Anadolu
Her yanın inci, elmas dolu
Dört bir yanın
Su,
Toprak,
Buğday dolu.
Sütün bol
..
bıktım herkesin benim adıma konuşmasında
soysuz hesaplarda ismimin anılmasından
insanların bana garip bakışlarından
eleştirilerden,kınanmaktan,hor görülmekten
kürdüm ben arkadaş
dinim islam resul peygamberim
..
Eskiden tanırım, ben o köyleri,
Yolları taş toprak, çamur olurlar,
Damında lov olan, toprak evleri,
Yazın serin, kışın sıcak, olurlar.
Tezekler yanınca, kış günlerinde,
Âşıklar toplanır, sıcak evlerde,
..
Şu anda 98 yaşında olan Amcam Abdurrahman Zobu, Rahmetli Babam Mustafa Zobu ve onların nezdinde tertemiz tüm Anadolu insanımıza ithafımdır.
…………..
O saf, masum, temiz ve candan,
O insan, insan gibi insan,
..
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizin İç Anadolu’ya açılan inci şehri Elâzığ’dan bin km ötede yer alan, yazar Yaşar Bozyiğit’in ifadeleriyle; “İç-Batı Anadolu’nun göbeğinde kültür ve medeniyet merkezlerinden birisi olan; “âlimler yatağı, veliler yurdu” övgülerine layık olan…” Kütahyanın kâh cennetten bir köşe olarak, kâh Kemal Sevgi’nin şiirinde “Küçük Bursa diyerek sana paye verirler” ifadeleriyle isimlendirilen Simav’a gidiyoruz.
Elâzığ’la Simav arasında o kadar benzerlikler var ki, bir tefavuk eseri olarak diyorum, Simav’ın yiğit ve kahraman Kaymakamı Samet Ercoşkun ve onun etrafında kenetlenen bizim Elâzığ’daki gibi ‘vakıf insan karekterindeki adsız kahramanlar’ bir büyük, bir ideal davayı omuzlamışlar.
Doğu ve Batı kültürünü bünyesinde buluşturan tarihi ve efsanevi Harput Şehrinin mirasını en iyi şekilde temsil eden Elazığ Şehrinden Uluslar arası Hazar Şiir akşamlarının hülasasını omuzlamlamış ‘bir Uludağ yürüyor’ sanki! Çağın idrakine meftun Simav İlçemizde, şairlerin, ediplerin, yazarların ve mütefekkirlerin gayretleriyle bir, ‘irfan mektebi’ açılıyor. Bu mektebin ilk muallimi ve onur konuğu her Elâzığlının yakından tanıdığı, zaman içre sırlarını bile paylaştığı ve kendilerine hemşerim dediği Atatürk Yüksek Kurum Başkanı Pror. Dr. Sadık Kemal Tural oluyorlar. Bizlere apayrı bir zevk ve haz verende bu faaliyetin şiirimizin usta kalemi Yahya Kemal Beyatlı anısına yapılmış olması. İstanbul’u, onu besleyen manevi kaynakları tanımanız için yarım asır önce aramızdan ayrılan Türk’ün medarı iftiharı bu usta kalemi mutlaka tanımamı gerekiyor. Dopdolu bir salo’nda, dopdolu bir ruhla Prof. Dr. Sadık Kemal Tural’ın o veciz hitabeleriyle yönettiği panelde Üstadı bir daha anma ve şiirlerini Rıdvan Çongur’un gönüllere akan berraklıkta bir su sesindeki huzur veren bir sükûtta dinleme fırsatını bulduk.
Efeler diyarı Simav’da şairler yürürken, dağların omuz omuza verdiğini bir daha hissettim. Yazımın başında da ifade etmeye çalışmıştım, Simav ile Elazığ’ın coğrafya ve manevi iklim olarak benzerliğini! Elâzığ, Doğu Anadolu’da ulaşım bakımından bir kilit noktada yer almaktaydı. Simav’da İç Batı Anadolu’nun kilit kasabası; Balıkesir, Uşak, Kütahya, Denizli, İzmir, Bursa altıgeni içerisinde, her petekten bal alan bir arı kovanını nasıl da andırmaktaydı.
Doğrusunu söylerseniz, Anadolu ikliminin o canlı ve efsunkâr havası bizleri büyüledi. Simav’da, ‘adalet dağıtan hâkim bir yürek’ vardı. O yürekte, Ahi Evran ruhunun yaşadığını hissettim. “Dışı içine esir,/ İçi dışına hâkim”/ Korku vicdana tesir,/Sevgi illete hekim/ Şiirden taşan nesir/Mısralar asıl rakım/Payda da ortak kesir/Ortak gayeye hâkim/Gölgeler mi bize sır/Aynaya düşmüş resim.”
Bir resim düşüyor aynaya; ‘hayratı bütün damarlarıyla besleyen’ bir resim! Bir değil, binler aklı, bir yürekte saklayan bir mübarek dava nasıl da aksiyon haline gelmiş onu büyük bir aşkla, vecdle bir daha yaşadım. Dile kolay, Simav Belediye Başkanlığının nezaretinde; 40 kazan et, 8 kazan helva ve dahası; çorbası, pilavı, hoşabı 70 yıl devam eden dualı ve âminli bir gelenekle bir ummanı andıran sofralar halinde birlikte hazırlanıyor. “sevgi illete hekim” olmuş, hazırlanan binler sofralarında! Şairdeki sadakat bayrağı, bir vefa burcu bulmaş Simav’da! Bütün yüzler, size Hakk’a niyazı hatırlatan bir rıh olgunluğunda!
..
Cemreler düştü,
Kan kaynadı,
Canlılık başladı.
Evrende bir can,
Asil bir yürek,
Işıltılı bir çift göz,
Hayat veren bir nefes ki o orada!
..
Sevgili dostlarım, son günlerde Ankara toz duman olmuş, ortalık mahalle çocuklarının bile aklına gelmeyen ukalaca konuşmalar, hakaretler, ithamlar ile çalkalanıp duruyor. Ne acıdır ki bu konuşmaları, davranışları yapanlar bu ülkeyi yönetenler ile yönetmeye aday iken muhalefette kalmak durumunda kalan siyasiler. Aslında bu yapılan “Siyasi açılım” konusuna inanın değinmek bile istemiyorum. Ancak bir konu var ki söylemek zorundayım. Ulusun varlığının ve devamının bekası durumundaki Türk Ordusuna yapılan haksız eleştiri ve yaklaşımlar. İşlerine gelince askeri göreve çağırırlar, işlerine gelmeyince böyle demeç ve bildirimi olur diye yaygara koparırlar. Üstelik bu yaygaralarını da siyasi özgürlük ve düşünce özgürlüğünü ayırt edemeyen siyasiler ile sözüm ona yazar ve üniversitede öğretim görevlisi sözüm ona prof. larca yapılmaktadır. Ben bunlarla başınızı ağrıtmak istemiyorum. Sizler görsel ve yazınsal basından zaten izliyorsunuz.
Sevgili dostlarım, dünyada o kadar çok hızlı teknolojik ve siyasal yapı değişimi olmaktadır ki bu değişime insanlar çoğu zaman ayak uyduramıyorlar. Devletleri meydana getiren uluslar; çıkarlarını gözeterek yeni oluşumları meydana getirmekte ve ortak çıkarları doğrultusunda da olsa kendilerinin ULUS (DEVLET) olma özelliğinden kesinlikle ödün vermemektedirler. Kendi ulus çıkarlarını ön planda tutarak çalışmalarını yürütmektedirler. Gerekirse bulunmuş oldukları bu kuruluşlardan kendi çıkar ve ulus olma özelliklerini korumak için bulundukları kuruluşu terk etme ve ayrılmayı gündeme getirmektedirler. Kendilerinin istemedikleri bir başka devleti içlerine almada büyük bir zorluk çıkarmaktadırlar.
Avrupa Ortak Pazar Ülkeleri; ilk önce kendilerinin devlet ve ulus olma özelliklerini koruma altına almışlardır. Daha sonra ise bu kuruluşa katılan ülkeler ekonomik çıkarları doğrultusunda siyasi yapısını zedelemeyecek biçimde ortak çalışmalar yapmaktadırlar. Türk Ulusu olarak bizler de bu topluluğa üye olmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Ama bizim gibi eş zamanda üye olmak için başvuruda bulunan devletlerle aramızda bir fark oluşmakta ve onlara göre daha zahmetli bir girişimiz olacağa benzemektedir.
Ortak Pazar Ülkelerinin oluşturmuş olduğu bu kuruluşun dışında da yine; IMF, OPEC, G7 gibi önemli kuruluşlarda vardır. Bu kuruluşlarda da yine ilk önce ekonomik çıkar ve ulus olma özelliklerini yitirmeden ortak çalışmalar yürütmektedirler. Aslında ben sizlere bu kuruluşlardan bahsetmeyi bile düşünmüyorum. Benim asıl üzerinde durmak istediğim büyük zaferin bizlere neler düşündürmesi gerektiğidir. 22.Ağustos.1922 de başlayan, 26.Ağustos.1922 tarihinde büyük bir zafere dönüşen başarıya değinmek istiyorum.
“ Hiç şüphe edilmemelidir ki; Yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada atıldı. Ebedi hayatı burada canlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada sinmiş olan şehit ruhları Devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır. 1” Evet sevgili dostlarım. Mustafa kemal Atatürk, bu sözü ile ULUS (DEVLET) olma özelliğimizi ne güzel dile getirmektedir. Bundan 87 yıl önce Afyon / Kocatepe’de başlayan ve “ Ordular, İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri.” Sözü ile yurdun 9 Eylül 1922 de Yunan askerinin Ege Denizi’ne dökülmesi ile son bulmuştur. Daha sonra ise geride kalan ufak birliklerin yurdu terk etmesinin yanı sıra yurdumuzu işgal eden, İngiliz, İtalyan, Fransız askerleri birer birer terk etmişler.
Bu öyle bir zaferdir ki; Çanakkale meydan savaşını kazandığı halde müttefiklerimizin yenilmesi nedeniyle galip bir ulus masa başında mağlup ilan edilmiş ve toprakları işgale başlamıştır. Çanakkale zaferindeki Türk askerinin başarısını hemen unutan itilaf devletleri bu seferine Anadolu topraklarında hak ettikleri ikinci yenilgiyi bir daha tatmış ve koşulsuz olarak topraklarımızdan ayrılmışlardır. Bu önemli zaferin yıl dönümünü kutluyoruz şu sıralar sevgili dostlarım. Ama benim üzüldüğüm bir tarafı var bu zaferin. Bu zaferi kazandık ama bazı özel girişimlerle ki; Ermeniler dünya devletleri içerisinde bağımsızlık savaşından önce bazı göçleri kıyım olarak göstermektedir. Savaş sırasında olan kayıpları savaş kayıbı olarak değil de katliam olarak dünya uluslarına yıllardır empoze etmeye çalışıyorlar. Topraklarımızda gözü olanlar, ne yazık ki birleri dünya uluslarının önünde kötülemek için ellerinden gelen gayreti gösteriyor. Ermeniler ayrı, Yunanlılar ayrı çalışma içerisindedirler.
Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusu 3 yıl boyunca, başta İzmir olmak üzere; Uşak, Afyon, Balıkesir, Eskişehir, Aydın, Kütahya yörelerinde köy halkını, masum kadınları, çocukları kurşuna dizmiştir. Hamile kadınlarımızın karınlarındaki ceninleri süngüleri ile çıkartırken büyük zevk almışlardır. Birçok genç kızımız ve analarımızın ırzına geçilmiştir. Bu yapılanlar elinde silah bulunmayan Anadolu insanıdır. Ama savaş döneminde aynı işlemi Ermeniler de Doğu ve kuzey doğu Karadeniz’de aynı işlemleri bizler için yapmış ve kendileri yapmamış gibi bütün yapılanları bizim üstümüze atmaktadır.
..
Neylersin adını böyle koymuşlar
Türkü yapmışlar çileyi, yokluğu
Aşka acıyı, ayrılığı katmışlar
Koymuşlar adını Anadolu.
26.03.1968 Serban
..
O siyah beyaz fotoğrafla göz göze gelişinde, bu satırların sahibinin gırtlağımdan öylesine kontrolsüz çıktı ki bu canhıraş “Ah! ’”sesi. Yalnız onun değil, elli yılı aşkın ömür komşuluğu yaptığı Ankara’nın da çığlığı olmalıydı bu. Bir de, çağıldayıp akmış bir yaşam ırmağının…
1950’lerin sonu… Anadolu insanının, turna sürüleri gibi büyük kentlere zorunlu göç zamanları… Daha sıladan ayrılır ayrılmaz başlayan hasret türkülerinin kalabalık kompartıman pencerelerinden uçuşup, karanlık tünellerde yok olan sesi, geride kalan hayatlarıdır biraz da.
Artık, binlerce aile gibi babası, annesi ve onun için ne olduğunu çok da kestiremediği ”asri zamanların” şehir hayatıdır sahnede olan. Bundan sonrasının, onun belleğiyle ve ruhuyla özel bir anlam sözleşmesi var gibi! Kendini kuşatmış olan zamanın buğusu nedeniyle tüm formunu görmekte zorlanacağınız bir şey iken, küçük bir vesile bulunca birden belirginleşen, somutlaşan bir anlam; ama naif ve biraz da sezgisel. Tıpkı bu siyah beyaz fotoğrafın yarattığı etki gibi… Ah Ankara!
1957–58 Yılları… Adının nerden geldiğini hep merak ettiği Madenoğlu sırtlarından belleğine ‘Mıh gibi’ çakılmış bir manzara… Azim Fırını’nın sahibi Salih Amca’nın kiracısı onlar. O, bir oda, bir sofadan ibaret ‘Ev’in önünden Seyranbağları ve bu günkü adı Zafertepe olan yamaçlara bakmaktalar merakla. Ayva, kayısı, muşmula ve badem ağaçlarıyla, ha! Bir de ağzınızda bıraktığı buruk ekşiliği asla unutamadığı sumak ağaçlarıyla bezeli yamaçlarda olağanüstü bir hareket ve ta ona kadar ulaşan müthiş bir uğultu var: feryatlar, ağlamalar, küfürler, polis sirenleri… Anlam vermeye çalışmaktadır, bir yandan bu hengâmeye, diğer yandan da yamaçlardaki kireçle, taşlarla, çalılarla oluşturulmuş çizgilere. Öğrenecektir, onunla birlikte seyre dalmış büyüklerinden biraz sonra, çizgi ve taşların işgal edilmiş hazine arazilerinin ne kadarının onlara ait olduğunu gösteren sınırlar ve kopan kıyametin ise paylaşım kavgası olduğunu. Kentte yeni olmanın ürkekliği mi, beladan kaçma temkini mi bilinmez ama aradan beş yıl geçecek, o gün ve devam eden günlerde sık sık izlemek durumunda kalacakları o araziler üzerinde bir gecede peydahlanmış gecekondulardan birini, babaları önemli bir paraya satın alacaktır.
..
ANADOLU
Anadolu
Ana dolu
Yanıktır yüreği
Gamlı gözlerinin bakışı kederli
Saçları yıldızlı
..
Güneşin ülkesi Antalya'dan çıktım yola,
İçimde portakal çiçeği kokusunu duya duya.
Gezdim Göller Yöresi'ni, Burdur'u,
Isparta güllerin ana yurdu.
Vatanım,güzel yurdum,anadolu!
Çıktım Kocatepe'ye;
..
Denize düşmüştü. Yüzme bilmiyordu. Elleri yaşamının bütün devamını, ruhunu, isteğini, ümidini, diğer insanlara haykırıyordu. Elleri bağırıyordu. Eller yaşamdı. Ekmekti eller. Şimdi ise canhıraş bir yakarmanın şiiriydi.
Can simidi,
Nasıl ki bir insan denize düşer, boğulma tehlikesi geçirir, ülkelerde zor duruma düştüklerinde bir can simidi beklerler. Ülkemizi sürekli bir can simidi bekler durumda tutan Anadolu insanının bilinçli bir istemimidir. Anadolu insanı sağlık eğitim adalet güvenlik ve sevgi sorunu yaşamak mı istiyor. Yok, aslında bunların hiçbirini yaşamak istemiyor, ama emperyalistlerin uşakları onu bu duruma getiren koşulları hazırlıyor. Anadolu insanı da, ülkesi kendisine devredilmediği için şaşkın, çaresiz, umutsuz, kaderci bir anlayışla olanları bekliyor. Sisli havalarda, çok gürültülü, kimin ne söylediği belli olmayan durumda sanki ülkem. O zaman Anadolu’da birlik, dirlik, düzenlik, sevgi, saygı, isteyen her sese kulak vermek gerekir.
Emperyalistlerin, Osmanlıyı yok ettikten sonra ki hedeflerinin Anadolu’yu da yok etmek olduğunu söylememe gerek var mı? Ülkemizin içine düşürüldüğü bugünkü koşullara nesnel olarak bakıldığında ulaştığım sonuç budur.
Kimi zaman bu emperyalistler, yerli işbirlikçileri, ülkede sol adı altında, kimi zaman din adı altında, kimi zamanda herkesten daha fazla ulusalcı adı altında vatanın ve milletin aleyhine ne kadar oyun varsa tezgâhlamışlardır.
Bunun için bizim kuşağın, 1980 öncesi ülke gençliğinin nasıl sağ ve sol çatışmaların içine düşürüldüğünü şöyle bir anımsamaları yeter. Daha düne kadar mahallesinde kardeşçe oynadığı, kardeşine, öyle bir düşman hale getirilmiştir ki Anadolu gençliği, Türk Türk’e öyle bir kullanılmıştır ki. Tarihten daha büyük bir oyunun diğer bir örneği,
Osmanlının parçalanmasını kolaylaştırmak için 1876 öncesi Rusların tertiplerine bir bakmak gerekir. Rusya, Panslavizm fikirlerini Balkanlarda yayarak, Bulgarları ve diğerlerini nasıl Osmanlıdan ayırdığını, amaçlarına nasıl ulaştığını 93 harbini bilmeyeniniz varsa bir okumanız yeterlidir. İngiltere ve Fransa’nın Rusların Akdeniz’e inmesini engellemek için nasıl komadaki bir ülkeyi ayakta tutmak için destek verdiklerini yine tarih bize anlatıyor.
..
TÜRKLER M.Ö VAROLMUŞTU
GELE GELE
YURT'LARI OLMUŞ ANADOLU
Nicesine yeryüzünde
Dağa taşa toprak denir
Kimi toprak yazı olmuş
..
Sevgili dostlarım, son günlerde Ankara toz duman olmuş, ortalık mahalle çocuklarının bile aklına gelmeyen ukalaca konuşmalar, hakaretler, ithamlar ile çalkalanıp duruyor. Ne acıdır ki bu konuşmaları, davranışları yapanlar bu ülkeyi yönetenler ile yönetmeye aday iken muhalefette kalmak durumunda kalan siyasiler. Aslında bu yapılan “Siyasi açılım” konusuna inanın değinmek bile istemiyorum. Ancak bir konu var ki söylemek zorundayım. Ulusun varlığının ve devamının bekası durumundaki Türk Ordusuna yapılan haksız eleştiri ve yaklaşımlar. İşlerine gelince askeri göreve çağırırlar, işlerine gelmeyince böyle demeç ve bildirimi olur diye yaygara koparırlar. Üstelik bu yaygaralarını da siyasi özgürlük ve düşünce özgürlüğünü ayırt edemeyen siyasiler ile sözüm ona yazar ve üniversitede öğretim görevlisi sözüm ona prof. larca yapılmaktadır. Ben bunlarla başınızı ağrıtmak istemiyorum. Sizler görsel ve yazınsal basından zaten izliyorsunuz.
Sevgili dostlarım, dünyada o kadar çok hızlı teknolojik ve siyasal yapı değişimi olmaktadır ki bu değişime insanlar çoğu zaman ayak uyduramıyorlar. Devletleri meydana getiren uluslar; çıkarlarını gözeterek yeni oluşumları meydana getirmekte ve ortak çıkarları doğrultusunda da olsa kendilerinin ULUS (DEVLET) olma özelliğinden kesinlikle ödün vermemektedirler. Kendi ulus çıkarlarını ön planda tutarak çalışmalarını yürütmektedirler. Gerekirse bulunmuş oldukları bu kuruluşlardan kendi çıkar ve ulus olma özelliklerini korumak için bulundukları kuruluşu terk etme ve ayrılmayı gündeme getirmektedirler. Kendilerinin istemedikleri bir başka devleti içlerine almada büyük bir zorluk çıkarmaktadırlar.
Avrupa Ortak Pazar Ülkeleri; ilk önce kendilerinin devlet ve ulus olma özelliklerini koruma altına almışlardır. Daha sonra ise bu kuruluşa katılan ülkeler ekonomik çıkarları doğrultusunda siyasi yapısını zedelemeyecek biçimde ortak çalışmalar yapmaktadırlar. Türk Ulusu olarak bizler de bu topluluğa üye olmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Ama bizim gibi eş zamanda üye olmak için başvuruda bulunan devletlerle aramızda bir fark oluşmakta ve onlara göre daha zahmetli bir girişimiz olacağa benzemektedir.
Ortak Pazar Ülkelerinin oluşturmuş olduğu bu kuruluşun dışında da yine; IMF, OPEC, G7 gibi önemli kuruluşlarda vardır. Bu kuruluşlarda da yine ilk önce ekonomik çıkar ve ulus olma özelliklerini yitirmeden ortak çalışmalar yürütmektedirler. Aslında ben sizlere bu kuruluşlardan bahsetmeyi bile düşünmüyorum. Benim asıl üzerinde durmak istediğim büyük zaferin bizlere neler düşündürmesi gerektiğidir. 22.Ağustos.1922 de başlayan, 26.Ağustos.1922 tarihinde büyük bir zafere dönüşen başarıya değinmek istiyorum.
“ Hiç şüphe edilmemelidir ki; Yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada atıldı. Ebedi hayatı burada canlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada sinmiş olan şehit ruhları Devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır. 1” Evet sevgili dostlarım. Mustafa kemal Atatürk, bu sözü ile ULUS (DEVLET) olma özelliğimizi ne güzel dile getirmektedir. Bundan 87 yıl önce Afyon / Kocatepe’de başlayan ve “ Ordular, İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri.” Sözü ile yurdun 9 Eylül 1922 de Yunan askerinin Ege Denizi’ne dökülmesi ile son bulmuştur. Daha sonra ise geride kalan ufak birliklerin yurdu terk etmesinin yanı sıra yurdumuzu işgal eden, İngiliz, İtalyan, Fransız askerleri birer birer terk etmişler.
Bu öyle bir zaferdir ki; Çanakkale meydan savaşını kazandığı halde müttefiklerimizin yenilmesi nedeniyle galip bir ulus masa başında mağlup ilan edilmiş ve toprakları işgale başlamıştır. Çanakkale zaferindeki Türk askerinin başarısını hemen unutan itilaf devletleri bu seferine Anadolu topraklarında hak ettikleri ikinci yenilgiyi bir daha tatmış ve koşulsuz olarak topraklarımızdan ayrılmışlardır. Bu önemli zaferin yıl dönümünü kutluyoruz şu sıralar sevgili dostlarım. Ama benim üzüldüğüm bir tarafı var bu zaferin. Bu zaferi kazandık ama bazı özel girişimlerle ki; Ermeniler dünya devletleri içerisinde bağımsızlık savaşından önce bazı göçleri kıyım olarak göstermektedir. Savaş sırasında olan kayıpları savaş kayıbı olarak değil de katliam olarak dünya uluslarına yıllardır empoze etmeye çalışıyorlar. Topraklarımızda gözü olanlar, ne yazık ki birleri dünya uluslarının önünde kötülemek için ellerinden gelen gayreti gösteriyor. Ermeniler ayrı, Yunanlılar ayrı çalışma içerisindedirler.
Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusu 3 yıl boyunca, başta İzmir olmak üzere; Uşak, Afyon, Balıkesir, Eskişehir, Aydın, Kütahya yörelerinde köy halkını, masum kadınları, çocukları kurşuna dizmiştir. Hamile kadınlarımızın karınlarındaki ceninleri süngüleri ile çıkartırken büyük zevk almışlardır. Birçok genç kızımız ve analarımızın ırzına geçilmiştir. Bu yapılanlar elinde silah bulunmayan Anadolu insanıdır. Ama savaş döneminde aynı işlemi Ermeniler de Doğu ve kuzey doğu Karadeniz’de aynı işlemleri bizler için yapmış ve kendileri yapmamış gibi bütün yapılanları bizim üstümüze atmaktadır.
..
ANADOLU
Adın bereket olmuş yüz yıllardır
Ya hayali olmuşsun
Ya girmişsin düşlerine
Bir bitmeyen sevda
..
28 Mayıs 1919 da Ayvalık’a asker çıkaran Yunanlılara karşı bu ildeki 172. Alay Kumandanı Yarbay Ali Bey (Ali Çetinkaya) düşmanı ateşle karşılamış, bu şekilde Kurtuluş Savaşı’nın ilk çatışması başlamış, Haziran başlarında Yunanlıların Akhisar ve Bergama’yı işgal etmeleriyle Ali Bey, Bergama’ya hücum ederek düşmanı püskürttüyse de takviye alan düşman, Bergama’yı yeniden ele geçirdi. Aynı zamanda kuzeyde Soma ve Akhisar Bölgesinde bir cephe kurulmuş ve Balıkesir’deki 61. Tümen Komutanı Miralay Kâzım Bey (Kâzım Özalp) cephe komutanı olmuştu.
Güneyde, Aydın’ı işgal eden düşmana karşı da Yörük Ali Efe komutasında milis kuvvetleri vardı. Bu kuvvetlerin, Denizli’den gelen Tümen Komutanı Hacı Şükrü Bey Komutasında yaptığı bir taarruzda Aydın alındı, gelen takviye kuvvetlerle düşman Aydın’ı tekrar ele geçirince, Aydın ile Nazilli arasında Demirci Mehmet Efe Komutanlığında bir cephe oluştu.
Manisa Turgutlu’yu alarak doğuya doğru ilerlemeye çalışan Yunanlılara karşı, Salihli Alaşehir bölgesinde de Çerkez Ethem komutasında bir cephe meydana geldi.
Kuvayi Milliye cepheleri arasında bir düzen sağlamak ve düşmana karşı alınacak tedbirleri tespit etmek için Batı Anadolu’daki bütün İl ve İlçe’lerden gelen temsilcilerin katılımıyla 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa başkanlığında Balıkesir, sonra da Alaşehir’de yapılan kongrelerde Yunanlılarla yapılan savaşlarda gerilla savaşından çıkılmasına karar verilmiş, böylece Kuvayi Milliye’nin başına Ali Fuat Paşa getirilmiş ve Batı Anadolu cepheleri bir komutanlık haline getirilmiştir.
..
Sana sevgimi yazdım tunada destanlarla
At üstünde bayraklaştırdım damarımdaki kanla
Süslendi anadolu minarelerden ezanlarla
Sana selam sana selam şanlı türk yurdu.
(1998)
..
Aklım içi sıvı dolu işe yaramaz bir şişe,
Buraları da Anadolu, hele bak sen şu işe,
Oğlum bul sen de şöyle dönecek sağlam bir köşe,
Sen kendini üzme kır çiçeğim, geleceğim.
Seninle kocayıp, seninle beraber öleceğim...
20 Ağustos 2003
..
Hiç bir gökyüzü beklemez o an
Hiçbir pencere,hiçbir kuş
Hiçbir ağaç solmaz o an
Hiçbir Anadolu,hiçbir otobüs
..
Ben İstanbulumu arıyorum
Memleketimin kahverengi toprağını
Gökdelenlerini arıyorum
Onlardan süzülen uzun sarmaşıkları
Dolu dolu yaşadığım İstanbulumu
Yüreğimin gizli mabedindeki
Sessiz sevdamı arıyorum
..