Vakit akşam,
Güneş kızaran ufukta batmak üzere…
Bir çocuk koşuyor
Batmakta olduğu ufka doğru
Güneşin ardından…
Ellerini açmış havaya,
Küçük çoban henüz on dört yaşında,
Karşıki yamaca sürüyü salar.
Üfler kavalına bir dağ başında,
Derdini dökerken, hülyaya dalar…
Göç yayla yolunda, oğlanlı kızlı,
Hatırlıyor musun birtanem...
Seninle el ele tutuşarak yürürdük,
Karadeniz'in yeşile tutkun sahillerinde.
Saf ve loş deniz kokusu sinerdi
Güneşin batışıyla sönen
Gözlerinin parıltısına...
Çocukluğumda,
Dev,cin ve peri masalları anlatıdığında
Uykularım kaçardı.
Rüyalarıma giren yedi başlı ejderhalar,
Saplardı yüreğime kanlı dişlerini...
Gökyüzünü tuttu,
Ufukta uyanmakta olan fırtınanın bulutu…
Ağır bir uykuda,
Rüzgar gibi geçen zaman,
Farkında olmasak da
Yaşamın sesi duyulur,
Daha on sekizini yeni doldurmuştu,
Töre gereği kana bulamıştı ellerini.
İdamına hükmedilmesinden sonra
Sinop mahpushanesine gönderilmişti…
1953’ün nisanında,
Dağlarda mor çiçekler baharı karşılarken….
Günler geçip gidiyor,
Deniz rüzgarlarında yüzen
Beyaz martıların çığlığında…
Geçmiş zaman yaşanırken yeniden,
Enginlere yelken açan balıkçının ıslığında…
Bil ki seni arar gözlerim,
Gün ağarır tepelerin ardından,
Menekşe renginde gökyüzü.
Kavuşur Türkiye'm yeniden
Aydınlık sabahlara....
Salınır
Bozuldu zamanın düzgün akışı,
Oğlan belli değil,kız belli değil.
Karıştırır olduk,güz ile kışı;
Bahar belli değil,yaz belli değil...
Örnek aldık Avrupa'yı her işte.
Anlıyorum sabahın yakın olduğunu.
Zifiri karanlığın bir kabus gibi çöküşünden...
Ve biraz sonra Güneş doğacak,
Gözleri kamaştıran parlak ışığı
Aydınlatacak yeryüzünü...
Şairler,tarih boyunca yaşadıkları toplumun sözcüsü olmuşlardır.