Benim hayatım ölümümde, yürümeliyim o köprüde
Ölüm tüm perdeleri yırtacak elbet
Ve tüm sırlar arzı endâm edecek önümde
Yılanın zehri yılana hayattır insana felaket
Sisler içinde dalgalanan kayıp sesleri
Çatlamış vitraylarda çocuk fısıltıları ve gülüşleri
Mazinin gri beyaz hülyaları ve nağmeleri
Ruhum bu ahenk ve ezgi dolu yerde yüzüyor
Bütün benliğim bu hüzüngâha gömülüyor
Yaratmak için zaman
Ve yıkmak için zaman
Aslında zaman olmadı hiçbir zaman
Varlığın ve ruhun dengesini sağlayan
İnsanca meçhul ve muamma
Ezelden ebede uzanan
Sana bıraktığım ıtırlar çiçek açmadıkça
Kış bitmez
ve gelmez baharlar
gözlerin yaşardıkça
Tebessümünde ne büyük bir hüzün
Kolay söylenmeli bir kadının adı
Anlaşılır ve tatlı olmalı sözlerde yâdı
Bir duaya benzemeli, ılık ve esintili
Zarif bir vokaliz gibi uzun hecelerle bitmeli
Gün ve gecenin hiç değişmeyen ahenginde
Sefil bir mumun çiğ ve solgun ışığı
Rüyalara gömülen ruhumun caddelerinde
Dolaşıyorum bir ben, acı gerçeklerin aşığı
Babamın sandalyesi gölgemle konuşur verandada
Chopin’in bile anlayamayacağı bir hüzne akardım
Raylar boyunca yürürdüm çocukken Sapanca’da
Kimi zaman Monmartre kimi an Moulin Rouge
Balzac’ı çokça okur, Stendhal’de solardım
Güneşli sıcak ve parlak havada
Yumuşak ve mücella bayraklar gibi
Dansedip dalgalanıyorlar salonda
Strauss'ın valsleriyle uçuşurlar gibi
Ne hayata ne ölüme
Aynaya bakınca silinen suretiyle
Yazgısına vurgundu
Yolumuza yıldızlar dökülüyordu
Yüksek, yalnız ve berrak göklerde
Bir gözüm ölümde bir gözüm sefil yaşamda
Artık uçup giden yılları saymıyorum kıyılarda
Gölgemi geride bıraktım, bir yol buldum rüyamda
Sel gibi çağlıyor damla damla eriyor hayat
Alizelerin okşadığı kıpırtılar var dudaklarımda
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!