Sizi en çok sevdiğiniz getirmedi mi bu dünyaya? Her şeyden çok sizi severek, size değer vererek. Eşref-i Mahlukat yani şerefli yaratık, sensin işte o; İnsan. Sadece etten, kemikten yapılmadın sen, duyguların düşüncelerin var, her şeyden önemlisi, Rabbinden armağan sevme duygun var; Ya olmasaydı? Dünya ne kadar tatsız tuzsuz olurdu, düşünebiliyor musun? Bugün dünya'da ki birçok savaşın sebebi, insanların, toplumların birbirinden nefret etmesi, birbirini sevmemesi değil mi?
Neyi paylaşamıyoruz, şu iki buçuk günlük dünya da, neyi? İnsanlar savaşıyor lakin çoğunlukla günahsız insanlar ve çocuklar ölüyor. Rabbimiz ise bize şöyle buyuruyor.''Kim bir insanı haksız yere öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Kim de bir insanı yaşatır, hayatını kurtarırsa bütün insanlığı yaşatmış gibidir.'' Dünyanın ilk cinayetini işleyip kardeşi Habil'i öldüren Kabil, kıyamete kadar tüm insanların laneti altındadır. Kötü bir işin başlangıcına aracılık etmiştir.
Yirminci Yüzyılın acımasız diktatörlerinin hiç birinde zerre kadar sevgi bulamazsınız. İçlerinde birazcık Allah sevgisi olsaydı zaten, binlerce insanın ölüm emrini bir çırpıda veremezlerdi. Sadece yaptıkları şey kitapları yaktırmak, insanlara zulmetmek olmuştur. Ahhh! Adolf şu savaşı başlatmadan önce, keşke bir kere Mevlana'yı, Yunus Emre'yi okumuş olsaydın. Ahhh! Stalin içinde birazcık sevgi olsaydı seninde...
Ben sevgiyi o mini mini iki üç yaşında ki bebelerin gözlerinde gördüm, gamzelerinde gördüm. Ben sevgiyi seksenlik doksanlık ninelerin dedelerin hiç tanımadığı insanlara yavrum diye seslenirken ki içtenliklerinde gördüm. İnsanlıktan nasip almamış diktatörlerin halklarına seslenirken bağırıp çağırmaların da görmedim. Dayatmacı iktidarların ''Dediğim dedik çaldığım düdük'' diye diye ülke yönetmeye kalkanların hal ve hareketlerinde asla sevgi ve samimiyet görmedim...
İnsanlara zulmeden diktatörler, kim olursanız olun, milliyetiniz ne olursa olsun, sizleri cehennemde görmek için can atan milyonlarca mazlum ve masum insan sabır ile bekliyor hem dünyada hem de ahrette...
Beş altı yaşına gelip de annesine babasına ''Sevmek ne demek, aşk ne demek anne baba? '' diye soran çocuğun suratına okkalı bir tokat savuran baba sevmekten ve sevilmekten ne kadar nasip almıştır varın siz düşünün.
Son günlerinde popüler şarkılarından biri aslında ''Aşk kaç beden giyer'' bana biri bunu söylese ilk vereceğim cevap, belki çoğunuzun da vereceği cevap olurdu ''Doksan altmış doksan'' diye herhalde. Doksan altmış doksanı açacak olursak göğüs doksan, bel altmış ve kalçalar doksan olarak özetlenebilir. Bu şarkıda aşk kaç beden giyer diye sorulduğuna göre aşk demek ki canlı bir organizma...
Aşk bu sağı solu hiç belli olmaz. Bazen dibinize kadar geliverir, bazen de aylarca yıllarca yanınıza uğramaz, uğramaz uğramasına da siz de ona yine küsmezsiniz. Amiyane tabir ile şeytan tüyü vardır bu aşk denen merette. Sevdiğiniz terk edip gitmiştir sizi, belki de sizin ile adamlığı kıyas kabul etmeyecek birine, ama yine de her gece yanınıza gelir, uzanır yatağınıza, sarılırsınız ona hayal olarak bile olsa...
Öğretim ne işe yarar insan kendini eğitemedikten sonra. Gazetelerin birinci ve ikinci sayfa haberleri, kaçırılan öldürülen, hunharca katledilen çocuklar ve insanlar ile dolu. Ha keza televizyonlarda aynı şekilde. Sevgisiz, saygısız bir ortama doğru sürat ile sürükleniyoruz toplum olarak bilmem farkında mısınız içinde bulunduğumuz içler acısı durumun?
Yakın zamanda takip ettiniz basından da, bir profesör bir doçentin hayatına son verdi. Bunlar göz önünde olan ve topluma örnek olması gereken insanlar iken hele de yaptıklarına bir bakın. Paylaşamadıkları bir kadın mı ya da maddiyat mı, para mı pul mu? Sanmıyorum aslında bunların hiç biri değil, dizginleyemedikleri egoları, tatmin edilemeyen duyguları ve kendilerini aşırı sevmeleri.
Tanrı önce kainatı, sonrada Âdem ile Havva'yı sevgi ile yaratmıştır. Böyle büyük devasa varlıkların hamurunda varoluşunda sevgi olmadan ortaya çıkmaz böyle güzellikler...
Ruhun ve bedenin en büyük ilacıdır sevgi, insanın en büyük dayanağıdır, baş tacıdır sevgi. Bilimsel olarak da kanıtlanmıştır ki, birçok ruhsal sıkıntının ve ölümcül hastalığın iyileştirilmesinde, sevgi birinci derecede rol oynamaktadır...
Bugün dünya toplumlarının içinde bulunduğu kargaşa ortamının en büyük nedenlerinden biri sevgi yoksunluğu ve sevgi yoksulluğudur. Sevgisizlik ve birbirimizin düşüncelerine olan saygısızlık yirminci yüzyılın başından itibaren dünya toplumlarını birbiri ile çatışır ve kavga eder duruma getirmiştir...
Yıllar önce sevgi üzerine okuduğum kitaplardan biriydi''Sevmek Dokunmaktır'' sanıyorum yazarı Desmond Morris. Dokunmak ne müthiş bir şey, tensel iletişim. İki yüz üç yüz sayfalık bir kitabın en güzel özeti, başlığı sevmek dokunmaktır. Kitabın içinde hiç bir şey yazmasa, dokunmak kelimesinin başına istediğin şeyi getirerek çeşitlendir dur konuları... Yüreğe dokunmak, saçlara dokunmak, çocuklara dokunmak, çiçeklere dokunmak, böceklere dokunmak, insan insana dokunmak. Dünyada ki on güzel kitap başlığı yarışması açılsa, bu kesin ilk beştedir...
Yüreklerine dokunabiliyor muyuz acaba insanların? Bedensel temasın ötesinde, ulvi bir duygu, müthiş haz dolu bir şey. Gözlerin gözlere sevgi ile bakması ve karşınızda ki insanın bakışları ile yüreğinize dokunması... Yaratıcımız olan Allah bize ''Şah damarımızdan daha yakın''olduğunu söylüyorsa, alabildiğine dokunuyor demektir bize ve onun dokunduğu yerlerde de bereket oluyor. Sizi seven bir varlığın gözü üzerinizde, hata yapmanızı istemiyor, nefsinizin esiri olmanızı istemiyor...
Dikta rejimleri; adını ne koyarsanız koyun, ister Faşizm, ister Komünizm, neden başarılı olamadılar ve birer birer devrildiler hâlâ da devrilmeye devam ediyorlar. Ekonomik olarak da, eğitim olarak da, sosyal hayat olarak da toplumda çok şey değiştirdiler belki, ama insanlara sevgi ile yaklaşamadılar hiç bir zaman. Kendi halklarının, insanlarının yüreklerine dokunamadılar, adeta bir korku imparatorluğu korku duvarları oluşturdular toplumlarında; Berlin Duvarı ki seksen dokuz da yıkılmıştır bir korku duvarı değil de neydi sizce? Onların bir Mevlana'ları yoktu, bir Yunus Emre'leri yoktu, bir Hacı Bektaş’ları, Ahmet Yesevi'leri yoktu…
Öyle içten, öyle samimi bakardı ki insanın gözlerine, öyle candan yavrum derdi ki; ben insanları sevmeyi biraz da ondan öğrendim. Şu satırları yazarken, azıcık gözlerim nemlendi; Kim mi? Benim rahmetli anneannem Mihrizat Hanım. Sade o da değil, daha da sevgi dolu nice akrabalarım. Amcalarım, teyzem, eniştem, halam ve tabi annem babam...
Anne tarafından sülalede ilk torun olduğum için, beni çok sevmişler. Doğduğunda iki kilo iki yüz gram gelen bir çocuğu, üç ay da tostoparlak bir çocuk haline getirmişler...
Hz.Adem Havva anamıza elmayı uzattığı zaman İblis'in vesvesesi ile, aklından geçirdiği tek şey cennetten kovulmak değil de sevgiydi herhalde. Sevgi için cennetten vazgeçip de dünya zindanında yaşamaya mecbur kalmak... Çok zor bir durum...
''Korkunun olduğu yerde aşk yoktur cesarettir sevmek'' der bir özlü söz. Cesaretin varsa vatanını seversin ve ölüme bile gözünü kıpmadan gidersin, arslan yürekli Mehmetçik'ler gibi. Cesaretin varsa beğendiğin bir kıza aracılar yolu ile değil de, gider kendin söylersin''Seni Seviyorum''diye. Cesaretin varsa edebiyata, şiire ve yazmaya, çalışmaya, yüreğini koyarak ortaya öyle yazarsın yazılarını, cesaretin yoksa bazı lümpen yazarlar gibi havadan sudan yazılardan, şiirlerden dem vurursun, suya sabuna dokunmazsın. Cesaretin varsa eğer Uğur Mumcu gibi, Ahmet Taner Kışlalı Hoca gibi kalemini holding gazetelerine kiraya vermezsin asla...
''İnsan sevince sevdiğine bütün varlığı ile teslim olmamışsa, yeteri derecede sevmemiş demektir'' Müslüman Allah'a teslim olmuş insan demektir değil mi? Kendi kendini de şöyle anlatır Allah''Rahmetim gazabımı katbe kat geçmiştir'' O zaman cehennem niye diye bir soru gelirse insanın aklına, ona da şöyle cevap verilir. Cehennem İnsanı dünyada ki kötülüklerden korumak için vardır. Cehennem korkusunu yüreğinde hissetmeyen insan her türlü kötülüğü yapabilir diğer insanlara. Yoksa durup dururken Allah kullarını niye ateşe atsın. En kötü bir anne ya da baba bile çocuğunu ateşe atmaz asla. Allah cc Kullarını yakmak için tövbe haşa, mahşerde ellerini ovuşturarak bekleyen bir varlık asla değildir, bunu iyi belleyelim...
Her terk eden sevgili derin izler ve yaralar bırakmasa da yürekte, insan çoğu zaman terk edilince yerlebir oluyor. Siz onun ile bir ömür geçirmeyi hayal etmişsinizdir, o ise şimdi başkalarının kollarındadır. Aynı durum sizi sevip de, sizden beklediği ilgiyi göremeyen diğerleri için de geçerlidir. Uzun süre yediğinizden içtiğiniziden, yaşadığınızdan hatta aldığınız nefesten bile zevk alamazsınız. Bazen yakın arkadaşlarınızla paylaşırsınız yaşadıklarınızı, bazen içinize atarsınız, bazen sabit bir noktaya bakıp durursunuz saatlerce, bazı geceler ağlarsınız yitip giden güzelliklere, belki de sizin arkanızdan ağlayanlar da vardır...
Her nerede olursa olsun gözyaşı çoğu insan gibi benim de gönlümde asildir. Arada yüreği ferahlatır, ara da seni muma döndürür, bazen de cehennemde ateşler söndürür...
Gözyaşının Rengi Yoktur
Çok tehlikeli bu tetikçiler ki siz, biz hepimiz bütün Türk Toplumu, Dünya Toplumları aslında onları yakından tanıyoruz, tanıyoruz tanımasına da yine de alt edemiyoruz ve o tetikçiler bizi, başkalarını yok etmeye doğru gidiyorlar son sürat. Öyle diyorlar bazı tıp otoriteleri. Kim mi bu tetikçiler? Şimdi söyleyince hemen bileceksiniz, şeker ile tuz canım, şeker ve onun ile yapılan bilumum tatlılar, yemeklere katılan tuzlar, günlerde ikram edilen tuzlu börekler, çörekler, tuzlu pastalar, aklınıza ne gelirse artık. Geçmiş zamanlarda şekerin kanseri tetiklediği bir çok defalar dile getirilmiştir. Bu Konuda Tıbbi Onkoloji Bölümü'nden Doç. Dr. Soley Bayraktar, şeker tüketimi ve kanser ilişkisi hakkında şu bilgileri veriyor. O'na kulak verelim "Vücutta kanser hücreleri de dahil olmak üzere tüm hücrelerin şeker ihtiyacı bulunmaktadır. Ancak şekerin sebep olduğu aşırı kilolar, özellikle de bel çevresindeki aşırı yağlanma, kanseri tetikleyebilir. Vücutta yakıldığından fazla alınan şeker, kişiyi şişmanlatabilir ve şişmanlık kanser gibi önemli hastalıklara yakalanma riskini artırır.''
Şekerin ve şeker ile yapılagelen tatlıların kadın ve erkekte kilo yaptığı da gün gibi aşikar bir durumdur. Biz Türkler de Türk Mutfağının zenginliğinden bir dolu tatlıyı yapmasını ve de afiyet ile yemesini de biliriz. Başta baklava, tulumba tatlısı, revani, kazan dibi, aşure, hoş melim, hep bize has bize özel, Türk Mutfağının adeta incileri ve güzellikleridir. Dünyada ki üç büyük yemek kültüründen biri olan Türk Mutfağı, bu liderliğini Çin Mutfağı ve Fransız Mutfağı ile paylaşmaktadır...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!