Yaktı aşk içerimi.
Su topladı yüreğim.
Yangınım sureti olmayan bir perinin tül kanatlarına sıçradı,
ki,
gel de yanma!
Limandan uzaklaşırken gemi
köpük köpük
çizgi çizgi götürüyor
sevilenleri, gönülleri.
Küçük bir dalga az şahlanıyor,
martıların haşin sesleri,
O eski sokağın hamarat kadınları
hayalleşip düştüler yoksulluğun gözüne.
Kapı önlerinden geçen öyküler
her hanede yeniden yapılandılar.
Açlık
ve
Yüzün
eskirek bir anıtın toz tutmuş yanı
ve ikincil hazinelerle avunan çocukların
azar işitmiş yalnızlıkları.
Akşam dönerken semalarına kızıl kırlangıçların
Ah, günün geceye yansıması
gözündeki yıldızlarla belli ediyor kendini.
Umutlu değil İstanbul bu serüvenden.
Bir öyküden temizlenince elleri
yeni bir öyküye bulanıyor.
Ve çıktıkça küçülen bir merdivenden
Kıpırdama ihtiyar adam,
öyle dur karşımda!
Öyle vazgeçmiş,
öyle bıkkın...
Kim bilir hangi ressamın tuvalinden kaçtın?
Çığlığı boyundan büyük, gözleri dinamitti.
Hazan yağmurlarıyla boğulan şehri
hüzün kırıntılarıyla kirletti gitti.
Kuşları çalınan gökyüzü gibi
boşalmış insanlığıyla yığıldı kaldı
günübirlik ihanetlerin sarı kaldırımına.
Islak kaldırımlarına bastım şehrinin.
Sırtımda günahlarımca ağır
ani saldırgan bir eylül yağmuru.
Başladığı gibi birden bitecek bilirim.
Yine de ben
yazamadığım her şiirimin
Ah benim dubaram!
Firaklı bir hikayenin
hercai kahramanı!
İçimin sergüzeşt kuşlarının
dağ doruklarında kırılan cenahları
kandan adlar yazar mavi gök yaylalarına.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!