ne aşk acımasız cellat ne zaman hain..kalbin hazin aldanışında
kendinsin sorgulanan kan içre aldanmış demlerin yanışında
yurtsuz kuşlar gibi öfkeli bulutlar dolanır dardağan hazanlarda
hışımla yağar çılgın aşk başka baharlar gelir her uyanışında
Kemirmiş ruhunu bir kurt gibi
Yüzyıllardır bu anlamsız suskunluk
Sen bozkırlar ortasında kalmış zavallı korkuluk
Deryalar toplansa
Bir daha yeşermeyecek odunlardan habersiz
beklersin
gece indi bir gönül ikliminde ikimiz biz bizeyiz
anla beni anla gurbetti ömrüm sensiz bozuk bir şirazeyiz
bir avuç yalnızlıkta melal gözlerin yok mu
aslında iki kamış gibi gam yelinde avazeyiz
Begonvil Bekleyiş
kaç diri gövde
kumlarda
uzandı
hoyrat ve kışkırtan bir ayla
En yüce dağların, en engin denizlerle buluştuğu yerde, yeşiller-maviler içinde bir kale vardı. Dağların ve denizlerin yorgun serüvenlerine her zaman açıktı kapılan. Çalışkan, onurlu, dürüst, sevgi dolu insanlar yaşardı; duvarları arasında... Geceleri, dağların ve denizlerin dilini bilen insanların hülyalı türküleri, yıldızlara ulaşmak istercesine göklere yükselirdi...
Denize bakan burcuna yapılmış iki mazgalı vardı. Oradan, denizlerin tüm mavileri; dalgalann, martıların, balıkların ve deniz kızlarının tüm şarkıları dolardı yüreğine. Dolardı da, bir güzel düş olurdu; renkli, mis kokulu...
Günler geceler, böylece akıp giderdi işte.
Bir şafak vakti, daha serçe kuşları uyanmadan, kale halkı, büyük bir ivedilik ve sessizlik içinde, kayıklanna binip, tüm kıpırtılarını yitirmiş olan denize açıldı. Sular, yeşilden sarıya doğru aydınlanmağa başladığında, ufukta tek bir iz bile kalmamıştı onlardan... Neden gittiler? Bir göç müydü bu? Olur a, bir başkan için mi gitmişlerdi yoksa? korkuları vardı da, ondan mı kaçıyorlardı acaba? Bu sorulann yanıtını, ne dağlar, ne denizler, ne de kale, hiç mi hiç bilemiyordu. Yanıtsız binlerce soru, yanıt arayanlann kafalannda dolaştı, dolaştı; sonra da her biri birer ok olup, geldi kalenin beynine saplandı...
Bir zamanlar cansuyu gibi akıp, cana can katan zaman, şimdi akılalmaz bir biçimde, onlardan kalan her şeyi yok ederek geçip gidiyordu. Sonunda kalenin boş burçlarında, hayaletler dolaşmağa başladı. Yosunlar ve yabanıl bitkiler kuşattı, sabır taşından örülmüş duvarlarımı... Gitgide iyice lanetlendi. Önceleri sık sık uğrayan haydutlar, hırsızlar, katiller; ve hatta her şeyi hiçe saydığı söylenen mecnunlar bile, yanından yöresinden geçemez oldu... Her şey, herkes tümüyle yalnızlığa terk etti onu.
Gün, sayısız doğdu, sayısız battı... Yeni insanlar doğdu, büyüdü..
bulutun dalında kuş
denizin dudağı dalga
baharın kucağı yeşil
yeşilin öpüşü gül
akşamları yıldız iner gözlerin
Günler ki savrulan yapraklardır ömrümüzün dalında
Geceye söylenmiş bir şiirdir aşkımız
ki tam alnından vurulan..
O her gidişinden geriye kırılmış gül tenhalığı
Ayrılığın da bir kokusu var
suvaklar bildim
ay tarlaları alnın
uzaklar ustasıyım
bakışın gurbet
yıldız yurdu gözlerin
yedi deryalar geçtim
hazan iklimi gözlerin
yüzünde gül aydınlığı
hangi eylülden gelirsin
ellerin aşk kırgınlığı
üzüm gözlerin gizemli




-
Ajlan Akman
-
Nejla Arslan
-
Saliha Karakuzulu
Tüm YorumlarDegerli ögretmenim. Yıllar oncesinden Selma Yigitalpten ogrencinizm.Ellerinizden operim.
Bütün şiirleri yüreğinden yakalar insanın, ruhun aynası gibidir. Çok değerli, koca yürekli şair.
Söylenecek ne var ki..Okuyun ve kendi kendinize itiraf edin ustalardan biri olduğunu...