Sonu da güzel aslında ama ben her zaman ilkini tercih ederim. Bahaar, bahardan söz ediyorum canım ilkbahardan. Fazla bekletme sevgilim, gözümüz yollarda özlemle seni bekliyoruz baharım. Hele o beyaz beyaz çiçekler açtı mı, sabahın köründe cıvıl cıvıl kuşlar ve cırcır böcekleri ötmeye başladı mı değmeyin keyfime... Sade benim keyfime mi? Kedilerin, köpeklerin, böceklerin, sineklerin, kelebeklerin, kurbağaların ve bilumum canlının da değmeyin keyfine...
Bakın adı bile yetti daha üçüncü cemre bile düşmemişken. Hadi atın kışın miskinliğini üstünüzden, kışın sünepeliğin i bir kenara bırakın. Çekin ciğerlerinize sabah işe gitmek için yola çıktığınızda baharın o sakin ve dingin havasını. Güvercinler ve serçeler çoktan dallarda ve telefon tellerinde ki yerlerini aldılar bile, çifte kumrular ilanı aşka başlar kısa bir zaman sonra, magazin gazetelerine reklam olmadan asla. Tabiat ana canlanmaya başladı. Bir müddet sonra akşamları camları bile açarsınız ara sıra...
Sanmıyorum ki şair ve yazarlara ilham veren bahar kadar başka bir mevsim olsun. Tabi ki vardır yazdıklarını ürettiklerini başka başka mevsimlerde fazlalaştıran, ama genel olarak bahsediyoruz bu durumdan...
Her çocuk illa ki bir oyunda oynamalı küçüklüğünde
ama bez bebeği olmalı
ama kurşun askerlere savaş yaptırmalı
bazen topaç çevirmeli
ya da kışın kardan adamın havuçtan burnunu devirmeli...
Başlığı görünce, ''Bu ne ya?'' dediğinizi duyar gibi oluyorum. ''Böyle bir bilim mi var? Bu da yeni bir bilim dalı mı acaba?'' diye de bir çok kişinin aklında soru işaretleri oluştu haliyle... Tabi, tabi bu yeni bir bilim dalı, lakin çok eskiden beri olmasına rağmen gün yüzüne yeni çıktı bu bilim. Herpoholoji Biliminin bilim insanları içinde doktorlar, yardımcı doçentler, doçentler, profesörler, ordinaryüs profesörler, bir de zordinaryüs profesörler var tabi ki... Zordinaryüsü anlamadınız tabi, hemen açıklayalım... (Zordinaryüs Profesör, çok zor Ordinaryüs olmuş profesörlere deniyor imiş ve de ordinaryüs profesörlükten daha önemli imiş, ben de onların yalancısıyım.)Herpoholoji Bilimi, öncelikle şunu belirtelim ki dünyanın en zor bilim dalı... Niye mi? Durun canım hemen itiraz etmeyin. Herpoholoji Biliminin bilim insanları her pohtan anlarlar, o sebep ile yeri gelir, askerdirler, yeri gelir doğum kontrol ve aile planlaması uzmanıdırlar, yeri gelir mimar ve şehir planlamacı olurlar, yeri gelir diyetisyen olurlar, yeri gelir şair ve yazar olurlar, yeri gelir trafik denetlerler... Zaten her pohtan anlamasalar ortadan çatım çatım çatlarlar da bir daha kimse doğrultamaz onları... Herhangi bir konu hakkında bilgi sahibi değillerse bile hemen bunalıma girer, Güzin Ablaya yazarlar, Güzin Abla cevap vermezse kızarlar ya da düz duvarlara tırmanıp azarlar...
Herpoholoji bilimi ile uğraşan kadın veya erkek bilim insanları, bir kere çok hırslıdırlar, bu hırsları harslarının yani kültürlerinin önüne geçer çoğu kere... Eleştiriye fazla tahammülleri yoktur. Oysa kendileri her şartta ve her durumda herkesi tepeden tırnağa süzüp eleştirme yeteneğini çok geliştirmişlerdir. Eleştirirken de ellerinin ve dillerinin ayarları yoktur kesinlikle... Karşılarında her kim varsa yerden yere vurur, hatta hızlarını alamaz bir de duvardan duvara çarparlar. Bunları da hep egolarını tatmin için yaparlar... Egoları tatmin olmazsa süper egolarını devreye sokarlar...
Her sabah yeniden yıkanır gözlerim yeniden yıkanır yüreğim
güzellik dolu güneşin gözleriyle
her sabah yeniden dirilirim coşkuyla
bahar çalar kapımı
kuş cıvıltıları çalar sinek vızıltıları
öyle zile basar kaçarlar...
Dünya var olduğundan beri kaos, kavga ve savaşlar hiç eksik olmamıştır yeryüzünden. Kime ne faydası var savaşların diye soracak olursanız, buna da verilecek tek cevap sadece silah şirketleridir. Düşün bir kere silah şirketlerinin üç beş tane patronu ve binlerce çalışanından gayrı savaşın hiç kimseye faydası olmayacak. Geride binlerce ölen, yaralanan kadın, erkek, sabi sübyan. Kullanılan kimyasal ve nükleer silahlar yüzünden onarılamayacak kadar tahrip edilen tabiat varlıkları ve tarihi eserler. Silah şirketinde çalışan bir baba, kazandığı parayı iki oğluna bir kızına yedirirken hiç düşünmeyecek mi ''Benim çocuklarım güzel okullara giderken Irak'da Afganistan'da, Somali'de çocuklar sapı sapır toprağa düşecek ve onların oyuncakları sahici silahlar olacaktır.''
Daha önce yapılmış iki dünya savaşı da savaşa giren ülkelerde ve halklarında büyük maddi ve manevi zararlara yol açmıştır. Bunu kesinlikle inkâr edemeyiz. Bu savaşlardan sonra meydana gelen yıkımları onarmak ve o toplumları eski hallerine, yaşayış şekillerine geri döndürmek yıllar almıştır... Japonya İkinci Dünya Savaşında iki milyona yakın insanını kaybetmiştir ve sanayi gücü olabildiğince zayıflamıştır savaş öncesine nazaran. Savaştan sonrada kaybeden tarafta olduğu için teknolojik üstünlüklere sahip çok gelişmiş bir ordu kurmasına izin verilmemiştir. Almanya ve İtalya'da hakeza aynı durumlara düşmüşler ve savaştan sonra toparlanmaları uzun zaman almıştır...
Ha deyince yazılmıyor bu şiirler
Geceleri
Uykularını paramparça ediyor
Kafanda binbir türlü bilmeceler...
Arada tahta bir ata binip
Her şeyin el kitabı var. Ev de çiçek büyütenlerin, el kitabı. Ev de böcek besleyenlerin, el kitabı. Olur mu ya ev de böcek beslenir mi, dediğinizi duyar gibi de oluyorum ama, var böcek besleyen inanın. El falı baktıranların el kitabı. Kendi kendine araba bakımı yapanların el kitabı. İş görüşmesine gideceklerin el kitabı. İş görüşmesinden ret yanıtı alanların daha sonra ne yapması gerektiği hakkında el kitabı... Evine hırsız girenlerin hırsız ile oda da karşılaştıklarında ne yapması gerektiği hakkında el kitabı...
Ev de çiçek büyütenler, çiçekleri sulayın, ama çok da sulamayın öldürürsünüz. Yatak odanızda çiçek bulundurmayın, gece karbondioksit salınımı yaparlar, sonra sizin için hiç iyi olmaz. Çiçekler ile konuşun ara sıra, ama Türkçe konuşun, İngilizce den anlamazlar. Ara sıra dokunun çiçeklerinize, ama koparmayın. Kır çiçekleri özellikle de papatyalar ile seviyor sevmiyor gibi ucube oyunlar oynamaya kalkmayın da sizin aşkınızdan telef olmasın papatyalar...
Gelelim böcek besleyenlere. Böcekleri aç bırakmayın, fazla da yedirip şişmanlatmayın. Arada sırada başlarını okşayın, tatlı sözler söyleyin. Böcüğüm benim deyin. Üstlerine böcek ilacı sıkmayın. Psikolojisi bozulan böceklerinizi böcek psikologuna götürün, ama çocukluğuna da indirmeyin. Ne sıkıntısı varsa onu anlatsın... Uçan böceklerden ise böcekleriniz, arada camları açmadan evin içinde uçurun, sonra tekrar yerlerine koyun... Böcekler saçma sapan karafatma gibi isimler takmayın.
Bizim ayakkabıcı esnaf milleti, dükkanda iş olmadı mı yazın, atar sandalyeleri dükkanın önüne, açar tavlasını, başlar tavla oynamaya. Meşhurdur bizim Denizciler Caddesi'nin tavla müsabakaları, hatta Günaydın Gazetesi'nin düzenlediği tavla şampiyonasında, yıllar önce derece yapmış bir abimiz bile var. Ben de aksi gibi tavlayı hiç mi hiç sevmem, bilirim de oynamam, kırk da yılda bir kere belki, o da çok ısrar ederler ise zorlamayla, onda da tavlayı koltuğumun altına sıkıştırıp gönderiverirler beni...
Bizim işimiz gücümüzde meslektaş Mehmet ile satranç oynamak. Öyle bir başladık mı bir iki saat sürüyor bir parti. Başımızada anlayan anlamayan herkes toplanır seyreder. Tavlada ki gibi bizde de kızdırmaca var, ancak sinirlerine hakim olan taraf tabi ki her zaman daha avantajlı. Bir de Tuğrul abimiz var o da biraz birşeyler öğrenmiş kırkından sonra arada onun ile de oynarız.
Bizler tabi çok usta olmadığımızdan, ara da yanlış hamleler yapıp da önemli bir taşı kaybettiğimiz zaman birbirimize genel af da çıkartıyoruz haliylen. ''Tüh konuşturdun beni bak yanlış oynadım'' cevap''Tamam ya ağlama geri al hamleni yeniden oyna'' Tuğrul abi'de çok biliyormuş havalarında lafa girer''Böyle olmaz koçlar elini değdiğini oynayacaksın delikanlı olun biraz benim gibi delikanlı''böyle sürer gider muhabbet maç boyu...
Dükkanımızın hemen yanın da ganyan bayisi var. Oynayanların çoğu haliyle arkadaşlarımız. Onları inceliyorum ara sıra... Yan bakkal da biraları çektikten sonra, varıyorlar ganyan bayisine. Bir gün de birisinin bir şey tutturduğunu görsem içim yanmaz. Oynadığı atı sor; atın anasını, babasını, amcasını, halasını, teyzesini hepsini bir çırpıda söylesin sana. Kendi akrabalarını o kadar bilmez keratalar. Yarış başladı mı bir heyecan bir heyecan; baba olurken belki o kadar heyecanlanmamıştır. At koşuyor o da yerinde atla beraber koşuyor, tutabilene aşk olsun. Tuttuğu atta gelmedi mi bir moral bozukluğu ki, sorma gitsin. Hepte ya beşinci ayakta ya da altıncı ayakta yatarlar genellikle...
Eskiden haftanın belirli günlerinde oynanırdı at yarışı, sonraları her gün oynanmaya başladı, o da yetmedi şimdi yazları gece yarışları da yapılıyor. Adam atın jokeyini, seyisini, ahırda yem verenin ismini bile biliyor. Kum da nasıl koşar, çim de nasıl koşar hepsi akıllarında... Atları koşturup da onları seyredeceğine, sen git spor ayakkabılarını giy de kendin koş, hem paran cebinde kalır hem de sağlığını kazanırsın...
Öyle uzanmıştım bir tatil günü gecenin onikisinde... Kanepe rahat, elimde kumanda, zap yapıp duruyorum. O kanal senin, bu kanal benim, başka bir kanal Ali Baba ve Kırk Haramilerin. Yok canım, yok tabi ki kanal benim kanalım, söz temsili geziniyorum kanallarda... İnsan kanepeye de uzandığında hem de gecenin ilerleyen saatlerinde iyice tembelleşiyor...
Şu çoraplarımı yerimden kalkmadan bir çıkartabilseydim. Dur bakayım bir ayağım ile öbür ayağımda ki çorabı çıkartmayı deneyeyim... ''Hadi sol ayağım, ha gayret, taktın mı tırnağımın birini çıkar çorapı'' Büyük bir mücadele veriyorum... Alnımdan boncuk boncuk terler akmaya başladı... Aslında elimi uzatsam hemen çekip çıkartacağım ama, hiç yerimden kalkasım yok vallahi... Gecenin bu saatinde vinç gelse beni oynatamaz. Hemen aklıma Fransız Yazar Paul Lafrgue'nin Tembellik Hakkı adlı kitabı geliyor. Hadi Ahmet biraz daha gayret, sen bu çorapları tek tek çıkartırsın. Denemeye devam her ne kadar tembellik hakkın var ise de...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!