker şiirden sevdadan aşktan
Bre ablalar bir şey söyleyin daha
Halimi hatırımı olmuyor soran
Çıksın birde bu işi hayra yoran
Başımda tipiler tepemde boran
Bre kostak bir şey söyleyin daha
Onlarca şiiri attım sayfama
Bir okuyanı yok taktım kafama
Hani ortak idik biz her cefada
Bre bacım bir şey söyleyin daha
Eğer suç olmuşsa hakkı söylemek
Gidiyor bu millet geriye demek
Boşa çekilen onlarca emek
Bre gardaş bir şey söyleyin daha
Bu şiir ile ilgili 23 tane yorum bulunmakta